Emirdað Lahikasý
Pages: 1
Mektup no 85 By: hafiza aise Date: 03 Mart 2011, 13:23:19
85

Nur Âleminin Bir Anahtarýnýn bir hâþiyesi

Bu Nur Anahtarýnýn radyo bahsine dair, iki üniversiteli ile, birgün hareket etmekte olan, hiçbir telle baðlý bulunmayan bir otomobilde bulunan radyo ile, uzakta bir mevlid-i þerif dinliyorduk. O iki Nurcu üniversitelilere dedim:

Nurda dahi, hayat, vücut gibi doðrudan doðruya kudret-i Ýlâhiyenin perdesiz tecellîsi bedahetle göründüðüne bir delil budur ki: Þimdi bu makinecikteki týrnak kadar bir hava, mânevî az bir nur, yalnýz bu mevlidden gelen kelimeleri dinler, söyler deðil, belki binler, milyonlar kelimeleri ayný anda dinler, söyler ki, binler istasyondaki ayrý ayrý kelimeleri þimdiki iþittiðimiz kelimeler gibi iþitir ve iþittirebilir, bize söyleyebilir. Demek en cüz’î, en küllî olur.

Hem o küçücük, parçacýk hava, küre-i hava kadar vazife görür. En küçük, en büyük küre-i hava kadar büyür.

Eðer cilve-i kudret-i Ezeliyeye verilmezse, öyle acip bir hurafeli tezat olur ki, hiçbir hayale gelmez. Birþey zýddýna inkýlâbý muhal olduðundan, böyle binler derece en cüz’î, zýddý olan en küllî olmak; en küçük, en büyük olmak; en câmid, câhil, þuursuz, âciz en muktedir, en dirâyetli ve iradetli ve þuurlu olmak lâzým gelir ki, yüzer tezad ve muhaller ve hurafeler içinde, emsali bulunmaz bir hurafedir. Demek, bilbedâhe kudret-i Ezeliyenin bir cilvesidir. Ve o cilveyi küre-i havada umumen temsil eden bu gelen hadis-i þerifin meâli gösteriyor. Þöyle ki:

Bir melâike var. Kýrk bin baþý var. Her baþýnda, kýrk bin dil var. Herbir dilde kýrk bin tesbihat yapýyor. 64 trilyon tesbihat ayný anda söylüyor. Demek küre-i hava, bu melâike gibidir. Yani, bu melâikenin tesbihatý adedince her kelime-i tayyibe, hava sahifesinde yazýlýyor.

Küre-i hava diyor ki: “Bu hadis, benden veya bana nezarete memur melekten haber veriyor. Çünkü, insandaki bütün konuþmalar ve sair bütün hadsiz sesler, karýþmalarý içinde karýþtýrýlmadan tam hurufatýyla ve söyleyenlerin þiveleriyle, mümtaz sesleriyle söylenmek gösterir ki, küllî bir þuurla yapýlan bu iþ yalnýz tek bir zerrenin vazifesi, ne bana, yani küre-i havaya ve ne de bütün esbaba vermesi hiçbir cihet-i imkâný yok. Demek her yerde hâzýr, nâzýr ehadiyet cilvesiyle ve içinde ihatalý bir irade, muhit bir ilim bulunan bir kudret-i Ezeliyenin cilvesidir. Buna milyonlar þahitlerinden birisi radyodur.”

On Üçüncü Sözde hikmet-i Kur’âniye ile hikmet-i felsefeyi muvazene bahsinde denilmiþ olan meselenin meâli budur ki:

Felsefe-i insaniye, gayet harikulâde mu’cizât-ý kudret-i Ýlâhiyenin mu’cizât-ý rahmeti üstüne âdiyat perdesi çeker. O âdiyat altýndaki vahdaniyet delillerini ve o harika nimetlerini görmüyor, göstermiyor. Fakat âdetten huruç etmiþ hususî bazý cüz’iyâtý görür, ehemmiyet verir.

Meselâ, hilkat-ý insaniyedeki kudret mu’cizelerini görmüyor, ehemmiyet vermiyor. Fakat, kaideden çýkmýþ iki baþlý, üç ayaklý bir insaný görüp, istiðrab ve velvele-i hayretle nazar-ý dikkati celb eder. Küllî, umumî mu’cizâtý âdet perdesinde saklar; cüz’î ve kanundan çýkmýþ ve taifesinden ayrýlmýþ maddeleri medâr‑ý ibret yapar.

Hem meselâ, hayvandan, insandan yavrularýn pek harika, pek mu’cizatlý iaþelerini âdi görüp ehemmiyet vermiyor. Fakat bir vakit Amerika’da bir gazetenin neþrettiði gibi, taifesinden çýkmýþ, milletinden ayrýlmýþ, denizin dibine girmiþ bir böceðin, bir yeþil yaprak rýzýk olarak aðzýna verilmesini gören balýkçýlar aðlamýþlar; þâþaa ile ilân etmiþler.

Halbuki; en cüz’î bir yavruda, memedeki âb-ý kevser gibi rýzkýnda, onun gibi binler mu’cizât-ý rahmet ve ihsan var. Felsefe-i beþeriye görmüyor ki þükretsin, o Rahmânür-Rahîmi tanýsýn, þükürle mukabele etsin.

Ýþte, hikmet-i Kur’âniye, o âdiyat perdesini yýrtar. O küllî, umumî harika mu’cizeleri ve fevkalâde nimetleri beþere ders verir, Allah’ý tanýttýrýr. Küllî þükür namýna ubudiyete sevk eder.

Ýþte, felsefe-i beþeriyenin en acip, en antika hatâsýndan birisi de þudur ki: Cüz‑ü ihtiyarîsi ve iradesi, en zahir ve küçük fiili olan “söylemeye” kâfi gelmiyor, icad edemiyor. Yalnýz havayý harflerin mahrecine sokuyor. Bu cüz’î kesb ile, Cenâb-ý Hak, onun o kesbine binaen o kelimatý halk eder, havaya da binler nüsha yazar. Bu kadar icattan insanýn eli kýsa olduðu halde, bütün esbab-ý kâinat âciz kaldýklarý bir harika küllî mu’cizât-ý kudrete “beþer icadý” namýný vermek ne kadar büyük bir hatâ olduðunu, zerre kadar þuuru bulunan anlar.

Ýþte, bunun bir misali, yüz bin harikalarý tazammun eden bir kanun-u Ýlâhîyi, beþerin istifadesine vesile olmak için bir keþfiyat, yani fiilî dualarýna bir nevî kabul hükmünde bir ilham-ý Ýlâhî ile keþf olan radyo ile, beþer istifadesine vesile olan biçare, âciz-i mutlak bir insana, “Hah! Radyoyu filân keþþaf icad etti ve elektrik kuvvetini buldu. Ve bazý keþþaflar da, beþerin kafasýný okumak için bir madde icad etmeye çalýþýyorlar!”

Evet, Cenâb-ý Hak bu kâinatý, insana lâzým ve lâyýk her þeyi içinde halk etmiþ bir misafirhanedir; ziyafetler nevinde bazý zaman ve asýrlarda gizli kalmýþ nimetlerini dua-yý fiilî olan telâhuk-u efkârdan ileri gelen taharriyat neticesinde ellerine ihsan eder. Buna karþý þükretmek lâzým gelirken, bir küfran-ý nimet nevinden, âdi, âciz bir insanýn icadý, hüneri nazarýyla bakýp, sonra o küllî bir þu‑ur ve ilim ve irade ve rahmet ve ihsanýn neticesi olan o harikalarý unutturup, yalnýz ince bir perdesini gösterip, þuursuz tesadüfe, tabiata ve câmid maddelere  havale edip, ahsen-i takvimde olan insaniyetin mahiyetine zýt bir cehl-i mutlak kapýsýný açmaktýr. Öyleyseوَفِى كُلِّ شَىْءٍ لَهُ اٰيَةٌ   تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ 1  düsturuyla, mahlûkata mânâ-yý harfiyle bakmak elzemdir ki, insan, insan olsun.


سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ 2

1 “Herbir þeyde, Onun bir olduðuna delâlet eden bir âyet vardýr.” Ýbnü’l-Mu’tez’in bir þiirinden alýnmýþtýr. Ýbn-i Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm, 1:24.

2  “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öðrettiðinden baþka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herþeyi kuþatan Alîm-i Hakîmsin.” Bakara Sûresi, 2:32.


radyobeyan