Mektubat
Pages: 1
On Sekizinci Mektup 1. Mesele By: Hadice Date: 20 Þubat 2011, 16:54:19
ON SEKÝZÝNCÝ MEKTUP

7

Bu Mektup, Üç Mesele-i Mühimmedir.

BÝRÝNCÝ MESELE-Ý MÜHÝMME

Fütuhat-ý Mekkiye sahibi Muhyiddin-i Arabî (k.s.) ve Ýnsan-ý Kâmil denilen meþhur bir kitabýn sahibi Seyyid Abdülkerim (k.s.) gibi evliya-yý meþhure, küre-i arzýn tabakat-ý seb'asýndan ve Kaf Daðý arkasýndaki arz-ý beyzâdan ve Fütuhat'ta "meþmeþiye" dedikleri acaipten bahsediyorlar, "Gördük" diyorlar. Acaba bunlarýn dedikleri doðru mudur? Doðru ise, halbuki bu yerlerin yerde yerleri yoktur. Hem coðrafya ve fen onlarýn bu dediklerini kabul edemiyor. Eðer doðru olmazsa, bunlar nasýl veli olabilirler? Böyle hilâf-ý vaki ve hilâf-ý hak söyleyen nasýl ehl-i hakikat olabilir?

Elcevap: Onlar ehl-i hak ve hakikattirler, hem ehl-i velâyet ve þuhuddurlar. Gördüklerini doðru görmüþler; fakat ihatasýz olan hâlet-i þuhudda ve rüya gibi rüyetlerini tabirde verdikleri hükümlerinde haklarý olmadýðý için, kýsmen yanlýþtýr. Rüyadaki adam kendi rüyasýný tabir edemediði gibi, o kýsým ehl-i keþif ve þuhud dahi rüyetlerini o halde iken kendileri tabir edemezler. Onlarý tabir edecek, "asfiya" denilen veraset-i nübüvvet muhakkikleridir. Elbette o kýsým ehl-i þuhud dahi, asfiya makamýna çýktýklarý zaman, kitap ve sünnetin irþadýyla yanlýþlarýný anlarlar, tashih ederler, hem etmiþler.

Þu hakikati izah edecek þu hikâye-i temsiliyeyi dinle. Þöyle ki:

Bir zaman ehl-i kalb iki çoban varmýþ. Kendileri aðaç kâsesine süt saðýp yanlarýna býraktýlar. Kaval tabir ettikleri düdüklerini, o süt kâsesi üzerine uzatmýþlardý. Birisi "Uykum geldi" deyip yatar. Uykuda bir zaman kalýr. Ötekisi yatana dikkat eder. Bakar ki, sinek gibi birþey, yatanýn burnundan çýkýp süt kâsesine bakýyor ve sonra kaval içine girer, öbür ucundan çýkar, gider, bir geven altýndaki deliðe girip kaybolur. Bir zaman sonra yine o þey döner, yine kavaldan geçer, yatanýn burnuna girer; o da uyanýr. Der ki:

"Ey arkadaþ, acip bir rüya gördüm."

O da der: "Allah hayýr etsin, nedir?"

Der ki: "Sütten bir deniz gördüm. Üstünde acip bir köprü uzanmýþ. O köprünün üstü kapalý, pencereli idi. Ben o köprüden geçtim.

On Sekizinci Mektup - s.384

Bir meþelik gördüm ki, baþlarý hep sivri. Onun altýnda bir maðara gördüm, içine girdim, altýn dolu bir hazine gördüm. Acaba tabiri nedir?"

Uyanýk arkadaþý dedi: "Gördüðün süt denizi, þu aðaç çanaktýr. O köprü de þu kavalýmýzdýr. O baþý sivri meþelik de þu gevendir. O maðara da þu küçük deliktir. Ýþte, kazmayý getir, sana hazineyi de göstereceðim."

Kazmayý getirir. O gevenin altýný kazdýlar, ikisini de dünyada mes'ut edecek altýnlarý buldular.

Ýþte, yatan adamýn gördüðü doðrudur. Doðru görmüþ; fakat rüyada iken ihatasýz olduðu için tabirde hakký olmadýðýndan, âlem-i maddî ile âlem-i mânevîyi birbirinden fark etmediðinden, hükmü kýsmen yanlýþtýr ki, "Ben hakikî, maddî bir deniz gördüm" der. Fakat uyanýk adam, âlem-i misal ile âlem-i maddîyi fark ettiði için, tabirde hakký vardýr ki, dedi: "Gördüðün doðrudur, fakat hakikî deniz deðil. Belki þu süt kâsemiz senin hayaline deniz gibi olmuþ, kaval da köprü gibi olmuþ ve hâkezâ..."

Demek oluyor ki, âlem-i maddî ile âlem-i ruhanîyi birbirinden fark etmek lâzým gelir. Birbirine mezc edilse, hükümleri yanlýþ görünür. Meselâ, senin dar bir odan var. Fakat dört duvarýný kapayacak dört büyük ayna konulmuþ. Sen içine girdiðin vakit, o dar odayý bir meydan kadar geniþ görürsün. Eðer desen, "Odamý geniþ bir meydan kadar görüyorum"; doðru dersin. Eðer "Odam bir meydan kadar geniþtir" diye hükmetsen, yanlýþ edersin. Çünkü âlem-i misali âlem-i hakikîye karýþtýrýrsýn.

Ýþte, küre-i arzýn tabakat-ý seb'asýna dair bazý ehl-i keþfin, Kitap ve Sünnetin mizanýyla tartmadan beyan ettiði tasvirat, yalnýz coðrafya nokta-i nazarýndaki maddî vaziyetten ibaret deðildir. Meselâ, demiþler: "Bir tabaka-i arz, cin ve ifritlerindir. Binler sene geniþliði var." Halbuki, bir iki senede devredilen küremizde o acip tabakalar yerleþemez. Fakat âlem-i mânâ ve âlem-i misalde ve âlem-i berzah ve ervahta küremizi bir çamýn çekirdeði hükmünde farz etsek, ondan temessül ve teþekkül eden misalî þeceresi, o çekirdeðe nisbeten koca bir çam aðacý kadar olduðundan, bir kýsým ehl-i þuhud, seyr-i ruhanîlerinde, arzýn tabakalarýndan bazýlarýný âlem-i misalde pek çok geniþ görüyorlar, binler sene bir mesafe tuttuklarýný görüyorlar. Gördükleri doðrudur. Fakat âlem-i misal sureten âlem-i maddîye benzediði için, iki âlemi memzuç görüyorlar, öyle tabir ediyorlar. Âlem-i sahve döndükleri vakit, mizansýz olduðu için, meþhudatlarýný aynen yazdýklarýndan, hilâf-ý hakikat telâkki ediliyor. Nasýl küçük bir aynada büyük bir saray ile büyük bir bahçenin vücud-u misaliyeleri onda yerleþir. Öyle de, âlem-i maddînin bir senelik mesafesinde, binler sene vüs'atinde vücud-u misalî ve hakaik-i mâneviye yerleþir.

HÂTÝME:
Þu meseleden anlaþýlýyor ki, derece-i þuhud, derece-i iman-ý bilgaybdan çok aþaðýdýr. Yani, yalnýz þuhuduna istinad eden bir kýsým ehl-i velâyetin ihatasýz keþfiyatý, veraset-i nübüvvet ehli olan asfiya ve muhakkikînin, þuhuda deðil, Kur'ân'a ve vahye, gaybî fakat daha sâfi, ihatalý, doðru hakaik-i imaniyelerine dair ahkâmlarýna yetiþmez.

Demek, bütün ahval ve keþfiyatýn ve ezvak ve müþahedatýn mizaný, Kitap ve Sünnettir. Ve mihenkleri, Kitap ve Sünnetin desâtir-i kudsiyeleri ve asfiya-i muhakkikînin kavânin-i hadsiyeleridir.


radyobeyan