Muhakemat
Pages: 1
Birinci Maksat By: Hadice Date: 24 Þubat 2011, 15:41:19
Birinci Maksat

Cemî zerrat-ý kâinat, birer birer zat ve sýfât ve sair vücuhla gayr-ý mahdude olan imkânat mabeyninde mütereddit iken, bir ciheti takip, hayretbahþâ mesalihi intaç etmekle Sâniin vücub-u vücuduna þehadetle, avalim-i gaybiyenin enmuzeci olan lâtife-i Rabbaniyeden ilân-ý Sâni eden itikadýn misbahýný ýþýklandýrýyorlar.

Evet, herbir zerre kendi baþýyla Sânii ilân ettiði gibi, tesâvir-i mütedahileye benzeyen mürekkebat-ý müteþabike-i mütesâide-i kâinatýn herbir makam ve herbir nispetinde herbir zerre muvazene-i cereyan-ý umumîyi muhafaza ve her nispette ayrý ayrý mesalihi intaç ettiklerinden, Saniin kast ve hikmetini izhar ve kýraet ettikleri için, Saniin delâili, zerrattan kat kat ziyadedir.

Eðer desen: Neden herkes aklýyla görmüyor?

Elcevap: Kemal-i zuhurundan_ Evet, þiddet-i zuhurdan görünmemek derecesine gelenler vardýr: cirm-i þems gibi.




Yani, eb'âd-ý vâsia-i âlemin sayfasýnda Nakkaþ-ý Ezelînin yazdýðý silsile-i hâdisatýn satýrlarýna hikmet nazarýyla bak ve fikr-i hakikatle sarýl. Tâ ki mele-i âlâdan gelen selâsil-i resâil, seni âlâ-yý illiyyîn-i yakîne çýkarsýn.

Ýþaret

Kalbinde nokta-i istimdat, nokta-i istinatla vicdan-ý beþer Sânii unutmamaktadýr. Eðer çendan dimað tâtil-i eþgal etse de, vicdan edemez. Ýki vazife-i mühimmeyle meþguldür. Þöyle ki:

Vicdana müracaat olunsa, kalb bedenin aktarýna neþr-i hayat ettiði gibi, kalb gibi kalbdeki ukde-i hayatiye olan mârifet-i Sâni dahi, ceset gibi istidadât-ý gayr-ý mahdude-i insaniyeyle mütenasip olan âmâl ve müyul-ü müteþaibeye neþr-i hayat eder; lezzeti içine atar ve kýymet verir ve bast ve temdid eder. Ýþte nokta-i istimdat_

Hem de bununla beraber, kavga ve müzahametin meydaný olan daðdaða-i hayata peyderpey hücum gösteren âlemin binler musibet ve mezahimlere karþý yegâne nokta-i istinat, mârifet-i Sânidir.

Evet, herþeyi hikmet ve intizamla gören Sâni-i Hakîme itikad etmezse ve ale'l-amyâ tesadüfe havale ederse ve o beliyyata karþý elindeki kudretin adem-i kifayetini düþünse, tevahhuþ ve dehþet ve telâþ ve havftan mürekkep bir halet-i cehennem-nümûn ve ciðerþikâfta kaldýðýndan, eþref ve ahsen-i mahlûk olan insan, herþeyden daha periþan olduðundan, nizam-ý kâmil-i kâinatýn hakikatine muhalif oluyor. Ýþte nokta-i istinat_ Evet, melce, yalnýz mârifet-i Sânidir.

Demek, þu iki noktayla bu derece nizam-ý âlemde hükümfermâlýk, hakikat-i nefsü'l-emriyenin hâssa-i münhasýrasý olduðu için, her vicdanda iki pencere olan þu iki noktadan vücud-u Sâni tecellî ediyor. Akýl görmezse de fýtrat görüyor. Vicdan nezzardýr; kalb penceresidir.

Tenbih

Arþ-ý kemâlât olan mârifet-i Sâniin miraçlarýnýn usulü dörttür:

Muhakemat - s.2022

Birincisi: Tasfiye ve iþraka müesses olan muhakkikîn-i sofiyenin minhacýdýr.

Ýkincisi: Ýmkân ve hudusa mebnî olan mütekellimînin tarikidir. Bu iki asýl, filvaki Kur'ân'dan teþaub etmiþlerdir. Lâkin, fikr-i beþer baþka surete ifrað ettiði için, tavîlüzzeyl ve müþkilleþmiþtir.

Üçüncüsü: Hükemanýn mesleðidir.

Üçü de taarruz-u evhamdan masûn deðildirler.

Dördüncüsü: Ki belâgat-i Kur'âniyenin ulüvv-ü rütbesini ilân eden ve istikamet cihetiyle en kýsasý ve vuzuh cihetiyle beþerin umumuna en eþmeli olan mirac-ý Kur'ânîdir. Ýþte biz dahi bunu ihtiyar ettik. Bu da iki nevidir:

BÝRÝNCÝSÝ: Delil-i inayettir ki, menafi-i eþyayý tâdat eden bütün âyât-ý Kur'âniye bu delile imâ ve þu burhaný tanzim ediyorlar. Bu delilin zübdesi, kâinatýn nizam-ý ekmelinde riayet-i mesalih ve hikemdir. Bu ise, Sâniin kast ve hikmetini ispat; ve tesadüf vehmini ortadan nefyediyor.

MUKADDEME:
Eðer çendan her adam âlemdeki riayet-i mesalih ve intizamda istikrâ-i tâm edemez. Ve ihata edemez. Fakat nev-i beþerdeki telâhuk-u efkâr sayesinde, kâinatýn herbir nev'ine mahsus kavaid-i külliye-i muntazamadan ibaret olan bir fen teþekkül etmiþ ve etmektedir.

Bununla beraber, bir emirde intizam olmazsa, hüküm külliyetiyle cereyan edemediði için; kaidenin külliyeti, nev'in hüsn-ü intizamýna delildir. Demek, cemî fünun-u ekvan, kaidelerin külliyetlerine binaen, istikrâ-i tâmla nizam-ý ekmeli intaç eden birer burhandýrlar. Evet, fünun-u kâinat bitamamiha mevcudatýn silsilelerindeki halkalardan asýlmýþ olan mesalih ve semeratý ve inkýlâbat-ý ahvalin telâfifinde saklanmýþ olan hikem ve fevaidi göstermekle Sâniin kast ve hikmetine parmakla þehadet ve iþaret ettikleri gibi, þeyâtîn-i evhama karþý birer necm-i sâkýptýr.

Ýþaret


Cehl-i mürekkebi intaç eden, nazar-ý sathîyi tevlid eden ülfetten tecrid-i nazar etsen ve akla karþý sedd-i turuk eden evhamýn âþiyâný olan mümâresât-ý ilzamiyattan nefsini tahliye etsen, hurdebinî bir hayvanýn sureti altýnda olan makine-i dakika-i bedia-i Ýlâhiyenin þuursuz, mecrâ ve mahrekleri tahdit olunmayan ve imkânâtýnda evleviyet olmayan esbab-ý basita-i camide-i tabiiyeden husulpezir ve o destgâhýn masnuu olduðunu, kendi nefsini kandýrýp mutmain ve ikna edemezsin. Meðer herbir zerrede Eflâtun kadar bir þuur ve Calinos kadar bir hikmeti ispat ettikten sonra, zerrât-ý saire ile vasýtasýz muhabereyi itikad ve esbab-ý tabiiyenin üssü'l-esasý hükmünde olan cüz-ü lâyetecezzâdaki kuvve-i cazibe ve kuvve-i dâfianýn içtimalarýnýn hortumu üzerindeki muhaliyetin damgasýný kaldýrabilesin_ Eðer nefsin bu muhalâta ihtimal verse, seni insaniyet defterinden sildirecektir.

Fakat caizdir ki, herbir þeyin esasý zannettikleri olan cezb ve def ve hareket, âdâtullahýn kanunlarýna birer isim olsun. Fakat kanun kaidelikten tabiîliðe ve zihnîlikten haricîliðe ve itibardan hakikate ve âletiyetten müessiriyete gelmemek þartýyla kabul ederiz.

Tenbih

1 Nazarýný âleme gezdir. Hangi yerinde noksaniyeti görebilirsin? Kellâ, gören görmez-meðer kör ola veya kasr-ý nazar illetiyle müptelâ ola. Ýstersen Kur'ân'a müracaat et. Delil-i inayeti vücuh-u mümkinenin en ekmel veçhiyle bulacaksýn. Zira Kur'ân, kâinatta tefekküre emir verdiði gibi, fevaidi tezkâr ve nimetleri tâdad eder. Ýþte o âyât, þu burhan-ý inayete mezahirdir. Ýcmali budur, tut. Tafsili ise, eðer meþiet-i Ýlâhiye taallûk ederse, âyât-ý âfâkiye ve enfüsiyeyi tefsir tarikinde, sema ve beþer ve arzýn ilimlerine ma'kud olan kütüb-ü selâsede tefsir edilecektir. O vakit þu burhan tamam-ý suretiyle sana görünecektir.

ÝKÝNCÝ DELÝL-Ý KUR'ÂNÎ:
Delil-i ihtirâdýr. Bunun hülâsasý:

Mahlûkatýn her nev'ine, her ferdine ve o nev'e ve o ferde mürettep olan âsâr-ý mahsusasýný müntiç ve istidad-ý kemaline münasip bir vücudun verilmesidir. Zira hiçbir nev-i müteselsil, ezelî deðildir. "Ýmkân" býrakmaz. Hem de bizzarure bazýnýn "hudus"u, nazarýn müþahedesiyle ve sairleri dahi aklýn hikmet nazarýyla görülür.

Vehim ve tenbih

Ýnkýlâb-ý hakikat olmaz. Nev-i mütevassýtýn silsilesi devam etmez. Tahavvül-ü esnaf, inkýlâb-ý hakaikin gayrýsýdýr.

Ýþaret

Herbir nev'in bir âdemi ve bir büyük pederi olduðundan, silsilelerdeki tenasülden neþ'et eden vehm-i bâtýl o âdemlerde, o evvel pederlerinde tevehhüm olunmaz. Evet, hikmet, fenn-i tabakatü'l-arz ve ilm-i hayvanat ve nebatat lisanýyla,

Muhakemat - s.2023

iki yüz bini mütecaviz olan envâýn âdemleri hükmünde olan mebde-i evvellerinin herbirinin müstakillen hudûsuna þehadet ettiði gibi mevhum ve itibarî olan kavanin ve þuursuz olan esbab-ý tabiiye ise:

Bu kadar hayretfeza silsileler ve bu silsileleri teþkil eden ve efrad denilen dehþet-engiz hadsiz makine-i acibe-i Ýlâhiyenin tasnî ve icadýna adem-i kabiliyetleri cihetiyle, herbir fert ve herbir nevi, müstakillen Sani-i Hakîmin yed-i kudretinden çýktýðýný ilân ve izhar ediyor. Evet, Sâni-i Zülcelâl herþeyin cephesinde hudûs ve imkân damgasýný koymuþtur.

Tenbih


Ezeliyet-i madde ve hareket-i zerrattan teþekkül-ü envâ gibi umur-u bâtýlaya ihtimal vermek, sýrf baþka þeyle nefsini ikna etmek sadedinde olduðu için, o umurun esas-ý fasidesini tebeî nazarýyla adem-i derkinden neþ'et eder. Evet, nefsini ikna etmek suretinde müteveccih olursa, muhaliyet ve adem-i mâkuliyetine hükmedecektir. Faraza kabul etse de, tegafül-ü ani's-Sâni sebebiyle hâsýl olan ýztýrarla kabul edebilir.

Tenbih

Mükerrem olan insan, insaniyetin cevheri itibarýyla daima hakký satýn almak istiyor ve daima hakikati arýyor ve daima maksadý saadettir. Fakat bâtýl ve dalâl ise, hakký arýyorken haberi olmadan eline düþer. Hakikatin madenini kazarken, ihtiyarsýz, bâtýl onun baþýna düþer. Veyahut hakikati bulmaktan muztar veya tahsil-i haktan haib oldukça, asýl fýtratý ve vicdaný ve fikri, muhal ve gayr-ý mâkul bildiði bir emri, nazar-ý sathî ve tebeiyle kabulüne mecbur oluyor.

Ýþte bu hakikati pîþ-i nazara al. Göreceksin ki, bütün nizam-ý âlemden eser-i gaflet olarak tevehhüm ettikleri ezeliyet-i madde ve hareket ve þu bütün akýllarý hayrette býrakan nakýþ ve san'at-ý bediada tahayyül ettikleri tesadüf-ü amyâ ve bütün hikemin þehâdâtýna raðmen esbab-ý camideden itikad ettikleri tesir-i hakikî, ve nefislerine mugalâta edip vehmin-istimrara istinaden-iðvâsýyla tecessüm ve tahayyül olunan tabiat-ý mevhumeyi merci yapmakla tesellî ettikleri, elbette fýtratlarý reddeder. Fakat yalnýz hakka teveccüh ve hakikate kast ettikleri için, þu evham-ý bâtýla davetsiz olarak yolun canibinden taarruz ettikleri için, elbette hedef-i garazýna nazarýný dikmiþ olan adam, o evhama tebeî ve sathî bir nazarla bakýyor. Onun için, müzahref olan içine nüfuz edemez. Fakat ne vakit raðbet ve kast ve satýn almak nazarýyla baksa, almaya deðil, belki iltifat etmeye ve bakmaya tenezzül etmez!

Evet, þu kadar çirkin birþeyi vicdan ve akýl muhal görüyor. Kalb dahi kabul etmez. Ýllâ ki müþagabe ile safsata edip herbir zerreye hükemanýn akýllarýný ve hükkâmýn siyasetlerini verip, tâ herbir zerre ehavatýyla ittifak ve intizam meselesinde müþavere ve muhabere etsinler. Evet, bu surette bir mesleði insan deðil, hayvan dahi kabul etmez. Fakat ne çare, mesleðin lâzým-ý beyyini meslektendir. Þu meslek ise, bu suretten baþka birþeyle tasvir edilmez. Evet, bâtýlýn þe'ni þöyledir: Ne vakit tebeî bir nazarla bakýlýrsa, sýhhatine bir ihtimal verilir. Fakat im'ân-ý nazar eyledikçe, ihtimal-i sýhhat bertaraf olur.

Ýþaret


Madde dedikleri þey ise, suret-i mütegayyire, hem de hareket-i zaile-i hâdiseden tecerrüd etmez. Demek hudûsu muhakkaktýr. Feya acaba! Sâni-i Vacibü'l-Vücudun lâzýme-i zaruriye-i beyyinesi olan ezeliyeti zihinlerine sýðýþtýramayan, nasýl oldu da, herbir cihetten ezeliyete münafi olan maddenin ezeliyetini zihinlerine sýðýþtýrabilirler? Hakikaten câ-yý taaccüptür_ Evet, insan düþündükçe, cemî sýfât-ý kemâliyeyle muttasýf olan Sâniden istiðrap ve istinkâr ettikleri, þu hayret-efza masnuatý tesadüf-ü amyâya ve hareket-i zerrata isnat ettikleri için, insaný insaniyetten piþman eder.

Telvih

Harekât-ý zerrattan husulü dâvâ olunan kuvvet ve suretler, araziyetleri cihetiyle envâdaki mübayenet-i cevheriyeyi teþkil edemez. Araz cevher olamaz. Demek, bütün envâýn fasýllarý ve umum a'razýn havâss-ý mümeyyizeleri, adem-i sýrftan muhtera'dýrlar. Tenasül, teselsülde þerait-i âdiye-i itibariyedendir. Ýþte delil-i ihtirâînin icmali_

Eðer açýk olarak mufassalan istersen, Kur'ân'ýn firdevsine gir. Zira hiçbir ratb ve yabis yoktur ki, o tenezzühgâhta ya çiçek veya gonca halinde bulunmasýn. Eðer ecel müsait ve meþiet taallûk ve tevfik refik olursa, elfâz-ý Kur'âniyenin esdafýnda þu burhaný tezyin eden cevherleri, gelecek kütüpte tafsil edilecektir.

Vehim ve tenbih

Eðer sual etsen: "Nedir þu tabiat ki daima onunla týn týn ediyorlar? Nedir þu kavanîn ve kuvâ ki daima onlarla mütedemdimdirler?" Cevap vereceðiz ki:

Muhakemat - s.2024

Âlem-i þehadet denilen, cesed-i hilkatin anasýr ve âzâsýnýn ef'allerini intizam ve rapt altýna alan þeriat-ý fýtriyye-i Ýlâhiye vardýr. Ýþte þu þeriat-i fýtriyedir ki, "tabiat" veya "matbaa-i Ýlâhiye" ile müsemmâdýr.

Evet, tabiat, hilkat-i kâinatta cârî olan kavanîn-i itibariyesinin mecmu ve muhassalasýndan ibarettir. Ýþte, kuvâ dedikleri þey, herbiri þu þeriatýn birer hükmüdür. Ve kavânîn dedikleri þey, herbiri þu þeriatýn birer meselesidir. Fakat o þeriattaki ahkâmýn istimrarýna istinaden, hem de hayali hakikat suretinde gören ve gösteren nüfusun istidatlarý bir zemin-i þûre müheyya etmesiyle vehim ve hayal tasallut ederek tazyik edip, þu tabiat-i hevaiye tevazzu ve tecessüm edip mevcud-u haricî ve hayalden misal suretine girmiþtir. Evet, þunun gibi, vehmin çok hileleri vardýr.

Ýþaret


Þu tabiat ve kuvâ-yý umumiye tesmiye ettikleri emirler, kat'iyen aklý ikna edecek ve fikre kendini beðendirecek ve nazar-ý hakikat ona ünsiyet edecek hiçbir mülâyemet ve münasebet yok iken ve þu kâinata illet ve masdar olmaya kabiliyeti mefkud iken, mahzâ Sâniden tegafül ve intizamýn ilcâýndan tevellüt eden yalnýz ýztýrarla veleh-resan-ý ukul olan kudretin âsârýný þu matbaa-misal olan tabiatýn san'atýndan görmek, tabiatý mistar iken mastar tahayyül etmek, "lâzým-ý eamm"ýn vücuduyla, "melzum-u ehass"ýn vücudunu intaca çalýþan akîm bir kýyasýn neticesidir. Evet, þu kýyas-ý akîm, dalâlet ve hayret vadilerine çok yollarý açmýþtýr.

Tenvir

Ef'âl-i ihtiyariyenin nezzamý olan þeriat ve kanun, þu kadar hark ve muhalefetle beraber birçok cühhal-i vahþiye, âdetâ þeriatý bir hâkim-i rûhânî ve nizamý bir sultan-ý mânevî tevehhüm edip, bir tesiri tahayyül eder. Evet, bir taburun veya askerin muttarid olan harekâtýný ve yeknesak olan etvarlarýný ve birbiriyle raptolunan ahvallerini müþahede eden vahþî bir adam, þu efrad-ý adîdeyi veyahut heyet-i askeriyeyi, mânevî bir iple merbut zannederse, acaba garip görünecek midir? Veyahut bir bedevî veya bir þairü't-tab', nâsý bir vaz-ý hasende ifrað eden ve mabeynlerini telif eden nizamý bir mevcud-u mânevî ve þeriatý bir halife-i ruhanî temessül ederse, çok görünecek midir? Öyleyse, kâinatýn ahvaline taallûk eden ve tabiat tesmiye olunan ve tasdik-i enbiya veya tekrim-i evliyadan baþka hark olunmayan ve müstemirre olan þu þeriat-ý fýtriye-i Ýlâhiye, evhamda tecessüm etsin, neden taaccüp olunsun?

Vehim ve tenbih

Ýnsanýn zihni ve lisaný ve sem'i, cüz'î ve teâkubî olduklarý gibi, fikri ve himmeti dahi cüz'îdir. Ve teâkub tarikiyle yalnýz birþeye taallûk eder ve meþgul kalýr. Hem de insanýn kýymet ve mahiyeti, himmeti nispetindedir. Himmetin derecesi ise, maksat ve iþtigal ettiði þeyin nispetindedir. Hem de insan teveccüh ve kastettiði þeyde, güya fena fi'l-maksat oluyor. Ýþte þu noktaya binaen, hasis bir emir veya pek cüz'î birþey, büyük bir adama isnat olunmaz. Zira tenezzül etmez. Ve himmetini o küçük þeye sýðýþtýramaz. Himmeti aðýr, o þey gayet hafif olduðundan, güya muvazenet bozulur.

Hem de insan hangi þeye temaþa ederse, elbette mekayisini ve esaslarýný kendi nefsinde arayacaktýr. Eðer bulmazsa, etrafýnda ve ebnâ-yý cinsinde arayacaktýr. Hattâ, hiçbir cihetten mümkünata benzemeyen Vacibü'l-Vücudu tefekkür etse, yine kuvve-i vahimesi þu vehm-i seyyii düstur ve dürbün yapmak istiyor. Halbuki, Sâni-i Zülcelâl, þu nokta-i nazarda temaþa edilmez. Kudretine inhisar yoktur. Ziya-yý þems gibi, kudret ve ilim ve iradesi þâmile ve âmmedir; münhasýr olmaz, muvazeneye gelmez. En büyük þeye taallûk ettiði gibi, en küçük ve en hasis þeye dahi taallûk eder. Mikyas-ý azameti ve mizan-ý kemali, mecmu-u âsârýdýr; herbir cüz'ü mikyas olamaz.

Ýþte, Vacibü'l-Vücudu mümkinata kýyas etmek, kýyas-ý maalfârýktýr. Mezbur vehm-i bâtýlla muhakeme etmek hatâ-yý mahzdýr. Ýþte þu hatâ-i bîedebâne ve þu vehm-i bâtýlýn netice-i seyyiesidir ki: Tabiiyyun, esbabý müessir-i hakikî olduklarýna; ve Mutezile hayvanlarý ef'âl-i ihtiyariyelerine hâlýk olduklarýna; ve hükema, cüz'iyatta ilm-i Ýlâhînin nefyine; ve mecusîler, halk-ý þer baþkasýnýn eseri olduðuna itikad ettiler. Güya onlarca Sâni o kadar azametiyle beraber, nasýl þöyle umur-u hasisiye ve cüz'iyeye tenezzül edip iþtigal etsin? Yuf onlarýn akýllarýna ki, þöyle bir vehm-i bâtýlýn hükmüne esir oldular. Ey birader, þu vehim itikad tarikiyle olmazsa da, vesvese cihetiyle bazan mü'minlere musallat oluyor.

Ýþaret

Eðer desen: "Delil-i ihtirâî i'tâ-i vücuddur. Ý'tâ-i vücud ise, idam-ý mevcudun refikidir. Halbuki, adem-i sýrftan vücudu ve vücud-u mahzdan adem-i sýrfý aklýmýz tasavvur edemiyor." Cevaben derim:

Yahu! Sizin bu istis'âbýnýz ve þu meselenin tasavvurundaki istiðrabýnýz, bir kýyas-ý hâdi'in netice-i vahîmesidir. Zira icad ve ibdâ-ý Ýlâhîyi,

Muhakemat - s.2025

abdin san'at ve kisbine kýyas edersiniz. Halbuki abdin elinden bir zerreyi imate veyahut icad etmek gelmez. Belki yalnýz umur-u itibariye ve terkibiyede bir san'at ve kisbi vardýr. Evet, bu kýyas aldatýcýdýr; insan kendini ondan kurtaramýyor.

Elhasýl: Ýnsan kâinatta mümkinatýn öyle bir kuvvet ve kudretini görmemiþ ki, icad-ý sýrf ve idam-ý mahz etsin. Halbuki, hükm-ü aklîsi de daima üssü'l-esasý, müþahedattan neþ'et eder. Demek, âsâr-ý Ýlâhiyeye mümkinat tarafýndan bakýyor. Halbuki, hayret-efza âsârýyla müspet olan kudret-i Sâniin canibinden temaþa etmek gerektir. Demek, ibâdýn ve kâinatýn umur-u itibariyeden baþka tesiri olmayan kuvvet ve kudretlerin cinsinden olan bir kudret-i mevhume içinde Sânii farz ederek, o noktadan þu meseleye temaþa ediyor. Halbuki Vacibü'l-Vücudun canibinden, kudret-i tâmmesi nokta-i nazarýndan bu meseleye temaþa etmek gerektir.

Ýþaret

Birinin âsârý muhakeme olunursa, onun hâssasýný nazara almak lâzýmdýr. Ýþte þu meselede edilmemiþtir. Zira bu meseleye, acz-i abdin arkasýnda, kudret-i mümkinatýn tarafýnda, kýyas-ý temsilînin perdesi altýnda temaþa ediyor. Halbuki tekvin-i âlemde bir kýsmýný maddesiz ibdâ ve bir kýsmý dahi maddeden inþa ile þu kadar hayret-feza âsâr-ý mucize ile kudret-i kâmile-i Ýlâhiyeyi göstermekle beraber, ondan sarf-ý nazar etmek, gaibi þahit suretinde görmek olan kýyas-ý hâdi' ile ve ebnâ-yý cinsini muhakeme ettiði gibi, bir kaide-i mahdude ile Vacibü'l-Vücuda nazar ederler. Hattâ çok meseleyi akl-ý selim mâkul gördüðü halde, onlar gayr-ý mâkul tevehhüm ederler.

Tenbih

Muhtereattan kat-ý nazar, masnuatýn en zahir ve münevver ve "ziya" dedikleri olan nur-u ayn-ý âlemin kavanîn-i acibesi; ve onun semeresi ve misal-i musaggarý olan nur-u basarýn nevâmîs-i bediasýyla münevver ve musavver olan kemâl-i kudret-i Ýlâhiyenin canibinde, muvazene nokta-i nazarýnda gayr-ý mâkul ve uzak tevehhüm olunan mesâile temaþa edilirse, me'nus ve ayn-ý akýl kirpikleri ortasýnda görülecektir.

Tenbih

Nasýl ki, zaruriyattan nazariyat istintac olunur. Öyle de âsâr-ý Sâniin zaruriyatý, mahfiyat-ý san'atýna burhandýr. Ýkisi beraber bu meseleyi ispat eder.

Telvih

Acaba nizam-ý âlemdeki san'attan daha dakik, daha acip, daha garip, cins-i kudret-i mümkinattan daha uzak, akýl tasavvur edebilir mi? Elbette edemez. Zira fünun, gösterdikleri fevaid ve hikem ile bizzarure Sâniin kast ve san'at ve hikmetine þehadet ettiklerinden ukulü kabul etmeye muztar etmiþlerdir. Yoksa, bu bedihiyattan en küçük bir hakikati, akýl kendi kendine kalsaydý, kabul etmezdi.

Evet, zemin ve âsumâný hamleden ve muallâkta tutan ve ecram-ý kâinatý istihdam eden ve nizamýnda ithal ile hiçbir emrine isyan edilmeyen Zat-ý Akdesten neden istiðrap olunsun ki, ondan derecatla eshel ve ehaff olaný hamletsin. Evet, bir daðý kaldýran, bir hokkayý kaldýrabilmekten tereddüt etmek, sýrf safsata etmektir. Elhasýl: Nasýl Kur'ân'ýn bazýsý bazýsýna müfessirdir; kezalik, kâinat kitabý dahi, bazý sutûru, arkalarýndaki san'at ve hikmeti tefsir eder.

Ýþaret

Eðer desen: Bazý mutasavvýfýn kelâmýndan ittisal ve ittihad ve hulûl zahir oluyor. Ve ondan tevehhüm edilir ki, bazý maddiyyunun mesleði olan vahdetü'l-vücuda bir münasebet gösterir.

Elcevap: Müteþabih hükmünde olan muhakkikîn-i sofiyenin þatahatýný ki, vücud-u Akdese hasr-ý nazar ve istiðrak ve mümkinattan tecerrüd cihetiyle matmah-ý nazar ettikleri delil içinde neticeyi görmek, yani, âlemden Sânii müþahede etmek tarikiyle takip ettikleri meslek olan cedavil-i ekvanda cereyan-ý tecelliyatý ve melekûtiyet-i eþyada sereyan-ý füyuzatý ve merâyâ-yý mevcudata tecellî-i esmâ ve sýfâtý ise, dîku'l-elfaz sebebiyle "ulûhiyet-i sâriye" ve "hayat-ý sâriye" tâbir ettikleri hakaiki baþkalar anlamadýlar. Su-i tefehhümle, kendi istidad-ý þûrelerinden zuhur eden evham-ý vahiyeye, muhakkikînin kelimat ve þatahatýný tatbik ettiler. Yuha onlarýn akýllarýna! Süreyya derecesinde olan muhakkikînin efkâr-ý mücerredeleri, serâ derekesinde olan mukallidîn-i maddiyyunun efkâr-ý sefilesinden binler derece uzaktýr. Evet, þu iki fikrin tatbikine çalýþmak, þu zaman-ý terakkide akl-ý beþerin duçar-ý sekte olduðunu ve varta-i mevte düþtüðünü izhar etmektir ki, insaniyet müteessifane nazar ederek ve istidad-ý tahkik ve terakki lisanýyla

1

demeye mecbur oluyor.

Muhakemat - s.2026

Ýþaret

Þunlar, ehl-i vahdetü'þ-þuhuddurlar. Fakat vahdetü'l-vücudla mecazen tâbir edilebilir. Fakat hakikaten vahdetü'l-vücud, bazý hukema-i kadîmenin meslek-i bâtýlasýdýr.

Tenbih

Þu mutasavvifînin reis ve kebîri demiþ ki: Ýttisali veya ittihadý veya hulûlü iddia eden, mârifet-i Ýlâhiyeden hiçbirþey istiþmam etmemiþtir. Evet, mümkün, Vaciple nasýl ittisal ve ittihad edecek? Kellâ! Evet, mümkünün ne kýymeti vardýr; ta ki vâcip onda hulûl ede? Hâþâ! Neam, mümkinde füyuzat-ý Ýlâhiyeden bir feyiz tecellî eder. Ýþte bunlarýn mesleði ötekilerin mesleðine münasebet ve temas edemez. Zira maddiyyunun mesleði maddiyata hasr-ý nazar ve istiðrak ettiklerinden, efkârlarý fehm-i ulûhiyetten tecerrüd edip uzaklaþtýlar. O derece maddeye kýymet verdiler ki, herþeyi maddede görmek, hattâ ulûhiyeti onda mezc etmek gibi bir meslek-i müteassifeye girmiþlerdir. Fakat ehl-i vahdetü'þ-þuhud olan muhakkikîn-i sofiyye o derece Vâcibe hasr-ý nazar etmiþler ki, mümkinatýn hiçbir kýymeti kalmamýþtýr; "Bir vardýr" derler. El'insaf! Serâ-Süreyya kadar birbirinden uzaktýr. Maddeyi cemî envâ ve eþkâliyle halk eden Hâlýk-ý Zülcelâle kasem ederim ki, dünyada þu iki mesleðin temasýný intaç eden rey-i ahmakaneden daha kabih ve daha hasis ve daha sahibinin mizac-ý aklýnýn inhirafýna delil olacak bir rey yoktur.

Tenvir

Küre-i arz küçük, parça parça ve rengârenk ve mütehalif cam parçalarýndan farz olunursa, herbiri baþka çeþitle levnine ve cirmine ve þekline nispetle þemsten bir feyiz alacaktýr. Þu hayalî feyiz ise, ne güneþin zatý ve ne ayn-ý ziyasýdýr. Hem de ziyanýn temâsili ve elvan-ý seb'asýnýn tesavîri ve güneþin tecellîsi olan þu gûnâgûn ve rengârenk çiçeklerin elvâný, faraza lisana gelirse, herbiri, "Güneþ benim gibidir" veyahut "güneþ benim" diyeceklerdir.


2


Fakat ehl-i vahdetü'þ-þühudun meþrebi, fark ve sahvdýr. Ehl-i vahdetü'l-vücudun meþrebi mahv ve sekirdir. Safî meþrep ise, meþreb-i ehl-i fark ve sahvdýr.

3

Tenbih

Ýþte vücud-u Sâni'in delâil-i icmâlîsi... Tafsili ise kütüb-ü selâsede gelecektir. Eðer desen: "Delâil-i tevhidin burada velev icmalen olsun beyanýný isterim." Derim ki:

Delâil-i tevhid, o kadar müþtehire ve çoktur ki, bu kitapta zikirden müstaðnîdirler. Ýþte
4 âyetinin sadefinde meknûn olan burhanü't-temânü, bu minhaca bir menar-ý neyyirdir. Evet, istiklâl, ulûhiyetin hâsse-i zâtiyesidir. Ve lâzýme-i zaruriyesidir.

Tenvir

Kâinattaki teþabüh-ü âsâr ve etrafý birbiriyle muânaka ve el ele tutmuþ, birbirine arz-ý intizam ve birbirinin sualine karþý cevab-ý savap ve birbirinin nida-yý ihtiyacýna lebbeyk cevabý vermek ve bir nokta-i vahidiye temaþa etmek ve bir mihver-i nizam üzerinde deveran etmek cihetiyle Sâniin tevhidine telvih, belki Hâkim-i Ezelin vahdaniyetine tasrih ediyor. Evet, bir makinenin sânii ve muhterii bir olur.

5

    Kitab-ý âlemin evrakýdýr eb'ad-ý namahdud,
    Sutur-u kâinat-ý dehrdir âsâr-ý namâdud.
    Basýlmýþ destgâh-ý levh-i mahfuz-u tabiatta,
    Mücessem lâfz-ý mânidardýr âlemde her mevcud.

Hoca Tahsin'in "namâdud" ve "namahdud"dan muradý nisbîdir; hakikî lâyetenâhîlik deðildir.

Ýþaret

Sani-i Zülcelâl, ne kadar evsaf-ý kemaliye varsa, onlarla muttasýftýr. Zira mukarrerdir ki: Masnûda olan feyz-i kemal, Sâniin kemâlinden iktibas

Muhakemat - s.2027

edilmiþ bir zýll-i zalîlidir. Demek, kâinatta ne kadar hüsün ve cemal ve kemal varsa, umumundan lâyuhadd derecede yüksek tabakada evsaf-ý cemaliye ve kemâliyeyle Sâni muttasýftýr. Evet, ihsan servetin, icad vücudun, icap vücubun, tahsin hüsnün fer'idir ve delilidir. Hem de Sâni-i Zülcelâl, cemî nekaisten münezzehtir. Maddiyatýn mahiyatýnýn istidatsýzlýðýndan neþ'et eden nekaisten müberradýr. Kâinatýn mahiyat-ý mümkinesinden neþ'et eden evsaf ve levazýmatýndan mukaddestir.

6

Mukaddeme

Eðer desen: Dibaçede demiþtin: Kelime-i þehadetin ikinci kelâmý birincisine þahit ve meþhuddur.

Elcevap: Neam, evet. Mârifetullah denilen kâbe-i kemalâta giden minhaclarýn en müstakim ve en metini, Sahib-i Medine-i Münevvere Aleyhisselâmýn yaptýðý tarik-i hadid-i beyzâsýdýr ki, ruh-u hidayet hükmünde olan Muhammed Aleyhisselâm, avâlim-i gaybýn miþkât ve zücacesi hükmünde olan kalbinin mâkes ve tercümaný makamýnda olan lisan-ý sadýký, berahin-i Sâniin en sadýk bir delil-i zîhayat ve bir hüccet-i nâtýka ve bir burhan-ý fasihtir. Evet, hem zatý, hem lisaný birer burhan-ý neyyirdir. Neam, hilkat tarafýndan zat-ý Muhammed burhan-ý bâhirdir. Hakikat canibinden lisaný, þahid-i sadýktýr. Evet, Muhammed Aleyhisselâm hem Sânie, hem nübüvvete, hem haþre, hem hakka, hem hakikate bir hüccet-i katýadýr. Tafsili gelecektir.

Tenbih

"Devir" lâzým gelmez. Zira, sýdkýnýn delâili, Sâniin delâiline tevakkuf etmez.

Temhid

Peygamberimiz, Sâniin bir burhanýdýr. Öyleyse, þu burhanýn ispat-ý sýdkýný ve intacýný ve sureten ve maddeten sýhhatini ispat etmek gerektir. Nahu:

7


Emma ba'dü, ey hakikatin âþýký! Eðer vicdanýmý mütalâa etmekle hakikatleri rasad etmek istersen, kalb dedikleri lâtife-i Rabbaniyenin pasý ve zengârý hükmünde olan arzu-yu hilâf ve iltizam-ý taraf-ý muhalif ve mâzur tutulmak için kendi evhamýna bir hak vermek ve bir asla ircâ etmek ve mecmuun neticesini herbir fertten istemek ki, zaafiyeti sebebiyle neticenin reddine bir istidad-ý seyyie verilir.*

Hem de bahaneli çocukluk tabiatý, hem de mahaneli düþman seciyesi, hem de yalnýz ayýbý görmek þanýnda olan müþteri nazarý gibi emirlerden o mir'âtý taskîl ve tasfiye et. Muvazene ve mukabele eyle, ekser emârâtýn imtizacýndan tezahür eden hakikatýn þule-i cevvalesini karine-i münevvire et; tâ ekaldeki evham-ý muzlimeyi tenvir ve def edebilesin. Hem de munsýfane ve müdakkikane ile dinle, kelâm tamam olmadan itiraz etme. Nihayete kadar bir cümledir, bir hükümdür. Tamam olduktan sonra bir vehmin kalýrsa söyle.

Tenbih

Þu burhanýn suðrâsý, nübüvvet-i mutlakadýr. Kübrasý ise, nübüvvet-i Muhammed'dir (aleyhissalâtü vesselâm). Ýþte baþlýyoruz:

Ýþaret

Sâniin hikmeti ve ef'âlindeki adem-i abesiyet ve kâinattaki en hasis ve en kalîl þeyde nizamýn müraatý ve adem-i ihmali ve nev-i beþerin mürþide olan ihtiyac-ý zarurîsi, nev-i beþerde vücud-u nübüvvet, kat'an istilzam ederler.

Eðer desen: "Bu icmaldeki mânâyý anlamadým, tafsil et" Derim: Ýþte dinle. Görüyorsun ki, maddiye ve mâneviye olan nev-i beþerdeki nizamatýn, hem de hasiyet-i aklýn kuvvetiyle taht-ý tasarrufuna alýnan çok envâýn ahvaline verildiði intizamatýn merkezi ve madeni hükmünde olan nübüvvet-i mutlakanýn burhaný, insanýn hayvaniyetten üç noktada olan terakkisidir.

Birincisi: "Fikrin evveli amelin âhiri, amelin evveli fikrin âhiri" olan kaidesinin zýmnýndaki sýrr-ý aciptir. Þöyle:

Nur-u nazarla ilel-i müterettibe-i müteselsilenin meyanýnda olan terettübü keþfederek umum kemalât-ý insaniyenin tohumu hükmünde olan mürekkebatý, besaite tahlil ve ircâ etmekle hâsýl olan kabiliyet-i ilim ve terkip dedikleri kavanîn-i cariyeyi istimal edip, san'atýyla tabiatý muhakât olan kabiliyet-i san'attan nazarýnýn kusurunu ve evhamýn müzahameti ve sevk-i insaniyetin adem-i kifayeti cihetiyle bir mürþid-i nebîye ihtiyaç gösteriyor-tâ,

Muhakemat - s.2028

âlemdeki nizam-ý ekmelin muvazenesi muhafaza olunsun.

Ýkincisi: Gayr-ý mütenahi olan beþerin istidadý, gayr-ý mahsur olan âmâl ve müyûlâtý ve gayr-ý mazbut olan tasavvurat ve efkârý, gayr-ý mahdut olan kuvve-i þeheviye ve gazabiyesidir.

Ýþaret

Bir adama milyonlarca sene ömürle bütün lezaiz-i dünyeviye ve her cihetten tasallut-u tâm verildiði halde, istidadýndaki lâyetenâhîliðin hükmünce bir "Ah, ah, leyte"yi çekecektir. Güya o adem-i rýzayla remiz ve iþaret ediyor ki, insan ebede namzettir ve saâdet-i ebediye için halk olunmuþtur. Tâ gayr-ý mütenahi bir zamanda, gayr-ý mahdut ve geniþ bir âlemde, gayr-ý mahsur olan istidadatýný bilfiile çýkarabilsin.

Tenbih


Adem-i abesiyet ve hakaik-i eþyanýn sübutiyetleri imâ ediyor ki: Bu dar ve mahsur ve herbir lezzetinde çok a'razýn müzahametiyle keþmekeþ ve tehasüdden halî olmayan þu dünya-yý deniyye içinde kemâlât-ý insaniye yerleþmez. Belki geniþ ve müzahametsiz bir âlem lâzýmdýr. Tâ insan hakkýyla sümbüllensin ve ahval ve kemalâtýna nizam vermekle, nizam-ý âleme hem-dest-i vifak olabilsin.

Tenbih ve iþaret

Ýstitradî olarak haþre imâ olundu. Ýleride zaten burhan-ý kat'iyle ispat edilecektir. Fakat burada istediðim nokta: Ýnsandaki istidat ebede nâzýrdýr. Eðer istersen insaniyetin cevherine ve natýkýyetin kýymetine ve istidadýn muktezasýna teemmül ve tetkik et. Sonra da o cevher-i insaniyetin en küçük ve en hasis hizmetkârý olan hayale bak, gör, yanýna git ve de: "Ey hayal aða, beþaret sana! Dünya ve mâfîhânýn saltanatý, milyonlar sene ömürle beraber sana verilecektir. Fakat âkýbetin dönmemeksizin fenâ ve ademdir." Acaba hayal sana nasýl mukabele edecek? Ayâ, istibþar ve sürur veyahut telehhüf ve tahassürle cevap verecektir? Ecel, neam, evet, cevher-i insaniyet a'mak-ý vicdanýn dibinde enîn ve hanîn edip baðýracak: "Eyvah, vâ hasretâ saâdet-i ebediyenin fýkdanýna!" diyecektir. Hayale zecir ve ta'nif ederek, "Yahu! Bu dünya-yý faniyeyle razý olma!"

Ýþte ey birader, hînâ bu saltanat-ý faniye, sultan-ý insaniyetin en hakîr hizmetkârý veyahut þairi veyahut sanatkâr ve tasvircisini iþbâ ve razý edemezse, nasýl o hayal gibi çok hizmetkârlarýn sahibi olan sultan-ý insaniyeti iþbâ edebilir? Kellâ! Neam, onu iþbâ edecek, yalnýz haþr-ý cismânînin sadefinde meknun olan saâdet-i ebediyedir.

Üçüncüsü: Ýnsanýn itidal-i mizacý ve letafet-i tab'ý ve ziynete olan meylidir. Yani, insanýn insaniyete lâyýk bir suret-i taayyüþe olan meyl-i fýtrîsidir. Neam. Ýnsan hayvan gibi yaþamamalýdýr. Ve yaþamaz. Belki þeref-i insaniyete münasip bir kemalle yaþamak gerektir. Binaenaleyh, beþer mesken ve melbes ve me'keli, sanayi-i kesîreyle taltif etmesine muhtaçtýr. Bu san'atlarda yalnýzca kudretinin adem-i kifayetine binaen ebnâ-yý cinsiyle imtizac etmek, o da iþtirak etmek, o da teâvün etmek, o da sa'yin semeratýný mübadele etmesini iktiza etmekle beraber, kuvâ-yý insaniyedeki inhimak ve tecavüz sebebiyle adalete ihtiyaç, o da her aklýn adalete adem-i kifayetine binaen, onu muhafaza edecek kavanîn-i külliyenin vaz'larýna ihtiyaç, o da tesirini muhafaza etmek için icra edecek bir mukannine, o mukannin dahi zahiren ve bâtýnen hâkimiyetini muhafaza etmek için maddeten ve mânen tefevvuka, hem de Sâni-i Âlemin tarafýndan bazý umurla muhassas olmasýyla bir imtiyaz ve kuvvet-i nispete, hem de evamirine olan itaati temin ve tesis eden azamet-i Sâniin tasavvurunu zihinlerde idame edecek bir müzekkire-i mükerrere olan ibadete muhtaçtýr. O ibadet dahi Sâniin canibine efkârý tevcih eder. O teveccüh ise, inkýyadý tesis, o inkýyad dahi nizam-ý ekmele îsal eder. O nizam-ý ekmel dahi, sýrr-ý hikmetten tevellüd eder. Sýrr-ý hikmet dahi ademü'l-abesiyeti ve Sâniin hikmeti, masnudaki teennuku kendine þahit gösterir.

Ýþte, eðer insanýn hayvandan þu cihat-ý selâseyle olan temayüzünü derk edebildin; bizzarure netice veriyor ki: Nübüvvet-i mutlaka, nev-i beþerde kutup, belki merkez ve bir mihverdir ki, ahval-i beþer onun üzerine deveran ediyor. Þöyle ki:

Cihet-i ûlâda dikkat et. Bak, nasýl sevkü'l-insaniyet ve meyl-i tabiînin adem-i kifayeti ve nazarýn kusuru ve tarik-i akýldaki evhamýn ihtilâtý, nasýl nev-i beþeri eþedd-i ihtiyaçla bir mürþid ve muallime muhtaç eder. O mürþid, peygamberdir.

Ýkinci cihette tedebbür et. Þöyle: Ýnsandaki lâyetanâhîlik ve tabiatýndaki meylü't-tecavüz ve kuvâ ve âmâlindeki adem-i tahdid ve âlemdeki meylü'l-istikmalin dalý hükmünde olan insandaki meylü't-terakkinin semeresi hükmünde olan kamet-i nâmiye-i istidad-ý insanîsine intibak etmeyen, belki camid ve muvakkat olan kanun-u beþer ki, tedricen tecarüple hâsýl olan netaic-i efkârýn telâhukuyla vücuda gelen o kavânin-i beþer, þu semere-i istidadýn çekirdeklerinin terbiye ve imdadýna adem-i kifayetinin sebebiyle maddeten ve

Muhakemat - s.2029

mânen iki âlemde saâdet-i beþeri temin edecek, hem de kamet-i istidadýnýn büyümesiyle tevessü edecek, zîhayat ve ebediye bir þeriat-ý Ýlâhiyeye ihtiyaç gösterir. Ýþte, þeriatý getiren, peygamberdir.

Eðer desen: "Biz görüyoruz ki: Dinsizlerin veya sahih bir dini olmayanlarýn ahvalleri muaddele ve munazzemedirler."

Elcevap: O adalet ve intizam, ehl-i dinin ikazat ve irþadatýyladýr. Ve o adalet ve faziletin esaslarý, enbiyanýn tesisleriyledir. Demek enbiya, esas ve maddeyi vaz etmiþlerdir. Onlar da o esas ve fazileti tutup, onda iþlediklerini iþlediler. Bundan baþka nizam ve saadetleri, muvakkattýr. Bir cihetten kaime ve müstakime ise, çok cihattan mâile ve münhaniyedir. Yani, ne kadar sureten ve maddeten ve lâfzan ve maâþen muntazamadýr; fakat sîreten ve mâneviyaten ve mânen faside ve muhtelledir.

Ey birader! Ýþte sýra üçüncü cihete geldi. Ýyi tefekkür et. Þöyle:

Ahlâktaki ifrat ve tefrit ise, istidadatý ifsad ediyor. Ve þu ifsad ise, abesiyeti intaç eder. Ve þu abesiyet ise, kâinatýn en küçük ve en ehemmiyetsiz þeylerinde mesalih ve hikemin riayetiyle âlemde hükümfermalýðý bedihî olan hikmet-i Ýlâhiyeye münakýzdýr.

Vehim ve tenbih

"Meleke-i mârifet-i hukuk" dedikleri her fenalýðýn maddeten zararýný ihsas ede ede ve efkâr-ý umumiyeyi ikaz etmekle hâsýl olan "meleke-i riayet-i hukuk" dedikleri emri, þeriat-ý Ýlâhiyeye bedel olarak dinsizlerin tasavvuru ve þeriatten istiðnalarý bir tevehhüm-ü bâtýldýr. Zira dünya ihtiyarlandý. Öyle birþeyin mukaddematý da zahir olmadý. Bilâkis, mehasinin terakkisiyle beraber mesâvî dahi terakki edip daha dehþetli ve aldatýcý bir þekle giriyor.

Evet, nasýl ki nevâmis-i hikmet, desâtir-i hükûmetten müstaðni deðildir. Öyle de, vicdana hâkim olan kavanin-i þeriat ve fazilete eþedd-i ihtiyaçla muhtaçtýr. Ýþte, þöyle mevhume olan meleke-i tâdil-i ahlâk, kuvâ-yý selâseyi hikmet ve iffet ve þecaatta muhafaza etmesine kâfi deðildir. Binaenaleyh insan bizzarure vicdan ve tabiatlara müessir ve nâfiz olan mizan-ý adalet-i Ýlâhiyeyi tutacak bir nebîye muhtaçtýr.

Ýþaret

Binlerce enbiya, nev-i beþerde nübüvveti iddia ederek binlerce mucizatla müddeayý ispat etmiþlerdir. Ýþte, o enbiyanýn cemi mucizatlarý lisan-ý vâhidle nübüvvet-i mutlakayý ilân eder. Bizim þu suðrâmýza dahi bir burhan-ý kàtý'dýr. Buna tevatür-ü bilmânâ veya ne tâbirle diyorsanýz deyiniz, metin bir delildir.

Tenbih

Þu Muhakemat'ýn cihetü'l-vahdeti budur ki: Eðer cemî fünun ele alýnýrsa ve fünunlarýn kavaidinin külliyetleriyle keþfettikleri ittisak ve intizama temaþa edilirse, hem de mesalih-i cüz'iye-i müteferrikanýn mayasý ve ukde-i hayatiyesi hükmünde olan bir lezzeti veya bir muhabbeti veya bir emr-i âhari içine atýlmakla-ekl ve nikâhtaki gibi-periþan olan umur ve ef'al o maya ile irtibat ve ittisal ettiklerini, inayet-i Ýlâhiye nokta-i nazarýnda nazar-ý dikkate alýnýrsa, hem de hikmetin þehadetiyle sabit olan adem-i abesiyet ve adem-i ihmali mutalâaya alýnýrsa, istikrâ-i tâmla netice veriyor ki: Mesalih-i külliyenin kutup ve mihveri ve maden-i hayatý hükmünde olan nübüvvet, nev-i beþerde zarurîdir. Faraza olmazsa, periþan olan nev-i beþer, güya muhtel bir âlemden þu muntazam âleme düþüp cereyan-ý umumînin ahengini ihlâl ettiði kabul olunursa, biz insanlar sair kâinata karþý ne yüzümüz kalacaktýr?

Tenbih

Ey birader! Eðer burhan-ý Sâniin suðrâsý senin sahife-i zihninde intikaþ etmiþse, hazýr ol. Kübrâsý olan nübüvvet-i Muhammed'in bahsine geçiyoruz.

Ýþaret ve irþad

Kübrâ sadýktýr. Zira sahife-i itibar-ý âlemde menkuþ olan âsâr-ý enbiyayý mütalâa etsen ve lisan-ý tarihte cereyan eden ahvallerini dinlersen ve hakikatý, yani cihetü'l-vahdeti tesir-i zaman ve mekânla girdiði suretlerden tecrit edebilirsen göreceksin ki: Ýnayet-i Ýlâhiyenin ziyasý olan mehasin-i mücerredenin þulesi olan hukukullah ve hukuk-u ibadý, enbiya düstur-u hareket ettiklerini ve nev-i beþer tarafýndan enbiyaya karþý keyfiyet-i telâkkileri ve ümeme karþý suret-i muameleleri ve terk-i menafi-i þahsiye ve sair umurlar ki, onlara nebî dedirmiþ ve nübüvvete medar olmuþ olan esaslar ise, evlâd-ý beþerin sinn-i tekemmül ve kühûlette olan üstadý ve medrese-i Ceziretü'l-Arapta menba-ý ulûm-u âliye ve muallimi olan zat-ý Muhammed'de daha ekmel ve daha azhar bulunur. Demek oluyor ki, istikrâ-i tam ile, hususan nev-i vahidde, lâsiyyema intizam-ý muttarid üzerine müesses olan kýyas-ý hafînin iânesiyle

Muhakemat - s.2030

ve kýyas-ý evlevînin teyidiyle nübüvvet-i Muhammed'i netice vermekle beraber tenkihü'l-menat denilen hususiyattan tecrit nokta-i nazardan, cemî enbiya, lisan-ý mucizatlarýyla, vücud-u Sâniin bir burhan-ý bâhiresi olan Muhammed'in sýdkýna þehadet ederler.

Ýtizar: Kýsa cümlelerle söylemiyorum; muðlâkça oluyor. Zira þu hakaik her tarafa derin köklerini attýklarýndan, mesele uzunlaþýyor. Suret-i meseleyi bozmak ve parça parça etmek ve hakikati incitmek istemiyorum. Hem de hakikatýn etrafýna bir daireyi çekmek istiyorum, tâ hakikat mahsur kalýp kaçmasýn. Ben tutmazsam baþkasý tutsun. Beni mâzur tutsanýz, febihâ_ Ve illâ hürriyet var; tahakküm yoktur. Keyfinize_
Mukaddeme

Peygamberin delil-i sýdký, herbir hareket, herbir hâlidir. Evet, herbir hareketinde adem-i tereddüt ve muterizlere adem-i iltifat ve muarýzlara adem-i mübalât ve muhalif olanlardan adem-i tahavvüfü, sýdkýný ve ciddiyetini gösteriyor. Hem de evamirinde hakikatýn ruhuna olan isabeti, hakkýyyetini gösterir.

Elhasýl: Tahavvüf ve tereddüt ve telâþ ve mübalât gibi hile ve adem-i vüsuku ve itminansýzlýðý imâ eden umurlardan müberrâ iken, bilâ perva ve kuvvet-i itminanla en hatarlý makamlarda olan hareketi ve nihayette olan isabeti ve iki âlemde semere verecek olan zîhayat kaideleri; harekâtýyla tesis ettiðine binaen, herbir fiil ve herbir tavrýnýn iki taraftan, yani bidayet ve nihayetten ciddiyeti ve sýdký, nazar-ý ehl-i dikkate arz-ý didar ediyor. Bahusus mecmu-u harekâtýnýn imtizacýndan ciddiyet ve hakkýyet þule-i cevvale gibi; ve in'ikâsatýndan ve muvazenatýndan sýdk ve isabet, berk-i lâmi gibi tezahür ve tecellî ediyor.

Ýþaret

Zaman-ý mâzi ve zaman-ý hal, yani, Asr-ý Saadet ve zaman-ý istikbal tazammun ettikleri berahin-i nübüvvet, lisan-ý vahidle maden-i ahlâk-ý âliye olan zat-ý Muhammed'de (aleyhissalâtü vesselâm) dâî-yi sýdký ve dellâl-ý nübüvveti olan burhan-ý zatînin nidasýna cevap ve hem-dest-i vifak olarak nübüvvetini i'lâ ve ilân ettiklerini kör olmayanlara gösterdiler. Þu halde, kitab-ý âlemden olan fasl-ý zamanýn sahife-i selâsesini mütalâa edeceðiz. Hem de o kitaptan mesele-i uzmâ ve münevvere olan zat-ý Muhammed'i (a.s.m.) temaþa ve ziyaret edeceðiz. Müddeâmýz olan burhanýn kübrasýný onunla ispat edeceðiz.

Ýþte, bu noktaya binaen, mesalik-i nübüvvet dörttür. Beþincisi meþhur ve mesturdur.
[/size]



1 "Haydi, çevir gözünü: En küçük bir kusur görüyor musun?" Mülk Sûresi, 67:3.

1 Allah'a yemin olsun ki hayýr. Serâ nerede, Süreyyâ nerede? Herþeyi gösteren ýþýk nerede, herþeyi örtüp saklayan zulmet nerede?

2 Evliyaya tuzak olan hayaller, ilâhî bahçelerin ay yüzlü güzellerinin akisleridir.

3
"Ýnsan, kendi hakikatini dahi idrak etmekten âciz iken, herþeyden önce var olan ve herþeyi ceberutiyet-i mutlaka ile hükmü altýnda tutan Zâtý nasýl idrak edebilir? O Cebbâr-ý Zîkýdem ki, herþeyi ilk olarak yoktan yaratmýþ ve inþa etmiþtir; sonradan var olup can bulanlar Onu nasýl idrak etsin?" Ýmam-ý Ali'ye (r.a.) ait olduðu rivayet edilmektedir. bkz. Dîvân u Ýmamý Ali, Beyrut.

4 "Eðer göklerde ve yerde Allah'tan baþka ilâhlar olsaydý, ikisi de harap olup giderdi." Enbiyâ Sûresi, 21:22.

5 "Herbir þeyde, Onun bir olduðuna delâlet eden bir âyet vardýr." Ýbnü'l-Mu'tez'in bir þiirinden alýnmýþtýr. Ýbn-i Kesîr, Tefsîrü'l-Kur'âni'l-Azîm, 1:24.

6 Onun benzeri hiçbir þey yoktur, celle celâluhu.

7 Allah'ým, Senin Vücub-u Vücuduna delâlet eden Muhammed'e (a.s.m.) salât ve selam et.

* Dikkat lâzýmdýr.


radyobeyan