Mektup no 82 By: hafiza aise Date: 03 Mart 2011, 14:18:13
82
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz kardeþlerim,
Eski Said’in matbu eski eserlerinden birisi elime geçti. Merak ve dikkatle baktým. Bu gelen fýkra kalbe geldi. Münasipse Mektubat âhirinde yazýlsýn.
Evvelâ: Hürriyetin üçüncü senesinde aþâirler arasýnda meþrutiyet-i meþruayý aþâire tam bildirmek ve kabul ettirmek için Ertuþ aþâiri içinde hususan Küdan ve Mamhuran’a verdiði ders ve 1329’da Matbaa-i Ebüzziya’da tab edilen, kýrk bir sene evvel tab edilmiþ, fakat maatteessüf yirmi otuz seneden beri arýyordum, bulamamýþtým. Bu defa birisi bir nüsha bulup bana göndermiþ. Ben de Eski Said kafasýný alýp ve Yeni Said’in sünuhatýyla dikkatle mütalâa ettim. Anladým ki, Eski Said acip bir hiss-i kablelvuku ile, otuz kýrk sene sonra þimdi vukua gelen vukuat-ý maddiye ve mâneviyeyi hissetmiþ. Ve bedevî Ekrad aþâiri perdesi arkasýnda, bu zamanýn medenî perdesini kendilerine maske yapan ve vatanperverlik perdesi altýnda dinsiz ve hakikî bedevî ve hakikî mürteci, yani, bu milleti, Ýslâmiyetten evvelki âdetlerine sevk eden hainleri görmüþ gibi, onlarla konuþup baþlarýna vuruyor.
Saniyen: O matbu eserin yüz beþinci sahifeden tâ yüz dokuza kadar parçaya dikkatle baktým. O zamanda aþâire ders verdiðim o sualler ve cevaplar vaktinde, mühim bir veli içlerinde bulunuyormuþ. Benim de haberim yok. O makamda þiddetli itiraz etti. Dedi:
“Sen ifrat ediyorsun, hayali hakikat görüyorsun, bizi de tahkir ediyorsun. Âhir zamandýr. Gittikçe daha fenalaþacak.”
O vakit ona karþý matbu kitapta böyle cevap vermiþ:
Herkese dünya terakkî dünyasý olsun; yalnýz bizim için mi tedennî dünyasýdýr? Öyle mi? Ýþte, ben de sizinle konuþmayacaðým. Þu tarafa dönüyorum; müstakbeldeki insanlarla konuþacaðým:
Ey yüzden tâ üç yüz seneden sonraki yüksek asrýn arkasýnda gizlenmiþ, sâkitâne benim sözümü dinleyen ve bir nazar-ý hafiyy-i gaybî ile beni temâþâ eden Said, Hamza, Ömer, Osman, Yusuf, Ahmed, v.s. Size hitap ediyorum.
Tarih denilen mâzi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizinle konuþuyorum. Ne yapayým, acele ettim, kýþta geldim. Siz inþaallah cennet-âsâ bir baharda gelirsiniz. Þimdi ekilen nur tohumlarý zemininizde çiçek açacaklar. Sizden þunu rica ederim ki, mâzi kýt’asýna geçmek için geldiðiniz vakit mezarýma uðrayýnýz. O çiçeklerin birkaç tanesini, mezartaþý denilen, kemiklerimi misafir eden topraðýn kapýcýsýnýn baþýna takýnýz. Yâni, Ýhtiyar Risalesinin On Üçüncü Ricasýnda beyan ettiði gibi, Medresetü’z-Zehranýn mekteb-i iptidaîsi ve Van’ýn yekpare taþý olan kal’asýnýn altýnda bulunan Horhor medresemin vefat etmesi ve Anadolu’da bütün medreselerin kapatýlmasýyla vefat etmelerine iþaret ederek, umumunun bir mezar-ý ekberi hükmünde olmasýna bir alâmet olarak, o azametli mezara azametli Van Kal’asý mezartaþý olmuþ. “Ey yüz sene sonra gelenler! Þu kal’anýn baþýnda bir medrese-i Nuriye çiçeðini yapýnýz. Cismen dirilmemiþ, fakat ruhen bâki ve geniþ bir heyette yaþayan Medresetü’z-Zehrayý cismanî bir surette bina ediniz” demektir. Zaten Eski Said ekser hayatý o medresenin hayaliyle gitmiþ ve o matbu risalenin 147’nci sahifeden tâ 157’nci sahifeye kadar Medresetü’z-Zehranýn tesisine ve fâidelerine dair ehemmiyetli hakikatleri yazmýþ.
Bir fa’l-i hayýrdýr ki, yirmi beþ senelik dehþetli ve medreseleri öldüren istibdadýn kýrýlmasýyla, Maarif Vekili Tevfik, Van’da Þark Üniversitesi namýnda Medresetü’z-Zehrayý inþa etmesine karar vermesi ve ümidin haricinde Reis Celâl, dahi mühim meseleler içinde Tevfik’in fikrine iþtirak etmesi, Eski Said’in kýrk sene evvelki sözü ve ricasý doðru çýkacaðýný gösteriyor.
Þimdi kýrk beþ sene evvelki cevabýnýn izahýnda üç hakikat beyan edilecek.
Birincisi: Eski Said bir hiss-i kablelvuku ile iki acip hâdiseyi hissetmiþ, fakat rüya-yý sadýka gibi tabire muhtaç imiþ. Nasýl bir kýrmýzý perde ile beyaz veya siyah birþeye bakýlýrsa kýrmýzý görünür. O da siyaset-i Ýslâmiye perdesiyle o hakikate bakmýþ. Hakikatin sureti bir derece þeklini deðiþtirmiþ. O hazýr büyük veli dahi o yanlýþýný görüp o cihette þiddetle itiraz etmiþ. Ýþte o hakikat iki kýsýmdýr:
Birincisi: Bu Osmanlý ülkesinde büyük bir parlak nur çýkacak. Hattâ Hürriyetten evvel pek çok defa talebelere teselli vermek için, “Bir nur çýkacak, gördüðümüz bütün fenalýklara karþý bu vatana saadet temin edecek” diyordu. Ýþte, kýrk sene sonra Risale-i Nur o hakikati kör gözlere dahi gösterdi.
Ýþte Nurun zahiren, kemiyeten dar cihetine bakmayarak, hakikat cihetinde keyfiyeten geniþ ve fevkalâde menfaatini hissetmesi suretiyle, hem de siyaset nazarýyla bütün memleket-i Osmaniyede olacak gibi ifade etmiþ. O büyük veli, onun dar daireyi geniþ tasavvurundan ona itiraz etmiþ. Hem o zat haklý, hem Eski Said bir derece haklýdýr. Çünkü Risale-i Nur imaný kurtarmasý cihetiyle o dar dairesi madem hayat-ý bâkýye ve ebediyeyi imanla kurtarýyor. Bir milyon talebesi bir milyar hükmündedir. Yani bir milyon deðil, belki bin insanýn hayat-ý ebediyesini temine çalýþmak, bir milyar insanýn hayat-ý fâniye-i dünyeviye ve medeniyetine çalýþmaktan daha kýymettar ve mânen daha geniþ olmasý, Eski Said’in o rüya-yý sadýka gibi olan hiss-i kablelvuku ile o dar daireyi bütün Osmanlý memleketini ihata edeceðini görmüþ. Belki, inþaallah, o görüþ, yüz sene sonra nurlarýn ektiði tohumlarýn sümbüllenmesiyle aynen o geniþ daire Nur dairesi olacak, onun yanlýþ tâbirini sahih gösterecek. Ýkinci hakikat: Kýrk sene evvel Eski Said bu matbu kitabetlerinde, Ýþârâtü’l-Ý’câz’ýn baþtaki ifade-i meramýnda ve sair eserlerinde musýrrane ve mükerreren talebelerine diyordu ki: “Hem maddî, hem mânevî büyük bir zelzele-i içtimaî ve beþerî olacak. Benim dünya terkiyle inzivamý ve mücerret kalmamý gýpta edecekler” diyordu. Hattâ Hürriyetin birinci senesinde Ýstanbul’da Câmiü’l-Ezher’in Reis-i Ulemasý olan Þeyh Bahid Hazretleri (r.a.) Ýstanbul’da Eski Said’e sordu:
مَا تَقُولُ فِى حَقِّ هٰذِهِ الْحُرِّيَّةِ الْعُثْمَانِيَّةِ وَالْمَدَنِيَّةِ اْلاَوْرُبَائِيَّةِ؟
Said cevaben demiþ:
إِنَّ الْعُثْمَانِيَّةَ حَامِلَةٌ بِدَوْلَةٍ اَوْرُوبَائِيَّةٍ فَسَتَلِدُ يَوْمًا مَا وَاْلاَوْرُبَا حَامِلَةٌ بِاْلاِسْلاَمِيَّةِ فَسَتَلِدُ يَوْمًا مَا
Yani, “Osmanlý hükûmetindeki hürriyete ne diyorsun ve Avrupa hakkýnda fikrin nedir?”
O vakit Eski Said demiþ: “Osmanlý hükûmeti Avrupa ile hâmiledir; Avrupa gibi bir hükûmeti doðuracak. Avrupa da Ýslâmiyete hâmiledir; o da bir Ýslâm devleti doðuracak” Þeyh Bahid’e söylemiþ.
O allâme zât demiþ: “Ben de tasdik ediyorum.” Beraberinde gelen hocalara dedi: “Ben bununla münazara edip galebe edemem.”
Birinci tevellüdü gözümüzle gördük. Bir çeyrek asýr Avrupa’dan daha dinden uzak...
Ýkinci tevellüd de inþaallah yirmi otuz sene sonra çýkacak. Çok emarelerle, hem þarkta, hem garpta Avrupa içinde bir Ýslâm devleti çýkacak.
Üçüncü hakikat: Hem Eski Said, hem Yeni Said, hem maddî, hem mânevî büyük bir hâdise Osmanlý memleketinde büyük ve dehþetli ve tahribatçý bir zelzele-i beþeriye Osmanlý memleketinde olacak diye, hiss-i kablelvuku ile Eski Said mükerrer ve musýrrane haber veriyordu. Halbuki o his ile Nur meselesinin aksiyle gayet geniþ daireyi dar görmüþ. Zaman onu ikinci Harb-i Umumî ile tam tasdik ettiði halde, onun o çok geniþ daireyi Osmanlý memleketinde gördüðünü þöyle tâbir ediyor ki: Ýkinci Harb-i Umumî beþere ettiði tahribat-ý azîme gerçi çok geniþtir. Fakat hayat-ý dünyeviyeye ve bekasýz medeniyete baktýðý cihetinde, Osmanlýdaki tahribata nisbeten dardýr. Osmanlýdaki mânevî zelzele hayat-ý ebediye ve saadet-i bâkiyenin zararýna bir tahribat ve bir zelzele-i mâneviye-i Ýslâmiye mânen o ikinci Harb-i Umumîden daha dehþetli olmasýndan, Eski Said’in o sehvini tashih ediyor ve rüya-yý sadýkasýný tam tâbir ediyor ve o hiss-i kablelvukuunu gözlere gösteriyor. Ve o muteriz ehl-i velâyeti zahiren haklý, fakat hakikaten Eski Said’in o hissi daha haklý olduðunu ispatla, o veli zâtýn itirazýný tam reddediyor.
Said Nursî