Mesnevi-i Nuriye
Pages: 1
Habbe By: hafiza aise Date: 15 Þubat 2011, 12:16:24
HABBE

Cennet-i Kur'âniyenin semerâtýndan bir semerenin ihtiva ettiði


(1)
(2)

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Þu gördüðün büyük âleme büyük bir kitap nazarýyla bakýlýrsa, nur-u Muhammedî (a.s.m.) o kitabýn kâtibinin kaleminin mürekkebidir.

Eðer o âlem-i kebir bir þecere tahayyül edilirse, nur-u Muhammedî hem çekirdeði, hem semeresi olur.

Eðer dünya mücessem bir zîhayat farz edilirse, o nur onun ruhu olur.

Eðer büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur onun aklý olur.

Eðer pek güzel þaþaalý bir cennet bahçesi tahayyül edilirse, nur-u Muhammedî onun andelîbi olur.

Eðer pek büyük bir saray farz edilirse, nur-u Muhammedî o Sultan-ý Ezelin makarr-ý saltanat ve haþmeti ve tecelliyat-ý cemaliyesiyle âsâr-ý san'atýný hâvi olan o yüksek saraya nâzýr ve münâdi ve teþrifatçý olur. Bütün insanlarý dâvet ediyor. O sarayda bulunan bütün antika san'atlarý, harikalarý ve mucizeleri târif ediyor. Halký o saray Sâhibine, Sâniine iman etmek üzere câzibedar, hayretefzâ dâvet ediyor.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Hilkat þeceresinin semeresi insandýr. Malûmdur ki, semere bütün eczânýn en ekmeli ve kökten en uzaðý olduðu için, bütün eczânýn hâsiyetlerini, meziyetlerini hâvidir. Ve keza, hilkat-i âlemin ille-i gaiye hükmünde olan çekirdeði yine insandýr.

Sonra, o þecerenin semeresi olan insandan bir tanesini þecere-i Ýslâmiyete çekirdek ittihaz etmiþtir. Demek o çekirdek, âlem-i Ýslâmiyetin hem bânisidir, hem esasýdýr. Fakat o çekirdeðin çekirdeði kalbdir. Kalbin ihtiyacat saikasýyla âlemin envâýyla, eczâsýyla pek çok alâkalarý vardýr. Esmâ-i Hüsnânýn bütün nurlarýna ihtiyaçlarý vardýr. Dünyayý dolduracak kadar o kalbin hem emelleri, hem de düþmanlarý vardýr. Ancak, Ganiyy-i Mutlak ve Hâfýz-ý Hakikiyle itminan edebilir.

Ve keza, o kalbin öyle bir kabiliyeti vardýr ki, bir harita veya bir fihriste gibi bütün âlemi temsil eder. Ve Vahid-i Ehadden baþka merkezinde birþeyi kabul etmiyor. Ebedî, sermedî bir bekadan maada birþeye razý olmuyor.

Ýnsanýn çekirdeði olan kalb, ubudiyet ve ihlâs altýnda Ýslâmiyetle iska edilmekle imanla intibaha gelirse, nurânî, misâlî âlem-i emirden gelen emirle öyle bir þecere-i nurânî olarak yeþillenir ki, onun cismânî âlemine ruh olur. Eðer o kalb çekirdeði böyle bir terbiye görmezse, kuru bir çekirdek kalarak nura inkýlâp edinceye kadar ateþle yanmasý lâzýmdýr.

Ve keza, o habbe-i kalb için, pek çok hizmetçi vardýr ki, o hâdimler kalbin hayatiyle hayat bulup inbisat ederlerse, kocaman kâinat onlara tenezzüh ve seyrangâh olur. Hattâ kalbin hâdimlerinden bulunan hayal, meselâ en zayýf, en kýymetsiz iken, hapiste ve zindanda kayýtlý olan sahibini bütün dünyada gezdirir, ferahlandýrýr. Ve þarkta namaz kýlanýn baþýný Hacerü'l-Esvedin altýna koydurur. Ve þehadetlerini Hacerü'l-Esvede muhafaza için tevdi ettirir.

Mâdem benî Âdem kâinatýn semeresidir. Nasýl ki, bir harmanda baþaklar döðülür; tasfiye neticesinde semereler istibka ve iddihar edilir. Binaenaleyh, haþir meydaný da bir harmandýr; kâinatýn baþak ve semeresi olan benî Âdemi intizar etmektedir.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Þu görünen umumî âlemde her insanýn hususî bir âlemi vardýr. Bu hususî âlemler, umumî âlemin aynýdýr. Yalnýz umumî âlemin merkezi þemstir. Hususî âlemlerin merkezi ise þahýstýr. Her hususî âlemin anahtarlarý o âlemin sâhibinde olup letâifiyle baðlýdýr. O þahsî âlemlerin safveti, hüsnü ve kubhu, ziyasý ve zulmeti, merkezleri olan eþhasa tâbidir. Evet, aynada irtisam eden bir bahçe, hareket, tegayyür ve sair ahvalinde aynaya tâbi olduðu gibi, her þahsýn âlemi de, merkezi olan o þahsa tâbidir: Gölge ve misal gibi.

Binaenaleyh, cisminin küçüklüðüne bakýp da günahlarýný küçük zannetme. Çünkü, kalbin kasâvetinden bir zerre, senin þahsî âleminin bütün yýldýzlarýný küsufa tutturur.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Otuz seneden beri iki tâðut ile mücadelem vardýr. Biri insandadýr, diðeri âlemdedir. Biri ene'dir, diðeri tabiattýr. Birinci tâðutu gayr-ý kastî, gölgevâri bir ayna gibi gördüm. Fakat o tâðutu kasten veya bizzat nazar-ý ehemmiyete alanlar, Nemrud ve Firavun olurlar.

Ýkinci tâðut ise, onu Ýlâhî bir san'at, Rahmânî bir sýbðat, yani nakýþlý bir boya þeklinde gördüm. Fakat gaflet nazarýyla bakýlýrsa, tabiat zannedilir ve maddiyunlarca bir ilâh olur. Maahaza, o tabiat zannedilen þey, Ýlâhî bir san'attýr. Cenab-ý Hakka hamd ve þükürler olsun ki, Kur'ân'ýn feyziyle, mezkûr mücadelem her iki tâðutun ölümüyle ve her iki sanemin kýrýlmasýyla neticelendi.

Evet, Nokta, Katre, Zerre, Þemme, Habbe, Hubâb risalelerinde ispat ve izah edildiði gibi, mevhum olan tabiat perdesi parçalanarak altýnda þeriat-ý fýtriye-i Ýlâhiye ve san'at-ý þuuriye-i Rahmâniye güneþ gibi ortaya çýkmýþtýr. Ve keza, firavunluða delâlet eden ene'den, Sâni-i Zülcelâle râci olan Hüve tebârüz etti.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Dünyada sana ait çok emirler vardýr. Amma ne mâhiyetlerinden ve ne âkýbetlerinden haberin olmuyor:

Biri, cesettir. Evet, cesedin genç iken lâtif, zarif ve güzel gül çiçeðine benzerse de, ihtiyarlýðýnda kuru ve uyuþmuþ kýþ çiçeðine benzer ve tahavvül eder.

Biri de hayat ve hayvaniyettir. Bunun da sonu ölüm ve zevaldir.

Biri de insaniyettir. Bu ise, zeval ve beka arasýnda mütereddittir. Dâim-i Bâkînin zikriyle muhafazasý lâzýmdýr.

Biri de ömür ve yaþayýþtýr. Bunun da hududu tayin edilmiþtir; ne ileri, ve ne de geri bir adým atýlamaz. Bunun için elem çekme, mahzun olma. Tahammülünden âciz, tâkatinden hariç olduðun tûl-i emel yükünü yüklenme.

Biri de vücuttur. Vücut zaten senin mülkün deðildir. Onun mâliki ancak Mâlikü'l-Mülktür. Ve senden daha ziyade senin vücuduna þefkatlidir. Binaenaleyh, Mâlik-i Hakikînin daire-i emrinden hariç o vücuda karýþtýðýn zaman zarar vermiþ olursun: ümitsizliði intaç eden hýrs gibi.

Biri de belâ ve musibetlerdir. Bunlar zâildir, devamlarý yoktur. Zevalleri düþünülürse, zýtlarý zihne gelir, lezzet verir.

Biri de, sen burada misafirsin. Ve buradan da diðer bir yere gideceksin. Misafir olan kimse, beraberce getiremediði birþeye kalbini baðlamaz. Bu menzilden ayrýldýðýn gibi, bu þehirden de çýkacaksýn. Ve keza, bu fâni dünyadan da çýkacaksýn. Öyleyse, aziz olarak çýkmaya çalýþ. Vücudunu Mûcidine feda et. Mukabilinde büyük bir fiyat alacaksýn. Çünkü, feda etmediðin takdirde, ya bâd-ý hevâ zâil olur, gider, veya Onun malý olduðundan, yine Ona rücû eder.

Eðer vücuduna itimad edersen, ademe düþersin. Çünkü ancak vücudun terkiyle vücut bulunabilir. Ve keza, vücuduna kýymet vermek fikrinde isen, o vücuttan senin elinde ancak bir nokta kalabilir. Bütün vücudun cihât-ý erbaasýyla ademler içerisinde kalýr. Amma, o noktayý da elinden atarsan vücudun tam mânâsýyla nurlar içinde kalýr.

Biri de, dünyanýn lezzetleridir. Bu ise, kýsmete baðlýdýr. Talebinde kalâka düþer. Ve sür'at-i zevali itibarýyla, aklý baþýnda olan, onlarý kalbine alýp kýymet vermez.

Dünyanýn âkýbeti ne olursa olsun, lezâizi terk etmek evlâdýr. Çünkü, âkýbetin ya saadettir; saadet ise þu fâni lezâizin terkiyle olur. Veya þekavettir. Ölüm ve idam intizarýnda bulunan bir adam, sehpanýn tezyin ve süslendirilmesinden zevk ve lezzet alabilir mi? Dünyasýnýn âkýbetini küfür sâikasýyla adem-i mutlak olduðunu tevehhüm eden adam için de terk-i lezâiz evlâdýr. Çünkü, o lezâizin zevaliyle vukua gelen hususî ve mukayyed ademlerden, adem-i mutlakýn elîm elemleri her dakikada hissediliyor. Bu gibi lezzetler o elemlere galebe edemez.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Mer'ayý tecavüz eden koyun sürüsünü çevirtmek için çobanýn attýðý taþlara musâb olan bir koyun, lisan-ý haliyle, "Biz çobanýn emri altýndayýz. O bizden daha ziyade faydamýzý düþünür. Madem onun rýzasý yoktur, dönelim" diye kendisi döner, sürü de döner.

Ey nefis! Sen o koyundan fazla âsi ve dâll deðilsin. Kaderden sana atýlan bir musibet taþýna mâruz kaldýðýn zaman, (3)
söyle ve merci-i hakikîye dön, imana gel, mükedder olma. O seni senden daha ziyade düþünür.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Kalbin umûr-u dünyeviyeyle kasden iþtigal etmek için yaratýlmýþ olmadýðý þöylece izah edilebilir:

Görüyoruz ki, kalb, hangi birþeye el atarsa, bütün kuvvetiyle, þiddetiyle o þeye baðlanýr.

Büyük bir ihtimamla eline alýr, kucaklar. Ve ebedî bir devamla, onunla beraber kalmak istiyor. Ve onun hakkýnda tam mânâsýya fena olur. Ve en büyük ve en devamlý þeylerin peþindedir, talebindedir. Halbuki umur-u dünyeviyeden herhangi bir emir olursa, kalbin istek ve âmâline nazaran bir kýl kadardýr. Demek kalb, ebedü'l-âbâda müteveccih açýlmýþ bir penceredir; bu fâni dünyaya razý deðildir.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Kur'ân, semâdan nâzil olmuþtur. Ve onun nüzûlüyle semâvî bir mâide ve bir sofra-i Ýlâhiye de nâzil olmuþtur. Bu mâide, tabakat-ý beþerin iþtah ve istifadelerine göre ayrýlmýþ safhalarý hâvidir. O mâidenin sathýnda, yüzünde bulunan ilk safha tabaka-i avâma aittir. Meselâ: (4)
âyet-i kerimesi, beþerin birinci tabakasýna þu mânâyý ifham ve ifade ediyor:

Semâvat, ayaz, bulutsuz, yaðmuru yaðdýracak bir kabiliyette olmadýðý gibi, arz da kup kuru, nebatatý yetiþtirecek bir þekilde deðildir. Sonra ikisinin de yapýþýklýklarýný izâle ve fetk ettik. Birisinden sular inmeye, ötekisinden nebatat çýkmaya baþladý. Mezkûr âyetin ifade ettiði þu mânâya delâlet eden (5)
âyet-i kerimesidir. Çünkü, hayvanî ve nebatî olan hayatlarý koruyan gýdalar ancak arz ve semânýn izdivacýndan tevellüd edebilir.

Mezkûr âyetin tabaka-i avâma ait safhasýnýn arkasýnda þöyle bir safha da vardýr ki, nur-u Muhammediyeden (a.s.m.) yaratýlan madde-i acîniyeden, seyyarat ile þemsin o nurun mâcun ve hamurundan infisal ettirilmesine iþarettir. Bu safhayý delâletiyle teyid eden (6)
olan hadis-i þerifidir.

Ýkinci misal:(7)
olan âyet-i kerimenin tabaka-i avâma ait safhasýnda þu mânâ vardýr:

"Onlar, daha acip olan birinci yaratýlýþlarýný þehadetle ikrar ettikleri halde, daha ehven, daha kolay ikinci yaratýlýþlarýný uzak görüyorlar." Þu safhanýn arkasýnda haþir ve neþrin pek kolay olduðunu tenvir eden büyük bir burhan vardýr.

Ey haþir ve neþri inkâr eden kafasýz! Ömründe kaç defa cismini tebdil ediyorsun? Sabah ve akþam elbiseni deðiþtirdiðin gibi her sene de bir defa tamamýyla cismini tebdil ve tecdid ediyorsun, haberin var mýdýr? Belki her senede, her günde cisminden bir kýsým þeyler ölür, yerine emsali gelir. Bunu hiç düþünemiyorsun. Çünkü kafan boþtur. Eðer düþünebilseydin, her vakit âlemde binlerce nümuneleri vukua gelen haþir ve neþri inkâr etmezdin. Doktora git, kafaný tedavi ettir.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Nefsin belâhet ve hamakatine bak ki, bir Rabb-i Muhtar-ý Hakîm tarafýndan terbiye edildiðini ve o Rabb-i Hakîmin memlûk ve masnûu olduðunu bildiðine ve bu temellük ve terbiyenin bütün efrad, envâ, ecnasta câri olmakla meselenin bir kaide-i külliye þeklini aldýðýna ve bu feyzin þümullü olmakla bir nevi icmâ ve fiilî bir tasdike mazhar olduðuna nazaran kanun ve düstur þeklinde olan hadiseye ve kesb-i külliyet eden kaideye bakarak kanaat ve itminan etmesi lâzýmken, bütün âfâký cilvelendiren tecelliyât-ý esmâyý-kendisi de o cilvelerde hissedar olduðu halde-vasýta-i tesettür ve alâmet-i ihmal sanýyor. Güya o nefsin fevkinde onun bütün ahvâlini kontrol eden kimse yoktur. Ve kendisini, yaptýðý fiillerinde fiil içinde müstetir Hû gibi görüyor. Tecelliyâtýn geniþliðini imtinâa, büyüklüðünü ademe hamletmekle, þeytaný bile yaptýðý mugalâtadan utandýrýyor.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Nefis daima ýztýraplar, kalâklar içinde evhamdan kurtulup tevekküle yanaþmýyor. Hükm-ü kadere razý olmuyor. Halbuki, þemsin tulû ve gurubu muayyen ve mukadder olduðu gibi, insanýn da bu dünyada tulû ve gurubu ve sair mukadderat, kalem-i kaderle cephesinde yazýlýdýr. Ýsterse baþýný taþa vursun ki, o yazýlarý silsin-fakat baþý kýrýlýr, yazýlara birþey olmaz ha!

Ve illâ muhakkak bilsin ki: Semâvat ve arzýn haricine kaçýp kurtulamayan insan, Hâlýk-ý Külli Þeyin rububiyetine muhabbetle rýzâdâde olmalýdýr.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Birþeyin sânii, o þeyin içinde olursa, aralarýnda tam bir münasebet lâzýmdýr. Ve masnûatýn adedince sânilerin çoðalmasý lâzýmdýr. Bu ise muhaldir. Öyleyse, sâni, masnû içinde olamaz. Meselâ, matbaa ile teksir edilen bir kitap, yine bir adamýn kalemiyle yazýlýyor. O kitabýn nakýþlarý, harfleri, kendisinden sümbüllenmez.

Kâtip de o kitâbet san'atý içinde deðildir. Ve illâ, intizamdan çýkar. Öyleyse, masnûun nakýþlarý kendisinden deðildir. Ancak, kudret kalemiyle kaderin takdiri üzerine yazýlýyor.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Aklýn pek garip bir hali vardýr. Öyle bir yed-i tûlâ sahibidir ki, bazan kâinatý ihata etmekle kucaðýna alýyor. Bazan daire-i imkândan çýkar, en yüksek dairelere müdahaleye çalýþýr. Bazan da bir katre suda boðulur, bir zerre içinde yok olur, bir kýlda kaybolur. Maahaza, hangi þeyde fena ve kaybolursa, bütün varlýðý o þeye münhasýr olduðunu bilir. Ve hangi bir noktaya girse bütün âlemi beraberce götürmek isteðindedir.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Eðer dünyanýn veya vücudun mülkiyeti, zýlliyeti sende ise, taahhüt, tahaffuz, korku külfetleriyle nimetlerden lezzet alamazsýn, daima rahatsýz olursun. Çünkü, noksanlarý tedarik, mevcutlarý telef olmaktan muhafaza ile daima evham, korkular, meþakkatlere mahal olursun. Halbuki, o nimetler, Mün'im-i Kerîmin taahhüdü altýndadýr. Senin iþin Onun sofra-i ihsanýndan yiyip içmekle þükretmektir. Þükürde bir zahmet yoktur. Bilâkis, nimetin lezzetini arttýrýr. Çünkü þükür, nimette in'âmý görmek demektir. Ýn'âmý görmek, nimetin zevalinden hasýl olan elemi def eder. Zira, nimet zâil olduðundan, Mün'im-i Hakikî onun yerini boþ býrakmaz, misliyle doldurur ve teceddüdünden lezzet alýrsýn.

Evet  "Onlarýn dualarý þu sözlerle sona erer: 'Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, þükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur." Yûnus Sûresi, 10:10. olan âyet-i kerime, hamdin ayn-ý lezzet olduðuna delâlet eder. Çünkü, hamd, in'am þeceresini, nimet semeresinde gösterir. Ve bu vesileyle zeval-i nimetin tasavvurundan hasýl olan elem zâil olur. Çünkü, þecerede çok semere vardýr, biri giderse, ötekisi yerine gelir. Demek hamd, ayn-ý lezzettir.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Âfâkî malûmat, yani hariçten, uzaklardan alýnan malûmat, evham ve vesveselerden hâli olamýyor. Amma, bizzat vicdanî bir þuura mahal olan enfüsî ve dahilî malûmat ise, evham ve ihtimallerden temizdir. Binaenaleyh, merkezden muhite, dahilden harice bakmak lâzýmdýr.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Küre-i arzý bir köy þekline sokan þu medeniyet-i sefiheyle gaflet perdesi pek kalýnlaþmýþtýr. Tâdili, büyük bir himmete muhtaçtýr. Ve keza, beþeriyet ruhundan dünyaya nâzýr pek çok menfezler açmýþtýr. Bunlarýn kapatýlmasý, ancak Allah'ýn lütfuna mazhar olanlara müyesser olur.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Bir zerre, kocaman þemsi tecelliyle, yani in'ikâs itibarýyla istiâb eder, içine alýr. Fakat küçücük iki zerreyi bizzat, yani hacimleri itibarýyla içine alamaz. Binaenaleyh, yaðmurun þemsin timsaline mâkes olan katreleri gibi, kâinatýn zerrat ve mürekkebatý, ilim ve iradeye müstenit kudret-i nurâniye-i ezeliyenin, tecellî ve in'ikâs itibarýyla lem'alarýna mazhar olabilirler. Fakat, gözün içindeki bir hücre zerresi, âsab, evride, þerâyinde tesirleri görünen bir kudret, þuur ve iradeye menba olamaz. Bu acip san'at, muntazam nakýþ, ince hikmetin iktizasýna göre, kâinatýn herbir zerresi, herbir mürekkebatý, ulûhiyete mahsus muhit ve mutlak sýfatlara menbâ ve masdar olmasý lâzým gelir. Veya o sýfatlarla muttasýf Þems-i Ezelînin tecelliyat lem'alarýna mâkes olmalarý lâzýmdýr.

Birinci þýkta kâinatýn zerratý adedince muhalât vardýr. Binaenaleyh, herbir zerre, o büyük yükün tahammülünden âciz olduðunu ikrarla "Mûcid, Hâlýk, Rab, Mâlik, Kayyum ancak Allah'týr" diye þehadetini ilân eder. Ve keza, herbir zerre, herbir mürekkebat, muhtelif lisan ve delâletleriyle þu beyti terennüm ediyorlar: (8)
Evet, herbir harf kendi vücuduna bir vecihle delâlet eder. Amma kâtibinin, sâniinin vücuduna çok vecihlerle delâlet eder. Evet, (9)
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Cam, su, hava, âlem-i misal, ruh, akýl, hayal, zaman ve saire gibi, tecellî-i timsal akislere mahal ve mazhar olan çok þeyler vardýr. Maddiyat-ý kesifenin timsalleri hem münfasýl, hem ölü hükmündedirler. Çünkü, asýllarýna gayr olduklarý gibi, asýllarýnýn hâsiyetlerinden de mahrumdurlar. Nurânîlerin timsalleri ise, asýllarýyla muttasýl ve asýllarýnýn hâsiyetlerine mâlik ve asýllarýna gayr deðillerdir. Binaenaleyh, Cenab-ý Hak, þemsin hararetini hayat, ziyasýný þuur, ziyadaki renkleri duygu gibi yapmýþ olsaydý, senin elindeki aynada temessül eden þemsin timsali seninle konuþacaktý. Çünkü, o, timsalinde oldukça harareti, ziyasý, renkleri olurdu. Hararetiyle hayat bulurdu. Ziyasýyla þuurlu olurdu. Renkleriyle de duygulu olurdu. Böyle olduktan sonra, seninle konuþabilirdi.Bu sýrra binaendir ki, Resul-i Ekrem (a.s.m.), kendisine okunan bütün salâvat-ý þerifeye bir anda vakýf olur.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Sübhanallah ve Elhamdü lillâh cümleleri Cenab-ý Hakký celâl ve cemal sýfatlarýyla zýmnen tavsif ediyorlar.

Celâl sýfatýný tazammun eden Sübhanallah, abdin ve mahlûkun Allah'tan baid olduklarýna nâzýrdýr. Cemal sýfatýný içine alan Elhamdü lillâh, Cenab-ý Hakkýn rahmetiyle abde ve mahlûkata karib olduðuna iþarettir. Meselâ, biri kurb, diðeri bu'd olmak üzere, bize nâzýr, þemsin iki ciheti vardýr. Kurb cihetiyle, hararet ve ziyayý veriyor. Bu'd cihetiyle, insanlarýn mazarratlarýndan tâhir ve sâfi kalýyor. Bu itibarla insan þemse karþý yalnýz kabil olabilir, fâil ve müessir olamaz.

Kezalik-bilâ teþbih-Cenab-ý Hak rahmetiyle bize karib olduðu cihetle ona hamd ediyoruz. Biz ondan uzak olduðumuz cihetle Onu tesbih ediyoruz. Binaenaleyh, rahmetiyle kurbuna bakarken hamdet. Ondan baid olduðuna bakarken tesbih et. Fakat her iki makamý karýþtýrma. Ve her iki nazarý birleþtirme ki, hak ve istikamet mültebis olmasýn. Lâkin iltibas ve mezc olmadýðý takdirde, her iki makamý ve her iki nazarý hem tebdil, hem cem edebilirsin. Evet, Sübhanallahi ve bihamdihî her iki makamý cem eden bir cümledir.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Dört þey için dünyayý kesben deðil, kalben terketmek lâzýmdýr:

1. Dünyanýn ömrü kýsa olup, sür'atle zeval ve guruba gider. Zevalin elemiyle, visalin lezzeti zeval buluyor.

2. Dünyanýn lezâizi zehirli bala benzer. Lezzeti nisbetinde elemi de vardýr.

3. Seni intizar etmekte ve senin de sür'atle ona doðru gitmekte olduðun kabir, dünyanýn ziynetli, lezzetli þeylerini hediye olarak kabul etmez. Çünkü dünya ehlince güzel addedilen þey, orada çirkindir.

4. Düþmanlar ve haþerat-ý muzýrra arasýnda bir saat durmakla dost ve büyükler meclisinde senelerce durmak arasýndaki muvazene, kabirle dünya arasýndaki ayný muvazenedir. Maahaza, Cenab-ý Hak da bir saatlik lezzeti terk etmeye davet ediyor ki, senelerce dostlarýnla beraber rahat edesin. Öyleyse, kayýtlý ve kelepçeli olarak sevk edilmezden evvel, Allah'ýn davetine icabet et.

Fesübhanallah, Cenab-ý Hakkýn insanlara fazl ve keremi o kadar büyüktür ki, insana vedia olarak verdiði malý, büyük bir semeni ile insandan satýn alýr, ibka ve himaye eder. Eðer insan o malý temellük edip Allah'a satmazsa, büyük bir belâya düþer. Çünkü o malý uhdesine almýþ oluyor. Halbuki kudreti taahhüde kâfi gelmiyor. Çünkü, arkasýna alýrsa, beli kýrýlýr, eliyle tutarsa, kaçar, tutulmaz. En nihayet meccânen fena olur gider, yalnýz günahlarý miras kalýr.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! "Geceye benzeyen gençliðim zamanýnda gözlerim uyumuþtu. Ancak ihtiyarlýk sabahýyla uyandým" mealinde olan
þiirin þümulüne dahilim. Çünkü gençliðimde en yüksek bir intibah þahikasýna çýktýðýmý sanýyordum. Þimdi anlýyorum ki, o intibah, intibah deðilmiþ. Ancak, uykunun en derin kuyusunda bulunmaktan ibaretmiþ. Binaenaleyh, medenîlerin iftiharla dem vurduklarý tenevvür-ü intibahlarý, benim gençlik zamanýmdaki intibah kabilinden olsa gerektir.

Onlarýn misali, rüyasýnda güya uyanýp, rüyasýný halka hikâye eden nâim meselidir. Halbuki, rüyasýnda onun o intibahý uykunun hafif perdesinden derin ve kalýn bir perdeye intikal ettiðine iþarettir. Böyle bir nâim ölü gibidir; yarý buçuk uykuda bulunan insanlarý nasýl ikaz edebilir?

Ey uykuda iken kendilerini ayýk zannedenler! Umûr-u diniyede müsamaha veya teþebbühle medenîlere yanaþmayýn. Çünkü, aramýzdaki dere pek derindir; doldurup hatt-ý muvasalayý temin edemezsiniz. Ya siz de onlara iltihak edersiniz, veya dalâlete düþer, boðulursunuz.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Mâsiyetin mahiyetinde, bilhassa devam ederse, küfür tohumu vardýr. Çünkü, o mâsiyete devam eden, ülfet peyda eder, sonra ona âþýk ve müptelâ olur. Terkine imkân bulamayacak dereceye gelir. Sonra o mâsiyetinin ikaba mûcip olmadýðýný temenniye baþlar. Bu hal böylece devam ettikçe, küfür tohumu yeþillenmeye baþlar. En nihayet, gerek ikabý ve gerek dârü'l-ikabý inkâra sebep olur.

Ve keza, mâsiyete terettüp eden hacâletten dolayý, o mâsiyetin mâsiyet olmadýðýný iddia etmekle, o mâsiyete muttali olan melekleri bile inkâr eder. Hattâ þiddet-i hacâletten, yevm-i hesabýn gelmeyeceðini temenni eder. Þayet yevm-i hesabý nefyeden ednâ bir vehmi bulursa, o vehmi kocaman bir burhan addeder. En nihayet nedâmet edip terk etmeyenlerin kalbi küsufa tutulur, mahvolur, gider. El-iyâzü Billâh!

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Kur'ân-ý Mucizü'l-Beyânýn i'câz ve belâgatine dair Lemeat nâmýndaki eserimde izah edilen bazý lem'alarý dinleyeceksin:

Mesnevî-i Nuriye - Habbe - s.1330

1. Kur'ân'ýn okunuþunda yüksek bir selâset vardýr ki, lisanlara aðýr gelmez.

2. Büyük bir selâmet vardýr ki, lâfzan ve mânen hatâdan sâlimdir.

3. Âyetler arasýnda büyük bir tesanüt vardýr ki, kârgir binalar gibi, âyetleri birbirine dayanarak bünye-i Kur'âniyeyi sarsýlmaktan vikaye ediyor.

4. Büyük bir tenâsüp, tecâvüp, teâvün vardýr ki, âyetleri birbirine ecnebî olmadýðý gibi, birbirinin vuzuhuna yardým, istizahýna cevap veriyor.

5. Parça parça, ayrý ayrý zamanlarda nâzil olduðu halde, þiddet-i tenâsüpten sanki bir defada nâzil olmuþtur.

6. Esbab-ý nüzul ayrý ayrý ve mütebâyin olduðu halde, þiddet-i tesânütten, sanki sebep birdir.

7. Mükerrer, mütefavit suallere cevap olduðu halde þiddet-i imtizaç ve ittihaddan sanki sual birdir.

8. Müteaddit, mütegayir hâdisâta beyan olduðu halde, kemâl-i intizamdan, sanki hâdise birdir ve bir hâdiseye cevaptýr.

9. "Tenezzülât-ý Ýlâhiye" ile tâbir edilen, muhataplarýn fehimlerine yakýn ve münasip üslûplar üzerine nâzil olmuþtur.

10. Bütün zaman ve mekânlarda gelip geçen insanlara tevcih-i kelâm ettiði halde, suhulet-i beyandan dolayý sanki muhatap birdir.

11. Ýrþadýn gayelerine isal için tekrarlarý, tahkik ve takriri ifade eder. Maahaza, tekrarlarý halel vermez. Ýadesi, zevki izale etmez. Tekerrür ettikçe misk gibi kokar.

12. Kur'ân kalblere kuvvet ve gýdadýr, ruhlara þifâdýr. Gýdanýn tekrarý, kuvveti arttýrýr. Tekrar etmekle daha melûf ve menus olduðundan lezzeti artar.

13. Ýnsan maddî hayatýnda, her anda havaya, her vakit suya, her zaman ve hergün gýdaya, her hafta ziyaya muhtaçtýr. Bunlarýn tekerrürü haddizatýnda tekerrür olmayýp, ihtiyaçlarýn tekerrürü içindir. Kezâlik, insan, hayat-ý ruhiyesi cihetiyle Kur'ân'da zikredilen bütün nevilere muhtaçtýr. Bazý nevilere her anda muhtaçtýr: Hüvallah gibi. Çünkü ruh bununla nefes alýyor. Bazý nevilere her vakit, bazýlarýna her zaman muhtaçtýr. Ýþte, hayat-ý kalbiyenin ihtiyaçlarýna binaen, Kur'ân tekrarlar yapýyor. Meselâ, Bismillâh, hava-i nesîmî gibi kalbi ve ruhu tatmin ettiðinden, kesret-i ihtiyaca binaen Kur'ân'da çok tekrar edilmiþtir.

14. Kýssa-i Mûsâ gibi bazý hâdisât-ý cüz'iyenin tekrarý, o hâdisenin büyük bir düsturu tazammun ettiðine iþarettir.

Hülâsa: Kur'ân hem zikirdir, hem fikirdir, hem hikmettir, hem ilimdir, hem hakikattir, hem þeriattýr, hem sadýrlara þifa, mü'minlere hüdâ ve rahmettir.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Fýtrat-ý insaniyenin garip bir hali, gaflet zamanýnda letâifle havâssýn hükümlerini, iltibasla birbirine benzetir, tefrik edemez. Meselâ, elle gözü birbirine benzetip hizmetlerini ve vazifelerini tefrik edemeyen bir mecnun, yüksekte gözüyle gördüðü birþeyi almak için elini uzatýyor. El gözün komþusu olduðu münasebetle, onun yaptýðý iþi el de yapabilir zanneder.

Kezâlik, insan-ý gafil, kendi þahsýna ait ednâ, cüz'î bir tanzimden âciz olduðu halde, gururuyla, hayaliyle Cenab-ý Hakkýn ef'âline tahakkümle el uzatýyor.

Yine insanýn fýtratýnda acip bir hal: Ýnsanýn efradý arasýnda cismen ve sureten ayrýlýk varsa da pek azdýr. Amma mânen ve ruhen, aralarýnda zerreyle þems arasýndaki ayrýlýk kadar bir ayrýlýk vardýr. Fakat sair hayvanat öyle deðildir. Meselâ, balýkla kuþ, kýymet-i ruhiyece birbirine pek yakýndýrlar. En küçüðü, en büyüðü gibidir. Çünkü insanýn kuvve-i ruhiyesi tahdit edilmemiþtir. Enaniyetle o kadar aþaðý düþerler ki, zerreye müsavi olur. Ubudiyetle de o kadar yükseðe çýkýyor ki, iki cihanýn güneþi olur: Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm gibi.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Eþyada esas bekadýr, adem deðildir. Hattâ ademe gittiklerini zannettiðimiz kelimat, elfaz, tasavvurat gibi serîüzzeval olan bazý þeyler de ademe gitmiyorlar. Ancak suretlerini ve vaziyetlerini deðiþerek, zevalden masun kalýp bazý yerlerde tahassunla, adem-i mutlaka gitmezler. Fen dedikleri hikmet-i cedide, bu sýrra vakýf olmuþsa da, vuzuhuyla vakýf olamamýþtýr. Ve ayný zamanda, "Âlemde adem-i mutlak yoktur. Ancak terekküp ve inhilâl vardýr" diye ifrat ve hatâ etmiþtir. Çünkü, âlemde Cenab-ý Hakkýn sun'uyla terkip vardýr. Allah'ýn izniyle tahlil vardýr. Allah'ýn emriyle icad ve idam vardýr.
(10)
(11)
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Kabir, âlem-i âhirete açýlmýþ bir kapýdýr. Arka ciheti rahmettir, ön ciheti ise azaptýr. Bütün dost ve sevgililer o kapýnýn arka cihetinde duruyorlar. Senin de onlara iltihak zamanýn gelmedi mi? Ve onlara gidip onlarý ziyaret etmeye iþtiyakýn yok mudur? Evet, vakit yaklaþtý. Dünya kazûratýndan temizlenmek üzere bir gusül lâzýmdýr.

Yoksa, onlar istikzarla ikrah edeceklerdir.

Eðer Ýmam-ý Rabbanî Ahmed-i Farukî bugün Hindistan'da hayattadýr diye ziyaretine bir dâvet vuku bulsa, bütün zahmetlere ve tehlikelere katlanarak ziyaretine gideceðim. Binaenaleyh, Ýncil'de "Ahmed," Tevrat'ta "Ahyed," Kur'ân'da "Muhammed" ismiyle müsemmâ iki cihanýn güneþi, kabrin arka tarafýnda milyonlarca Farukî Ahmed'lerle muhat olarak sâkindir. Onlarýn ziyaretlerine gitmek için niye acele etmiyoruz? Geri kalmak hatâdýr.

Þu esâsata dikkat lâzýmdýr:

1. Allah'a abd olana herþey musahhardýr. Olmayana herþey düþmandýr.

2. Herþey kaderle takdir edilmiþtir. Kýsmetine râzý ol ki, rahat edesin.

3. Mülk Allah'ýndýr; sende emaneten duruyor. O emaneti ibka edip senin için muhafaza edecek. Sende kalýrsa, meccânen zâil olur, gider.

4. Devam olmayan birþeyde lezzet yoktur. Sen zâilsin. Dünya da zâildir. Halkýn dünyasý da zâildir. Kâinatýn þu þekl-i hâzýrý da zâildir. Bunlar saniye ve dakika ve saat ve gün gibi birbirini takiben zevale gidiyorlar.

5. Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadýðý takdirde, fâni dünyada býraktýðýn eserlere de kýymet verme.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Sübhanallah, Elhamdü lillah, Allahu ekber-bu üç mukaddes cümlenin faydalarýný ve mahall-i istimallerini dinle:

1. Kalbinde hayat bulunan bir insan, kâinata, âleme bakarken, idrâkinden âciz, bilhassa þu boþlukta yapýlan Ýlâhî manevralarý görmekle hayretler içinde kalýr. Ýþte bu gibi hayret ve dehþet-engiz vaziyetleri, ancak Sübhanallah cümlesinden nebean eden mâ-i zülâli içmekle o hayret ateþi söner.

2. Ayný o insan, gördüðü leziz nimetlerden duyduðu zevkleri izhar etmekle, hamd ünvaný altýnda in'âmý Mün'imde ve Mün'imi in'amda görmekle idame-i nimet ve tezyid-i lezzet talebinde bulunarak, Elhamdü lillâh cümlesiyle nîmetler definesini bulan adam gibi nefes alýyor.

3. Ayný o insan, mahlûkat-ý acibe ve harekât-ý garîbeden aklýnýn tartamadýðý ve zihninin içine alamadýðý þeyleri gördüðü zaman, Allahü ekber demekle rahat bulur. Yani, Hâlýký daha azîm ve daha büyüktür. Onlarýn halk ve tedbirleri kendisine aðýr deðildir.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Ýnsan, seyyiatýyla Allah'a zarar vermiþ olmuyor. Ancak nefsine zarar eder. Meselâ, hariçte, vâkide ve hakikatte Allah'ýn þeriki yoktur ki, onun hizbine girmekle Cenab-ý Hakkýn mülküne ve âsârýna müdahale edebilsin. Ancak, þeriki zihninde düþünür, boþ kafasýnda yerleþtirir. Çünkü, hariçte þerikin yeri yoktur. O halde o kafasýz, kendi eliyle kendi evini yýkýyor.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Allah'a tevekkül edene Allah kâfidir. Allah, Kâmil-i Mutlak olduðundan, lizatihî mahbubdur. Allah, Mûcid, Vâcibü'l-Vücud olduðundan kurbiyetinde vücut nurlarý, bu'diyetinde adem zulmetleri vardýr. Allah, melce ve mencedir. Kâinattan küsmüþ, dünya ziynetinden iðrenmiþ, vücudundan býkmýþ ruhlara melce ve mence odur. Allah Bâkîdir; âlemin bekasý ancak Onun bekasýyladýr. Allah Mâliktir; sendeki mülkünü senin için saklamak üzere alýyor. Allah, Ganiyy-i Muðnîdir; herþeyin anahtarý Ondadýr. Bir insan Allah'a hâlis bir abd olursa, Allah'ýn mülkü olan kâinat, onun mülkü gibi olur.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Aklý baþýnda olan insan, ne dünya umurundan kazandýðýna mesrur ve ne de kaybettiði þeye mahzun olmaz. Zira dünya durmuyor, gidiyor. Ýnsan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun. Bak, ihtiyarlýk þafaðý, kulaklarýn üstünde tulû etmiþtir. Baþýnýn yarýsýndan fazlasý beyaz kefene sarýlmýþ. Vücudunda tavattun etmeye niyet eden hastalýklar, ölümün keþif kollarýdýr. Maahaza, ebedî ömrün önündedir. O ömr-ü bâkide göreceðin rahat ve lezzet, ancak bu fâni ömürde sa'y ve çalýþmalarýna baðlýdýr. Senin o ömr-ü bâkiden hiç haberin yok. Ölüm sekeratý uyandýrmadan evvel uyan!

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Cenab-ý Hakka malûm ve mâruf ünvanýyla bakacak olursan, meçhul ve menkûr olur. Çünkü, bu malûmiyet, örfî bir ülfet, taklidî bir sema'dýr. Hakikati ilâm edecek bir ifade de deðildir. Maahaza, o ünvanla fehme gelen mânâ, sýfât-ý mutlakayý beraberce alýp zihne ilka edemez. Ancak, Zât-ý Akdesi mülâhaza için bir nevi ünvandýr. Amma Cenab-ý Hakka mevcud-u meçhul ünvanýyla bakýlýrsa, mârufiyet þuâlarý bir derece tebarüz eder. Ve kâinatta tecellî eden sýfât-ý mutlaka-i muhîta ile, bu mevsufun o ünvandan tulû etmesi aðýr gelmez.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Esmâ-i Hüsnânýn herbirisi ötekileri icmâlen tazammun eder: ziyânýn elvan-ý seb'ayý tazammun ettiði gibi. Ve keza, herbirisi ötekilere delil olduðu gibi, onlarýn herbirisine de netice olur. Demek, Esmâ-i Hüsna, mir'at ve ayna gibi birbirini gösteriyor. Binaenaleyh, neticeleri beraber mezkûr kýyaslar gibi veya delilleri beraber neticeler gibi okumasý mümkündür.



1  Ben tevhid meyveleriyle yüklü bir aðaç dalýyým.

Tevhid incileriyle dolu bir denizin damlasýyým.

2 Din-i Ýslâm ve kemâl-i iman için Allah'a hamd olsun. Daire-i Ýslâmýn merkezi ve envâr-ý imanýn menbaý olan Muhammed ile onun bütün âl ve ashabýna, gece gündüz, ay ve güneþ devam ettikçe salât ve selâm olsun.

3 "Biz Allah'ýn kullarýyýz; sonunda yine Ona döneceðiz." Bakara Sûresi, 2:156.

4 "Gökler ve yer bitiþik iken Biz onlarý birbirinden koparýp ayýrdýk." Enbiyâ Sûresi, 21:30.

5 "Her canlý þeyi sudan yarattýk." Enbiyâ Sûresi, 21:30.

6 "Cenab-ý Hak herþeyden evvel benim nurumu yarattý." Bu hadis, Câbir bin Abdillah tarikiyle Abdürrezzak'tan þu lafýzlarla rivayet edilmiþtir: ý01030.gif (1562 bytes)

Yani, "Cenab-ý Hak herþeyden evvel senin Peygamberinin nurunu yarattý ey Câbir." el-Aclûnî, Keþfü'l-Hafâ, 1:205, 2:129.

7 "Onlarýn ilk yaratýlýþý Bize zor mu geldi ki, tekrar diriltmekten âciz kalalým? Doðrusu onlar ilk yaratýlýþlarýný kabul ettikleri halde yeni bir yaratýþtan þüphe ediyorlar." Kaf Sûresi, 50:15.

8 Sözlerimiz muhtelifse de, Senin hüsnün birdir. O sözlerin hepsi de o güzelliðe iþaret eder.

9 Kâinatýn satýrlarýný dikkatle mütalâa et. Zira onlar, mele-i alâdan sana gönderilmiþ mektuplardýr.

10 "Allah dilediðini yapar." Ýbrahim Sûresi, 14:27.

11 "Allah dilediði gibi hükmeder." Mâide Sûresi, 5:1.




radyobeyan