Tenbih By: hafiza aise Date: 01 Mart 2011, 14:59:08
Tenbih
Bazý âyat ve ehâdis vardýr ki, mutlakadýr; külliye telâkki edilmiþ. Hem öyleler vardýr ki, münteþire-i muvakkatedir; daime zannedilmiþ. Hem mukayyed var; âmm hesap edilmiþ.
Meselâ, demiþ, "Bu þey küfürdür." Yani, o sýfat imandan neþ'et etmemiþ; o sýfat kâfiredir. O haysiyetle, o zat küfür etti, denilir. Fakat mevsufu ise, mâsume ve imandan neþ'et ettikleri gibi, imanýn tereþþuhatýna da hâize olan baþka evsafa malik olduðundan, o zat kâfirdir, denilmez. Ýllâ ki, o sýfat küfürden neþ'et ettiði, yakînen biline_ Zira baþka sebepten de neþ'et edebilir. Sýfatýn delâletinde þek var; imanýn vücudunda da yakîn var. Þek ise yakînin hükmünü izale etmez. Tekfire çabuk cüret edenler düþünsünler!
ÝKÝNCÝ CÜMLE:
(1) 
Ýhyâ, mânâ-yý zâhirî-yi mecazi itibarýyla, hasenatýn gayr-ý mahdut tezauf düsturunu gösterir. Mânâ-yý aslî itibarýyla halk ve icadda þirk ve iþtiraki, esasýyla hedmeden bir burhana remizdir. Zira bu cümleyle beraber,
(2) 
tarafeyndeki teþbih, iktidar mânâsýný ifham ettiðini dahi nazara alýnsa, mantýkan aks-i nakîz kaidesiyle istilzam ediyor ki,
(3) 
demek, iþareten delalet ediyor.
Madem ki insanýn, mümkinatýn kudreti, bilbedahe semavatýn, küre-i arzýn halkýna, icadýna muktedir deðildir. Bir taþýn, hiçbir þeyin halkýna da muktedir olamaz.
Demek, arzý ve bütün nücum ve þümusu tesbih taneleri gibi kaldýracak, çevirecek kuvvetli bir ele mâlik olmayan kimse, kâinatta dâvâ-yý halk ve iddia-yý icad edemez.
Sun'î tasarrufat-ý beþeriye ise, fýtratta câri olan nevâmîs-i Ýlâhînin sereyanlarýný keþif ile, tevfik-i hareket edip, lehinde istimal etmektir.
Ýþte bu derece burhanda vuzuh, parlaklýk, Kur'ân'ýn rumuz-u i'câzýndandýr. Gelecek âyet bunu ispat edecektir.

Zira kudret zâtiyedir. Acz tahallül edemez. Melekûtiyeti taallûk eder. Mevâni tedahül edemez. Nispeti kanûnîdir. Cüz ve küll, cüz'î ve küllî hükmüne geçer.
BÝRÝNCÝ NOKTA: Kudret-i ezeliye, Zât-ý Akdese lâzýme-i zaruriye, nâþie-i zâtiyedir. Acz, zýddý olduðundan, bizzarure, zaruriye-i zâtiyeyle, zýddýnýn melzumu olan zâta ârýz olmaz.
Madem zâta ârýz olamaz; kudrete bizzarure tahallül edemez.
Madem ki tahallül edemez; kudrette meratip, bizzarure, olamaz. Zira meratibin vücudu, ezdadýn tedahuliyledir. Meselâ, hararette meratip, burudetin tahallülüyledir. Hüsündeki derecat, kubhun tedahüliyledir. Ve helümme cerrâ_
Mümkinatta hakikî lüzum-u zâti-i tabiî olmadýðýndan, kâinatta ezdad birbirine girebilmiþ. Meratip tevellüd edip, ihtilâfatla taðayyürat neþet etmiþtir.
Madem ki kudrette meratip olamaz; makdurat dahi bizzarure kudrete nispeti bir olur. En büyük, en küçüðe müsavi; zerrat yýldýzlara emsâl olur.
ÝKÝNCÝ NOKTA: Kâinatýn iki ciheti var-aynanýn iki vechi gibi: Biri mülk, biri melekûtiyet. Mülk ciheti ezdadýn cevelangâhýdýr. Hüsün-kubh, hayýr-þer, saðîr-kebîr gibi umurun mahall-i tevarüdüdür. Onun için vesait ve esbab vaz edilmiþ, tâ dest-i kudret zahiren umur-u hasise ile mübaþir olmasýn. Azamet, izzet öyle ister. Hakikî tesir verilmemiþ; vahdet öyle ister.
Melekûtiyet ciheti ise, mutlaka þeffafedir; teþahhusat karýþmaz. O cihet vasýtasýz Hâlýka müteveccihdir. Terettüp, teselsül yoktur. Ýlliyet, mâlûliyet giremez. Ý'vicâcâtý yoktur. Avâik müdahale edemez. Zerre, þemse kardeþ olur.
Kudret hem basit, hem nâmütenâhi, hem zâtî; mahall-i taallûk-u kudret hem vasýtasýz, hem lekesiz, hem isyansýzdýr. Büyük küçüðe tekebbürü, cemaat ferde rüçhaný, küll cüz'e nisbeten kudrete karþý fazla nazlanmasý olamaz.
ÜÇÜNCÜ NOKTA:(4)
(5)
Temsil, tasviri teshil ettiðinden, temsilâtla bu gàmýz noktayý tefhime çalýþacaðýz.
Meselâ, þemsin feyz-i tecellîsi olan timsali, deniz sathýnda, denizin katresinde ayný hüviyeti gösteriyor. Meselâ, kâinat, hailsiz þemse müteveccih olmak þartýyla, mütefavit cam parçalarýndan farz edilse, timsal-i þems zerrede, sath-ý arzda, umumda müzahametsiz, tecezzîsiz, tenakuzsuz bir olur. Ýþte þeffafiyet sýrrý.
Meselâ, noktalardan terekküp eden bir daire-i azîmin nokta-i merkeziyenin elinde bir mum ve muhitteki noktalarýn ellerinde birer ayna farz edilse, nokta-i merkeziyenin verdiði feyiz, müzahametsiz, tecezzîsiz, tenakuzsuz, nispeti birdir. Ýþte mukabele sýrrý.
Meselâ, hakikî bir mizanýn iki gözünde iki þems, iki yýldýz, iki dað, iki yumurta, iki cevher-i fert, hangisi bulunursa bulunsun, sarf olunacak ayný kuvvetle, hassas terazinin bir kefesi Süreyyaya, bir kefesi serâya inebilir. Ýþte muvazene sýrrý.
Meselâ, en azîm bir gemiyi, bir çocuk dahi oyuncaðýný çevirdiði gibi çevirir. Ýþte intizamýn sýrrý.
Meselâ, bir mâhiyet-i mücerrede bütün cüz'iyyâtýna, en asðarýna, en ekberine, yorulmadan, tenakus etmeden, tecezzîsiz bir bakar. Mülk cihetindeki teþahhusat, hususiyat müdahale edip taðyir edemez. Ýþte tecerrüdün sýrrý.
Meselâ, bir kumandan arþ emriyle bir neferi tahrik, bir orduyu tahrik eder. Ýþte itaat sýrrý.
Zira herþeyin bir nokta-i kemali ve o noktaya bir meyli var. Muzaaf meyil ihtiyaç, muzaaf ihtiyaç aþk, muzaaf aþk incizaptýr. Mâhiyât-ý mümkinatýn mutlak kemali, mutlak vücuttur. Hususî kemali, istidadatýný bilfiile çýkaran has vücuttur. Bütün kâinatýn kün emrine itaati, bir zerre neferin itaati gibidir. Kün emr-i ezelîsine mümkinin itaat ve imtisalinde, meyil ve ihtiyaç ve þevk ve incizap mümteziç, mündemiçtir. Nukat-ý selâse, hususan Üçüncü Noktadaki esrar-ý sitte ile, mülk ve mümkin canibinde deðil, melekûtiyet ve kudret-i ezeliye cihetinde nazar edilse, istinkâra incirar eden istib'ad zâil ve nefis mutmainne olur. Þöyle:
Madem ki, kudret-i ezeliye gayr-ý mütenâhiyedir, zatiyedir, zaruriyedir. Herþeyin lekesiz, perdesiz cihet-i melekûtiyeti ona müteveccihtir, ona mukabildir. Ýmkân itibarýyla mütesavi, mütevazinü't-tarafeyndir. Þeriat-ý fýtriye-i kübrâ olan nizama mutidir. Avâik ve hususiyat-ý mütenevviadan cihet-i melekûtiyet mücerrettir. Küll-ü âzam, cüz-ü asðara nispeten, kudrete karþý ziyade nazlanmaz, mukavemet etmez. Haþirde bütün zevi'l-ervah ihyasý, mevt-âlûd bir nevm ile kýþta uyuþmuþ bir sineði baharda ihyâ ve in'âþýndan kudrete daha aðýr olamaz. Mezkûr üç nokta dikkat-i nazara alýnsa görünür ki,
(6) 
mübalâðasýz, mücazefesiz doðrudur, haktýr, hakikattir.
(7)
Binler nüktesinden bir nükte:Sofiye meþrebinden kat-ý nazar, Ýslâmiyet vasýtayý red, delili kabul ve vesileyi nefiy, imamý ispat eder. Baþka din vasýtayý kabul eder.
Bu sýrra binaendir ki, Hýristiyanda servet ve rütbece yüksek olanlar, ziyade dindardýr. Ýslâmiyette avam ise, servet ve rütbece yüksek olanlardan ziyade dine merbuttur. Zira bir zîrütbe enaniyetli bir Hýristiyan, ne derece dinde mütesallip ise, o derece mevkiini muhafaza ve enaniyeti okþar, kibrinde imtiyazýndan fedakârlýk etmez. Belki kazanýr.
Bir müslim ne derece dine mütemessik ise, o derece kibrinden, gururundan, hattâ izzet-i rütebîden fedakârlýk etmek gerektir.
Öyleyse, kendini havas zanneden zâlimlere mazlûmîn ve avamýn hücumuyla, Hýristiyanlýk havassýn tahakkümüne yardým ettiðinden parçalanabilir. Ýslâmiyet ise, dünyevî havastan ziyade avamýn malý olduðundan esasat itibarýyla müteessir olmamak gerektir.
(8 ) 
Pek çok desâtir-i külliye ve bir kýsým desâtir-i ekserîyi tazammun eder. Ferde, cemaate, nev'e, mesleðe þâmildir. Yalnýz ekseri düsturlarýn mâsadakýndan bir iki misal zikredeceðiz.
Lâkayt Emevîlik, nihayet sünnet cemaate, salâbetli Alevîlik, nihayet Râfîzîliðe dayandý. Hem zâlime karþý miskinliði esas tutan Hýristiyanlýk, nihayat tecellüd; cebbarlýkta ve zâlime karþý cihad, izzet-i nefsi esas tutan Ýslâmiyet-eyvah!-nihayet miskinlikte karar kýldý.
Hem mebdei, taassup derecesinde azîmet olsa, nihayeti müsaheleye, ruhsata taraftarsa, nihayeti salâbete müncer olur. Bir kýsým Hanbelî, Hanefî gibi. Hattâ en garibi, bir kýsým mutaassýplar, mesleklerinin zýddýna olarak, küffara karþý müsamaha dostluk ve lâkayt Jönler husumet ve salâbet taraftarý çýktýlar. Güya mebde-i Hürriyetteki mevkilerini becayiþ ettiler.
Ýki âlim, bazan nâkýsýn oðlu kâmil, kâmilin oðlu nakýs oluyor. Güya bakiye-i iþtiha-i þevki, tevarüsle velede geçiyor. Öteki kazâ-i vatar ettiðinden, veledine ilme karþý açlýk hissini uyandýrmýyor. Þu emsilelerdeki sýrr-ý düstur þudur:
Beþerde meyl-i teceddüd var. Halef selefi kâmil görse, tezyid eylemese, meylinin tatminini baþka tarzda arar, bazan aksülâmel yapar.
(9) 
Ýþte siyaset-i þahsiye, cemaatiye, milliyeye dair en âdil bir düstur-u Kur'ânî.
(10) 
Ýþte mâhiyet-i insaniyede dehþetli kabiliyet-i zulüm. Sýrrý þudur:
Beþerde, hayvanýn aksine olarak, kuvâ ve müyul fýtraten tahdit edilmemiþ. Meyl-i zulüm, hubb-u nefis dehþetli meydan alýyor.
Evet, ene ve enaniyetin eþkâl-i habîsesi olan hodgâmlýk, hodbinlik, hodendiþlik, gurur ve inat o meyle inzimam etse, öyle ekberü'l-kebâiri icad eder ki, daha beþer ona isim bulmamýþ. Cehennemin lüzumuna delil olduðu gibi, cezasý da yalnýz Cehennem olabilir.
Evvela: Þahýs itibarýyla, bir þahýs çok evsafa câmidir. Onlarýn içinde bir sýfat, adâveti celb etse, birinci âyetteki kanun-u Ýlâhî iktiza eder ki, adavet o sýfata inhisar etsin, mecma-i evsaf-ý masume olan þahsýna yalnýz acýsýn ve tecavüz etmesin.
Halbuki o zalûm-u cehûl, tabiat-ý zâlimaneyle, bir câni sýfat için, o evsaf-ý mâsumenin hakkýna da tecavüz edip, mevsufa da husumet, hattâ onda da iktifa etmiyor; akrabasýna da, hattâ meslektaþýna da zulmünü teþmil eder. Birþeyin müteaddit esbabý olduðundan; olabilir, o câni sýfat da kalbin fesadýndan deðil, belki hariç bir sebebin neticesidir. O halde sýfat caniye deðil, kâfire de olsa, o zat câni olamaz.
Cemaat itibarýyla görüyoruz ki, bir þahs-ý muhteris, bir intikamla veya muntakim bir muhalefetle, arzuyu tazammun eden bir fikirle demiþ ki, "Ýslâm parçalanacak veyahut hilâfet mahvolacak." Sýrf o meþ'um sözünü doðru göstermek, gururiyetini, enaniyetini, tatmin etmek için, Ýslâmýn periþaniyetini-el'iyazübillah-uhuvvet-i Ýslâmiyenin boðulmasýný arzu eder. Hasmýn zulm-ü kâfiranesini, hayale gelemez cerbezeli tevillerle adalet suretinde göstermek ister.
Medeniyet-i hazýra itibarýyla görüyoruz ki, þu medeniyet-i meþ'ume öyle gaddar bir düstur-u zulüm beþerin eline vermiþ ki, bütün mehasin-i medeniyeti sýfýra indiriyor. Melâike-i kiramýn,
(11) 
deki endiþelerinin sýrrýný gösteriyor.
Ýþte, bir köyde bir hain bulunsa, o köyü mâsumeleriyle imhâ etmek veya bir cemaatte bir âsi bulunsa, o cemaati çoluk çocuðuyla ifnâ etmek veya Ayasofya gibi milyarlara deðer mukaddes bir binaya, kanun-u zâlimanesine serfurû etmeyen birisi tahassun etse, o binayý harap etmek gibi, en dehþetli vahþetlere þu medeniyet fetva veriyor.
Acaba, bir adam, kardeþinin günahýyla hak nazarýnda mes'ul olmadýðý halde, nasýl oluyor ki, bir karyenin veya bir cemaatin binlerle mâsumlarý, hiçbir zaman fena tabiatlý ihtilâlciden hâli kalmayan bir þehirde veya bir mahallede bulunan bir serkeþ adamýn isyanýyla, hiç münasebet olmadýðý halde, o mâsumlar mes'ul, belki ifnâ ediliyor?[/size]
(12)
(13)
1 Yani: Kim de birisini diriltirse, bütün insanlarý diriltmiþ gibi olur.
2 "Sizin yaratýlmanýz da, diriltilmeniz de, tek bir kiþinin yaratýlýp diriltilmesi gibidir." Lokman Sûresi, 31:28.
3 Kim bütün insanlarý diriltmeye muktedir olamazsa; bir tek nefsi da diriltmeye muktedir olamaz.
4 "En yüce sýfatlar Allah'ýndýr." Nahl Sûresi, 16:60.
5 "Onun hiçbir benzeri yoktur." Þûrâ Sûresi, 42:11.
6 "Sizin yaratýlmanýz da, diriltilmeniz de, tek bir kiþinin yaratýlýp diriltilmesi gibidir." Lokman Sûresi, 31:28.
7 "Allah'ý býrakýp da birbirimizi rab edinmeyelim." Âl-Ý Ýmrân Sûresi, 3:64.
8 "Ölüden diriyi, diriden ölüyü O çýkarýr." Rum Sûresi, 30:19.
9 "Hiçbir günahkâr baþkasýnýn günahýný yüklenmez." En'âm Sûresi, 6:164; Ýsrâ Sûresi, 17:15; Fâtýr Sûresi, 35:18; Zümer Sûresi, 39:7.
10 "Gerçekten insan çok zâlim, çok câhildir." Ahzâb Sûresi, 33:72.
11 "Yeryüzünde fesat çýkarýp kan dökecek birisini mi yaratacaksýn?" Bakara Sûresi, 2:30.
12 "Allah'ýn ipine hep birlikte sým sýký sarýlýn; ayrýlýða düþüp daðýlmayýn." Âl-i Ýmran Sûresi, 3:103.
13 "Elif lâm mim. Þu yüce kitap ki, onda asla þüphe yoktur. O, Allah'ýn emir ve yasaklarýna karþý gelmekten sakýnanlar için bir yol göstericidir." Bakara Sûresi, 2:1-2.