Kuranda Ýnsan Psikolojisi
Pages: 1
Vahiy By: meryem Date: 18 Þubat 2011, 18:21:55
Vahiy

 Vahy'in sözcük anlamý, 'îma, fýsýldama, iþaret, inti­kal, telkin ve yazýyla bildirme'dir. Kýsaca, vahy 'bir þeyi hýzla ve gizli bir þekilde bildirmektir' diye tanýmlanýr. [10]

Allah mutlak Bilen'dir; O'nun bilgisi evreni yarat­madan önce de vardý. ve, evrendeki her varlýðý “kün-ol” emriyle yarattý ve her varlýk bu emrin sonucunda “Allah'ýn bir kelimesi” olarak evrendeki yerini aldý. Ýþte, bu “kün” emri “tekvînî (yaratýlýþ) Þeriatý” ortaya koy­muþtur. [11] Allah'ýn evreni yaratmasý ayný zamanda her varlýðýn hangi yolda gideceðine, de hükmetmesidir. Bu hükmü her varlýða bildirir ki, Kur'an'da buna da vahy denilir:

De: “Yeri iki günde yarataný siz mi inkar ediyor ve eþler koþuyorsunuz?.. Ve ona üstünden aðýr baskýlar yaptý... Sonra göðe yöneldi duman halindeyken de, ona ve yere “ister isteyerek, ister istemeyerek gelin” dedi; “isteyerek geldik” dediler. Yedi gök yaptý onlarý iki günde ve her göðe emrini vahyetti..” .(Fussýlet: 9-11)

Rabb'ýn bal arýsýna vahyetti:

“Daðlardan, aðaç­lardan ve kurduklarý çardaklardan evler edin. Son­ra, her meyveden ye de, Rabbinin yollarýnda boyun eðerek yürü..”  (Nahl: 68-9)

Evren'in bütününde Allah'ýn iradesi hakimdir. Bü­tün varlýklar Allah'ýn emrine teslim olmuþlar ve ne yapmalarý gerektiðini sürekli biçimde Allah'tan almak­tadýrlar. Bu bakýmdan, yeryüzü dýþýnda bir Hakim'in mutlak iradesi egemen olduðundan ve bütün varlýklar da bu iradeye boyun eðdiðinden herhangi bir bozulma ve fesat görülmemektedir evrende.

Evrendeki varlýklar Allah'ýn isimlerinin birer tecellisidir; bu bakýmdan, Allah Kendisi'ni isimleriyle or­taya koyduðu için, varlýklar O'nun ayetleri, yani iþa­retçileridirler. Kendilerine bakýldýðýnda ve nitelikleri düþünüldüðünde Allah hatýrlanýr. Eu yüzden, bütün bu varlýklar Allah'ýn isimlerinin tecellileri durumunda­dýr; bundandýr ki, Allah'ýn isimleri sayýsýzdýr denmiþ­tir. Ancak, bu varlýklara bakacak ve onlarýn iþaretini anlamlandýrarak Allah'ý bulup, tanýyacak kimdir? Ýþte, bu insandýr. Allah “dilediðini dilediði gibi yapma” dileme (irade) gücünü yalnýzca insana vermiþtir. Ya­ni, Allah'ýn yeryüzü dahil, tüm evren için geçerli olan iradesine, insanýn dýþýndaki varlýklar isteyerek itaat et­me isteminde bulunmuþ ve kaba deyimle, 'emir kullarý haline gelmiþlerdir; kendi kendileri için bir seçim ta­lebinde  bulunmamýþlardýr.  Gökler  ve  yer  çekinmiþtir bundan; oysa insan, “Ya Rabbi! Senin evrendeki ira­dene ben kendi irademle uyacaðým ve böylece yeryüzünü evrenin kalan kýsmýyla 'sulh' içinde bütünleyeceðim” demiþ ve bunun sonucunda insana, yeryüzünde kendisine kendi iradesiyle Allah'ýn iradesi doðrultusun­da davranma emri, ama davranýp davranmama serbesti­si verilmiþtir.

Allah'a isyanla iradesini ortaya koyan ve kiþiliðini kazanan insan yeryüzüne indiðinde, çok geçmeden ver­diði sözü unutma yoluna sapmýþtýr. Yaratýlýþ hiyerarþi­sinin en üstündeki yerinden en alta düþmüþ, ama Al­lah, en üstteki yerine çýkma imkân ve yeteneðini ken­disinden almamýþtýr. Ama, isyankârlýðý, içinde taþýdýðý Ýlâhî öz'ün  (Allah'ýn ruhundan üflenen öz)  kendisine varlýklar hiyerarþisinin en üstündeki yerini kazandýr­ma imkân ve yeteneðini örten maddî varlýðý ve unut­kanlýðý nedeniyle, (bk. Ýnsan) düþtüðü yere çýkabilme­si için Allah'ý yeniden bilmesi gerekmiþtir. Evrendeki adetullahýn ne olduðunu, Allah'ýn isimlerini, kendisine belletilen isimleri   (bk.  Ýsim)   unutmuþtur insan;  her þeyden önce, Allah'a verdiði “evrendeki iradeni yeryü­zünde kendi irâdemle uygulayýp, yeryüzünü 'sulh' için­de evrenle bütünleyeceðim” sözünü (bk. Emanet ve Ha­life) unutmuþtur. Öyleyse, kendisine bunlarýn hatýrla­týlmasý, isimlerin, Ýlâhî Ýrade'nin haberini getirecek ki­þilerin bulunmasý zorunluluðu ortaya çýkmýþtýr.

Her þeyden önce, Allah (CC) bazý insanlara Kendi'siyle muhatap olma imkân ve yeteneði vermiþtir. (Bu­nun yollarý için bk. Ýstifa, Tathir, Tezkiye, Zikr.) Bu imkân ve yetenekle donatýlan insanlar Allah'la temas kurup, O'nun hükümlerini ve Sünnet'ini öðrenerek uy­gulama alanýna koyabilirler. Ýþte, bu temas anýnda Al­lah'ýn dilediðini bildirmesinin adý vahy'dir. Vahy çeþitli biçimlerde olur:

“Allah bir beþerle ancak ya vahy, ya perde gerisin­den veya elçi gönderip ona izniyle dilediðini vahyetmesi dýþýnda, baþka türlü konuþmaz.” (Þura: 51)

Demek ki, Allah yalnýzca peygamberlere deðil, baþ­ka insanlara da vahy göndermektedir. Sözgelimi, Kur'an, Allah'ýn “Ýsa'nýn havarilerine vahyettiðini” anlatýr (Maide: 12), meleklere (Enfal: 12) ve Musa'nýn annesi' ne (Kasas: .7) vahyettiðinden sözeder. Ama, bu vahyin, rasûllere olan vahy gibi kesinlik ifade edip etmediði tartýþma konusudur. Adýna teknik düzeyde “Ýlham” denilen bu vahy konusunda Muhammed Abduh, “kal­bin kesin olarak inandýðý nazdýr” derken, Suphi es-Salih, “Kur'an Ýlimleri” olarak Türkçe'ye çevrilen Mebahis'inde, “kalbin yakîne ulasmaksýzýn bildiði bir nazdýr” demektedir. [12] Þu kadar ki, Kur'an'da verilen gerek Musa'nýn annesi, gerekse Ýsa'nýn havarileri ve melek­ler konusundaki örnekler Vahy'in kesinlik gösterdiðini, ancak bu kesinliðin vahyi alan kiþi için geçerli olduðu­nu ortaya koyar niteliktedir. Bu konu, bir takým ha­dislerde de ifadesini bulmuþtur. Bir hadiste, “Vahy kesildi ancak mü'minlere müjdeler (mübeþþirat) kaldý” [13] buyurulurken, bir baþka hadiste, “doðru rüyanýn Nübüvvet'in 46 parçasýndan.bir parça” [14] olduðu bildiril­miþ, bir diðer hadiste de, Allah'ýn bazý insanlarla Pey­gamberlerle konuþmasýnýn dýþýnda bir þekilde konuþ­tuðun ifade edilmiþtir ki, bu kiþilere “mukaddes” denilmektedir. Nitekim, Ý. Abbas'ýn Hacc Suresi'nin 52'nci ayeti olan “Senden önce hiç bir rasûl ve nebi gönder­memiþtik ki...” ayetini, “senden önce hiç bir nebi, rasûl ve muhaddes göndermemiþtik ki...” þeklinde okuduðu rivayet olunmaktadýr. [15]

Kur'an, basiret ve sem' konularýnda da deðinece­ðimiz gibi, kesin ilmin insandaki aracýlarý olarak üç kaynaktan söz eder; sem', basar ve fuâd. Bu üç kaynak­la elde edilen ilim kesinlik ifade eder. Ýþte Allah baþkalarýyla ‘sem” yoluyla konuþur; bunun Allah'tan oldu­ðu bilinir. Bu Vahy'de arada bir perde vardýr. Kur'an'da þöyle buyurulur:

“Musa süreyi bitirip, ailesiyle yola çýkýnca, Tutun yanýnda bir ateþ gördü; ailesine, siz durun, ben bir ateþ gördüm, belki ondan size bir haber geti­rir, ya da bir ateþ koru da, ondan ýsýnýrsýnýz” dedi. Oraya gelince mübarek yerdeki vadinin sað kýyý­sýnda bir aðaçtan kendisine seslenildi: “Ey Musa, muhakkak ben Alemler’in Rabbi olan Allah'ým.” (Kasas: 29-30)

Bu ayette ifade edilen aðaçtan seslenme konusun­da çeþitli yorumlarda bulunulmuþtur. Ama, bütün bu yorumlar gerçeði bütünüyle açýklamaktan uzak olup, aðaçtan konuþmanýn nasýl olduðunu ancak duyan ve konuþan bilebilir. Þu kadar ki, bunun bir vahy, Allah' ýn perde arkasýndan konuþmasý þeklinde ifade olunan bir vahy olduðu açýktýr.

Diðer bir vahy þekli de elçi gönderme suretiyle ya­pýlan vahydir. Bu da, Cebrail'i ya aslî biçiminde, ya da daha deðiþik biçimlerde göndermek þeklinde cereyan etmiþtir. Vahyin peygamberlere geliþ þeklini, bilginler þu üç biçimde ifade etmiþlerdir:

1. Allah manâyý Peygamber'in kalbine býrakýr. (Ýlgili ayette ifade edilen birinci tür vahy ki, Peygamber­ler dýþýndaki insanlar için de geçerlidir. Yalnýz, pey­gamberler için teþrîî özelliði de vardýr, teblið edilmesi, gerekir ve tam kesinlik ifade eder.)

2. Allah, peygambere bir perde arkasýndan sesle­nir; Hz. Musa'ya aðaçtan seslenmesi gibi.

3. Allah, bir meleði elçi olarak gönderir. [16]

Bu son þýkla ilgili olarak bir hadis-i þerifte þöyle buyurulmuþtur:

“Melek, bana bazen çýngýrak sesine benzer bir ses halinde getirir ki, bu en aðýr olanýdýr. Onun söylediði­ni belledikten sonra, o benden ayrýlýr. Melek bana ba­zen de, bir adam þeklinde görülür, benimle konuþur, ben de söylediðini iyice bellerim.” [17]

Vahy, her þeyden önce haberleþmedir; bu haberleþme Allah'tan insana doðrudur; ayný zamanda, haberleþ­mede bir gizlilik ve hýz vardýr. Ýslâm öncesi Cahiliye devrinin þairlerinden Alkame el-Fahl kasidelerinden bi­rinde þöyle der;

“Erkek deve kuþu diþisine kendi sesiyle ve sözle­riyle vahyediyor, Rumlar'ýn kendi kalelerinde anla­þýlmaz bir dille konuþtuklarý gibi.” [18]

Burada, deve kuþlarýnýn anlaþmalarý “vahy” söz­cüðüyle ifade edilmektedir; yani, bu konuþma, onlarýn kendi aralarýnda anlaþtýklarý bir dille olmaktadýr.

Yine, bir baþka þairin þu beyitlerine de dikkat edelim:

“Ona öyle baktým ki, hayrete düþtü niteliklerinin harikalýðýnda düþüncemin incelikleri

Göz kýrpmam vahyetti ona onu sevdiðimi ve, bu vahy yanaklarýnda iz býraktý.” [19]

Bu beyitlerdeyse vahy, iþaretle haberleþme anla­mýnda kullanýlmaktadýr.

Yine, Kur'an-ý Kerim'de, “(Zekeriyya) mihraptan kavminin karþýsýna çýkýp, 'sabah akþam teþbihte bulu­nun' diye vahyetti” (Meryem: 11) buyurulmaktadýr. Demek ki, insanlar arasýnda da geçen bir takým özel haberleþme biçimlerine de vahy denmektedir. Tzekeriya'nýn buradaki vahyi konuþmak þeklinde olmamýþtýr, öyle olsaydý 'vahy' denmezdi. Hz. Zekeriya üç gün süreyle kimseye bir þey söylemiyordu. O, burada halký­na söylemek istediðini deðiþik bir iþaretle söylemiþtir ki, Kur'an bunu 'vahy' olarak deðerlendirmektedir.

Ýþte, 'vahy' olayý, iki 'varlýk' arasýndaki gizli ve sü­ratli haberleþmedir. Yukarýda da belirttiðimiz gibi, Al­lah'la insan arasýndaki haberleþmede Buharî sarihle­rinden Kirmanî'nin parmak bastýðý þu durum ortaya çýkmaktadýr: “Vahy Allah ile insan arasýndaki konuþmadan meydana gelir. Ýki taraf arasýnda, yani konuþan ve dinleyen iliþkisi olmadýkça karþýlýklý bir kelime alýþ­veriþi mümkün deðildir. Bu nedenle, vahy olayýnda ya dinleyen konuþanýn etkisiyle derin bir kiþisel deðiþikli­ðe uðrar, ya da konuþan dinleyenin anlayacaðý þekilde konuþur.” [20] Zil, çýngýrak ve an sesi þeklinde Hz. Peygamber'e gelen vahy, Peygamber'in beþerî kiþiliðindeki deðiþmeyle gerçekleþmektedir. Nitekim, bu konudaki rivayetlerde, Hz. Peygamber'de fizikî aðýrlýklarýn mey­dana geldiði, en soðuk günde bile alnýndan ter damla­larýnýn aktýðý ifade olunmaktadýr. Meleðin vahy getir­mesi ise, yukarýdan aþaðýya iniþtir.

Vahyin bir diðer þekli daha vardýr. Eðer vahy, “biz ona daðýn sað tarafýndan ünledik ve yalnýz konuþmak için onu kendimize yaklaþtýrdýk.” (Meryem: 52) ayetin­de ifade olunduðu gibi, Allah'ýn nida etmesi, ünlemesi ve vahyi, alaný Kendisi'ne yaklaþtýrmasý þeklinde deðil de, çok yakýndan fýsýldama þeklinde olursa, buna 'ves­vese' denir. Þu kadar ki, bu türlü vahyi insanlara Al­lah deðil, nefsle insandan ve cinden þeytanlar gönderir.

“Ýþte böyle, biz her peygamber için insan ve cin þeytanlarýndan düþman tayin ettik; aldatmak için, birbirlerine süslü püslü sözler vahyederler.” (En'am:112)

Bu vahy, mü'minlerle mücadele etmek, Allah'ýn vahyine karþý koymak için þeytanlarýn birbirlerine ve kendi adamlarýna fýsýldadýklarý küfür sözleri sâptýrma ve vesveselerdir.

“Muhakkak, þeytanlar sizinle mücadele etsinler di­ye velîlerine vahyederler. Onlara itaat ederseniz, müþriklerden olursunuz.”  (En'am;  121)

Ýnsan nefsi de, týpký bir þeytan gibi, insana vesvese verir; bu da onun vahyidir:

“Biz insaný yarattýk ve nefsinin ona ne fýsýldadýðý­ný biliriz.”  (Kaf: 16)

Nefsin ve þeytanlarýn vahyine muhatap olanlar ve bu vahye itaat edenler ise, þeytanlara kul olanlar, yaratýhþlarýndaki Ýlâhî Özü karartanlardýr. Nasýl, Allah' tan vahy alan insanlar Allah'ýn kulu ise, þeytanlardan vahy alanlar da, Þeytana kul olma derecesine düþenlerdir. Þu kadar ki, nasýl Allah'ýn vahyi bu vahyi alanlar için bir kesinlik ifade ediyor ve Peygamberler hiç sap­madan tam bir kesinlikle bu vahyi teblið ediyorlarsa, Þeytanlar'ýn vahyini alanlar için de bu vahy kesin bir bilgi halini almakta ve onlar bu bilgi üzerinde sapkýn­lýða düþmektedirler. Allah, Þeytanlar'ýn vahyinden korunmayý ve Kendisi'ne sýðýnýlmasýný emretmektedir:

“De: “Sýðýnýrým insanlarýn Rabbi'ne, insanlarýn Meliki'ne, insanlarýn Ýlâhý'na, hannâs'ýn vesvesesi' nin þerrinden, o insanlarýn göðüslerine vesvese ve­rir; cinlerden ve insanlardan.”  (Nâs: 1-6)

(Daha geniþ açýklamalar için bk: Kelâm Kelime, Þu'r Þair.) [21]


[10] Müfredat, s. 515; Doç. Dr. Suat Yýldýrým, Kur'an-i Kerim ve Kur'an Ýlimlerine Giriþ, Ensar neþr. îst. 1983, s: 19.

[11] Suat Yýldýrým, a.g.e. a.y. ,   

[12] Suphi es-alih,  a.g.e. 23.

[13] Ebu Abdullah Muhammed b. Yezid el-Kazvînî t Mace, Sünen, Kitab'ü Tabîr'ir-Ru'ya,  HN.  3896. Ebu Abdullah Mu­hammed b. Ýsmail el-Buharî, Sahih, Bab'üt-Tabir c. IV, s: 209.

[14] Sünen-I Ý. Mace, HN. 3897. Sabih'ul-Buhar i, a.y.

[15] Tefsir-i Kurtubi, c: XII, s. 79. Sahih-i Müslim Tercü­mesi, M. Sofuoðlu, Ýrfan y.evi, c. VII, HN. 2398.

[16] S. es-Salih, a.g.e. s. 22; Suat Yýldýrým, a.g.e. s: 24-5.

[17] Buhar!, Bed'ül-vahy, o. I, s:  6.

[18] Toshihiko Izutsu, Kur'an'da Allah ve Ýnsan, çev. Doç. Dr. Süleyman Ateþ, Ank. Ün. Ank. 1975 s:  149.

[19] Suphi es-Salih, a.g.e. s: 21.

[20] Buharl sarihi Kýrman'den naki.   Izutsu. a.g.e. s:  157.

[21] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Yayýnlarý: 22-30.



radyobeyan