Emirdað Lahikasý
Pages: 1
Mektup no 89 By: hafiza aise Date: 03 Mart 2011, 13:06:51
89

1952’de Ýstanbul’da görülen Gençlik Rehberi mahkemesine, ehl-i vukufa cevaben verilen itiraznamedir.

Birinci Aðýr Ceza Mahkemesine,

Risale-i Nur eczalarýndan Gençlik Rehberi’nin tab’ý ve intiþarý münasebetiyle müellifi Bediüzzaman Said Nursî’nin mahkemeye verildiðini ve Gençlik Rehberi’nin mahiyetini tetkik için, bilirkiþi namýyla hakikatleri tamamen tahrif ederek dinsiz ve Ýslâmiyet düþmanlarý mahiyetinde mütalâa edip suç mevzuu çýkaran ehl-i vukufun raporunu okuduk.

130 parçadan müteþekkil iman, ilim ve fazilet hazinesi hükmündeki Risale-i Nur Külliyatýndan bu Gençlik Rehberi bir cüz’ü olmasý ve Risale-i Nur’daki yüksek hakikatlere ruh ve canlarýyla baðlanarak o eserler hazinesini bu milletin maddî-mânevî hayatýnda bir saadet rehberi olduðunu ispat edip bildiðimizden, Rehberin aleyhindeki o bilirkiþi isnadlarýný red ve ehl-i vukufun vukufsuzluklarýný bütün kuvvetimizle yüzlerine çarparak ilân ve ispat ediyoruz. Ve mahkeme heyetine arz ediyoruz ki:

Verilen ehl-i vukuf raporu, vatan ve milletin hayatýna, tarihine, an’anesine, mukaddesatýna, kanununa tamamen yabancý, hâlihazýr kanunlara iftira eden, hükûmeti tahkir eden, bin yýllýk bu milletin tarihini tezyif ile bütün bir millet ecdadýný tahkir eden ve bugün bu vatanda yaþayan yirmi milyon kardeþlerimizin mâneviyatýna taarruz eden bir suikastýn örneðidir. Mahkeme-i adalet bunu nazar-ý itibara almasý gayr-ý mümkündür.

Ýþte biz de, bilirkiþi ismini alýp bu suikast vesikasýný imza edenlere soruyoruz:

Bu millet, hâþâ, dinsiz midir? Bu millet yüzyýllar boyunca dinden ve imandan—hâþâ—mahrum bir vaziyette en sefih millet midir? Bu millet ve bu milletin parlak tarihini altýnla yaldýzlayan bir ecdad, bütün hayatlarýný dünyaya sefahet ve dalâlet daðýtan küfür yolu üzerinde mi yürümüþler? Ýstanbul’u fetihle dünya hayatýnda yeni bir devir açan, þarka garba Kur’ân’ýn bayraktarlýðý vazifesiyle nur-u hidayet, ilim ve fazilet saçan, Avrupa’ya hakikî medeniyeti ders veren ve Ýslâmî medeniyetin ziyasýyla beþeriyeti aydýnlatan ve kos koca bir tarih, onlarýn kahramanlýðýyla dolu olan Yýldýrým’lar, Fatih’ler, Selim’ler ve Süleyman’lar ve onlarýn mensup olduðu bir millet, yazdýðýnýn tamamen aksine olarak, mâneviyatý sönmüþ, dinden haberi yok, Ýslâmiyeti neþreden baþka millet, o kumandanlar baþka bir milletin tarihinde, tarih yalan söylüyor, Türkler Ýslâmiyetin kahramaný olarak Kur’ân’ýn bayraktarlýðýný bütün milletler üstünde bir þeref tacý olarak taþýdýklarý yalandýr, öyle mi?

Veyahut bu millet, hakikat-i Ýslâmiyeden aldýðý bir dersle kadýnlarýný ve kýzlarýný âdâb-ý Kur’âniye ziynetiyle ziynetlendirip kadýnlýðýn haysiyet ve þerefini muhafaza ederek onlarýn âdi ve kýymetsiz olmalarýna mâni olduðu, yalan! Uzun asýrlarda Ýslâm-Türk kahramanlarý namýyla mâruf olmuþ ve ahlâk ve namusun, haysiyet ve þerefin kemâline yetiþmiþ bildiðimiz ve iftihar ettiðimiz ecdadýmýz, annelerimiz, bizim iftiharýmýzýn aksine olarak emr-i Kur’ân’a ittibâ etmemiþler, güzelliðin hakikatini terbiye-i Ýslâmiye dairesinde âdab-ý Kur’âniye ziynetiyle ziynetlenmek deðil, vücutlarýný çýplak olarak teþhir etmekte bilmiþler, öyle mi?

Ey ehl-i insaf ve ey tarihiyle, mukaddesatýyla kahraman ve mübarek ecdadýyla iftihar eden nesl-i hâzýr! Geliniz, görünüz. Tarihinizi ve Ýslâmiyetinizi tahkir eden bir suikast vesikasýný yazan ve imza edenlere, hayatýnýzýn hayatý, ruhunuzun ruhu bildiðiniz Ýslâmiyetiniz namýna ve kâinatý on dört asýr ýþýklandýran ve kudsî ve Ýlâhî düsturlarýyla bin seneden beri milyonlar ecdadýnýzý nurlandýran ve ebedî saadete sevk eden Kur’ân’ýnýz namýna ve o düstur-u Kur’ân’a ittibâ eden yüzer milyon ecdadýnýz namýna, ahlâk-ý hasene ve namus muhafazasý yolunda Ýslâmî terbiyenin ziyasýyla nurlanan ve terbiye alan ve kadýnlýðýn hakikî mânâsýný ve hakikî güzelliðini yaþayýþlarýyla ve giyiniþleriyle ve hayatlarýyla gösteren annelerinizin ve ninelerinizin ve hemþirelerinizin namýna o müfterilere, o tezyif ve tahkir savuranlara teessüfünüzü, tekdirinizi ve reddinizi bildiriniz.

 

Ýþte o müfteriler, yaþý sekseni bulmuþ, zehirlerden þiddetli hasta, dinî hizmetinden dolayý ömrü hapishanelerde çürütülmüþ bir Ýslâm kahramanýnýz, þimdi bütün münevverlerin ve çok ediplerin ve terbiyecilerin vatan ve milletperverlerin þikâyet ettikleri ahlâksýzlýðýn ve fuhuþ tehlikesinden muhafaza için gençlere iyi ahlâk, yüksek namus, iman ve fazilet dersi veren, vatana millete bir uzv-u nâfi hâline gelmelerini temin eden, adalet ve âsâyiþ lehinde en birinci kuvvet olarak memleket ve milletin saadetine hizmet eden Gençlik Rehberi adlý eserinin müsaderesine ve müellif-i muhtereminin mahkûmiyetine sebep olmak için diyorlar:

“Bediüzzaman tesettür taraftarýdýr. Kadýnlarýn yarý çýplak, açýk dolaþmalarýna, Ýslâmiyete karþý muharebede þeytan kumandasýna verilen fýrkalar olarak tasvir etmekte, kadýnlarýn bugünkü içtimaî hayatta açýk bacak ve yarým çýplak giyinmelerini günah saymakta, Bediüzzaman halihazýr bu açýk, yarým çýplak giyiniþleri evlenmelere mâni olup fuhþa teþvik edici mahiyetinde görmektedir. Ve yine Bediüzzaman’a göre, kadýný güzelleþtiren þey ve kadýnýn hakikî ve daimî güzelliði içtimaî hayatta yer alan süslenmek, vücutlarýný teþhir etmek olmayýp, terbiye-i Ýslâmiye dairesinde âdâb-ý Kur’âniye ziynetidir. Bediüzzaman dinî tedrisat taraftarýdýr. Risale-i Nur adý verdiði dinî tedrisat sayesinde mahkûmlarýn on beþ haftada ýslah olacaklarýný—ki, Denizli ve Afyon hapishaneleri, adliyenin, gardiyan ve müdürlerin þehadetiyle sabittir—söylemektedir. Bediüzzaman, câzibedar bir fitneye esir olan gençlerin din hakikatleriyle ve Nurun imanî dersleriyle kurtulacaklarýna kanidir.”

Ýþte “Bu fikirleriyle suçludur, kanunen mahkûm edilmesi lâzýmdýr” diyorlar. Ýþte bunlar güya ehl-i vukuf namýnda memleket gençliðine adalet ve hak ve hürriyet derslerini verecek profesörler veya hukuk doçentleridir!

Ýþte, ey adalet-i hakikiyenin mümessilleri sýfatýyla hukuk-u umumiyeyi ve haysiyet-i milliyeyi muhafaza eden hâkimler! Gençlik Rehberi’nin imanî dersleri ve ahlâkî telkinleri, ehl-i vukuf raporundaki gibi bir suç mevzuu olarak kabul ediliyorsa, bu müellifi bu büyük hizmetinden dolayý mes’ul tutuluyorsa, eðer öyleyse, o zaman yukarýda arz ettiðimiz bu millete, bin yýllýk tarihine, an’anesine idarî ve örfî kanunlarýna, bu milletin ebedî medâr-ý iftiharý olmuþ mukaddes dinine, mukaddes Ýslâmiyet hakikatlerine, kudsî Kur’ân derslerine ve o kudsî hakikatlere sarýlarak Ýslâmî medeniyeti kemâl-i þâþaa ile dünyaya ilân eden bir aziz ecdada ve onlarýn haysiyetine, hukukuna, mâneviyatýna savrulan tahkir ve tezyifleri, indirilen darbeleri ve söylenen iðrenç iftiralarý kabul etmeniz lâzýmdýr. Bu büyük, mânevî cinayetleri hoþ görüp kabul etmekle, ismî ehl-i vukuflarýn, suç isnad ettikleri Gençlik Rehberi suç sayýlabilir. Ve ancak o cihetle müellifi mahkûm ve Rehberi neþreden talebeleri muahaze olunabilir. Yoksa, adalet-i kanun ve hürriyet-i fikir ve vicdan düsturuyla mahkûmiyeti ve muhakemesi mümkün deðildir. Hürriyet-i fikir ve hürriyet-i vicdan düsturunu en geniþ mânâsýyla tatbik eden cumhuriyet idaresinin demokrasi kanunlarýyla asla kabil-i telif deðildir.

Eðer “Gençlik Rehberi’nin intiþarýyla dinî terbiyeyi ders veriyor; bu ise lâikliðe aykýrýdýr” diye ittiham olunuyorsa, o halde lâikliðin mânâsý nedir? Biz de soruyoruz. Lâiklik Ýslâmiyet düþmanlýðý mýdýr? Lâiklik dinsizlik midir? Lâiklik, dinsizliði kendilerine bir din ittihaz edenlerin dine taarruz hürriyeti midir? Lâiklik, din hakikatlerini beyan edenlerin, imanî dersleri neþredenlerin aðýzlarýna kilit, ellerine kelepçe vuran bir istibdad-ý mutlak düsturu mudur?

Lâiklik, bir vicdan ve fikir hürriyeti olduðuna göre, dinsizler ve din düþmanlarý, Ýslâmiyet aleyhinde her çeþit hücumlarý, taarruzlarý yapar, anarþik fikirlerini o hürriyet-i vicdan ve fikir bahanesiyle neþreder de, fakat bir Ýslâm âlimi o hürriyet-i fikir düsturuna istinaden bin yýldan beri Ýslâmiyetin serdarý olmuþ bir millet içinde ve o milletin bin yýllýk an’anesine, kanunlarýna ittibâ ederek ve yine o milletin saâdeti uðrunda, ahlâk ve namusun muhafazasý yolunda dinî bir ders beyan etmesi lâikliðe aykýrýdýr diye suçlu gösterilir, devletin nizamlarýný dinî inançlara uydurmak istiyor diye mahkür gösterilir. Biz böyle bir gayr-ý mümkünün, mümkün olmasýna ihtimal vermiyoruz. Adaletin buna müsaade etmeyeceðini þüphesiz biliyoruz.

Hakikat-i halde, geçen mahkemelerin beraatler vererek tamamen iade ettikleri Risale-i Nur’un 130 parçasýndan bir parçasý olan Gençlik Rehberi, vatan ve milletin saadetinde en birinci vesilelerden birisidir. O eserleri okuyup, onlarýn dersleriyle sefahet ve dalâletin girdaplarýndan kurtulduklarýný mahkemelerde söyleyen yüzler Nur talebeleri ve þimdi bizzat o eserlerle vatan ve millete nâfi bir uzuv haline geldiklerini hayatlariyle ve hizmetleriyle ispat eden binler Türk gençleri bizler, o asýlsýz isnadlarý, o müfterilerin yüzlerine çarpýyoruz.

Hakikaten ne kadar acýdýr ki, âsâyiþin teminine, ahlâkýn muhafazasýna vesile olmuþ, adliyeye ve zabýtaya binler fâidesi bulunmuþ bir eser, bugün hakikatin tamamen aksine olarak suçlu gösterilip zararlý tevehhüm edilmek isteniyor. Artýk bu kadar bedihî bir zýddiyet karþýsýnda insaf ve vicdan sahiplerinin vicdanlarýna ve insaflarýna havale edip Üstadýmýz hakkýnda o ehl-i vukufun “Dini siyasete âlet ediyor” demelerine mukabil biz de diyoruz: O ehl-i vukuf, adliyeyi dinsizliðe âlet ediyor.

Bilirkiþi raporunda bir isnad da, “Müellif, Risale-i Nur þahs-ý mânevîsi namýna konuþmaktadýr.” “Kalbe ihtar edildi,” “Leyle-i Kadirde kalbe gelen bir mesele-i mühimme” gibi bazý cümleleri ele alarak, bununla þahsî nüfuz temin etmek maksadýnýn müellifte bulunduðudur.

Bu kadar asýlsýz ve mânâsýz bir isnad karþýsýnda insan, o bilirkiþi namýný alanlarýn bilirkiþi mahiyetinden tamamen uzak olduklarýna hükmedip, o cehaletleri ve o vukufsuzluklarý karþýsýnda hayrette kalýyor. Hiç olmazsa, ehl-i vukuf, hürmeten bu ciheti dikkatle mütalâa etseydiler, kendileri bu derece cehalet deresine atýlmaktan belki bir derece kurtulurlardý. Bu asýlsýz isnada karþý evvelâ bütün Risale-i Nur eserleri ve mektuplarý ve Üstadýmýzýn bütün hayatý en kat’î delildir ki, o aziz zât bütün gayretini, bütün hizmetini hak uðrunda ve yalnýz hak için yapmýþ ve yalnýz Hakkýn hatýrý için konuþmuþ. O suretâ ehl-i vukuf, Nur Külliyatýndan yalnýz küçük bir cüz’ünü okumakla ve dinsizlikte taassup göstererek illâ ki ki bir suç isnad edebilmek için bu iftirayý savurmuþlar. Halbuki, o aziz zât, Risale-i Nur dersini izah ederken diyor: “En büyük dersimiz, acz, fakr, þefkat ve tefekkürdür.”

Hakikat-i halde o aziz zât, büyük ve küllî hizmetleriyle, en câniyane iþkencelere sabýr ve tahammül ederek, mücahede-i mâneviyesinde devam edip küfür ve dalâletin bîaman hücumlarýný, maddiyun ve tabiiyunun küfrî mesleklerini Kur’ân-ý Hakîmin hakaik-i imaniyesinden aldýðý Nur hakikatleriyle parçalayarak ve o Nurun 130 risalesinin yüz binler nüshalarýný, imanî dersleriyle ona minnettar kalan yüz binler müþtak talebeleriyle her tarafa neþreden; dinsizliðin, bilhassa komünistliðin bu vatandaki hücumuna mâni olan iman hakikatlerini en kat’î delil ve burhanlarla ispat ederek küfür ve dalâletin bâtýl mesleklerini Kur’ân’ýn elmas kýlýcý hükmündeki iman-ý billâh ve vahdaniyet-i Ýlâhiye hüccetleriyle parça parça eden; ve o Nur eserleri þimdi âlem-i Ýslâmýn büyük merkezlerinde kemâl-i takdir ve istihsanla neþredilen; ve geçen sene Türkiye’yi ziyarete gelen Pakistanlý bir vekil, kýrk-elli üniversite talebesine,

“Kardeþlerim, ben âlem-i Ýslâmda aradýðýmý Türkiye’de buldum. Bediüzzaman yalnýz sizin deðil; o bütün âlem-i Ýslâmýndýr. Ve yakýn bir zamanda bütün Ýslâm âlemi onu anlayacaktýr. Siz bu Nur eserlerine dikkatle bakýn. Ben bunu doksan milyon Ýslâmlar içinde neþredeceðim. Benim âlem-i Ýslâm hakkýnda pek çok endiþelerim ve Üstada pek çok soracaklarým vardý. Bir saat kadar yanýnda yalnýz onu dinlemekle bütün endiþelerim zâil olup bütün suallerime cevap aldýktan sonra, þimdi Pakistan’a âlem-i Ýslâmýn mukadderatý hakkýnda büyük müjdelerle gidiyorum.

“Ben Türk ve Ýslâm tarihini tetkik ettim. Evet, çok kahramanlar, çok Ýslâm fedaileri ve çok vatanperverler gelmiþler. Hepsi büyük fedakârlýk ve kahramanlýkla  millete, vatana hizmet etmiþler. Fakat o hizmetlerinin neticesinde lâyýk olduklarý mükâfat onlara verilmiþ. Herbirisi birer mükâfata mazhar olmuþlar. Fakat bugün Üstad, yirmi küsur seneden beri bu milletin saadet-i dünyeviyesi ve uhreviyesi için, târife imkân olmayan zulüm ve iþkenceler içerisinde iþte bu eserleri telif ve neþrederek, bu millet içerisinde, din aleyhindeki cereyanlarýn intiþarýna mâni olan Bediüzzaman’ýn evinde bugün bir lâmbasý bile yok. Ýþte o herþeyi terk ederek yalnýz ve yalnýz dine hizmet için çalýþmýþtýr. Elbette âlem-i Ýslâm yakýnda böyle bir zâtý eserleriyle tanýyacaktýr” diye Ali Ekber Þah gibi bir Ýslâm

âlimi ve mütefekkirinin takdir ve tahsinine mazhar olan; ve þimdi Demokrat milletvekillerinden bazýlarý, “Bediüzzaman’ýn Nur risalelerini okuyan, ders alan ve o eserleri neþreden Nur talebeleri bu hizmetleriyle bu memlekette komünistliðin yayýlmasýna sed oldular. Madem hükûmetimiz komünizmin aleyhindedir. Öyleyse, Nurculara o hizmetlerinden dolayý minnettardýr” diye milletvekillerince dahi hizmeti takdir edilen; ve serâpâ bütün Risale-i Nur eczalarý her bir nüshasý, binler kelime ve cümleleriyle o zâtýn mahiyetine, hizmetine, yirmi beþ yýllýk faaliyetine ve neþriyatýnýn küllî fâidelerine þehadet ve iþaret ettikleri bir zât; evet, iþte o acz ve fakr dersini kendisine meslek edinen ve talebelerine ders veren bir zât, hakikat-i halde yukarýda bir derece arz ettiðimiz o küllî hizmetlerinin neticesinde talebelerinin ve bütün ehl-i imanýn en büyük medh ü senâlarýna, hürmet ve muhabbetlerine en lâyýk, en elyak ve kabul etmesi hakký iken, bilâkis o aziz zât, kendisini ziyarete gelenlere ve Risale-i Nur eserlerini okuyup o eserleri ilim ve iman hakikatleri dersinde, asrýn bütün ilim ve ispatlarý üstünde görerek hayran kalanlarýn en samimî hürmet ve senâlarýndan mütemadiyen kaçýnmýþ ve müteaddit mektuplarýnda, “Ben de sizin bu ders-i Kur’âniyede bir ders arkadaþýnýzým. Ben en ziyade muhtaç ve fakir olduðumdan bu kudsî hakikatler en evvel bana ihsan edilmiþtir. Ben makam sahibi deðilim. Ben kendimi beðenmiyorum. Beni beðenenleri de beðenmiyorum. Kardeþlerim, sizi bütün bütün kaçýrmamak için nefsimin gizli çok kusurlarýný söylemiyorum” diye kendisine yapýlan medihleri ve hürmetleri reddetmiþ. Ve gaye-i hayatýný yalnýz hakaik-i imaniyenin neþrine hizmet bilmiþ. Dünyevî bütün menfaatleri o hizmeti uðrunda feda etmiþ.

Ve iþte bütün hayatý bilâ istisna bu feragate ve bu hakikate þehadet eden bir zâta, en haksýzlarýn dahi yapamayacaklarý bir isnadý bu ehl-i vukuf isimli kimseler yapmýþlar. Hattâ “Leyle-i Kadirde Ýhtar Edilen Bir Mesele-i Mühimme” diye Rehberdeki çok mühim bir hakikate nazar etmeyerek, bu “ihtar” kelimesinden de þahsî nüfuz temin ettiðine bir delil göstermiþler. Halbuki, bu ihtar kelimesi, o yüksek hakikatlerin ehemmiyetine öyle bir þümulü var ki, ancak o hakikati okumak lâzýmdýr. Ýþte, o parça, ikinci Harb-i Umumînin sonunda nev-i beþerin dehþetli zulümleri ve tahribatlarý neticesindeki dehþetli meyusiyetleriyle dehþetli vicdan azaplarýný ve dünya hayatýnýn bütün bütün fâni ve muvakkat olmasý ve medeniyet fantaziyelerinin uyutucu ve aldatýcý olduðunun umuma görünmesiyle, fýtrat-ý beþeriyedeki yüksek istidadatýn dehþetli yaralanmasýný ve Kur’ân’ýn elmas kýlýcý altýnda gaflet ve dalâletin parçalandýðýný ve bu sebeple dünya hayatýnýn geçici ve muvakkat olmasýndan, beþeriyet, hayat-ý bâkiyeyi arayacaðýný ve ebedî hayatý ve dâimî saadeti ancak Kur’ân’ýn müjde verdiðini ispat ile pek parlak izahtan sonra diyor:

“Elbette, nev-i beþer bütün bütün aklýný kaybetmezse, maddî veya mânevî bir kýyamet baþlarýna kopmazsa, Ýsveç, Norveç, Finlandiya ve Ýngiltere’nin Kur’ân’ý kabul etmeye çalýþan meþhur hatipleri ve Amerika’nýn din-i hakký arayan ehemmiyetli cemiyeti gibi, rû-yi zeminin geniþ kýt’alarý ve büyük hükûmetleri, Kur’ân-ý Mu’cizü’l-Beyâný arayacaklar ve hakikatlerini anladýktan sonra bütün ruh-u canlarýyla sarýlacaklar. Çünkü bu hakikat noktasýnda kat’iyen Kur’ân’ýn misli yoktur ve olamaz. Ve hiçbir þey bu mu’cize-i ekberin yerini tutamaz.”

Ey muhterem hâkimler,

Yalnýz son cümlesini nümune olarak size arz ettiðimiz bu ehemmiyetli fýkranýn baþýnda yazýlan ihtar kelimesi bir suça mesned olabilir mi? Bu yazý þahsî bir nüfuz temini için mi yazýlmýþ? Yoksa nev-i beþerin Kur’ân hakikatlerini aramaya baþladýðýný beyan ile istikbalde Kur’ân’ýn beþeriyete hâkim olacaðýný mý haber veriyor ve ispat ediyor? Bu hususu yüksek takdirinize havale ediyoruz.

Evet, Risale-i Nur müellifi, Kur’ân’ýn dersinden aldýðý ve ayn-ý hakikat olan bu ihtarlarý beyan etmesi, beyan ve ispat ettiði derslerin ve mevzularýn hakkaniyetine bir hüccet içindir. Evet, ayn-ý hak ve hakikat olduðunu dikkatle bakanlar görebilirler. Ve bir derya-yý iman ve bir hazine-i tevhid ve bir umman-ý hikmet halinde coþan bir harikanýn, istikbalin nesillerinde ve milyonlar kalb ve gönüllerde nasýl kemâl-i þâþaa ile yaþayacaðýný ve alkýþlanacaðýný hissedebilirler. Ve Türk milletinin bin yýllýk kudsî mefahir-i milliyesine mümasil, yine Türk milletinin dünyaya örnek olmuþ kahraman ecdadýnýn yerinde Ýslâmiyet hakikatlerine sarýlarak yine Kur’ân’ýn bayraktarlýðý vazifesiyle istikbalin kýt’alarýnda hâkim-i mânevî olacaðýný hissedebilirler.

Bu çok yüksek ve çok ehemmiyeli hakikatleri tam anlayabilmek için, Bediüzzaman’ýn bundan kýrk sene evvel 1327’de Þam’da, Câmiü’l-Emevîde, içinde yüz ehl-i ilim bulunan on bin kiþilik bir cemaate hitaben irad buyurduklarý Hutbe-i Þamiye eserini okumak lâzýmdýr. Þimdi o eserin tercümesini yapmak lütfunda bulunan o aziz zât, o zamanda periþan ve esaret altýnda bulunan Ýslâm âlemine pek azîm müjdelerle, medeniyetin seyyiatý hasenesine galip gelmesine mukabil, istikbalde Ýslâmiyetin kuvvetiyle medeniyetin mehasini galebe ederek þems-i Ýslâmiyetin büyük milletler ve kýt’alar üzerinde hâkim olacaðýný beyan ve ispat ederek haber veriyor.

Mâdem o ehl-i vukuf ismini alanlar, “kalbe ihtar edilen bir mesele” cümlesinde hakikate nüfuz edemeyerek yanlýþ mânâ çýkarmýþlar. 1327’den, tâ 1371 senesinden sonraki âlem-i Ýslâmýn mukadderatýna nazar eden Hutbe-i Þamiye’deki hakikatler dahi, bilirkiþilerin yanlýþ anladýklarý veya yanlýþ mânâ verdikleri bu “ihtar” kelimesinin hakikatini ve geniþ mânâsýný çok yüksek bir hakikat halinde gösterdiðinden, Hutbe-i Þamiye eserinin tercümesini mahkemeye arz ediyoruz. Ve yalnýz burada, eserde ispat edilen meselelerin âhirinde zikredilen birkaç cümleyi yazarak takdim ediyoruz:

“Evet, ben kendi hesabýma aldýðým dersime binaen, ey Ýslâm cemaati, müjde veriyorum ki: Þimdiki âlem-i Ýslâmýn saadet-i dünyeviyesi, bâhusus Osmanlýlarýn saadeti ve bilhassa Ýslâmýn terakkisi ve onlarýn uyanmasý ve intibahý ile olan Arabýn saadetinin fecr-i sâdýkýnýn emareleri inkiþafa baþlýyor. Ve saadet güneþinin de çýkmasý yakýnlaþmýþ. Ben dünyaya iþittirecek bir derecede kanaat-i kat’iyemle derim: Ýstikbal yalnýz ve yalnýz Ýslâmiyetin olacak ve hâkim, hakaik-i Kur’âniye ve imaniye olacak. Öyleyse, þimdiki kader-i Ýlâhî ve kýsmetimize razý olmalýyýz ki, bize parlak istikbal, ecnebîlere müþevveþ bir mâzi düþmüþ.”

“Eðer biz ahlâk-ý Ýslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemalâtýný ef’âlimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle Ýslâmiyete girecekler. Belki, küre-i arzýn bazý kýt’alarý ve devletleri de Ýslâmiyete dehalet edecekler.”

“Ey bu Câmiü’l-Emevîdeki kardeþlerim gibi âlem-i Ýslâmýn câmi-i kebirinde olan kardeþlerim! Siz de ibret alýnýz. Bu kýrk beþ senedeki hâdisattan ibret alýnýz. Tam aklýnýzý baþýnýza alýnýz. Ey mütefekkir ve akýl sahibi ve kendini münevver telâkki edenler! Hâsýl-ý kelâm, biz Kur’ân þakirtleri olan Müslümanlar, burhana tâbi oluyoruz, akýl ve fikir ve kalbimizle hakaik-ý imaniyeye giriyoruz. Baþka dinlerin tâbileri gibi ruhbaný taklit için burhaný býrakmýyoruz. Onun için akýl ve ilim ve fen hükmettiði istikbalde, elbette burhan-ý aklîye istinad eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur’ân hükmedecek.”

“Evet, þimdi olmasa da otuz kýrk sene sonra fen ve hakikî mârifet ve medeniyetin mehasini o üç kuvveti tam techiz edip, cihazatýný verip o dokuz mânileri maðlûp edip daðýtmak için taharrî-i hakikat meyelânýný ve insaf ve muhabbet-i insaniyeyi o dokuz düþman taifesinin cephesine göndermiþ. Ýnþaallah yarým asýr sonra onlarý darma daðýn edecek.”

“Ýþte Amerika ve Avrupa tarlalarý böyle dâhi muhakkikleri (Mister Carlyle ve Bismarck gibi) mahsûlât vermesine istinaden, ben de bütün kanaatimle derim: Avrupa ve Amerika Ýslâmiyetle hâmiledir. Günün birinde bir Ýslâmî devlet doðuracak.”

“Hem de Ýslâmiyet güneþinin tutulmasýna (inkisafýna) ve beþeri tenvir etmesine mümânaat eden perdeler açýlmaya baþlamýþlar. O mümânaat edenler çekilmeye baþlýyorlar. Kýrk beþ sene evvel o fecrin emaresi göründü. ‘71’de fecr-i sadýký baþladý veya baþlayacak.”

“Ey Câmi-i Emevîde kardeþlerim! Ve yarým asýr sonraki âlem-i Ýslâm camiindeki ihvanlarým! Baþtan buraya kadar olan mukaddemeler netice vermiyor mu ki: Ýstikbalin kýt’alarýnda hakikî ve mânevî hâkim ve beþeri, dünyevî ve uhrevî saadete sevk edecek yalnýz Ýslâmiyettir ve Ýslâmiyete inkýlâp etmiþ ve tahrifattan ve hurafattan sýyrýlacak Ýsevîlerin hakikî dinidir ki, Kur’ân’a tâbi olur, ittifak eder.”

Muhterem heyet-i hâkime,

Risale-i Nur müellifi aleyhindeki bütün iftiralara ve isnadlara karþý hukukî en kat’î cevap olarak üç mahkemenin ve üç ehl-i vukuflarýn tetkikten sonra eserleri iade etmeleridir.

Hem Üstadýmýzýn yirmi yedi senelik hayatý ve 130 parça kitabý ve mektuplarý, üç mahkeme ve hükûmet memurlarý tarafýndan tam tetkik edildiði ve aleyhinde çalýþan zâlim, mürted ve münafýklara karþý mecbur olduðu, hattâ idamý için gizli emir verildiði halde, dini siyasete âlet ettiðine dair en ufak bir emare bulamamalarý, dini siyasete âlet etmediðini kat’î ispat ediyor. Hayatýný yakýndan tanýyan biz Nur þakirtleri ise, bu fevkalâde hâle karþý hayranlýk duymakta ve Risale-i Nur dairesindeki hakikî ihlâsa bir delil saymaktayýz.

Bu itibarla onu bazý iftiralarla çürütmek isteyen, vatan ve milletin saadeti lehindeki hizmetlerinin aleyhindeki gizli, zâlim düþmanlarýnýn plânlarýný âdilâne kararýnýzla mahvedeceðinizi ve müfterilerin yanlýþ isnadlarýný yüzlerine çarpacaðýnýzý adalet ve vicdanýnýzdan bekler, hürmetlerimizi takdim ederiz.

Eskiþehir Nur talebelerinden

Yaþar, Osman Toprak, Ahmed, Osman, Ceylân, Þükrü, Bayram, Sungur, Hüsnü


radyobeyan