Netice By: meryem Date: 19 Þubat 2011, 22:23:02
NETÝCE
Kur'an, þerri bir vâký'a olarak kabul etmektedir, îster insanlarýn isimlendirmelerine göre, ister hakîkî manâsýnda olsun “þer”, birtakým hadise ve eþyanýn vasfý olarak Kur'an'da geçmektedir. Fakat Kur'an'ýn tenzih esasýna dayanan ulûhiyyet telakkisi bu gerçekle zýt gibidir. Çünkü rahmeti, kudreti, iradesi ve ilmi sonsuz, zerrece zulmetmekten münezzeh olan Allah Teala'nýn, kâinattaki þerleri dileyip yaratmýþ olmasý, izaha muhtaçdýr. Biz, Kur' an'ýn ayetleri çerçevesinde, bu müþkili þu þekilde çözmeye çalýþtýk :
Þerlerin bulunduðu mekân kâinattýr. Allah, kâinatý insan için yaratmýþtýr. Ýnsan da, Kur'an'ýn ifadesiyle, ibadet etsin diye yaratýlmýþtýr. Ýbadet, çok geniþ bir mânaya gelmektedir. Bazý ayetlerde, insanýn, imtihan içinde olduðu beyan edilmiþtir. “Ýmtihan” ile “ibadet” içiçedir. Ýnsana, ibadet mükellefiyetinden önce, kaabiliyetler verilmiþtir ve böylece, teklifin îcablarýný yerine getirmeye hazýrlanmýþtýr. Ýnsanýn kaabiliyeti çifte yönlüdür, hem hayra, hem þerre imkân verir. Ýnsan, bu çifte veçhesiyle, bir savaþ meydânýný andýrýr.
Ýnsanlara; Allah, iyilikleri yapmalarýný emretmiþ, kötülüklerden onlarý nehyetmiþtir. Ama O, iyilik yapmak için, kötülüðe meyyal nefsini ve onun en büyük destekçisi þeytanýn vesveselerini altetmesi gerekmektedir. Bunum için, melek ilhamlarý desteðindeki kalbinin, aklýnýn ve ruhunun kuvvetlendirilmesi þarttýr. Peygamberlerin tebliðiyle sýnýrlarý belirtilmiþ mükellefiyetlerin ifasý için Allah'tan istimdâd penceresi açýktýr.
Ýnsan, ibadet dýþýnda, bazý belâlarla denenerek terbiye edilir. Böylece, çeþitli merhalelerden geçirilip, kendisi için mukadder kemâle yöneltilir. Bunda insanýn en büyük silahý sabýrdýr. Ýnsanýn terbiyesinde mühim bir yeri olan bu belâlar, þerrin bir çeþididir. Cenab-ý Allah, insaný hayýrlarla ve serlerle terbiye ederek, rubûbiyyetinin “terbiye” veçhesini en güzel bir biçimde göstermektedir. Bu müslümanlar için olur. Hernekadar buna, insanlarýn perspektifinden bakýlarak “þer” ismi verilmiþse de hakikatte sýrf hayýrdýr. Bu durumda, imtihanýn bitiþi demek olan “ölüm”, mühim iki unsur olarak karþýmýza çýkan “nefs” ve “þeytan”, þer olmaktan öte, birçok kemâlatýn tezahürünü temin eden, hayýrlý vesilelerdir.
Ýnsan, imtihanýnda ve mükellefiyetinde hatalar yapmaktadýr. Ya âfâkî ve enfüsi çeþitli sebeblerle Allah'ý inkâr ederek, yaratýlýþ gayesinden tamamen sapmakta, veya inanmakla birlikte, mükellefiyetini hakkýyla yerine getirememektedir. Kur'an'ýn telakkisinde bunlar da "þer”dir. Gerek dalâleti, gerekse kötü fiilleri yaratan bizzat insan olmayýp, Allah Teala ise de, islâm âlimlerince “kesb” ve “irade-i cüziye” denilen hisse insana aittir. Dolayýsýyla insan faildir ve yaptýklarýndan mesuldür.
Þerrin üçüncü ve sonuncu çeþidi, kötülüklerimizin cezasý olarak karþýmýza çýkan ve nefsimize “þer” görünen musibetlerdir. Allah Teala, kâinattaki sünneti çerçevesinde, insanlarýn kötü fiil ve fikirlerine, kalbin mühürlenmesi gibi, ayný cinsten cezalar vermektedir. Kur'an'da bu kabil “þer»”er, “þu iþiniz sebebi ile”, "bu suçunuzdan dolayý" gibi kalýblarla takdim edilmiþlerdir ki bunlarýn birer ceza olduðu anlaþýlsýn. Buna göre de, gerek fert, gerek cemiyet olarak baþýmýza gelen felâketler; zelzeleler, kýtlýklar, salgýn hastalýklar, seller ve savaþlar, ya þerle imtihanýn bir unsuru, veya kötülüklerimizin cezalarýdýr. Binaenaleyh bunlar da aslýnda þer deðillerdir.
Hadise ve fillere “hayýr” veya “þer" gibi bir vasýf verebilmek için, elimizde saðlam bir ölçü olmalýdýr. Bu ölçü, ancak “din”dir. Bu ölçüye göre, þerrin ilk ve sonuncusu esasýnda þer deðildir. Ýþaret ettiðimiz üzere, imtihan ve bilhassa terbiye vasýtasý olan biçbirþey, selim akýl sahiblerince "þer" olarak tavsif edilemez. Adaletin tahakkuku demek olan mücâzât da, suçlu açýsýndan hoþ karþýlanmadýðý için þer olarak nitelendirilmiþ olmakla birlikte, aslýnda “hayýr” dýr. Bunlarýn Kur'an'da “þer” diye isimlendirilmesinin, Kur'an'ýn bir üslub özelliði olarak, Allah'ýn “tenezzülât-ý ilahiye”lerle, bazý mefhumlarý, insanlarýn anladýðý veya anlayabilecekleri þekillerde beyan etmesinin neticesi olduðunu söyleyebiliriz. Fakat, bunun yanýsýra, insanlarýn yanýlmamalan için, þer olduðu halde hayýr zannedilen, hayýr olduðu halde þer zennedilen hallerin bulunduðu da hatýrlatýlmýþtýr.
Bu durumda, kâinatta, gerçek mânada “þer” vasfýna lâyýk olanlar, insanlarýn dalâletleri ve günahlarýdýr. Bu noktada, “kader sýrrý” karþýmýza çýkýyor. Asýrlarýn çözemediði bir sýrra dayanarak, Cebriye gibi, insanýn hakîkî serdeki mesuliyetini kaldýramayýz. Bu husustaki münakaþalarýn yeri burasý deðildir. Gerek Kur'an'ýn, gerek müslümanlarýn cumhurunun, bu gibi dalâlet ve günahlarda, insanýn fail ve muhtar olduðunu kabul etmesi, bizce kâfidir. Bazýlarý için bu kifayet etmeyebilir. Hepsini bir yana býrakýp, bir insan olarak düþündüðümüzde, vicdani bir muhasebeye giriþtiðimizde, fiillerimizdeki, bu arada kötü fiillerimizdeki rolümüzü idrâk etmekten kendimizi alýkoyamayýz. Yani mesuliyetimizi ve mahcubiyetimizi içimizde yaþarýz. Fiillerimizin yaratýcýsý Allah Teala olduðuna istinad ederek, kötülüklerimizi O'na izafe etmeye kalksak bile, bunu bir suçluluk hissi ile yaparýz.
Kadere inanýyoruz. Ama takdiri önceden bilemediðimize göre ve iþlerimizde ýstýtaamýzý hissettiðimize göre, kaderi bahane ederek mesuliyetimizi atamayýz. Dünyada, hiçbir insan, isterse en koyu cebriyeci olsun, kendisine yapýlan haksýzlýklar karþýsýnda, "ne yapayým, kader böyle imiþ.” diye, baþýna gelene rýza göstermez, elinden gelse, hakkýný almaya uðraþýr, Yani pratikte, kader inancý kimseyi baðlamamaktadýr. Aleyhimize bir hükmü gerektirdiði zaman, nazar-ý itibara almadýðýmýz bu inancý, Allah'a karþý kullanmak, böylece mesuliyeti atmayý ummak, olsa olsa, insan fýtratmdaki bencillik ve haksýz yere nefsini müdafaa çabasýdýr.
Bu neticeden de anlaþýlacaðý gibi, insanlarýn kâinatta “þer” olarak isimlendirdikleri keyfiyetler ya aslýnda þer deðildir veya, onun mesulü insandýr. Binâenaleyh bu serler ile Cenab-ý Allah'ýn rahman, alim. hakim, kadir, mahlukâtýna hiç zulmetmez oluþu bir tenakuz arzetmemektedir.