Birinci Mektup By: Hadice Date: 23 Þubat 2011, 00:28:49
MEKTUBAT
BÝRÝNCÝ MEKTUP
Birinci Mektup - s.347Dört sualin muhtasar cevabýdýr.
BÝRÝNCÝ SUAL:
Hazret-i Hýzýr Aleyhisselâm hayatta mýdýr? Hayatta ise, niçin bazý mühim ulema hayatýný kabul etmiyorlar?
Elcevap: Hayattadýr. Fakat merâtib-i hayat beþtir. O, ikinci mertebededir. Bu sebepten, bazý ulema hayatýnda þüphe etmiþler.
Birinci tabaka-i hayat: Bizim hayatýmýzdýr ki, çok kayýtlarla mukayyettir.
Ýkinci tabaka-i hayat: Hazret-i Hýzýr ve Ýlyas Aleyhimesselâmýn hayatlarýdýr ki, bir derece serbesttir. Yani, bir vakitte pek çok yerlerde bulunabilirler. Bizim gibi beþeriyet levazýmatýyla daimî mukayyet deðillerdir. Bazan, istedikleri vakit bizim gibi yerler, içerler; fakat bizim gibi mecbur deðillerdir. Tevatür derecesinde, ehl-i þuhud ve keþif olan evliyanýn Hazret-i Hýzýr ile maceralarý, bu tabaka-i hayatý tenvir ve ispat eder. Hattâ makamat-ý velâyette bir makam vardýr ki, "makam-ý Hýzýr" tabir edilir. O makama gelen bir velî, Hýzýr'dan ders alýr ve Hýzýr ile görüþür. Fakat bazan o makam sahibi, yanlýþ olarak ayn-ý Hýzýr telâkki olunur.
Üçüncü tabaka-i hayat: Hazret-i Ýdris ve Ýsâ Aleyhimesselâmýn tabaka-i hayatlarýdýr ki, beþeriyet levazýmatýndan tecerrüdle, melek hayatý gibi bir hayata girerek nuranî bir letâfet kesb eder. Âdetâ beden-i misalî letâfetinde ve cesed-i necmî nuraniyetinde olan cism-i dünyevîleriyle semâvatta bulunurlar. "Âhirzamanda Hazret-i Ýsâ Aleyhisselâm gelecek, þeriat-i Muhammediye (a.s.m.) ile amel edecek"2 meâlindeki hadisin sýrrý þudur ki:
Âhirzamanda, felsefe-i tabiiyenin verdiði cereyan-ý küfrîye ve inkâr-ý ulûhiyete karþý, Ýsevîlik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip Ýslâmiyete inkýlâp edeceði bir sýrada, nasýl ki Ýsevîlik þahs-ý mânevîsi, vahy-i semâvî kýlýcýyla o müthiþ dinsizliðin þahs-ý mânevîsini öldürür. Öyle de, Hazret-i Ýsâ Aleyhisselâm, Ýsevîlik þahs-ý mânevîsini temsil ederek, dinsizliðin þahs-ý mânevîsini temsil eden Deccalý öldürür; yani, inkâr-ý ulûhiyet fikrini öldürecek.
Dördüncü tabaka-i hayat: Þüheda hayatýdýr. Nass-ý Kur'ân'la, þühedanýn, ehl-i kuburun fevkinde bir tabaka-i hayatlarý vardýr. Evet, þüheda, hayat-ý dünyevîlerini tarik-i hakta feda ettikleri için, Cenâb-ý Hak, kemâl-i kereminden, onlara hayat-ý dünyeviyeye benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayatý âlem-i berzahta onlara ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüþ bilmiyorlar. Yalnýz kendilerinin daha iyi bir âleme gittiklerini biliyorlar, kemâl-i saadetle mütelezziz oluyorlar, ölümdeki firak acýlýðýný hissetmiyorlar. Ehl-i kuburun çendan ruhlarý bâkidir; fakat kendilerini ölmüþ biliyorlar. Berzahta aldýklarý lezzet ve saadet, þühedanýn lezzetine yetiþmez.
Nasýl ki, iki adam bir rüyada cennet gibi bir güzel saraya girerler. Birisi rüyada olduðunu bilir; aldýðý keyif ve lezzet pek noksandýr. "Ben uyansam þu lezzet kaçacak" diye düþünür. Diðeri rüyada olduðunu bilmiyor; hakikî lezzet ile hakikî saadete mazhar olur. Ýþte, âlem-i berzahtaki emvat ve þühedanýn hayat-ý berzahiyeden istifadeleri öyle farklýdýr. Hadsiz vakýatla ve rivayatla, þühedanýn bu tarz-ý hayata mazhariyetleri ve kendilerini sað bildikleri sabit ve kat'îdir. Hattâ, Seyyidü'þ-Þüheda olan Hazret-i Hamza Radýyallahu Anh, mükerrer vakýatla, kendine iltica eden adamlarý muhafaza etmesi ve dünyevî iþlerini görmesi ve gördürmesi gibi çok vakýatla, bu tabaka-i hayat tenvir ve ispat edilmiþ. Hattâ, ben kendim, Ubeyd isminde bir yeðenim ve talebem vardý. Benim yanýmda ve benim yerime þehid olduktan sonra, üç aylýk mesafede esarette bulunduðum zaman, mahall-i defnini bilmediðim halde, bence bir rüya-yý sadýkada, tahte'l-arz bir menzil suretindeki kabrine girmiþim. Onu þüheda tabaka-i hayatýnda gördüm. O beni ölmüþ biliyormuþ; benim için çok aðladýðýný söyledi. Kendisini hayatta biliyor. Fakat Rus'un istilâsýndan çekindiði için, yeraltýnda kendine güzel bir menzil yapmýþ. Ýþte bu cüz'î rüya, bazý þerâit ve emâratla, geçen hakikate bana þuhud derecesinde bir kanaat vermiþtir.
Beþinci tabaka-i hayat: Ehl-i kuburun hayat-ý ruhanîleridir. Evet, mevt, tebdil-i mekândýr, ýtlak-ý ruhtur, vazifeden terhistir; idam ve adem ve fenâ deðildir.
Birinci Mektup - s.348
Hadsiz vakýatla ervâh-ý evliyanýn temessülleri ve ehl-i keþfe tezahürleri ve sair ehl-i kuburun yakazaten ve menâmen bizlerle münasebetleri ve vakýa mutabýk olarak bizlere ihbaratlarý gibi çok delâil, o tabaka-i hayatý tenvir ve ispat eder. Zaten beka-i ruha dair Yirmi Dokuzuncu Söz, bu tabaka-i hayatý delâil-i kat'iye ile ispat etmiþtir.
ÝKÝNCÝ SUAL:
Furkan-ý Hakîmde,1
gibi âyetlerde, "Mevt dahi hayat gibi mahlûktur; hem bir nimettir" diye ifham ediliyor. Halbuki, zâhiren mevt inhilâldir, ademdir, tefessühtür, hayatýn sönmesidir, hâdimü'l-lezzâttýr. Nasýl mahlûk ve nimet olabilir?
Elcevap: Birinci sualin cevabýnýn âhirinde denildiði gibi, mevt, vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândýr, bir tahvil-i vücuttur, hayat-ý bâkiyeye bir davettir, bir mebdedir, bir hayat-ý bâkiyenin mukaddimesidir. Nasýl ki hayatýn dünyaya gelmesi bir halk ve takdirledir. Öyle de, dünyadan gitmesi de bir halk ve takdirle, bir hikmet ve tedbirledir. Çünkü, en basit tabaka-i hayat olan hayat-ý nebâtiyenin mevti, hayattan daha muntazam bir eser-i san'at olduðunu gösteriyor. Zira, meyvelerin, çekirdeklerin, tohumlarýn mevti tefessühle, çürümek ve daðýlmakla göründüðü halde, gayet muntazam bir muamele-i kimyeviye ve mizanlý bir imtizâcât-ý unsuriye ve hikmetli bir teþekkülât-ý zerreviyeden ibaret olan bir yoðurmaktýr ki, bu görünmeyen intizamlý ve hikmetli ölümü, sümbülün hayatýyla tezahür ediyor. Demek çekirdeðin mevti, sümbülün mebde-i hayatýdýr; belki ayn-ý hayatý hükmünde olduðu için, þu ölüm dahi hayat kadar mahlûk ve muntazamdýr.
Hem zîhayat meyvelerin yahut hayvanlarýn mide-i insaniyede ölümleri, hayat-ý insaniyeye çýkmalarýna menþe olduðundan, o mevt onlarýn hayatýndan daha muntazam ve mahlûk denilir.
Ýþte, en ednâ tabaka-i hayat olan hayat-ý nebâtiyenin mevti böyle mahlûk, hikmetli ve intizamlý olsa, tabaka-i hayatýn en ulvîsi olan hayat-ý insaniyenin baþýna gelen mevt, elbette, yeraltýna girmiþ bir çekirdeðin hava âleminde bir aðaç olmasý gibi, yeraltýna giren bir insan da âlem-i berzahta elbette bir hayat-ý bâkiye sünbülü verecektir.
Amma mevt nimet olduðunun ciheti ise, çok vücuhundan dört veçhine iþaret ederiz.
Birincisi: Aðýrlaþmýþ olan vazife-i hayattan ve tekâlif-i hayatiyeden âzâd edip, yüzde doksan dokuz ahbabýna kavuþmak için âlem-i berzahta bir visal kapýsý olduðundan, en büyük bir nimettir.
Ýkincisi: Dar, sýkýntýlý, daðdaðalý, zelzeleli dünya zindanýndan çýkarýp, vüs'atli, sürurlu, ýztýrapsýz, bâki bir hayata mazhariyetle, Mahbûb-u Bâkînin daire-i rahmetine girmektir.
Üçüncüsü: Ýhtiyarlýk gibi, þerâit-i hayatiyeyi aðýrlaþtýran birçok esbab vardýr ki, mevti, hayatýn pek fevkinde nimet olarak gösterir. Meselâ, sana ýztýrap veren pek ihtiyar olmuþ peder ve validenle beraber, ceddin cedleri, sefalet-i halleriyle senin önünde þimdi bulunsaydý, hayat ne kadar nikmet, mevt ne kadar nimet olduðunu bilecektin. Hem meselâ, güzel çiçeklerin âþýklarý olan güzel sineklerin, kýþýn þedâidi içinde hayatlarý ne kadar zahmet ve ölümleri ne kadar rahmet olduðu anlaþýlýr.
Dördüncüsü: Nevm, nasýl ki bir rahat, bir rahmet, bir istirahattir-hususan musibetzedeler, yaralýlar, hastalar için. Öyle de, nevmin büyük kardeþi olan mevt dahi, musibetzedelere ve intihara sevk eden belâlarla müptelâ olanlar için ayn-ý nimet ve rahmettir. Amma ehl-i dalâlet için, müteaddit Sözlerde kat'î ispat edildiði gibi, mevt dahi hayat gibi nikmet içinde nikmet, azap içinde azaptýr; o bahisten hariçtir.
ÜÇÜNCÜ SUAL:
Cehennem nerededir?
Elcevap: 2
3
Cehennemin yeri, bazý rivâyatla, "tahte'l-arz" denilmiþtir. Baþka yerlerde beyan ettiðimiz gibi, küre-i arz, hareket-i seneviyesiyle, ileride mecma-ý haþir olacak bir meydanýn etrafýnda bir daire çiziyor. Cehennem ise, arzýn o medar-ý senevîsi altýndadýr demektir. Görünmemeleri ve hissedilmemeleri, perdeli ve nursuz ateþ olduðu içindir. Küre-i arzýn seyahat ettiði mesafe-i azîmede pek çok mahlûkat var ki, nursuz olduklarý için görünmezler. Kamer, nuru çekildikçe vücudunu kaybettiði gibi, nursuz çok küreler, mahlûklar, gözümüzün önünde olup göremiyoruz.
Cehennem ikidir. Biri suðrâ, biri kübrâdýr. Ýleride, suðrâ kübrâya inkýlâp edeceði ve çekirdeði hükmünde olduðu gibi, ileride ondan bir menzil olur.
Birinci Mektup - s.349
Cehennem-i Suðrâ, yerin altýnda, yani merkezindedir. Kürenin altý, merkezidir. Ýlm-i tabakatü'l-arzca malûmdur ki, ekseriya her otuz üç metre hafriyatta, bir derece-i hararet tezayüd eder. Demek, merkeze kadar nýsf-ý kutr-u arz, altý bin küsûr kilometre olduðundan, iki yüz bin derece-i harareti câmi, yani iki yüz defa ateþ-i dünyevîden þedit ve rivayet-i hadise muvafýk bir ateþ bulunuyor.
Þu Cehennem-i Suðrâ, Cehennem-i Kübrâya ait çok vezâifi, dünyada ve âlem-i berzahta görmüþ ve ehâdislerle iþaret edilmiþtir. Âlem-i âhirette, küre-i arz nasýl ki sekenesini medar-ý senevîsindeki meydan-ý haþre döker. Öyle de, içindeki Cehennem-i Suðrâyý dahi Cehennem-i Kübrâya emr-i Ýlâhî ile teslim eder. Ehl-i Ýtizâlin bazý imamlarý "Cehennem sonradan halk edilecektir" demeleri, halihazýrda tamamýyla inbisat etmediðinden ve sekenelerine tam münasip bir tarzda inkiþaf etmediðinden galattýr ve gabâvettir.
Hem perde-i gayb içindeki âlem-i âhirete ait menzilleri dünya gözümüzle görmek ve göstermek için, ya kâinatý küçültüp iki vilâyet derecesine getirmeli, veyahut gözümüzü büyütüp yýldýzlar gibi gözlerimiz olmalý ki, yerlerini görüp tayin edelim. Ve'l-ilmü indallah, âhiret âlemine ait menziller bu dünyevî gözümüzle görülmez. Fakat, bazý rivâyâtýn iþârâtýyla, âhiretteki Cehennem bu dünyamýzla münasebettardýr. Yazýn þiddet-i hararetine "min feyh-i Cehennem"4 denilmiþtir.
Demek, bu dünyevî, küçücük ve sönük akýl gözüyle o büyük Cehennem görülmez. Fakat ism-i Hakîmin nuruyla bakabiliriz. Þöyle ki:
Arzýn medar-ý senevîsi altýnda bulunan Cehennem-i Kübrâ, yerin merkezindeki Cehennem-i Suðrayý güya tevkil ederek bazý vezâifini gördürmüþ. Kadîr-i Zülcelâlin mülkü pek çok geniþtir; hikmet-i Ýlâhiye nereyi göstermiþse Cehennem-i Kübrâ oraya yerleþir. Evet, bir Kadîr-i Zülcelâl ve emr-i kün feyekûn'a mâlik bir Hakîm-i Zülkemal, gözümüzün önünde, kemâl-i hikmet ve intizamla kameri arza baðlamýþ; azamet-i kudret ve intizamla arzý güneþe raptetmiþ; ve güneþi, seyyârâtýyla beraber, arzýn sür'at-i seneviyesine yakýn bir sür'atle ve haþmet-i rububiyetiyle, bir ihtimale göre þemsü'þ-þümus tarafýna bir hareket vermiþ; ve donanma elektrik lâmbalarý gibi yýldýzlarý saltanat-ý rububiyetine nuranî þahitler yapmýþ, onunla saltanat-ý rububiyetini ve azamet-i kudretini göstermiþ bir Zât-ý Zülcelâlin kemâl-i hikmetinden ve azamet-i kudretinden ve saltanat-ý rububiyetinden uzak deðildir ki, Cehennem-i Kübrâyý elektrik lâmbalarýnýn fabrikasýnýn kazaný hükmüne getirip âhirete bakan semânýn yýldýzlarýný onunla iþ'âl etsin, hararet ve kuvvet versin. Yani, âlem-i nur olan Cennetten yýldýzlara nur verip, Cehennemden nar ve hararet göndersin; ayný halde, o Cehennemin bir kýsmýný ehl-i azâba mesken ve mahpes yapsýn.
Hem bir Fâtýr-ý Hakîm ki, dað gibi koca bir aðacý, týrnak gibi bir çekirdekte saklar. Elbette, o Zât-ý Zülcelâlin kudret ve hikmetinden uzak deðildir ki, küre-i arzýn kalbindeki Cehennem-i Suðrâ çekirdeðinde Cehennem-i Kübrâyý saklasýn.
Elhasýl: Cennet ve Cehennem, þecere-i hilkatten ebed tarafýna uzanýp eðilerek giden bir dalýn iki meyvesidir. Meyvenin yeri ise, dalýn müntehâsýndadýr.
Hem þu silsile-i kâinatýn iki neticesidir. Neticelerin mahalleri, silsilenin iki tarafýndadýr. Süflîsi, sakîli aþaðý tarafýnda; nuranîsi, ulvîsi yukarý tarafýndadýr.
Hem þu seyl-i þuûnâtýn ve mahsulât-ý mâneviye-i arziyenin iki mahzenidir. Mahzenin mekâný ise, mahsulâtýn nev'ine göre, fenasý altýnda, iyisi üstündedir.
Hem ebede karþý cereyan eden ve dalgalanan mevcudat-ý seyyâlenin iki havuzudur. Havuzun yeri ise, seylin durduðu ve tecemmu ettiði yerdedir. Yani, habîsâtý ve müzahrefâtý esfelde, tayyibâtý ve sâfiyâtý âlâdadýr.
Hem lütuf ve kahrýn, rahmet ve azametin iki tecellîgâhýdýr. Tecellîgâhýn yeri ise her yerde olabilir. Rahmân-ý Zülcemal ve Kahhâr-ý Zülcelâl nerede isterse tecellîgâhýný açar.
Amma Cennet ve Cehennemin vücutlarý ise, Onuncu ve Yirmi Sekizinci ve Yirmi Dokuzuncu Sözlerde gayet kat'î bir surette ispat edilmiþtir. Þurada yalnýz bu kadar deriz ki: Meyvenin vücudu dal kadar ve neticenin silsile kadar ve mahzenin mahsulât kadar ve havuzun ýrmak kadar ve tecellîgâhýn, rahmet ve kahrýn vücutlarý kadar kat'î ve yakindir.
DÖRDÜNCÜ SUAL:
Mahbuplara olan aþk-ý mecazî aþk-ý hakikîye inkýlâp ettiði gibi, acaba ekser nasta bulunan, dünyaya karþý olan aþk-ý mecazî dahi bir aþk-ý hakikîye inkýlâp edebilir mi?
Birinci Mektup - s.350
Elcevap: Evet. Dünyanýn fâni yüzüne karþý olan aþk-ý mecazî, eðer o âþýk, o yüzün üstündeki zeval ve fenâ çirkinliðini görüp ondan yüzünü çevirse, bâki bir mahbup arasa, dünyanýn pek güzel ve âyine-i esmâ-i Ýlâhiye ve mezraa-i âhiret olan iki diðer yüzüne bakmaya muvaffak olursa, o gayr-ý meþru mecazî aþk, o vakit aþk-ý hakikîye inkýlâba yüz tutar. Fakat bir þartla ki, kendinin zâil ve hayatýyla baðlý kararsýz dünyasýný haricî dünyaya iltibas etmemektir. Eðer ehl-i dalâlet ve gaflet gibi kendini unutup, âfâka dalýp, umumî dünyayý hususî dünyasý zannedip ona âþýk olsa, tabiat bataklýðýna düþer, boðulur. Meðer ki, harika olarak bir dest-i inâyet onu kurtarsýn. Þu hakikati tenvir için þu temsile bak:
Meselâ, þu güzel, ziynetli odanýn dört duvarýnda, dördümüze ait dört endam aynasý bulunsa, o vakit beþ oda olur: biri hakikî ve umumî, dördü misalî ve hususî. Herbirimiz, kendi aynamýz vasýtasýyla, hususî odamýzýn þeklini, heyetini, rengini deðiþtirebiliriz. Kýrmýzý boya vursak kýrmýzý, yeþil boyasak yeþil gösterir. Ve hâkezâ, aynada tasarrufla çok vaziyetler verebiliriz. Çirkinleþtirir, güzelleþtirir, çok þekillere koyabiliriz. Fakat haricî ve umumî odayý ise kolaylýkla tasarruf ve taðyir edemeyiz. Hususî oda ile umumî oda hakikatte birbirinin ayný iken, ahkâmda ayrýdýrlar. Sen bir parmakla odaný harap edebilirsin; ötekinin bir taþýný bile kýmýldatamazsýn.
Ýþte, dünya süslü bir menzildir. Herbirimizin hayatý bir endam aynasýdýr. Þu dünyadan herbirimize birer dünya var, birer âlemimiz var. Fakat direði, merkezi, kapýsý, hayatýmýzdýr. Belki o hususî dünyamýz ve âlemimiz bir sayfadýr, hayatýmýz bir kalem-onunla, sahife-i a'mâlimize geçecek çok þeyler yazýlýyor.
Eðer dünyamýzý sevdikse, sonra gördük ki, dünyamýz, hayatýmýz üstünde bina edildiði için, hayatýmýz gibi zâil, fâni, kararsýzdýr, hissedip bildik. Ona ait muhabbetimiz, o hususî dünyamýz ayna olduðu ve temsil ettiði güzel nukuþ-u esmâ-i Ýlâhiyeye döner, ondan cilve-i esmâya intikal eder.
Hem o hususî dünyamýz, âhiret ve Cennetin muvakkat bir fidanlýðý olduðunu derk edip, ona karþý þedit hýrs ve talep ve muhabbet gibi hissiyatýmýzý onun neticesi ve semeresi ve sümbülü olan uhrevî fevâidine çevirsek, o vakit o mecazî aþk hakikî aþka inkýlâp eder.
Yoksa, 5
sýrrýna mazhar olup, nefsini unutup, hayatýn zevâlini düþünmeyerek hususî, kararsýz dünyasýný ayný umumî dünya gibi sabit bilip kendini lâyemut farz ederek dünyaya saplansa, þedit hissiyatla ona sarýlsa, onda boðulur, gider. O muhabbet onun için hadsiz belâ ve azaptýr. Çünkü, o muhabbetten yetimâne bir þefkat, meyusâne bir rikkat tevellüt eder. Bütün zîhayatlara acýr, hattâ güzel ve zevâle maruz bütün mahlûkata bir rikkat ve bir firkat hisseder; elinden birþey gelmez, ye's-i mutlak içinde elem çeker.
Fakat gafletten kurtulan evvelki adam, o þedit þefkatin elemine karþý ulvî bir tiryak bulur ki, acýdýðý bütün zîhayatlarýn mevt ve zevâlinde bir Zât-ý Bâkînin bâki esmâsýnýn daimî cilvelerini temsil eden âyine-i ervahlarý bâki görür; þefkati bir sürura inkýlâp eder. Hem zeval ve fenâya maruz bütün güzel mahlûkatýn arkasýnda bir cemâl-i münezzeh ve hüsn-ü mukaddes ihsas eden bir nakýþ ve tahsin ve san'at ve tezyin ve ihsan ve tenvir-i daimîyi görür. O zeval ve fenâyý, tezyid-i hüsün ve tecdid-i lezzet ve teþhir-i san'at için bir tazelendirmek þeklinde görüp, lezzetini ve þevkini ve hayretini ziyadeleþtirir.
El-Bâkî Hüve'l-Bâkî
Said Nursî
1 Onun adýyla. O her kusurdan münezzehtir. Hiçbir þey yoktur ki Onu hamd ile tesbih etmesin.
1 "Hanginiz daha güzel iþler yapacaksýnýz diye sizi imtihan etmek için ölümü de, hayatý da yaratan Odur." Mülk Sûresi, 67:2.
2 "Gaybý Allah'tan baþkasý bilmez."
3 "De ki: Ýlim ancak Allah katýndadýr." Mülk Sûresi, 67:26.
4 "Muhakkak ki yaz sýcaðýnýn þiddeti Cehennem sýcaðýndandýr." Buharî, Mevâkît: 9, 10; Ezan: 18; Bed'ü'l-Halk: 10; Müslim, Mesâcid: 180, 181, 183, 184, 186; Ebû Dâvud, Salât: 4; Tirmizî, Mevâkît: 5; Nesâî, Mevâkît: 5; Ýbni Mâce, Salât: 4; Týb: 19; Dârimî, Salât: 14; Muvattâ, Vakût: 27, 28, 29; Müsned, 2:229, 238, 256, 266, 285, 318, 324, 393, 394, 462, 501, 507, 3:9, 53, 59, 4:250, 662, 5:155, 162, 176, 368.
5 "Onlar Allah'ý unuttular. Allah da onlara kendi âkýbetlerini unutturdu. Onlar yoldan çýkmýþ kimselerin tâ kendisidir." Haþir Sûresi, 59:19.
Ynt: Birinci Mektup By: sümeyra Date: 02 Aralýk 2013, 21:32:12
Çok kýymetli ve önemli bilgiler..Ýnþaallah anlamak nasib olur..Rabbim bize ulaþtýranlardan razý olsun..
Ynt: Birinci Mektup By: cerendemir Date: 02 Aralýk 2013, 23:44:46
Bilgiler çok önemli.Paylaþan kardeþimizden Allah razý olsun inþallah.
Ynt: Birinci Mektup By: Rüveyha Date: 03 Aralýk 2013, 00:06:42
Allah razý lsun .Çok kýymetli bilgiler..Rabbim anlayýþ gücümüzü artýrsýn.