Mektup no 73 By: hafiza aise Date: 03 Mart 2011, 14:58:34
73

َلرَّحْمٰنُ عَلَّمَ الْقُرْاٰنَ خَلَقَ اْلاِنْسَانَ عَلَّمَهُ الْبَيَانَ
فَنَحْمَدُهُ مُصَلِّينَ عَلٰى نَبِيِّهِ مُحَمَّدٍن الَّذِۤى اَرْسَلَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ وَجَعَلَ مُعْجِزَتَهُ الْكُبْرَى الْجَامِعَةَ بِرُمُوزِهَا وَاِشَارَاتِهَا لِحَقَائِقِ الْكَائِنَاتِ بَاقِيَةً عَلٰى مَرِّ الدُّهُورِ اِلٰى يَوْمِ الدِّينِ وَعَلٰى اٰلِهِ عَامَّةً وَاَصْحَابِهِ كَافَّةً.
اَمَّا بَعْدُ؛ فَاعْلَمْ!
اَوَّلاً: اَنَّ مَقْصَدَنَا مِنْ هٰذِهِ اْلاِشَارَاتِ تَفْسِيرُ جُمْلَةٍ مِنْ رُمُوزِ نَظْمِ الْقُرْاٰنِ؛ ِلأَنَّ اْلاِعْجَازَ يَتَجَلّٰى مِنْ نَظْمِهِ. وَمَا اْلاِعْجَازُ الزَّاهِرُ اِلاَّ نَقْشُ النَّظْمِ.
وَثَانِياً: اِنَّ الْمَقَاصِدَ اْلاَسَاسِيَّةَ مِنَ الْقُرْاٰنِ وَعَنَاصِرَهُ اْلاَصْلِيَّةَ اَرْبَعَةٌ: اَلتَّوْحِيدُ وَالنُّبُوَّةُ وَالْحَشْرُ وَالْعَدَالَةُ؛ ِلاَنَّهُ:
لَمَّا كَانَ بَنُو اٰدَمَ كَرَكْبٍ وَقَافِلَةٍ مُتَسَلْسِلَةٍ رَاحِلَةٍ مِنْ أَوْدِيَةِ الْمَاضِى وَبِلاَدِهِ، سَافِرَةٍ فِى صَحْرَاۤءِ الْوُجُودِ وَالْحَيَاةِ، ذَاهِبَةٍ اِلٰى شَوَاهِقِ اْلاِسْتِقْباَلِ، مُتَوَجِّهَةٍ اِلٰى جَنَّاتِهِ، فَتَهْتَزُّ
فِى صَحْرَاۤءِ الْوُجُودِ وَالْحَيَاةِ، ذَاهِبَةٍ اِلٰى شَوَاهِقِ اْلاِسْتِقْباَلِ، مُتَوَجِّهَةٍ اِلٰى جَنَّاتِهِ، فَتَهْتَزُّ بِهِمُ الْمُنَاسَبَاتُ وَتَتَوَجَّهُ اِلَيْهِمُ الْكَائِنَاتُ. كَأَنَّهُ اَرْسَلَتْ حُكُومَةُ الْخِلْقَةِ فَنَّ الْحِكْمَةِ مُسْتَنْطِقًا وَسَاۤئِلاً مِنْهُمْ بِـ "يَا بَنِى اٰدَمَ! مِنْ أَيْنَ؟ اِلٰى أَيْنَ؟ مَاتَصْنَعُونَ؟ مَنْ سُلْطَانُكُمْ؟ مَنْ خَطِيبُكُمْ؟"
فَبَيْنَمَا الْمُحَاوَرَةُ، اِذْ قَامَ مِنْ بَيْنِ بَنِى اٰدَمَ - كَأَمْثَالِهِ اْلأَمَاثِلِ مِنَ الرُّسُلِ اُولِى الْعَزَاۤئِمِ - سَيِّدُ نَوْعِ الْبَشَرِ مُحَمَّدٌن الْهَاشِمِىِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَقَالَ بِلِسَانِ الْقُرْاٰنِ
"اَيُّهَا الْحِكْمَةُ ! نَحْنُ مَعَاشِرَ الْمَوْجُودَاتِ نَجِئُ بَارِزِينَ مِنْ ظُلُمَاتِ الْعَدَمِ بِقُدْرَةِ سُلْطَانِ اْلاَزَلِ، اِلٰى ضِيَاۤءِ الْوُجُودِ.. وَنَحْنُ مَعَاشِرَ بَنِى اٰدَمَ بُعِثْناَ بِصِفَةِ الْمَاْمُورِيَّةِ مُمْتاَزِينَ مِنْ بَيْنِ اِخْوَانِنَا الْمَوْجُودَاتِ بِحَمْلِ اْلاَمَانَةِ.. وَنَحْنُ عَلٰى جَناَحِ السَّفَرِ مِنْ طَرِيقِ الْحَشْرِ اِلَى السَّعَادَةِ اْلاَبَدِيَّةِ، وَنَشْتَغِلُ اْلاٰنَ بِتَدَارُكِ تِلْكَ السَّعَادَةِ وَتَنْمِيَةِ اْلاِسْتِعْدَادَاتِ الَّتِى هِىَ رَاْسُ مَالِنَا.. وَاَناَ سَيُّدُهُمْ وَخَطِيبُهُمْ. فَهَا دُونَكُمْ مَنْشُورِى! وَهُوَ كَلاَمُ ذٰلِكَ السُّلْطَانِ اْلاَزَلِىِّ تَتَـَلأْلأُ عَلَيْهِ سِكَّةُ اْلاِعْجَازِ. وَالْمُجِيبُ عَنْ هٰذِهِ اْلاَسْئِلَةِ الْجَوَابَ الصَّوَابَ لَيْسَ اِلاَّ الْقُرْاٰنُ، ذٰلِكَ الْكِتَابُ..
كَانَ هٰذِهِ اْلاَرْبَعَةُ عَنَاصِرَهُ اْلاَسَاسِيَّةَ.
فَكَمَا تَتَرَاۤءٰى هٰذِهِ الْمَقَاصِدُ اْلاَرْبَعَةُ فِى كُلِّهِ، كَذٰلِكَ قَدْ تَتَجَلّٰى فِى سُورَةٍ سُورَةٍ، بَلْ قَدْ يُلْمَحُ بِهَا فِى كَلاَمٍ كَلاَمٍ، بَلْ قَدْ يُرْمَزُ اِلَيْهَا فِى كَلِمَةٍ كَلِمَةٍ؛ ِلاَنَّ كُلَّ جُزْءٍ فَجُزْءٍ كَالْمِرْاٰةِ لِكُلٍّ فَكُلٍّ مُتَصَاعِداً، كَمَا اَنَّ الْكُلَّ يَتَرَاءٰى فِى جُزْءٍ فَجُزْءٍ مُتَسَلْسِلا
وَلِهٰذِهِ النُّكْتَةِ - اَعْنِى اِشْتِرَاكَ الْجُزْءِ مَعَ الْكُلِّ - يُعَرَّفُ الْقُرْاٰنُ الْمُشَخَّصُ كَالْكُلِّىِّ ذِى الْجُزْئِيَّاتِ؟.Tercümesinin bir hulâsasý
Ýnsaný halk edip Kur’ân’ý ona talim eden Zât-ý Zülcelâlin Rahmân ismiyle tecellî-yi kübrasýna, rahmetin tecelliyatý adedince ona hamd ü senâ ederek ve Seyyidü’l-beþer Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmý Rahmeten Lil’âlemîn gönderdiði o Resul-i Ekremine Risaletin semereleri adedince ona, âl ve ashabýna salât ü selâm ve hadsiz þükrediyoruz ki, onun mu’cize-i kübrasý ve hakaik-ý kâinatýn remizleri ve iþaretleri ile tamamýyla cem edilen Kur’ân-ý Azîmüþþan asýrlarýn geçmesi ile dâim, bâkî ve nev-i beþere mürþid, tâ kýyamete kadar beka vermiþ. Ve o Resul-i Ekremi onlara Üstad-ý Azam eylemiþ.
Emmâ ba’dü biliniz ki: Evvela bu yazacaðýmýz iþârât ve nüktelerdeki maksadýmýz Kur’ân’ýn nazmýndaki bir kýsým remizlerinin tefsiridir. Çünkü, yedi nev’i i’câzýn en incesi, fakat kuvvetli ve lâfzî fakat hakikatli i’câz, Kur’ân’ýn nazmýndan tecelli ediyor. Evet, parlak i’câz elbette nazmýn nakþýndan çýkýyor.
Saniyen: Kur’ân’da esas maksatlarý ve anâsýr-ý asliyesi dört hakikattýr:
Tevhid, nübüvvet, haþir ve adalet’tir. Çünkü, vakta kâinat sahrasýnda benî-Âdem bir acip ve büyük bir kafile ve sair taifeler beraber birbiri arkasýnda asýrlar üstünde geçmiþ zamanýn derelerinden, þehir ve meþherlerinden sefer edip vücut ve hayat sahrasýnda yürüyüþüyle istikbalin yüksek daðlarýna azimetle oradaki baðlarýna gözleri müteveccih olmak cihetiyle hilâfet-i zemine mazhariyet noktasýnda ve sâir zîhayata tasarrufatý cihetinde rû-yi zeminde ekser eþyanýn nev-i beþerle münasebatý iktizasýyla heyecana gelmesinden kâinat dahi onlara yüzlerini çevirip nev-i beþerle ciddi alâkadar oluyor. Benî-Âdem bir tek tâife iken yüz binler tâifelere karýþmasýnda kâinat zemin gibi onlara netice-i hilkat-i âlem noktasýnda bakýyor. Güya hilkat-i kâinat hukümeti, o hukümetin zâbýta memuru hükmünde fenn-i hikmeti, bir müstantýk ve sorgucu olarak o misafir kafileye gönderip ondan sual edip soruyor ki:
“Ey benî-Âdem! Nereden geliyorsunuz ve nereye gideceksiniz? Ve ne yapacaksýnýz? Ve herþeye karýþýyor ve bazan karýþtýrýyorsunuz. Sultanýnýz ve hatibiniz ve reisiniz ve ileri geleniniz kimdir? Tâ bana cevap versin.”
O muhavereler içinde birden kafile-i benî-Âdemden Muhammedü’l-Hâþimî (Sallâllahü Aleyhi Vesellem), emsalleri olan ulülazm peygamberler gibi fenn-i hikmete karþý kalktý. Ve Kur’ân’ýn lisanýyla dedi ki:
“Ey müstantýk hikmet! Biz mevcudat kafilesi, adem karanlýklarýndan Sultan-ý Ezelinin kudretiyle çýktýk, ziya-yý vücuda girdik. Varlýk nurunu bulduk. Herbir tâifemiz bir vazifeye girdik. Ve biz benî-Âdem tâifesi ise, bir emanet-i kübra rütbesi ve hilâfet-i zemin vazifesiyle sâir mevcudat kardeþlerimizin içinde imtiyazlý ve memuriyet sýfatý ile bu meþher-i kâinata gönderilmiþiz. Her vakitte yola çýkmaya müheyya bir vaziyetteyiz ve haþir yolu ile saâdet-i ebediyenin kazanmasýnýn tedariki ile meþgulüz. Ve bizim re’sü’l-mâlimiz olan istidatlarýmýzýn çekirdeklerini sümbüllendirmeye, iman ve Kur’ân’la inkiþaf ettirmekle iþtigal ediyoruz. Ýþte o kafilenin reisi ve hatîbi benim. Ýþte elimdeki bu fermaný; mânevî ve maddî hava, bir tek lisan gibi bütün kâinata o fermanýn her kelimesini bir anda milyarlar yapýp iþittiriyor. Ýþte o menþur ferman, Ezel ve Ebed Sultanýnýn kelâmýdýr. Ve emirleri ve konuþmalarý olduðuna delil-i kat’î, üstünde parlayan sikke-i þahanesi ve turra-i sermediyesine bak, gör, git, söyle.”
Evet, en müþkil, en umumî ve bütün mevcudata sorulan bu üç-dört gayet acip suale tam doðru ve mükemmel cevap veren yalnýz ve yalnýz Kur’ân-ý Mu’cizü’l-Beyandýr ki; baþýnda ذٰلِكَ الْكِتَابُ لاَرَيْبَ فِيهِ 1 fermanýyla ilân edilmiþ.
Madem baþtan buraya kadar bir hakikati anladýn. Elbette bu hakikatten anlaþýlýyor ki, Kur’ân’ýn anasýr-ý esasiyesi o dört hakikattir. Yani; “tevhid,” “nübüvvet,” “haþir” ve “adalet”tir. Ýþte bu dört hakikat nasýl ki mecmu-u Kur’ân’da dört rükündür. Öyle de, o dört makasýd çok sûrelerin her birisinde bulunuyorlar. Her bir sûre bir küçük Kur’ân olur. Belki çok cümlelerin içinde de o dört maksada telmihen iþaretler var.
Belki bazan bir tek kelimede o dört esasa remizler var. Çünkü, Kur’ân’ýn eczalarý ve kelime ve âyetleri, mecmuuna karþý birer âyine hükmüne geçer, birbirinden in’ikas eder. Güya Kur’ân müteselsilen âyet ve cümle ve kelimelerine o maksatlarýn nurunu veriyor. Âyinede güneþ gibi bazan bir kelime, bir cümle; bir küçük Kur’ân’ý gösterir. Ýþte Kur’ân’a mahsus bu nükte, yani cüz, küll gibi ayný maksadý göstermesi maksadýyla Kur’ân müþahhas bir fert olduðu halde, çok efradý bulunan bir küllî gibi ilm-i mantýkça târif edilir. Demek Kur’ân’da bin Kur’ân’lar var ki, þahs-ý küllî olmuþ. Hem öyle de lâzým gelir. Çünkü, hadsiz ve gayet muhtelif tâifelere ders olduðu için, ayný derste hadsiz o tâifeler adedince dersler bulunmak lâzým gelir.
Sual: Eðer denilse: Bu dört maksad-ý asliyeyi bize Bismillah ve Elhamdü lillâh cümlesinde göster.
Cevap: Deriz ki: Madem Bismillah Allah’ýn abdlerine bir ders olarak nâzil olmuþ, elbette söylemek mânâsýnda olan قُلْ kelimesi Bismillah içinde vardýr. Ýlm‑i sarf ile, mukadder tâbir edilir. Ýþte Bismillah’taki قُلْ takdiri, bütün Kur’ân’daki قُلْ, قُلْ (söyle, söyle) lâfýzlarýnýn esasý ve anasý, bu Bismillah’taki قُلْ dür. Buna binaen قُلْ kelimesinde Risalete iþaret olduðu gibi, Bismillah’ta dahi Ulûhiyete remiz var ve بِسْمِ deki ب nin takdimi, قُلْ ün besmelenin âhirinde mukadder olmasý hasr ve yalnýz mânâsýný ifade ettiðinden tevhide iþaret ediyor. Yani, yalnýz Onun ismiyle baþla ve medet al. Ve Rahman isminde adaletin nizamýna ve rahmetin cilvelerine iþaret var. Çünkü, muhtelif, karmakarýþýk mevcudat, intizamý ile güzelleþmiþ. Ve rahmetin cilvelerine mazhar olabilir. Ve Rahîm’de haþre iþaret var. Çünkü, mânâsýnda hem affetmek, hem rahmet ve þefkat etmek ve bu fâni dünyada o dört mânâ hakikati ile umumî bir surette görünmediðinden elbette bir diyar-ý âharda o mânâlar tamamýyla tezahür edebilir. Hem rahmet ve þefkatin hakikati, dirilmemek üzere ölmekle kabil-i tevfik deðildir. Demek Rahîm’deki þefkat, parmaðýný Cennete uzatmýþ gösteriyor.
Þimdi اَلْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ...مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ e bakýnýz! اَلْحَمْدُ ِللهِ da Ulûhiyetin zahir iþârâtý var. Çünkü, bütün hamd Allah’a mahsustur. Ulûhiyeti gösterdiði gibi, tevhidi de gösteriyor.
Evet, ِللهِ deki lâm, ilm-i sarfça bir mânâsý ihtisas ve istihkaktýr. اَلْحَمْدُ deki elif, lâm bir mânâsý istiðrakdýr. Demek bütün hamdler Allah’a mahsustur. Demek tevhidi, kat’î ifade ediyor.
رَبِّ الْعَالَمِينَ lâfzýnda hem adalete, hem nübüvvete iþaret var. Çünkü, on sekiz bin âlemin zerreden ve zerrelerden, sineklerden tut, tâ bin defa zeminden büyük seyyareler ve yýldýzlara kadar gayet mükemmel bir muvazene, bir intizam, bir mükemmel terbiye, gayet mükemmel bir adâlet-i kübrayý gösteriyor.
Nübüvvete iþareti ise: Madem nev-i beþerin fýtrî kuvvelerine sâir hayvanat gibi had konulmamýþ, ondan tecavüzat çýkmýþ. Hem insan; maddî olduðu gibi, mâneviyat cihetinde de bütün kâinatla alâkadar olmasýndan, hilkat-i kâinattaki hikmet-i âliye-i beþeriyeti, nizam ve intizam altýnda olan çekirdek hükmünde olan istidadatý, inkiþaf ettirmekle emanet-i kübrâ vazifesini yapmak cihetiyle nübüvvet zarurîdir ki: رَبِّ الْعَالَمِينَ deki عَالَمِينَ içindeki yüksek makamýný bulabilsin ve halife-i zemîn olup melâikeye rüçhaniyetini gösterebilsin.
Ve مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ cümlesi ise, haþri tasrih ediyor. Çünkü, يَوْمِ الدِّينِ yani, din günü ve ceza günü ve mâneviyat günü demek. Nasýl dünya; maddiyat ve maddî harekâtýn ve amellerinin günüdür. Elbette o harekâtýn neticelerini ve o hizmetlerinin ücretlerini ve o mâneviyatýn semeratlarýný belki o fâniyat ve zâilâtýn bâkî ve daimî eserlerini ve âlem-i misal sinemasýyla ve fotoðrafýyla alýnan umum o fâniyat ve zâillerin sahife-i amellerini gösterecek ve neþredecek bir gün gelecektir diye ifade ediyor.
Bismillah, elhamdü lillâh cümleleri gibi Kur’ân’da ekseri yerlerinde böyle dört unsur-u esasiye içinde görünebilir. Mesela: اِنَّا اَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرُ bir sadef gibi bu dört cevahir içindedir. Dikkat etsen görürsün. “Biz sana verdik Kevser’i.”
Yani, Zât-ý Zülcelâlin seni nübüvvetle ve maddî-manevî temin-i adâletle müþerref ettiði gibi, Cennette Kevser’i ihsan ediyor.
Ey sâil! Pek uzun hakikati kýsa kesip bu üç misali minval ve mekik yap; üstünde o münasebât ve iþârâtý dokumaya baþla. Biz de þimdi Bismillah’tan baþlýyoruz. Ýzahý, tafsîli Risale-i Nur ve Birinci Söz ve Besmele Lem’asýna ve sâir Risale-i Nur’daki Bismillah’ýn hakikatlerine dair hüccetlerine havale edip, yalnýz nazm itibarýyla küçük bir îma ederiz. Þöyle ki:
Bismillah güneþ gibidir. Baþkalarýný tenvir ettiði gibi, kendini de gösteriyor. Her nefes ve her dakika ruhlar ona hava ve su gibi muhtaç olduðundan onun hakikatini herkesin ruhu hisseder. Kalb ve hayal bilmese de ehemmiyeti yok. Onun için beyan ve tariften müstaðnidir.
Harfler ve cüzlerinden evvela ب nin fenn-i sarfça bir mânâsý istiânedir. Bir mânâ-yý örfîsi teberrük mânâsý olmasýndan bu ب nin merci-i mütealliký kendi mânâsýndan çýkan اَسْتَعِينُ ve اَتَيَمَّنُ fiillerine baðlanýyor. Veyahut Bismillah’taki perdesinde قُلْ (söyle)’den çýkan اِقْرَاْ (oku) fiiline bakar. Yani: “Ya Rabbi, ben senin isminin yardýmýyla ve onun bereketiyle okuyacaðým. Her þey senin kudretinle ve icadýnla ve tevfîkinle olduðu gibi, yalnýz ve yalnýz senin isminle baþlýyorum.”
Demek Bismillah’tan sonra اِقْرَاْ okumak lâfzý, âhirinde mukadder olmasýndan hem ihlâs, hem tevhidi ifade eder.
Ama اِسْمِ kelimesi ise: Biliniz ki, Zât-ý Vâcibü’l-Vücudun bin bir esmasýndan bir kýsmýna “Esmâ-i Zâtiye” denilir ki, her cihette, Zât-ý Akdes’i gösterir. Onun adý ve onun ünvanýdýr. “Allah, Ehad, Samed, Vâcibü’l-Vücud” gibi çok esmâ var. Bir kýsmýna da “Esmâ-i Fiiliye” tabir edilir ki, çok nevileri var. Mesela, “Gaffar, Rezzak, Muhyî, Mümît, Mün’im, Muhsin.”1 Þu kitap ki, onda asla þüphe yoktur.” Bakara Sûresi, 2:1