Mektup no 88 By: hafiza aise Date: 03 Mart 2011, 13:11:13
88
Ehl-i vukuf raporuna hafif bir itiraz tarzýnda
hakikat-ý hali beyan etmektir
“Dinî hissiyatý siyasete âlet ediyorum” diye ittihamlarýna karþý deriz:
Bütün hayatýmý ve beni tanýyanlarý iþhad ediyorum ki, deðil dini siyasete âlet, belki siyasî olduðum zamanda dahi, bütün kuvvetimle siyasetleri dine âlet ve tâbi yapmaya çalýþtýðýmý, bütün tarih-i hayatým ve dostlarým þehadet ettikleri gibi, Hürriyetin baþýnda, þeriat isteyenleri astýklarý bir zamanda, Hareket Ordusunun dehþetli divan-ý harb-i örfîsinde, ayný günde on beþ adam asýldýðý bir zamanda, Divan-ý Harb-i Örfî reisi ve âzâlarý dediler ki: “Sen mürtecisin, þeriat istemiþsin” sözlerine mukabil demiþ:
“Þeriatýn birtek meselesine ruhumu feda etmeye hazýrým. Eðer Meþrutiyet bir fýrkanýn istibdadýndan ibaret ve hilâf-ý þeriat hareket ise, bütün dünya þahid olsun ki ben mürteciyim” diyen bir adam, idama beþ para ehemmiyet vermeyen ve dünyasýný, herþeyini þeriata feda eden, hiç mümkün müdür ki, dini, þeriatý birþeye ve bir siyasete âlet yapsýn. Buna ihtimal veren sofestaî olamaz.
Hem bir mâsumun hatýrý, bu vatanda on zâlim gaddarlara siyaset yoluyla iliþmek büyük bir hatâ bilen, on zâlim cinayetkâr ve kendine iþkence edenlere karþý mukabele etmeyen, hattâ beddua da etmeyen bir adam ve âsâyiþe iliþmemek hayatýna bir düstur yapan bir adamý, dini siyasete ve dolayýsýyla âsâyiþe dokunur mânâsýnda ittiham etmek, elbette dehþetli bir garazla ittiham eder. Yirmi sekiz senede emsalsiz ihanetler, iþkenceler, azaplar verildiði halde, mahkemelerin tahkikatýyla, yüz binler fedakâr dostlarý varken, altý vilâyetin ve altý mahkemenin tahkikatýyla bir vukuat talebesinde bulunmayan bir adam âsâyiþe, ya vatana, siyasete zararý var diyen, elbette yerden göðe kadar haksýzdýr.
Zannetmesinler ki, ben bu zâlimâne ittihamlara karþý kendimi mes’uliyetten veya mahkûmiyetten kurtarmak içindir. Sizi temin ediyorum ki, beni tam bilen dostlarým da tasdik ediyorlar ki, bu yirmi sekiz senede, ölüm hayattan ziyade bana fâideli ve kabir on defa bana hapisten ziyade medâr-ý rahat ve hapis on defa bu çeþit serbestiyetten daha istirahatime fâideli olduðunu kat’iyen kanaatim var. Eðer bazý dostlarým mahzun olmasaydý, ben daimî hapiste kalacaktým.
Eðer þer’an intihar caiz olsaydý, elbette Rusun Baþkumandanýnýn ve Ýstanbul’u iþgal eden Ýtilâfçýlarýn Baþkumandanlarýnýn kendi idam etmek vaziyetlerine ve divan-ý riyasette elli meb’usun huzurunda ilk Reisicumhurun þiddetli hiddetine karþý tezellüle tenezzül etmeyen bir adam, elbette pek çok defa bir âdi jandarma ve gardiyanýn ve âdi bir memurun tahkirkârâne ihanetleri ve iftiralarý ve tazipleri ve aðýr tâcizlerini gören adama, elbette ölüm yüz defa hayattan daha ziyade ona hoþ gelir.
Madem Rehberi bahane edip, böyle hiç hatýra ve hayale gelmeyen bir evhamla ittiham ediliyorum. Ben ve kardeþlerim Rehberin hakikatiyle, hem imanýmýzý, hem ahlâkýmýzý tehlikeden kurtardýðýmýz için deriz ki:
Rehber on beþ sene evvel telif edilmiþ, üç defa tab ile binler nüshasý ve el yazýsýyla on binler nüshasý bu vatanda iþtiyakla okunmak suretinde intiþar ettiði halde, yüz bin adam okuyucu hiç kimseden muvafýk, muhalif, dindar, dinsizden hiçbirisi dememiþ, “Ondan zarar gördük” veya “Vatan ve millete zararý var” iþitmedik. Öyle bir zarar olsaydý, bu ehemmiyetli bir mesele olduðu için intiþar edecekti. Halbuki bundan yüz bine yakýn þahit gösteririz ki, “Biz ondan imanýmýzý kurtardýk, seciye-i milliyemizi onunla düzelttik, istifade ettik” diye yüz bin þahit bu dâvâmýza lüzum olsa göstereceðiz.
Acaba bir adamýn on hasenesi olsa, bir küçük yanlýþ nazara alýnmadýðý halde, böyle yüz bin hasene ve fâide sahibi bir eserin vehmî, asýlsýz bir kusur tevehhümüyle medâr-ý mes’uliyet olabilir mi? Hiç, dünyada hayat-ý içtimaiyeye temas eden hiçbir kanun böyle bir hâle suç diyebilir mi?
O eseri tetkik eden ulûm-u Ýslâmiye ve diniyeye mâlik olmayan ehl-i vukufun suç unsuru diye gösterdikleri:
Birincisi: “Lâikliðe aykýrýdýr, dini siyasete âlet ediyor.”
Halbuki, müellifi otuz beþ seneden beri siyaseti terk edip bir gazeteyi okumamýþ ve þakirtlerine de “Siyasetle meþgul olmayýnýz” daima demesi, bu suç unsurunu tamamýyla keser.
Ýkincisi: “Dinî tedrisata taraftar olmak” bir suç gösterilmiþ.
Buna karþý deriz: Dünyada buna suç diyen hiçbir ehl-i iman bulunmaz. Hususan hapisteki olanlar içindeki biçarelere teselli suretinde ders vermiþ. Tedrisata taraftarlýðýný o zaman söylemiþ. Bu ise, o cümleyi de, bütün bütün mânâsýz olduðunu gösterir. Hattâ hapisteki üç yüz adamýn az bir zamanda Risale-i Nur’la ýslah olmasý, cinayetlerden tevbe ederek ve bütün onlar namaz kýlmalarý, alâkadar memurlarýn nazar-ý dikkatlerini celb etmiþ. O memurlar bir kýsmý demiþler: “On beþ sene hapiste kalmasýnýn fâidesi kadar, on beþ hafta Risale-i Nur fâide vermiþ.” Bunu hapisteki Rehberi yazana söylemiþler.
Müellifi de demiþ:
Yüz otuz kitaptan ibaret olan Risale-i Nur ve onun küçük bir parçasý olan Rehberi, tamamýyla olmasa da okuyan adam, elbette on beþ sene hapisteki cezadan, medresede ders okumak kadar istifade eder, ýslah-ý hal eder, fenalýklardan tevbe eder. Acaba böyle bir temenni, bir teþvik ve beni hapse sokanlar da tasdik ettikleri halde suç olabilir mi?
Üçüncüsü: “Tesettür ve terbiye-i Ýslâmiye taraftarýdýr” diye suç göstermiþ.
Bu ise hem Eskiþehir, hem Denizli, hem Afyon’da, hem Afyon’un mahkemesinin kararnamesinde de neþredildiði gibi, on beþ sene evvel Eskiþehir’de tesettür taraftarlýðým için mahkeme bana iliþmiþ. Ben de hem mahkemeye, hem Mahkeme-i Temyize bu cevabý vermiþim:
“Bin üç yüz elli senede ve her asýrda üç yüz elli milyon Müslümanlarýn kudsî bir düstur-u hayat-ý içtimaîsi ve üç yüz elli bin tefsirin mânâlarýnýn ittifaklarýna iktidaen ve bin üç yüz elli senede geçmiþ ecdatlarýmýzýn itikadlarýna ittibaen tesettür hakkýndaki bir âyet-i kerimeyi tefsir eden bir adamý ittiham eden, elbette zemin yüzünde adalet varsa, bu ittihamý þiddetle reddeder ve o ittihama göre hüküm verilse nakz ve reddedecek.”
Bu âyet-i kerimenin tesettür emri kadýnlara büyük bir merhamet olduðunu ve kadýnlarý sefaletten kurtardýðýný, Risale-i Nur kat’î ispat ettiði gibi, Sebilürreþad’ýn 115. sayýsýndaki “Ehl-i iman âhiret hemþirelerime” ünvaný olan bir makalem ispat eder.
Dördüncüsü: “Þahsî nüfuz temin etmek” bir suç unsuru gösterilmiþ. Sebebi de “Risale-i Nur’un þahs-ý mânevîsi namýna konuþuyorum” demesi ve “Kalbe ihtar edildi,” “Hatýrýma geldi,” “Kalbime geldi,” “Risale-i Nur hem mektep, hem medrese, hem tekke fâidesini veriyormuþ.” Ehl-i vukuf bu cümleyi medâr-ý ittiham etmiþ.
Cevaben deriz: Bir adam kabir kapýsýnda, seksenden geçmiþ, kýrk seneden beri kendisini inzivaya alýþtýrmýþ, yirmi sekiz seneden beri tecrid-i mutlak ve haps ve nefiy içinde bütün bütün dünyadan küsmüþ. Otuz beþ sene gazeteleri okumamýþ, dinlememiþ. Mukabelesiz ömründe hediye kabul etmemiþ, en yakýn akrabasýndan, hattâ kardeþinden hiç mukabelesiz birþey kabul etmemiþ. Hürmetten, teveccüh-ü nastan kaçmak için, halklarla görüþmemek için zaruret olmadan kendine düstur yapmýþ. Ve bütün dostlarýn medihlerini kendi þahsýna almayarak, ya Nurcularýn heyetine, ya Risale-i Nur’un þahs-ý mânevîsine havale etmiþ. Ve dermiþ:
“Ben lâyýk deðilim. Haddim de deðil. Ben bir hizmetkârým; çekirdek gibi çürüdüm, gittim. Risale-i Nur ise, Kur’ân-ý Hakîmin tefsiridir, mânâsýdýr.”
Hemen herkesin dediði gibi “Hatýrýma geldi,” yahut “Fikrime geldi,” yahut “Fikrime ihtar edildi” gibi tabirleri herkes istimal ediyor. Benim de bunu söylemekten maksadým bu ki: “Benim hünerim, benim zekâm deðil. Sünuhat kabilinden” demektir. Bu da herkesin dediði gibi bir sözdür. Eðer vukufsuz ehl-i vukufun verdiði mânâ ilham da olsa, hayvanattan tut, tâ melâikelere, tâ insanlara, tâ herkese bir nevi ilhama ve sünuhata mazhar olduklarý, ehl-i fen ve ehl-i ilim ittifak etmiþler. Buna suç diyen, ilim ve fenni inkâr etmek lâzým gelir.
Beþincisi: “Müellif, câzibedar bir fitnenin esiri olmak ihtimali olan bir nesli, Risale-i Nur’dan medet umanlara verdiði cevaplarla kurtaracaðýna kanidir.” Ehl-i vukuf bu cümleyi de medâr-ý ittiham etmiþler. “Yüz bin þahitle ispat edilen ve meydana gelen zahir bir hakikatý kanaat ettim” demesini medâr-ý suç yapmak ne derece mânâsýz olduðunu, dikkat eden anlar.
Altýncýsý: “Siyasiyun, içtimaiyun, ahlâkiyunlarýn kulaklarý çýnlasýn!” demesini bir suç mevzuu göstermiþler. Halbuki gençleri tehlikelerden kurtarmak için kýsa ve rahat bir çareyi keþfettiðini, “Siyasiyun, ahlâkiyun da bunu terviç etsinler” mânâsýnda demiþ: “Kulaklarý çýnlasýn!” Buna suç diyen, insaniyet itibarýyla çok suçlu olmak gerektir.
Yedincisi: “Fitneyi ateþlendiren ve talim eden irtidatkâr bir þahs-ý mânevînin mevcut olduðunu ve bu mânevî þahsýn hayaline göründüðünü söylemekte, fakat kim olduðunu bildirmemektedir.” Ehl-i vukuf medâr-ý ittiham etmiþler. Acaba dünyada insî ve cinnî þeytanlar hiç boþ dururlar mý? Onlarýn daima fenalýklarý yapmak ve yaptýrmakla meþgul olduklarýndan, bu vukufsuz ehl-i vukuf hiç bilmemiþler mi ki, mânâsýz iliþiyorlar? Madem “mânevî” demiþ, madem kim olduðunu bildirmemiþ, dünyada hiçbir mahkeme böyle mânevî bir adama, yani “Bir þeytana hakaret ettin” diye seni mahkemeye vereceðiz diyen, elbette sözüne zerre miktar ehemmiyet verilmez bir hezeyan hükmündedir.
Sekizincisi: “Doðrudan doðruya Kur’ân-ý Mu’cizü’l-Beyânýn i’câz-ý mânevîsinden süzülen ve çýkan ve tevellüd eden Risale-i Nur esaslarýna dayandýðý müellif tarafýndan mükerreren ve musýrrane beyan ve iddia edilmekte ve böylece propaganda dinî delillere, telkinlere istinad ettiðini söylemekle” suç unsuru gösterilmektedir.
Bunu, bütün Risale-i Nur’u okuyanlarýn tasdikiyle, hususan meþhur Mýsýr, Þam, Baðdat, Pakistan ve Diyanet Riyasetinin dairesinin ulemasý tasdikle, “Risale-i Nur doðrudan doðruya hakikî bir tefsir-i Kur’ânîdir ve Kur’ân’ýn malý ve lemaatýdýr” dedikleri halde, bu cümleyi medâr-ý suç yapanlardan mahkeme-i kübrâ-yý haþirde bu hatâsýnýn sebebi sorulacak.حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
Hasta
Said Nursî