Kuranda Ýnsan Psikolojisi
Pages: 1
Kalp Semi Basar By: meryem Date: 17 Þubat 2011, 13:28:10
Kalp, Sem', Basar

 Yukarýda açýklamaya çalýþtýðýmýz gibi, yeryüzün­de hayatý sürdürmek için insana verilmiþ nefsi kuvvet­ler vardýr. Bu kuvvetlerden bazýlarý da 'beþ duyu' deni­len 'göz, kulak, dil, deri ve burun'dur. Ýnsan bu duyu­larla çevresiyle temasta bulunur. Herhangi bir orga­nik bozukluðu olmayan her insan görme, koklama, duy­ma., gücüne sahiptir.

Dünya hayatýný amaç olarak edinenler ve “hayat ancak yaþadýðýmýz dünya hayatýdýr” diyenler ancak gö­zün gördüðünü, burunun kokladýðýný, kulaðýn duyduðu­nu var kabul ederler; bütün bu duyularýyla aldýklarý iþaretleri iç duyularla ve bu duyularýn merke olan 'akýl/rasyon'la (bk. Akýl) bilgi haline getirirler ve baþ­ka bilginin, baþka hayatýn olmadýðýný savunurlar. Bu­gün Batý medeniyetine ve bu medeniyeti benimseyen­lere egemen olan durum budur. Bu nedenledir ki, Batý mutlak ve kesin bilgiyi kabul etmez; çünkü, her bir insan her bir þeyi deðiþik biçimlerde algýlayacaðýndan, bilginin mutlaklýðýndan sözedilemez. Adýna 'müsbet bi­lim' dedikleri bilim bu temele dayanýr ve bu yüzden, duyularla elde edilen verilerin laboratuara girip, deney­lerle kanýtlanabilenine 'müsbet (kanýtlanmýþ) bilim', da­ha henüz kanýtlanýlamamýþ olanýna da 'teori' adý veri­lir. Deneye girmeyen ise 'metafizik'tir denilerek adeta reddedilir; varlýðý inkâr olunmasa da bilinemeyeceðine karar verilir.

Oysa, durum hiç de böyle olmadýðý gibi, yukarýda açýklamaya çalýþtýðýmýz üzere, hayat halnýzca dünya hayatý deðildir. Ýnsanlýk tarih boyunca çoðunlukla iki uçta kalmaktan, yani ya bütünüyle dünya hayatýný, ya da bütünüyle anlamsýzlaþtýrýlmýþ bir Ahireti hedef edin­mekten kurtulamamýþ ve hep 'dünya ve ahiret diye bir ikilemin içine düþmüþtür. Oysa, Ýslâm Ahiret'in dün­yadan geçtiðini ve dünyada kazanýldýðýný kabul eder­ken, Ahireti dünyada saðlar; onun yerdiði amaç edi­nilmiþ dünya hayatýdýr; oysa, müslüman dünyayý Ahiret yapmakla,  yani,  yeryüzünde  Allah'a ibadet  edip, dünya hayatýný ibadet haline getirmekle sorumludur. Fakat, tarih hep 'dünya-ahiret' ikilemine tanýk olmuþ, müslümanlar bu ikilemi birleþtirdiklerinde Ahiret'i dün­yada gerçekleþtirerek, tabiâtiyle Ahiret'i kazanmýþlar, birliði ikiliðe çevirdiklerinde, ya dünyada Ahiret'i gerçekleþtiremeyip, Ahiret'i ayrý bir hayat görme yanlýþ­lýðýna düþerek, dünya geçimliklerini arzularýna göre ta­lan edenlere ses çýkarmamýþlar, ya da, dünya hayatýný tek amaç edinenlerin maddî baþarýlarý karþýsýnda þaþ­kýnlýða düþüp, onlarýn kölece taklitçileri olmuþlardýr. Ýslâm gözün ve kulaðýn dýþýnda, daha doðrusu, dýþ duyulardan ayrý olarak insana gerçek insanlýðýný ka­zandýran iç duyularýn varlýðýný da kabul eder. Daha önce de belirttiðimiz gibi, insan maddî varlýðýyla, bit­kisel ve hayvansal öðelerden oluþan nefsiyle deðil, onu varlýklar hiyerarþisinin doruðuna oturtan ruhuyla, in­sandýr. Bu ruhun merkezi kalp'tir. Kalp, insanda ger­çek ve mutlak bilginin kaynaðýdýr. Kalbin merkezi ol­duðu ruh, insaný görünür alemin sýnýrlarýný aþýp, öte­lere, Allah'a ve mutlaka taþýyan bilginin güçlerinin, ya­ni isimlerin bir toplamýdýr diyebiliriz. Ýnsanýn insanlýðý, bu isimleri, ruhun ýþýnlarýný parlak tutabildiði ölçüde­dir. Ýþlenen her bir günah bu ýþýnlardan birini karartýr. Ve, insan günahlarda devam ettikçe,  ruhu sönmeðe, kalbi kararmaya baþlar; ve sonunda öyle bir an gelir ki, kalbi bütünüyle karardýðý ve zifiri karanlýk bir ge­ceye döndüðü için, yalnýzca baþ gözüyle görüp, baþ ku­laðýyla duyduklarýný insan gerçekler olarak algýlamaya baþlar ve yalnýzca nefsinden ibaret bir varlýk halini alýr. Artýk, bu insan nefsiyle ve nefsinin arzularýyla baþbaþa kaldýðý için, bu arzularý doyurmayý gerçek 'ya­þamak' zanneder; ya þehvetinin, ya hýrsýnýn, ya öf'kesinin, ya kininin, ya hasedinin kulu haline gelir. Ken­dinde nefsin hangi hayvansal öðesi aðýr basýyorsa, o hayvanla özdeþleþir. Þehveti aðýr basýyorsa domuzlan­mýþ demektir; kini aðýr basýyorsa develeþmiþ, hýrsý aðýr basýyorsa fareleþmiþ demektir. Ne ilginçtir ki, bu tür hayat yaþayanlar sabahlara kadar yatmazlar da, sa­baha karþý yatýp, öðleye doðru kalkarlar; iþte bu da köpekleþmedir. Bu bakýmdan, bir hadiste, insanlarýn mezarlarýndan kalktýklarýnda, kimisinin domuz, kimisi­nin deve, kimisinin fare, kimisinin köpek, kimisinin maymun., þeklinde kalkacaðý belirtilmiþtir. Kur'an, bu insanlarýn hayvanlar gibi, hattâ hayvanlardan da aþaðý olduðunu ifade eder.

Kalp, insanda göðsün sol tarafýnda, sol memenin altýna doðru bir yerde bulunan ve kulakçýk ve karýn­cýklarý bulunup, vücuda sürekli kan pompalayan bir organdýr. Bu organik þekli ve fonksiyonuyla da, insanýn dünya hayatýný sürdürmesinde merkezî bir role sahip­tir. Türkçe'de bu organa 'yürek' de denilir. Kalbe kalp denilmesinin nedeni, herhalde sürekli deðiþken olma­sýndandýr. Arapça'da 'KLB’ kökünden gelen fiiller ge­nellikle' deðiþim, durum ve þekil deðiþtirme, dönüþüm' gibi anlamlar ifade ederler. Ýnsanýn dünya hayatýnýn da merkezi olan kalp, asýl kullanýmýyla ruhun merkezi olarak, gerçek hayatýn kaynaðýdýr. Ýmanýn da, inkârýn da asýl merkezi kalptir. Nitekim, Kur'an-ý Kerim'de “Al­lah size imaný sevdirdi ve onu köklerinizde þüsledi (Hu-curat: 7)”; “Bedeviler “iman ettik” dediler. De ki;'”Siz iman etmediniz... Ýman henüz kalplerinize girmedi (Hu-curat: 14)”; “Allah sizi kasýtsýz yeminlerinizden sorum­lu tutmaz fakat sizi kalplerinizin kazandýðýndan sorumlu tutar (Bakara.: 225)”; “Aðýzlarýyla “iman ettik” de­diler, fakat kalpleri iman etmedi (Maide: 41)”;”Ýþittik, isyan ettik” dediler ve kufürlerinden dolayý kalplerine buzaðý içirildi (Bakara: 93)”; “Kalplerinde maraz vardýr Bakara: 10) buyurulur. Yine, her türlü sevginin, nef­retin, ileride açýklayacaðýmýz gibi, düþüncenin, akletmenin merkezi de kalptir.

Ýþte, her türlü manevî faaliyetin merkezi kalp oldu­ðundan, Allah insanlarý kalplerindekine göre sorumlu tutacaðýndan, insan zaman zaman imana da küfre de, fýska da nifaka da sapabileceðinden dolayý, kalbe kalp denmiþtir.. Ýnsan genellikle bir kararda duramaz; ta ki, imanda veya küfrde tam bir 'istikrar' kazanýncaya de­ðin. Þu kadar ki, bu istikrara da güvenmemek gerekir; çünkü, kalp yine dönebilir, yine deðiþebilir, Kur'an-ý Kerim'de “Bilin ki, Allah kiþi ile kalbi arasýna girer” buyrulur (Enfal: 24). Bütün sorun, sürekli biçimde, “Rabbimiz, bizi doðruya götürdükten sonra kalplerimizi eðriltme ve katýndan bize rahmet bahþet (A. Ýmran: 8 )” ve “beni müslüman olarak öldür ve salihlere kat” diye dua etmek; bir günah iþlendiðinde, nefse veya þeytana kapýlanýldýðýnda hemen tevbe edip, bu günahtan te­mizlenip, günahýn kalpte yarattýðý karaltýyý silmektir. Yunus, kalbin nasýl deðiþken olduðunu ne güzel açýklar:

Bir dem abid, bir dem zahit, bir dem asî bir dem muti.

Bir dem getir ki, ey gönül, ne dinde ne imandasýn!

Yukarýda belirttiðimiz gibi, sürekli günah iþleyen insanýn kalbi kararýr, ruhundaki isimler silinir ve so­nunda kalp, Kur'an'ýn diliyle “taþlaþmýþ (Bakara: 74)”, “mühürlenmiþ (Gafir: 35)”, “kýlýflanmýþ, üzerine aðýr­lýklar konmuþ..” hale gelir. Böyle bir kalbe sahip olan insan, Kur'an'ýn diliyle 'ölmüþ' insandýr; “saðýr, kör ve dilsiz” insandýr; çünkü, yine Kur'an'ýn ifadesiyle “Gözler deðil, göðüslerdeki kalplerdir kör olan (Hacc: 46).”

Ýman kalpte yerleþir, ruh güneþ gibi parýldar, in­san düþünen, ibret alan, akýl sahibi gerçek insan olma özelliðini kazanýr, sürekli Allah'ladýr, kalbinde ancak Allah sevgisi ve Allah korkusu yer alýr, böylece mut­main hale gelir ve salim, yani saðlamlaþmýþ, her türlü 'maraz'dan, nifaktan kurtulmuþ kalple Allah'a varýr ve ancak böylece kurtuluþa erer, gerçek mü'min olur.(Þuara: 89, Kaf:  37, Ra'd:  28, Feth:   18).

Kalbin dýþa açýlan iki penceresi vardýr; bu iki pen­cereye sem'a ve basar/basiret adý verilir. Arapça'da 'ayn' göz, 'üzün' kulaktýr. Sem'a kulaðýn, basar ise gözün gü­cüdür, fonksiyonudur. 'Se-Mi-A' 'iþitmek' demektir; 'sem'a' ise kulaðýn sesleri alma gücüdür. Kuran'da nor­mal olarak 'iþitmek, iþitme gücü' gibi anlamlarda da 'sem'a kullanýlýrken, bu kelime, kalbin iþitmesi olarak kullanýldýðýnda birden deðiþikliðe uðrar.'Bilindiði gibi, bir þeyi 'duymak' ayrýdýr, duyulaný 'anlamak, kavramak, yerini ve niteliðini tesbit etmek’ ayrýdýr. Ýþte, kulaðýn iþitmesi, yani 'sem'a'ý normal þekliyle, alabileceði fre­kanstaki sesleri almasýdýr; bu sesleri alabilen insana 'saðýr' denmez.

Kalpleri mühürlenenler Ýlâhî çaðrýlarý alamazlar; Peygamberlerin davetine koþamazlar. Çünkü, kalp mü­hürlü olduðu için, 'iþitme' güçleri de yok olmuþ du­rumdadýr; Peygamber'in sesini, uyarýsýný duyarlar, ama duymalarý kendilerini harekete geçirmez; kulak kep­çelerinden içeri geçmez, kalbe inip, kendilerinde en ufak bir etki yapmaz. Okunan Kur'an ayetleri hiç bir þey ifade etmez böyleler! için; kulak zarlarýný titreþtirmez. Bu tür kiþiler, dýþarýdaki sesleri ne kadar alýrlarsa alsýnlar, temelde 'saðýr'dýrlar.

“Ýþitmedikleri halde iþittik diyenler gibi olmayýn (Enfal: 21)”

“Onlarý çaðýr sanýz iþitmezler, iþitseler bile size ica­bet etmezler {Fatýr:  14).”

“De: “Ben ancak sizi vahiy ile uyarýyorum. Ama, saðýr (lar) uyarýldýklarýnda çaðrýyý iþitmezler (Enbi­ya: 45).”

Kalpleri karar'mamýþ, dolayýsýyle kulaklarý da iþitir olanlar ise, Rasûl'e indirelini iþittiklerinde hemen göz­leri yaþarýr, secdeye kapanýrlar, çaðrýya koþa koþa uyarlar:

“Rasûl'e indirileni iþittikleri zaman, hakktan taný­dýklarýndan dolayý gözlerinin yaþla dolup taþtýðýný görürsün. “Rabbimiz, iman ettik, bizi þahitlerle be­raber yaz” derler(Maide: 83).” Ýnsanlardan  bazýlarý  da vardýr ki,  iþitmeseler de dinlerler, ama sonra duyduklarýný bile bile tahrif eder­ler; çünkü, nefislerinin, tutkularýnýn kuludurlar; duy­duklarý iþlerine gelmez.

“Onlardan bir grup vardý ki, Allah'ýn sözünü du­yarlardý da, akýl erdirdikten sonra, bile bile onu tahrif ederlerdi (Bakara:  75).” Böyleler!, hakk daha önceden  kendilerine gelmiþ olanlardýr. Önce, onu iþitmiþler, alýp anlamýþlar, fakat, nevalarýna uymadýðý için onu tahrife yönelmiþ kiþiler­dir. Ve, hakktan daha sonra gelenleri de 'iþitmez' ke­silirler, bile bile bilmezlikten gelirler; korkunç bir büyüklenme içinde iþitmemiþ gibi geçer giderler:

“Ona ayetlerimiz okunduðunda, iþitmemiþ gibi büyüklenip yüz çevirdi (Lokman:  7).”

 Kalbin bir diðer penceresi basar ve basirettir. Ba­sar 'görüþ, görme, gören göz' gibi anlamlara gelir; bu baðlamda çoðulu 'ebsar'dýr.

Basiret ise kalbin gözüdür, çaðulu besairdir. Zaman zaman besar kelimesi de basiret anlamýnda kullaný­lýr. [202]

Gözü her gören insan besar ve basiret sahibi insan deðildir. Bakar, ama baktýðý þeyin ne olduðunu kavrayamaz; sadece onun dýþ görünüþünü kendine göre algý­lar ve bir sonucu varýr; ama hiç bir zaman gerçeðine eremez; iþte, gerçeði, 'eþyanýn hakikatý'ný görme, göl­gelerin ötesindeki gerçeklere, hayallerin ötesindeki asýl­lara varma kalbin basiretiyle mümkün olur.

Yukarýda da açýkladýðýmýz gibi, kalbin gözünün (basar/basiret) ve kulaðýnýn (sem'a) ýþýnlarý ruhun ýþýnlarýdýr; bunlar, isimlerdir, yani kabuklarý delip ge­çen ve görünür þekillerin içindeki gerçeði aydýnlatan birer nurdur. Kur'an bu gerçeði sýk sýk ifade eder. Söz­gelimi, kalbi kararmýþlardan, münafýklardan þöyle söz eder:

“Allah nurlarýný giderdi ve onlarý karanlýklarda bý­raktý, görmezler (Bakara:17).”

“Görürsün, sana bakýyorlar (nazar ediyorlar), ama görmüyorlar (basarlarý yok)  (A'raf:  198).” Yukarýdaki ayette de açýkça ortaya konduðu gibi, baþ gözünün, madde gözünün bir nesneye yönelmesi 'nazar’, onu görmesi 'ru'yet' kelimeleriyle ifade olunur­ken, gerçeði gören gözün, kalp gözünün görmesi ise 'besar/basiret'tir. 'Besar' genellikle 'görme, görme iþle­mi, görme gücü'nü ifade ederken, 'basiret' ise, görmeyi saðlayan ýþýnlarý, nurun þualarýný ifade eder. Nitekim, Kur'an-ý Kerim'de,  “Doðrusu, size Rabbiniz'den basi­retler geldi; artýk kim görürse, kendisi içindir, kim kör olursa, kendisi aleyhinedir (En'am:  104)” ayetinde, Al­lah'ýn ayetleri, insanýn gerçeði görmesini, kalp gözünün açýlmasýný saðlayan nurlara benzetilerek, basiret'in çogulu olan besair olarak adlandýrýlmýþ, bunlarý görmeðe besar, görememeðe ise körlük denmiþtir.

Ýnsanýn kalp gözünü örten günahlarýdýr, maddesi­dir. Ama, insan ölünce ve Sur'a üfürülüp de kalkýnca, her türlü maddî engelden kurtulduðu, ruhu serbest kaldýðý için gerçeði olanca çýplaklýðýyla görür ve per­deler kalkar:

“Ölüm sarhoþluðu gerçekten geldi; bu senin öte­den beri kaçtýðýn þeydir. Sura üflendi; iþte bu o tehdid günüdür. Her nefs yanýnda bir sürücü ve bir þahidle geldi. Andolsun, sen bundan gaflette idin; biz senden perdeni kaldýrdýk, bugün artýk görüþün (besar), keskindir (Kat:  19-22).” Kalp gözleri, yani besarlarý açýk olmayanlar, baþ gözleri ne kadar açýk olursa olsun kördürler. Kur'an, böylelerini 'kör, saðýr' olarak nitelerken, mü'minleri ise 'gören, iþiten' olarak niteler:

“Körü sen mi yola getireceksin, ya görmüyorlarsa (Yunus: 43).”

“Onlar yeryüzünde Allah'ý aciz býrakacak deðiller­dir; onlarýn Allah'tan baþka velileri de yoktur, on­lar için azap kat kat artýrýlýr. Ýþitmeðe güçleri yet­mezdi ve görür de deðilerdi.. îman edip, salih amel­lerde bulunan veRabblerine boyun eðenler ise, on­lar Cennet halkýdýr.. Bu iki grubun misali, kör ve saðýr ile, iþiten ve gören gibidir.. (Hud: 20, 23-4)” Kur'an'da, körlük karanlýk, görmek ise nur olarak da ifade edilir:

“Körle gören ve karanlýklarda nur bir olmaz (Fatýr:  19).”

Sem'a ve besar temelde, yukarýda da belirttiðimiz gibi kalbin fonksiyonudur; kalp kararýp mühürlendiði zaman, görme ve iþitme melekeleri de yok olur:

“Kalpleri üzerine  mühür  vururuz  da, iþitmezler, (A'raf:  100).”

Daha önce de belirttiðimiz gibi, kalp bir bakýma ruhla, özdeþtir; yani kalple gören, iþiten, anlayan, dü­þünen ruh'tur veya tersinden bir deyiþle, kalp ruhla gö­rür, ruhla düþünür, ruhla iþitir. Bu gerçek, þu ayette açýkça belirgindir:[203]

“Sonra onu tesviye etti ve ona ruhundan üfledi ve sizin için sem'a, basarlar ve fuadlar varetti.. (Secde: 9).”

Nasýl her organýn merkezi varsa, sem'a ve basar da kalbin dýþa açýlan iki duyusu, fuad da bu duyularýn aldýklarýný anlamlandýrýp 'ma'rifet' haline getiren mer­kezidir. [204]


[202] Hak Dini Kur'an Dili, III. 2018.

[203] Konuyla Ýlgili açýklamalar için, a.g.e. I, 213-6.

[204] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Yayýnlarý: 251-259.



radyobeyan