Mesnevi-i Nuriye
Pages: 1
Katre birinci bab By: hafiza aise Date: 16 Þubat 2011, 16:34:58
Birinci Bab

Lâ ilâhe illâllah beyanýndadýr.


Allah'tan baþka hak bir ilâhýn bulunmadýðýný kalben tasdik ve lisanen ikrar ettiðime, bütün gören ve görünen eþyayý þahit gösteriyorum.

Öyle bir Allah ki, vücub-u vücuduna ve Vahid, Ehad, Ferd, Samed olduðuna Hazret-i Muhammed (a.s.m.) bir þahid-i sadýk ve bir burhan-ý nâtýktýr.

Öyle Muhammed (a.s.m.) ki, icmâ ve tasdiklerine mazhar olmakla, enbiya ve mürselîne siyadet ünvanýný; ve ittifak ve tahkiklerini almakla, imamü'l-evliyâ ve'l-ulemâ lâkabýný almýþtýr.

Ve öyle Muhammed (a.s.m.) ki, âyât-ý bâhire, mucizat-ý katýa ve secâyâ-yý sâmiye ve ahlâk-ý âliye sahibi olmakla mehbit-i vahy-i Ýlâhî olmuþtur.

Ve öyle bir Muhammed (a.s.m.) ki, âlem-i gayb ve melekûtu seyir ve ziyaret etmekle, ervahý müþahede ve melâikeyle musahabe, cin ve insanlara irþad vazifesini almýþtýr.

Ve öyle bir Muhammed'dir (a.s.m.) ki, þahsiyet-i mâneviyesiyle kâinatýn kemaline bir fihriste olmakla, bütün saadetlerin ve medeniyetlerin düsturlarýný havi bir þeriata sahiptir. Ve öyle bir Muhammed'dir (a.s.m.) ki, âlem-i þehadette iken gaybiyattan haber verir bir beþîr ve nezîr olup bütün kuvvetiyle, kemal-i ciddiyetle ve vüsuk ile ve itminanla, yüksek bir imanla nev-i beþere karþý tevhid dinini Lâ ilâhe illâllah ile ilân ve ilâm ediyor.

Ve keza, öyle bir Allah ki, vücub ve vücûduna, celâl ve cemaline, Vahid-i Ehad olduðuna þehadet edenlerden birisi de Furkan-ý Hakîmdir.

Ve öyle bir Furkan-ý Hakîmdir ki, bütün enbiya kitaplarýnýn tasdiklerine mazhardýr.

Ve öyle bir Furkan-ý Hakîmdir ki, bütün akýllar ve kalbler, hükümlerini kabul ve tasdike icmâ ettikleri ve cihat-ý sittesinden nur-efþan bir kitaptýr.

Ve öyle bir Furkan-ý Hakîmdir ki, mazhar-ý vahiy olan resullerce, mahz-ý vahiydir. Ehl-i keþif ve ilhamca ayn-ý hidayettir. Mâden-i iman ve mecma-i hakaiktir. Hükümleri delâil-i akliyeyle müeyyed ve fýtrat-ý selîmenin þehadetiyle musaddaktýr. Lisanü'l-gayb olup, âlem-i þehadette nev-i beþeri (1) ile tevhide emir ve dâvet ediyor.

Öyle bir Allah ki, vücub-u vücud ve vahdetine, þu kitab-ý kebir denilen âlem, bütün yazýlarý ve fasýllarýyla, sayfalarýyla, satýrlarýyla, cümleleriyle, harfleriyle þehadet ettiði gibi; þu insan-ý kebir denilen kâinat da, bütün âzâsýyla, cevahiriyle, hüceyratýyla, zerratýyla, evsafýyla, ahvaliyle delâlet eder. Yani bu kâinat, ihtiva ettiði bütün envâýyla Lâ ilâhe illâllah ve o âlemlerin erkânýyla Lâ hâlýka illâ hû; ve o erkânýn âzasýyla Lâ sânia illâ hû; ve o âzanýn eczâsýyla Lâ müdebbire illâ hû; ve o eczânýn cüz'iyatýyla Lâ mürebbiye illâ hû; ve o cüz'iyatýn hüceyratýyla Lâ mutasarrife illâ hû; ve o hüceyratýn zerratýyla Lâ hâlýka illâ hû; ve o zerratýn tarlasý olan esiriyle Lâ ilâhe illâ hû söyleyerek, bütün envâýyla, erkânýyla, âzâsýyla, eczâsýyla, hüceyratýyla, zerratýyla, esiriyle, elli beþ lisanla vücub-u vücud ve vahdetine þehadet ve delâlet eder. Þu lisanlarýn tafsili gelecektir. Þimdi icmal ile zikredeceðim. Þöyle ki:

Kâinat terkiplerindeki intizam, cereyan-ý ahvaldeki nizam, suretlerdeki garabet, nakýþlarýndaki ziynet, yüksek hikmetler, eþyadaki muhalefet ve mümaselet, câmidattaki muavenet, birbirinden uzak olan þeylerdeki tesanüd, hikmet-i âmme, inayet-i tâmme, rahmet-i vâsia, rýzk-ý âmm, hayatlar, tasarruf, tahvil, taðyir, tanzim, imkân, hudus, ihtiyaç, zaaf, mevt, cehil, ibadet, tesbihat, daavat ve hâkezâ, pek çok sýfatlar lisanlarýyla Hâlýk-ý Kadîm-i Kadîrin vücub ve vücuduna ve evsaf-ý kemaliyesine þehadet ettikleri gibi; Esmâ-i Hüsnâyý tilâvet ederek, Cenab-ý Hakka tesbih ve Kur'ân-ý Hakîmi tefsir ve Resul-i Ekremin (a.s.m.) ihbaratýný tasdik ediyorlar.

Geçen lisanlarýn tafsiline geçiyoruz. Þöyle ki:

Kâinatta görünen tanzimat, nizamat, muvazenat, kabza-i tasarrufunda bir mizan ve nizam bulunan Hâlýkýn vücub-u vücuduna delâlet etmekle  cümlesini okur.

Ve keza, kâinatta intizam ve ýttýrad hüküm-fermadýr. Bu iki sýfat, mutasarrýfýn vahdetine ve bir olduðuna þehadet etmekle hakikatini ilân ediyor.

Ve keza semâvat sayfasýný güneþ ve yýldýzlarla yazan kudretle, balarýsýyla karýncanýn sayfalarýný hüceyrat ve zerratla yazan kudret bir olduðundan; ile meselenin ilânýyla Hâlýkýn bir olduðuna delâlet ve þehadet eder.

Ve keza, meselâ bulutla arz gibi câmid ve mütehalif þeylerde tecavüb ve muavenet, yani birbirinin hâcetine cevap vermek ve seyyarat gibi þemsten pek uzak olan yýldýzlarýn þemse veya birbirine tesanüd etmeleri, bütün eþyanýn bir Müdebbirin idaresinde bulunduðuna þehadet ederek ile ilân eder.

Ve keza, semâvatýn yýldýzlar gibi âsâr-ý muntazamadaki müþabehet ve arzýn birbirine benzeyen çiçeklerinde, hayvanatýndaki münasebet, Hâlýkýn bir olduðuna delâletle þehadetini ile ilân eder.

Ve keza, herbir zîhayat, çok isim ve sýfatlarýn tecellîsine mazhardýr. Meselâ, bir zîhayat vücuda geldiðinde Bâri isminin cilvesine, teþekkülünde Musavvir sýfatýnýn cilvesine, gýdalandýðý zaman Rezzak isminin cilvesine, hastalýktan þifa bulduðunda, Þâfi isminin tecellîsine, ve hâkezâ, tesirde mütesanit, âsârda mütehalif, çok sýfat ve isimlere mazhardýr. Bu sýfatlarýn ve isimlerin hedefleri bir olduðundan, elbette müsemmâlarý da bir olur. Ýþte her bir zîhayat, þu mazhariyetle Hâlýkýn bir olduðuna dair olan þehadetini, ile ilân eder.

Ve keza, manzume-i þemsiyeyle balarýsýnýn gözleri arasýndaki irtibat ve keyfiyetçe birbiriyle münasebetleri, ikisinin bir Nakkaþýn nakþý olduðuna olan delâletlerini ile ilâm ediyorlar.

Ve keza, zerrat arasýndaki câzibenin, güneþ ve yýldýzlar arasýnda bulunan câzibeye kardeþ olmasý, her iki kýsmýn da bir kalem-i vahidin yazýsý olduðunu ile izhar ediyorlar.

Ve keza, terkip ve mürekkebatta görünen intizam, o mürekkebattaki her zerrenin, lâyýk mevziine konulmasýyla hasýl olmuþtur. Binaenaleyh, o zerreleri, aralarýndaki münasebetler bozulmamak þartýyla lâyýk mevkilerine koyabilmek, ancak bütün o mürekkebatý yaratabilecek bir kudret sahibine hastýr.

Ýþte, zerrattaki intizam ve þu vaziyetin lisanýyla Allahu ekber diyerek, yu okur.

Ve keza, bir neviden bir ferdin, bütün efraddan imtiyazýný temin edecek teþahhus ve taayyününün kalem-i kudretle yazýlmasý, bütün nev-i beþerin, meselâ, efradýnýn nazar-ý kudrette meþhud ve melhuz olduðunu istilzam eder. Çünkü, bir fert, alâmet-i farikasý cihetiyle bütün efrada muhalif olacaktýr. Eðer bütün efrad hazýr bulunmazsa, taayyünlerinde, alâmatlarýnda muhalefetin bulunmamasý ihtimali vardýr. Bu ihtimal ise bâtýldýr. Öyleyse, bir ferdin hâlýký, bir nev'in hâlýký olacaktýr.

Ve keza, bir nev'e hâlýk olabilmek, cinse de hâlýk olabilmeye mütevakkýftýr. En nihayet, iþ da nihayet bulur...

Ve keza, hilkat ve yaratýlýþýn Vâcibü'l-Vücuda isnad edilmesini, nazarlarý çok kýsa olanlar, baîd, garip, külfetli olduðunu tevehhüm etmekle inkârýna zehab ediyorlar. Halbuki, esbaba isnad edilirse, onlarýn tevehhüm ettikleri bu'd, garabet, külfet kat kat muzaaf olarak hakikate inkýlâp eder. Çünkü Vâcibe daha kolay olur. Meselâ, bir adamdan birkaç þeyin suduru, birkaç adamdan birþeyin sudurundan daha ehvendir. Meselâ, balarýsýnýn hilkati, kudret-i Ýlâhiyeye isnat edilmezse, nihayetsiz müþkilât olur.

Maahaza, vahidin kesrete yaptýðý vaziyet ve maslahatý, kesret çok meþakkatlerden sonra yapabilir. Meselâ, bir kumandanýn pek çok neferlere verdiði intizam vaziyeti o neferlere verilse, suhuletle yapamazlar. Demek Hâlýk-ý Vahide yapýlan isnadda zahiren bu'd ve garabet varsa da, esbab ve kesrete edilen isnadda muzaaf olarak müteselsil muhaller vardýr. Þöyle ki:

Herbir zerrede, Vâcibü'l-Vücudun sýfatlarýný farz etmek lâzým geliyor. Çünkü, nakýþtaki kemal, san'attaki hüsün, o sýfatlarý ister. Hem þirketi kabul etmeyen vücub hakkýnda, gayr-ý mütenahi þeriklerin farzý lâzýmdýr. Hem herbir zerrenin, bütün zerrelere hem hâkim-i mutlak, hem mahkûm-u mutlak olmasý lâzým geliyor. Çünkü, nizam ve intizam öyle ister. Hem herbir zerrede, ihatalý bir þuur, tam bir ilim lâzýmdýr. Çünkü, zerreler arasýnda tesanüd ve muvazene vardýr. Bu tesanüd ve muvazene ise ilimle olur.

Ýþte, eþyayý esbaba isnad etmekte bu kadar muhaller vardýr. Amma sahib-i hakikî olan Vâcibü'l-Vücuda isnad edildiði vakit, o zerreler þöyle bir vaziyete girerler ki, þemsin cilvelerine, timsallerine, lem'alarýna mazhar olan su katreleri gibi kudret-i ezeliyenin nurânî tecellîsine, cilvelerine, lem'alarýna o zerreler de mazhar olup, sahib-i kudretin izniyle, gayr-ý mütenahî olan ilim ve iradesiyle, o zerrelerde teþekkülât ve terkibat yapýlýr. Binaenaleyh, kudret-i ezeliyenin bir lem'asý kudretin hâsiyetine mâlik olduðundan, esbabýn binler lem'asýndan ve esbabýn sultanýndan daha tesirlidir.

Mesnevî-i Nuriye - Katre - s.1300

Çünkü, bunda tecezzî ve inkýsam vardýr, kudret-i ezeliyede ise yoktur.

Ve keza, külfet ve uðraþmak da yoktur. Çünkü, kudret Sâniin zatýna zatîdir, ârazî deðildir. Acz, kudretine tahallül edemez. Kudretin bir lem'asýna zerreler, þemsler mütesavidir. Büyük, küçükten aðýr ve zahmetli deðildir. Ve keza, hayat, vücut, nur gibi þeylerin zahir ve bâtýnlarý þeffaf olduðundan, icadlarý zamanýnda, vesait-i esbab altýnda kudretin tasarrufu görünür. Evet, hayatýn vaziyetlerine ve derecelerine dikkat edilirse kudretin tasarrufu görünür.

Meselâ, bir salkým üzümün yapýlmasý için ince, câmid bir dal; ve bir cam parçasýnda þemsin timsalini tersim için küçük bir delikten ziyanýn geçmesi; ve bir evi tenvir için bir kibrit tavassut ediyor. Ve bu gibi basit esbab altýnda yapýlan o azîm ve garip iþlerde kudretin tasarrufu gündüz gibi görünmesi âþikârdýr.

Ve keza, eþyanýn esbaba isnadýndaki istib'addan ve istiðrabdan hasýl olan inkârdan neþ'et eden dalâletlerden hasýl olan ýztýrabat, bütün akýllarý, ruhlarý Vâcibü'l-Vücuda firar ve iltica etmeye mecbur eder. Çünkü, ancak Onun kudretiyle, iradesiyle her müþkül hallolur ve kapalý kapýlar açýlýr. Ve Onun zikriyle kalbler mutmain olurlar. Binaenaleyh, necat ve halâs ancak Allah'a ilticayla olur.

Ýþte, kâinat þu hakikatin lisanýyla, yu söylüyor.

Ve keza, esbab-ý zahiriye pek basit, mahdut, fakir, câmid, þuursuz, iradesiz ve kanunlar kýsmý da itibarî, mevhum þeylerdir. Müsebbebatta bulunan harika nakýþlar, ziynetler, garip ve acip san'atlarýn o gibi kýymetsiz esbabla kat'iyen münasebetleri yoktur. Binaenaleyh, meselâ bedenin hüceyratýndaki nizamlý, intizamlý teþekkülâtý, ekmek yemesine ve kuvve-i hâfýzada yazýlan gayr-ý mahdud muntazam nakýþlarý, kulaktaki ve baþtaki telâfife ve konuþmakta, tefekkürde, harflerin teþekkülâtýna ve suver-i zihniyenin husulüne, lisan ve zihnin hareketleri gibi esbaba isnadlarý, ahmakçasýna bir hükümdür. Ancak, o gibi müsebbebat, gayr-ý mütenahî bir kudretle bir ilim ve bir iradeyi iktiza ediyorlar. Bu hakikate binaen sabittir ki, kevn ve vücutta müessir-i hakikî ancak kudreti gayr-ý mütenahî bir Hâlýk-ý Kadîrdir; esbab ise bahanelerdir, vesait de perdelerdir. Havas ve hasiyetler dahi, kudretin tecellîyatýna ve lem'alarýna isim ve unvanlardýr. Hem kanunlar ve nevâmis denilen þeyler, ancak ilimle irade ve emrin envâa olan tecellîlerinin isimleridir. Evet, kanun emirdendir, nâmus iradedendir. Ýþte, kâinat müsebbebatýn lisanýyla   ile Hâlýk-ý Hakikîyi ilân ediyor.

Ve keza, kâinat sayfasýnda pek büyük bir itina ve ihtimamla harika bir tarzda yazýlan nakýþlar, münferiden ve müçtemian, gayr-ý mütenahî bir kudreti iktiza ettiklerinden, kâinat da bir Vâcibü'l-Vücud, bir Hâlýk-ý Kadîrin vücuduna bizzarure delâlet eder ki, o Hâlýkýn tesir-i kudretine nihayet olmadýðýndan, þeriklerden bilbedâhe müstaðnidir, þerike ihtiyacý yoktur.

Maahaza, þerik hadd-i zatýnda mümtenidir. Bir ferdinin vücudu mümkün deðildir. Çünkü, kudret-i kâmilenin tesiri gayr-ý mütenahidir. Þerik olduðu takdirde, kudretin tesiri mahdut olur. Mütenahi olmadýðý halde mütenahî olur, inkýtaa uðrar. Bu ise birkaç cihetten muhaldir. Öyleyse, istiklâl ve infirad, ulûhiyet için zatî hassalardýr.

Maahaza, þerike bir mahal, bir makam, bir imkân-ý zatî yoktur. Ve þerikin vücudu hakkýnda ne bir delil ve ne de bir delilden neþ'et eden bir ihtimal ve ne de bir emare ve kâinatýn hiçbir cihetinde þerike bir mevzi yoktur. Bilâkis, hangi þeye, hangi cihete bakýlýrsa tevhid sikkesi görünür. Demek, müessir-i hakikî ancak ve ancak Allah'týr.

Evet, insan kâinatýn en eþrefi ve esbab içinde ihtiyarý en geniþ olduðu halde, ef'âl-i ihtiyarîsi içinde yemek ve içmek gibi en âdi bir fiilinde, yüz cüz'ünden ancak bir cüzü insana ait olabilir. Esbabýn sultaný olan insan, böyle eli baðlý, tesirsiz olursa öteki esbab-ý câmide ne halt edebilir?

Ýþte kâinat þu hakikatten tebarüz eden vücut ve vahdet lisanýyla   yu tilâvet eder.

Ve keza, kâinatýn bütün eczâ ve zerratýna tecellî eden esmâ-i Ýlâhiye arasýndaki tesanüd, yani birbirine dayanarak tecellî ettikleri bir temazüç, yani elvan-ý seb'a gibi birbiriyle memzuç olarak eþyayý cilvelendirdikleri eserleri bir olduðu gibi, müsemmâlarýnýn da vâhid, ehad olduðuna þehadet eder. Ve bu þehadet lisanýyla, kâinat diyerek ilân ediyor.

Ve keza, kâinatýn-küllî ve cüz'î-ihtiva ettiði bütün eczasýný istilâ eden bir hikmet-i âmme görünür. Ve bu hikmet-i âmme, kast, þuur, irade, ihtiyar sýfatlarýný tazammun ediyor. Bu sýfatlar, bir Hakîm-i Mutlakýn vücub-u vücuduna delâlet eder. Çünkü, kâinat mef'ul ve münfaildir.

Mesnevî-i Nuriye - Katre - s.1301

Mef'ul fâilsiz olamadýðý gibi, mef'ulün câmid bir cüz'ü de fâil olamaz.

Ve keza, kâinat sayfasýnda bir inayet-i tâmme parlýyor. Bu inayet, tazammun ettiði hikmet, lütuf, tahsin sýfatlarýyla, bir Hâlýk-ý Kerîmin vücub-u vücuduna delâlet eder. Çünkü, in'am ve ihsan, mün'im ve muhsinsiz olamaz.

Ve keza, kâinatý müþtemilâtýyla beraber içine alan pek geniþ bir merhamet görünüyor. Bu merhamet, rahmet, hikmet, inayet, in'am gibi çok sýfatlarý tazammun ediyor. Bu sýfatlar, bir Rahmân-ý Rahîmin vücub-u vücuduna þehadet eder. Çünkü, sýfat mevsufsuz olamaz.

Ve keza, zevilhayat ve canlý mahlûkata tevzi edilen bir rýzk-ý âmm vardýr. Ve bu rýzýk sýfatý, geçen sýfatlarý istilzam etmekle, bir Rezzak-ý Rahîmin vücuduna delâlet eder. Çünkü fiil fâilsiz olamaz.

Ve keza, bütün kâinatta intiþar eden bir hayat vardýr. Bu hayat sýfatý dahi, geçen sýfatlarý iktiza etmekle, bir Hayy-ý Kayyûm, bir Muhyî ve Mümît Hâlýkýn vücub-u vücuduna delâlet eder.

Arkadaþ! Elvan-ý seb'a gibi memzuc olan þu beþ hakikat, kâinata bir Rab, Kadîr, Alîm, Hakîm, Kadîm, Rahîm, Rahmân, Rezzak, Hayy-ý Kayyûm zarurî olduðuna bilbedahe delâlet ve þehadet eder. Ve kâinat bu þehadetlerini  ile ilân eder.

Ve keza, kâinat yüzünde hüsn-ü zatîyi gösteren bir hüsn-ü arazî ve bir cemal-i mücerredi gösteren bir cemal-i hazîn ve mahbub-u hakikîye iþaret eden bir aþk-ý sâdýk ve bütün esrarý cezb eden bir hakikat-ý câzibeye iþaret eden bir cezbe ve bir incizap vardýr. Bu hakikatler, kâinata bir Rabb-i Vâcibü'l-Vücud lâzým ve zarurî olduðuna þehadet ettiklerini, kâinat    ile tâlim ve ilâm ediyor.

Ve keza, bütün envâýn cüz'iyatýnda bir tasarruf var. Bu tasarruf, faydalý iþ ve maslahatlar içindir. Ve nebatat ve hayvanatta bir tebeddül ve tahavvül var. Bu da pek çok menfaatler içindir. Küre-i arzda gece ve gündüz cihetiyle bir taðyir var. Bu dahi büyük büyük gayeler içindir. Kâinatta hükümferma olan nizam ve intizamla beraber, faaliyet hususunda elvan-ý seb'a gibi tebarüz eden þu hakikatler, bilbedahe bir Mutasarrýf-ý Hakîm, Kadîr, Fâil-i Muhtar gibi bütün evsaf-ý kemaliyeyle muttasýf bir Hâlýkýn vücub-u vücuduna yaptýklarý delaleti, kâinat ile teblið ediyor.

Ve keza, kâinatýn ihtiva ettiði bütün envâ ve eczâ ve zerratý istilâ eden hudus, bir Muhdis ve bir Mûcidi iktiza eder.

Ve keza, kâinat bütün eczâsýyla beraber gayr-ý mütenahî eþkâl ve vaziyetlere kabiliyeti, ihtimali, imkâný varken bu þekl-i hâzýra girmesi, elbette bir Hâlýk-ý Vâcibü'l-Vücudun ihtiyar, irade ve tercihiyle olmuþtur.

Ve keza, büyük bir fakr ve ihtiyaçta bulunan kâinatýn envâ ve eczâsýna lâzým olan iþlerini, hâcetlerini evkat-ý münasipte (2) ifa ve is'af etmek, bir Rezzak-ý Kerîmin vücub-u vücuduna delâlet eder.

Ve keza, kâinat, umumî ve hususî, maddî ve mânevî pek büyük ihtiyaçlar içindedir. Gerek vücuduna ve gerek bekasýna lâzým þeyleri, iþleri görmekten âcizdir. Bu gibi matluplarýnýn þuuru olmaksýzýn yerine getirilmesi, elbette Rahmân-ý Rahîm ve Vâcibü'l-Vücud bir Sâni-i Hakîm tarafýndandýr.

Ve keza, kevn ve vücutta, imkân, kesret, infial mertebeleri vardýr. Ýmkân mertebesi, vücub mertebesine bakar ve onu istilzam eder. Kesret mertebesi, vahdet mertebesine nâzýrdýr, onu iktiza eder. Ýnfial mertebesi, fâiliyet mertebesine mütevakkýftýr. Bu mertebeler arasýndaki istilzam, bizzarure vâcip, vâhid, fa'al bir Hâlýký iktiza ve istilzam eder.

Ve keza, bakýyoruz ki, kâinatta herhangi birþey, hadd-i kemale vasýl olmayýnca hareket etmekten durmuyor. Kemaline vasýl olduðu zaman hareketi terk edip sükûnda oturur. Bundan anlaþýlýyor ki, vücut kemali ister, kemal de sübutu iktiza eder. Öyleyse, vücudun vücudu, kemalledir. Kemalin kemali de devamla olur. Öyleyse, bir Vâcib-i Sermedî, Kâmil-i Mutlak var ki, mümkinatýn bütün kemalâtý, Onun nur-u kemalinin cilvelerine birer gölgedir. Öyleyse, Cenab-ý Hak zatýnda, sýfâtýnda, ef'âlinde kâmil-i mutlaktýr.

Ve keza, herþeyin bâtýný zahirinden daha lâtif, daha þeffaftýr. Bu ise, Sâniin o þeyden hariç ve baîd olmamasýna delâlet eder. O þeyin sair eþyayla nizam ve muvazenesinin Sânii tarafýndan temin edildiði cihetle de, Sâniin o þeyde dahil olmamasýný iktiza eder. Öyleyse, bir masnûun zatýna bakýlýrsa, Sâniin ilim ve hikmeti görünür. Gayrýsýyla birlikte bakýlýrsa, Sâniin fevkalküll bir sem' ve basara mâlik olduðu görünür. Bu hakikatten anlaþýldý ki, Sâni-i Âlem, âlemde dahil olmadýðý gibi, âlemden hariç de deðildir. Ýlmi ve kudretiyle herþeyin içinde olduðu gibi herþeyin fevkindedir. Birþeyi gördüðü gibi, bütün eþyayý da beraber görür.

Bu hakikatler, kavs-i kuzeh renkleri gibi mâcun, birtakým nurânî âyetlerdir. Kâinat, bütün evsaf-ý kemaliyeyle muttasýf bir Hâlýkýn vücub-u vücud ve vahdetine delâlet ve þehadet eder. Evet, kâinat o Hâlýkýn nurunun gölgesi, esmâsýnýn tecelliyatý, ef'alinin âsârýdýr.

Arkadaþ! Kâinatýn, þu geçen hakikatlerin lisanýyla söylediði delâiliyle  ispat eder. Ve keza,(3) hakikati Muhammedün resulullah'ý istilzam ediyor Muhammedün resulullah da, imânýn beþ rüknünü tazammun ettiði gibi, sýfât-ý rububiyete de mazhar ve mir'attýr. Bu sýrra binaendir ki; Muhammedün resulullah imânýn mizan ve terazisinde Lâ ilâhe illâllah ile karîn ve muvazi olmuþtur. Nübüvvet, sýfât-ý rububiyete nâzýr ve mazhar olduðundan, umumî bir câmiiyete mâliktir. Velâyet ise, hususî ve cüz'îdir. Aralarýndaki nispet Rabbü'l-Âlemîn ile Rabbî arasýndaki nispet gibidir ki, birisinde izafe umumîdir, ötekisinde hususidir. Veya arzdan Arþa olan miracla secdedeki miraç arasýnda veya Arþla kalb arasýndaki nispet gibidir.

Arkadaþ! Þu yüksek olan matluba zikrettiðimiz burhanlar, matlubu ihata eden bir dairedir. Matlup olan vücub-u vücud ve vahdet o dairenin merkezindedir. Daireyi teþkil eden burhanlarýn herbirisi, parmaðýný uzatýp, matlubun hak ve sadýk olduðuna imza atýyorlar. O burhanlardan zayýf olanlarýn aralarýnda tesanüd vardýr. Yani, birbirini teyid ve takviye etmekle, zayýf burhanlarýn zâfiyeti zâil olur. Zâil olmasa bile itibardan düþmez. Ýtibardan düþse bile, dairenin bozulmasýna sebep olmaz. Ancak daire küçülür.

Maahaza, burhanlarýn heyet-i mecmuasýna terettüb eden matlubun kuvvet ve vuzuhunu her fertten istemek ve her fertte aramak, aklýn hastalýðýna, zihnin cüz'iyetine iþaret olup, matlubu red ve inkâr için bir zemin teþkil ediyor. Binaenaleyh, bir burhana bakýldýðý zaman zâfiyetten dolayý vehimler baþgösterirse, öteki burhanlardan süzülen kuvvetle ortada zâfiyet kalmaz; vehimler de daðýlýr.

Maahaza bazý burhanlar suya benziyor; bir kýsmý da havaya benziyor, bir kýsmý da ziya gibidir. Binaenaleyh, bu gibi burhanlarý gayet lâtif ve dikkatli ince bir fikirle arayýp tutmalýdýr ki, dökülmesin, sönmesin, uçmasýn.

 


1  "Bil ki Allah'tan baþka ilâh yoktur." Muhammed Sûresi, 47:19.

2  "Beklemediði yerden." Talâk Sûresi, 65:3.

3  "Bil ki Allah'tan baþka ilâh yoktur." Muhammed Sûresi, 47:19.


radyobeyan