Birinci Mesele By: Hadice Date: 23 Þubat 2011, 10:28:13
Birinci Mesele
Tarih lisan-ý teessüfle bize ders veriyor ki: Saltanat-ý Arabýn câzibesiyle A'cam, Araplara muhtelit olduklarýndan, kelâm-ý Mudarî'nin melekesi denilen belâgat-ý Kur'âniyenin madenini müþevveþ ettikleri gibi; öyle de, Acemlerin ve acemîlerin belâgât-ý Arabiyenin san'atýna girdiklerinden, fikrin mecrâ-yý tabiîsi olan nazm-ý maânîden, zevk-i belâðatý nazm-ý lâfza çevirmiþlerdir. Þöyle ki:
Efkâr ve hissiyatýn mecrâ-yý tabiîsi nazm-ý maânîdir. Nazm-ý maânî ise mantýkla müþeyyeddir. Mantýkýn üslûbu ise, müteselsil olan hakaike müteveccihtir. Hakaike giren fikirler ise, karþýsýnda olan dekaik-i mâhiyatta nâfizdirler. Dekaik-i mahiyat ise, âlemin nizam-ý ekmeline mümidd ve müstemmiddirler. Nizam-ý ekmelde herbir hüsnün menbaý olan hüsn-ü mücerred mündemiçtir. Hüsn-ü mücerred ise, mezâyâ ve letâif denilen belâgat çiçeklerinin bostanýdýr. Çiçeklerin bostaný, cinan-ý hilkatte cilveger olan, ezhara perestiþ eden ve þair denilen bülbüllerin naðamâtýdýr. Bülbüllerin naðamâtýna âheng-i rûhanî veren ise, nazm-ý maânîdir.
Hal böyle iken, Araptan olmayan dahil ve tufeylî ve acemîler belâgat-ý Arabiyede üdeba sýrasýna geçmeye çalýþtýklarýndan, iþ çýðýrdan çýktý. Zira bir milletin mizacý o milletin hissiyatýnýn menþei olduðu gibi, lisan-ý millîsi de hissiyatýnýn mâkesidir. Milletin emziceleri muhtelif olduðu gibi, lisanlarýndaki istidad-ý belâgat dahi mütefavittir-lasiyyemâ Arabî lisaný gibi nahvî bir lisan olsa_
Bu sýrra binaen, cereyan-ý efkâra mecrâ ve belâgat çiçeklerine çimengâh olmaya çok derece nâkýs ve kýsa ve kuru ve kýr'av olan nazm-ý lâfýz; mecrâ-yý tabiîsi olan nazm-ý mânâya mukabele ederek belâðatý müþevveþ etmiþtir.
Zira acemîler su-i ihtiyar veya sevk-i ihtiyaçla lâfzýn tertip ve tahsinine ve maâni-i lüðaviyenin tahsiline daha ziyade muhtaç olduklarýndan ve elfaz, mecrâ olmak cihetiyle daha âsân ve daha zahir ve nazar-ý sathîye daha mûnis ve hevam gibi avamýn nazarlarýný daha cazibedar ve avamperestâne nümayiþlere daha müstait bir zemin olduðundan, elfaza daha ziyade sarf-ý himmet etmiþlerdir. Yani, ne kadar bir mesafe kat ederse, önlerine çok muþa'þa' sahralar kendilerini göstermek þanýnda olan tertib-i maânide olan tagalgulden zihinlerini çevirip, elfaz arkasýna koþup, dolaþýyorlar. Maânînin tasavvurlarýndan sonra elfazýn arkasýna gitmekle fikirleri çatallaþmýþtýr. Gide gide elfaz mânâya galebe etmekle istihdam ederek, "lafýz, mânâya hizmet etmek" olan kaziye-i tabiiye aksine çevrildiðinden, tabiat-ý belâgattan böyle lâfýzperest mutasallýflarýn san'atýna kadar, yok, belki tasannularýna, uzun bir mesafe girmiþtir. Eðer istersen, Harîrî gibi bir dahiye-i edebin Makamat'ýna gir, gör. O dahiye-i edep nasýl hubb-u lâfza maðlûp olarak, lâfýzperestlik hevesi o kýymettar edebini lekedar ettiði gibi, lâfýzperestlere de bast-ý özür etmiþtir ve nümune-i imtisal olmuþtur. Onun için, o koca Abdülkahir bu hastalýðý tedavi etmek için Delâil-i Ý'câz ve Esrarü'l-Belâgat'-ýn bir sülüsünü onun ilâçlarýndan doldurmuþtur. Evet, lâfýzperestlik bir hastalýktýr; fakat bilinmez ki hastalýktýr.Tenbih
Lâfýzperestlik nasýl bir hastalýktýr; öyle de, suretperestlik, üslûpperestlik ve teþbihperestlik ve hayalperestlik ve kafiyeperestlik, þimdi filcümle, ileride ifratla, tam bir hastalýk ve mânâyý kendine feda edecek derecede bir maraz olacaktýr. Hattâ bir nükte-i zarafet için veya kafiyenin hatýrý için, çok edip, edepte edepsizlik etmeye þimdiden baþlamýþlardýr.
Evet, lâfza ziynet verilmeli, fakat tabiat-ý mânâ istemek þartýyla. Ve suret-i mânâya haþmet vermeli, fakat meâlin iznini almak þartýyla. Ve üslûba parlaklýk vermeli, fakat maksudun istidadý müsait olmak þartýyla. Ve teþbihe revnak vermeli, fakat matlubun münasebetini göze almak ve rýzasýný tahsil etmek þartýyla. Ve hayale cevelân ve þâþaa vermeli, fakat hakikati incitmemek ve aðýr gelmemek ve hakikate misal olmak ve hakikatten istimdat etmek þartýyla gerektir.