Zerre By: hafiza aise Date: 14 Þubat 2011, 15:35:59
ZERRE
Hidayet-i Kur'âniyenin þuâsýndan

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Cenab-ý Hakka nâzýr ve Ona vasýl olan yollar, kapýlar, âlemin tabakalarý, sayfalarý, mürekkebatý nisbetinde bir yekûn teþkil etmektedir. Âdi bir yol kapandýðý zaman bütün yollarýn kapanmýþ olduðunu tevehhüm etmek, cehaletin en büyük bir þahididir. Bu odamýn meseli, gayet büyük askerî bir karargâhý hâvi büyük bir þehirde, karargâhýn bayraðýný görmediðinden, sultanýn ve askeriyeye ait bütün þeylerin inkârýna veya teviline baþlayan adamýn meseli gibidir.
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Herþeyin bâtýný zahirinden daha âli, daha kâmil, daha lâtif, daha güzel, daha müzeyyen olduðu gibi, hayatça daha kavî, þuurca daha tamdýr. Ve zahirde görünen hayat, þuur, kemal ve saire, ancak bâtýndan zahire süzülen zayýf bir tereþþuhtur. Yoksa bâtýn câmid, meyyit olup da ilim ve hayatý dýþarýya vermiþ olduðuna zehaba ihtimal yoktur.
Evet, karnýn (miden) evinden, cildin gömleðinden ve kuvve-i hâfýzan senin kitabýndan, nakýþ ve intizamca daha yüksek ve daha gariptir. Binaenaleyh, âlem-i melekût âlem-i þehadetten, âlem-i gayb dünya ve âhiretten daha âli ve daha yüksektir. Maalesef, nefs-i emmâre, hevâ-i nefisle baktýðý için, zahiri, hayatlý, ünsiyetli bir perde gibi meyyit ve zulmetli ve vahþetli zannettiði bâtýn üstüne serilmiþ olduðunu görüyor.
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Senin yüzün, veçhin o kadar küçüklüðüyle beraber, geçmiþ ve gelecek bütün insanlarýn adedince kendisini onlardan ayýran ve tarif eden niþan ve alâmetleri hâvi olduðu gibi, yüzünü teþkil eden esas ve erkânýnda da bütün insanlar ittifaktadýr. Bütün insanlarda, biri tevafuk, diðeri tehalüf olmak üzere iki cihet vardýr. Tehalüf ciheti Sâniin muhtar olduðuna, tevafuk ciheti ise Sâniin Vahid-i Ehad olduðuna delâlet ederler. Bu iki cihetin bir Kasýdýn kasdýyla, bir Muhtarýn ihtiyarýyla, bir Mürîdin iradesiyle, bir Alîmin ilmiyle olmadýðýný tevehhüm etmek, muhâlâtýn en acibidir. Fesübhanallah! Yüzün o küçük sayfasýnda nasýl gayr-ý mütenahi niþanlar derc edilmiþtir ki, gözle okunur da nazarla, yani akýlla görünmez.
Ýnsan nevinde þu tehalüfle beraber buðday, üzüm, arý, karýnca nevilerindeki tevafuk, kör tesadüfün iþi olmadýðý güneþ gibi âþikârdýr. Madem ki kesretin böyle uzak, ince, geniþ ahval ve etvarýnda da tesadüfün müdahalesine imkân yoktur. Ve tesadüfün elinden mahfuzdur. Ve ancak bir Hakîmin kasdý ve bir Muhtarýn ihtiyarý ve Semî, Basîr bir Mürîdin iradesinin dâire-i tasarrufundadýr.
Tesadüf, þirk ve tabiattan teþekkül eden fesat þebekesinin âlem-i Ýslâmdan nefiy ve ihracýna Risale-i Nurca verilen karar infaz edilmiþtir.
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Þeytanýn ilka etmekte olduðu vesveselerden biri:
"Yahu, þu koyun veya inek, eðer Kadîr ve Alîm-i Ezelînin nakþý, mülkü olmuþ olsaydý, bu kadar miskin, biçare olmazlardý. Eðer bâtýnlarýnda, içlerinde Alîm, Kadîr, Mürîd bir Sâniin kalemi çalýþmýþ olsaydý, bu kadar câhil, yetim, miskin olmazlardý" diyen ve cinnî þeytanlara üstad olan ey þeytân-ý insî! Cenab-ý Hak, herþeye lâyýkýný veriyor. Ve maslahata göre veriyor. Eðer atâsý, in'âmý bu kaideden hariç olsaydý, senin eþeðinin kulaðý senden ve senin üstadlarýndan daha akýllý, daha âlim olmasý lâzýmdý. Ve senin parmaðýn içinde senin þuur ve iktidarýndan daha çok bir þuur, bir iktidar yaratýrdý. Demek herþeyin bir haddi var. O þey, o had ile mukayyeddir.
Kader, herþeye bir miktar ve o miktara göre bir kalýp vermiþtir. Feyyaz-ý Mutlaktan aldýðý feyze olan kabiliyeti o kalýba göredir. Mâlûmdur ki, dahilden harice süzülen cüz-ü ihtiyarî mizanýyla, ihtiyaç derecesiyle, kabiliyetin müsaadesiyle, hâkimiyet-i Esmânýn nizam ve tekabülüyle feyz alýnabilir. Maahaza, þemsin azametini bir kabarcýkta aramak, akýllý olanýn iþi deðildir.
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Ýnsan, hikmetle yapýlmýþ bir masnûdur. Ve Sâniin gayet hakîm olduðuna, yaptýðý vuzuh-u delâletle, sanki mücessem bir hikmet-i nakkaþedir. Tecessüd etmiþ bir ilm-i muhtardýr. Ýncimad etmiþ bir kudret-i basîre olduðu gibi, öyle bir fiilin mahsulüdür ki, istidadý irade ettiði þeyi kendisine veriyor. Öyle bir in'âm ve ihsanýn kesîfidir ki, bütün hâcâtýna vakýftýr. Öyle bir kaderin tersim ettiði bir surettir ki, bünyesine lâzým ve münasip þeyleri bilir, bu malûmatla herþeyin mâliki olan Mâlikinden nasýl tegafül eder? Ve bütün cinayetlerini bilen, hâcâtýný gören, vâveylâlarýný iþiten Semî, Basîr, Alîm, Mücîb olarak üstünde bir Rakîbin bulunmamasýný nasýl tevehhüm edebilir?
Ey nefs-i emmâre! Niçin kendini hariç tevehhüm ediyorsun? Eðer evâmire imtisal dairesinden çýkarsan, ya herkesin ayaðýný öpercesine müraat ve ihtiram etmeye mecbur olursun. Veya ehemmiyet vermeyerek zâlim-i ale'l-küll olacaksýn. Bu yük aðýrdýr, taþýyamayacaksýn, en iyisi, ecnebî olan þirki terkle mülküllahýn dairesine gir ki, rahat edesin. Ve illâ, sefineye binip yükünü arkasýna alan ebleh adam gibi olacaksýn.
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Bir insaný yaratan Hâlýkýn, âlemi müþtemilâtýyla beraber yaratmasýnda bir bu'd, bir garabet yoktur. Zira, bir insanýn yaratýlýþý, içerisinde bulunan eþyanýn yaratýlmasýndan ibaret olduðu gibi, âlemin de yaratýlýþý müþtemilâtýnýn yaratýlýþýndan ibarettir. Ve keza, insan, âleme bir enmuzec ve küçük bir fihristedir. Çünkü kavunun hâlýký, çekirdeðinin hâlýkýndan baþkasý olmasý mümtenidir.
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Senin iktidarýn kýsa, bekan az, hayatýn mahdut, ömrünün günleri mâdud ve herþeyin fânidir. Öyleyse, þu kýsa, fâni ömrünü fâni þeylere sarf etme ki, fâni olmasýn. Bâki þeylere sarf et ki, bâki kalsýn.
Evet, yaþadýðýn ömürden dünyada göreceðin istifade ancak yüz sene olur. Bu yüz sene ömrünü yüz tane hurma çekirdeði farz edelim. Bu çekirdekler iska edilip muhafaza edilirse, ilâ-mâþaallah semere verecek yüz tane aðaç olur. Aksi takdirde, ateþe atýp yakmaktan baþka bir istifadeyi temin etmez. Kezâlik, senin o yüz senelik ömrün de, þeriat suyuyla iska ve âhirete sarf edilirse, âlem-i bekada ilelebed semerelerinden istifade edeceksin. Binaenaleyh, semeredar yüz tane hurma aðacýný terk ve yüz tane çekirdeklerine kanaatla aldanýrsa, o adam, hutameye (Cehenneme) hatab olmaya lâyýktýr.
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Evham, þübehat, dalâletin menþe' ve mahzenlerinden biri: Nefis, kendisini kader ve sýfât-ý Ýlâhiyenin tecelliyat dairesinden hariç addeder. Sonra tecelliyata mazhar olanlardan birisinin mevkiinde kendisini farz eder, onda fenâ olur. Sonra, baþlar, bazý tevillerle o þeyi de Allah'ýn mülkünden, tasarrufundan çýkartýr. Kendisinin girmiþ olduðu þirk-i hafîye girdirir. Ve þirk-i hafîden aldýðý bazý halleri o mâsuma da aksettirir.
Hülâsa: Nefs-i emmâre, devekuþu gibi aleyhine olan þeyi lehine zanneder. Veya Sofestâî gibi münakaþa edenleridir ki, vekilleri birbirini reddeder. Teâruzan, tesâkutan kabilinden, "Hiçbirisi de hak deðildir" diye hükmeder.
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Gafil nefis, âhireti dünyanýn bitiþiðinde ve dünyayla baðlý bir menzil zannediyor. Bu itibarla nefsin elinde iki silâh vardýr. Dünyanýn zeval ve fenasýnýn eleminden kurtulmak için âhireti düþünmekle ümitvar olur. Âhiret için lâzým olan a'mâl külfetine gelince, gaflet veya tegafül ile ondan da kendisini kurtarýr. Ölmüþ olanlarýn hayatta olmadýklarýný düþünmüyor. Ancak, sefere gidenler gibi, görünmüyorlarsa da hayattadýrlar, diye zanneder. Ve ölüme o kadar ehemmiyet vermiyor. Bazý dünyevî iþlerini ebedîleþtirmek için þöyle bir desise de vardýr ki, "Matluplarýmýn dünyada semereleri olmasa da esaslarý âhiretle muttasýl ve âhirette faydalarý vardýr" diye mütesellî oluyor. Meselâ, ilim gibi, "Dünyada menfaati olmasa bile âhirette faydasý vardýr" diye iyi ciheti göstermekle, kötü ciheti altýnda yutturur.
Hülâsa: Nefis, devekuþu gibidir. Þeytan Sofestâî, hevâ da Bektâþîdir.
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Halk-ý eþya hakkýnda mûcibe-i külliye sadýk olmadýðý takdirde, sâlibe-i külliye sadýk olur. Yani, ya bütün eþyanýn hâlýký Allah'týr veya Allah hiçbir þeyin hâlýký deðildir. Çünkü, eþyanýn arasýnda muntazam tesanütle halk ve yaratmak, tecezzîyi kabul etmez bir külldür, bazýyet yoktur. Ya mûcibe-i külliye olacaktýr veya sâlibe-i külliye olacaktýr. Baþka ihtimal yok. Herþeyde illetin ademini tevehhüm eden vehmin vâhi hükmünde bir kýymet yok. Binaenaleyh, ednâ birþeyde hâlýkýyet eseri göründüðü zaman, bütün eþyada tahakkuk eder.
Ve keza, Hâlýk ya birdir veya gayr-ý mütenahidir, evsat yoktur. Zira, Sâni, vahid-i hakikî olmazsa, kesîr-i hakikî olacaktýr. Kesîr-i hakikî ise gayr-ý mütenahidir.
Maahaza, nuru neþredenin nursuz, icad edenin vücudsuz, icab ettirenin vücubsuz olmasý muhaldir.
Ve keza, ilim sýfatýný ihsan edenin ilimsiz, þuuru ihsan edenin þuursuz, ihtiyarý verenin ihtiyarsýz, iradeyi verenin iradesiz, kâmil þeylerin sânii gayr-ý kâmil olduðunu telâkki etmek muhaldir.
Ve keza, ayn'ý tersim, basarý tasvir ve nazarý tenvir edenin basarsýz olduðunu düþünmek, ancak basar ve basiretten mahrum olan adamýn iþidir. Maahaza, masnûdaki kemalât, tamamen Sânideki kemalden akan bir feyizdir. Fakat kuþlardan yalnýz sineði gören, tanýyan bir mikrop, kartalý gördüðü zaman, "Bu kuþ deðildir" der. Çünkü sinekteki þeyler onda yoktur.
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Nefs-i nâtýkanýn en yüksek matlubu devam ve bekadýr. Hattâ vehmî bir devamla kendisini aldatmazsa hiçbir lezzet alamaz. Öyleyse, ey devamý isteyen nefis! Daimî olan bir Zâtýn zikrine devam eyle ki, devam bulasýn. Ondan nur al ki sönmeyesin. Onun cevherine sadef ve zarf ol ki kýymetli olasýn. Onun nesim-i zikrine beden ol ki, hayattar olasýn. Esmâ-i Ýlâhiyeden birisinin hayt-ý þuasýyla temessük et ki, adem deryâsýna düþmeyesin.
Ey nefis! Seni tutup düþmekten muhafaza eden Zât-ý Kayyûma dayan. Senin mevcudiyetinden dokuz yüz doksan dokuz parça Onun uhdesindedir. Senin elinde yalnýz bir parça kalýr. En iyisi o parçayý da Onun hazinesine at ki rahat olasýn.
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Sen kendi vücudunu yapmaya kadir deðilsin. Ve elin onu icad etmekten kasýrdýr. Baþkalarý dahi o iþten âciz ve kasýrdýrlar. Ýstersen tecrübe et bakalým. Þecere-i kelimat denilen bir lisaný veya muhaberat ve ezvak santralý olarak bir aðzý yap. Elbette yapamayacaksýn. Öyleyse Allah'a þirk yapma!
(1) 
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Þu görünen âlem, Ýlâhî bir dükkân ve bir mahzendir. Ýçerisinde envâen türlü türlü mensucat kumaþlar, mekûlât yemekler, meþrubat þerbetler vardýr. Bir kýsmý kesif, bir kýsmý lâtif, bir kýsmý zâil, bir kýsmý dâimî, bir kýsmý katý, bir kýsmý lüb, bir kýsmý mâyi ve hâkezâ, her çeþit bulunur. Lâkin bir kýsmý icadî bir nescdir. Bir kýsmý da tecellîyata bir nakýþtýr. Felâsifenin dalâletince, icadla nakýþ birdir. Ve o dükkân sahibi de mûcib-i bizzattýr.
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Enâniyetten neþ'et eden þirk-i hafî katýlaþtýðý zaman esbab þirkine inkýlâp eder. Bu da devam ederse küfre tahavvül eder. Bu dahi devam ederse, tàtile, yani hâlýksýzlýða incirar eder. El-iyâzü billâh!
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Ýnsanýn hilkatinden maksat, mahfî hazine-i Ýlâhiyeyi keþifle göstermek ve Kadîr-i Ezelîye bir burhan, bir delil, bir mâkes-i nurânî olmakla cemal-i ezelînin tecellîsi için þeffaf bir mir'at, bir ayna olmaktýr. Hakikaten, semâvat, arz ve cibâlin hamlinden âciz kaldýklarý emâneti insan haml ettiði cihetle cilâlanmýþ, cilvelenmiþ bir þekle girmiþtir. Çünkü, o emânetin mazmunlarýndan biri de, insanýn sýfât-ý Ýlâhiyeyi fehmetmek için bir vâhid-i kýyasî vazifesini görmektir. Ýnsanýn hilkatinden maksat bu gibi þeyler olduðu halde, kýsm-ý ekserîsi perde olurlar, sed olurlar. Vazifesi fetih ve açmak iken kapatýyor, baðlýyor. Ziya ve ýþýðý neþir iken söndürüyor. Allah'ý tevhid etmek yerine þirk yapýyor. Ve keza, nur-u imanla Allah'a bakýp mülkü ona teslim etmekle îtikaden mükellef iken, ene rasadýyla halka bakarak Allah'ýn mülkünü onlara taksim ediyor. Hakikaten
(2)
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Ey nefis! Eðer takvâ ve amel-i salihle Hâlýkýný razý ettiysen, halkýn rýzasýný tahsile lüzum yoktur; o kâfidir. Eðer halk da Allah'ýn hesabýna rýza ve muhabbet gösterirlerse, iyidir. Þayet onlarýnki dünya hesabýna olursa, kýymeti yoktur. Çünkü onlar da senin gibi âciz kullardýr. Maahaza, ikinci þýkký takip etmekte þirk-i hafî olduðu gibi, tahsili de mümkün deðildir. Evet, bir maslahat için sultana müracaat eden adam sultaný irzâ etmiþse, o iþ görülür. Etmemiþse, halkýn iltimasýyla çok zahmet olur. Maamâfih, yine sultanýn izni lâzýmdýr. Ýzni de rýzasýna mütevakkýftýr.
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Vâcibü'l-Vücud, zâtýnda, mahiyetinde mümkine benzemediði gibi, ef'âlinde de benzemiyor. Çünkü, Vâcibü'l-Vücudun kudretine nisbeten yakýn-uzak, az-çok, küçük-büyük, fert-nev'i, cüz-küll aralarýnda fark yoktur. Ve keza, Onun fiilinde bizzat mübaþeret yoktur. Fakat, mümkinin kudreti bu derece deðildir. Bunun için nefis, Vâcibü'l-Vücudun ef'âlini fiillerine benzetemiyor. Hakikatini fehmetmekte akýl mütehayyir kalýyor. Fiili fâilsiz zannediyor.
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Arslan gibi hayvanlarýn diþ ve pençelerine bakýlýrsa, iftiras ve parçalamak için yaratýlmýþ olduklarý anlaþýlýr. Ve kavunun, meselâ, letafetine dikkat edilirse, yemek için yaratýlmýþ olduðu hissedilir. Kezâlik, insanýn da istidadýna bakýlýrsa, vazife-i fýtriyesinin ubudiyet olduðu anlaþýldýðý gibi, ruhânî ulviyyetine ve ebediyete olan derece-i iþtiyakýna da dikkat edilirse, en evvel insan bu âlemden daha lâtif bir âlemde ruhen yaratýlmýþ da teçhizat almak üzere muvakkaten bu âleme gönderilmiþ olduðu anlaþýlýr.
Ve keza, insan, hilkat semeresi olduðundan anlaþýlýr ki: Ýnsanlardan bir çekirdek var ki, Cenab-ý Hak þecere-i hilkati o çekirdekten inbat etmiþtir. O çekirdek de ancak ve ancak bütün ehl-i kemâlin ve belki nev-i beþerin nýsfýnýn ittifakýyla efdalü'l-halk, seyyidü'l-enâm Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdýr.
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Siyah ve beyaz nakýþlarla nakýþlý bir imâmeyle küre-i arzýn kafasýný saran semâvat ve arzýn Nâzým ve Hâlýký olan Allah'ýn ulûhiyetine lâyýk mýdýr ki, âlemin bazý safahatýný miskin bir mümkine tevdi ve tefvîz etsin? Arþýn Sahibinden maadâ arþýn altýndaki þeylere bizzat tasarruf eden imkân dairesinde kimse var mýdýr? Kellâ! Çünkü o kudret kýsa ve kasýr olmayýp muhit bir kudret olduðundan, açýk bir yer, bir delik kalmýyor ki, gayr müdahale etsin. Maahaza, ceberûtiyet ve istiklâliyetin izzeti ve kendini sevdirmek ve tanýttýrmak muhabbeti, gayre müsaade etmiyor ki, arada ibâdullahýn enzarýný kendine celb eden
Mesnevî-i Nuriye - Zerre - s.1342
ismî bir vasýta bulunsun. Maahaza, küll ile cüzde, nev' ile fertte yapýlan tasarrufat, birbirinin içinde mütedahil ve yekdiðerine mütesanit olduðundan, o tasarruflarý ayrý ayrý faillere vermek mümkün deðildir. Meselâ, âlemin nizam, intizam ve tasarrufunda arzýn tedbiri dahildir. Arzýn tedbirinde insanýn da tedbiri dahildir. Ve ayný zamanda bu tasarrufat yapýlýrken, baþka nevilerin de þuûnâtýna bakýlýr. Ve hüceyrat-ý bedeniyeyle zerrat dahi yaratýlýyor. Ve hakezâ, bütün bu tasarrufat bütün safahata ayný kudretle yapýlýr. Nasýl ki þemsin nurundan, katre ve kabarcýklara varýncaya kadar hiçbir þey hariç kalmýyor. Bütün eþya o nurla tenevvür ediyor.
Kezalik, bütün tasarrufat, kudret-i ezeliyeye âittir. Baþka birþeyin müdahalesi yoktur. Küreden zerreye varýncaya kadar o kudretin tasarrufundan hariç deðildir.
Hülâsa: Arýnýn dimaðýný, mikrobun gözünü tanzim eden Zat, senin ef'âl ve a'mâlini mühmel, baþýboþ, hesapsýz, kitapsýz býrakmayarak Ýmâm-ý Mübînde yazar. Ona göre muhaseben olacaktýr.
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Herbir masnûda, herbir zerrede görünen tasarruf-u mutlak, kudret-i muhîta ve hikmet-i basîrenin delâlet ve þehadetleriyle sabittir ki, bütün eþyânýn Sânii vahiddir, þeriki yoktur. Ne kudretinde inkýsam var, ne iktidar ve ihtiyarýnda tecezzî vardýr. Binaenaleyh, Sâni ancak Vâcibü'l-Vücud olacaktýr ki, kaderin mizanýyla yürüyen kudretine bir nihayet yoktur.
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Sinek, örümcek, pire gibi küçük hayvanlar fil, camus, deve gibi büyük hayvanlardan daha zeki, hilkatçe daha güzel, san'atça daha tam olduklarý halde, bunlarýn ömrü kýsa, onlarýnki uzun, bunlarýn zahiren menfaatleri yok, onlarýnki var. Ýþte bu hal, hilkat-i eþyada Sâniin külfeti olmadýðýna ve herþeyin vücuda gelmesi ancak "Kün" emriyle olduðuna bâhir bir burhandýr.
(3)
(4)
Ý'lem eyyühe'l-aziz! (5)
Evet, Allah, ilmi, iradesi, kudreti ve sair sýfâtýyla muhittir. Daire-i ihâtasýndan hariç birþey yoktur. Fakat, insan cüz'î ve kýsa zihniyle Allah'ýn azametine ve þemsin etrafýnda seyyârâtý tedvir ettiðine bakarken, meselâ arý gibi küçük hayvanlarla iþtigal etmesini uzak görüyor. Çünkü Vâcibü'l-Vücudu, mümkine kýyas ediyor. Halbuki, bu kýyasa göre küçük hayvanlara büyük bir zulüm olur. Çünkü onlar da (6)
kaziyesince Hâlýklarýný tesbih etmekle, Allah'tan maadâ kimseyi rab tanýmýyorlar. Binaenaleyh, büyüðün küçüðe tekebbür etmeye hakký yoktur.
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Umumî olan bir in'âm ile inâyet-i þahsiye arasýnda münâfat yok. Meselâ, bir ziyafete yapýlan umumî bir davet altýnda þahýslar da davet edilmiþ olur. Yani, bu ziyafet umumî olduðundan davet umumiyette kalýr; þahýslar nazara alýnmýyor, denilemez. Binaenaleyh, Allah'ýn nimetleri vakýf malý veya nehir suyu gibi umumî olup, in'âmýnda þahýslar kast edilmemiþ deðildir. Ancak o umumiyette hususiyet de maksuddur. Binaenaleyh, eþhas o umumî in'âmda kast edilmediklerinden, o nimetlere karþý þükretmeye mükellef olmadýklarýna zehab etmek hatâdýr.
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Yarýn seni zillet ve rezaletlere mâruz býrakmakla terk edecek olan dünyanýn sefahetini bugün kemal-i izzet ve þerefle terk edersen, pek aziz ve yüksek olursun. Çünkü, o seni terk etmeden evvel sen onu terk edersen, hayrýný alýr, þerrinden kurtulursun. Fakat vaziyet mâkûse olursa, kaziye de mâkûse olur.
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Fýsk çamuruyla mülevves olan medeniyet, insanlarý da o çamurla telvis ediyor. Ezcümle: Riyâya þan ve þeref namýný vermiþ; insanlarý da o pis ahlâka sevk ediyor. Hakikaten insanlar o riyâya öyle alýþmýþlar ki, þahýslara yaptýklarý gibi, milletlere, hattâ unsurlara bile yapýyorlar. Gazeteleri o riyâya dellâl, tarihleri de alkýþçý yapmýþlardýr. Bu yüzden þahsî hayatlar "hamiyet-i cahiliye" ünvaný altýnda unsurî hayatlara fedâ edilmektedir.
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Nübüvvet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) ispat eden delillerden biri de tevhiddir. Evet, merâtibiyle tevhid bayraðýný kâinatýn en üst tepesi üstünde dikmiþ olan ve enzâr-ý âleme karþý makamlarýyla beraber tevhide dellâllýk eden ve enbiyanýn mücmel býraktýklarý hakaiki tafsilâtýyla beyan eden ve açýklayan, ancak ve ancak Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdýr. Binaenaleyh, tevhidin hakikat ve kuvveti nisbetinde nübüvvet-i Ahmediye (a.s.m.) hak ve hakikattir.
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Sath-ý âlemde kurulan þu sergi-yi Ýlâhîde teþhir edilen tezyinâta, kemâlâta, güzel manzaralara ve rububiyetin haþmetiyle
ulûhiyetin azametine bir müþahit, bir mütenezzih, bir mütehayyir, bir mütefekkir lâzýmdýr ki, o güzellikleri görsün, o manzaralar arasýnda tenezzüh etsin, o harika nakýþlara, ziynetlere tefekkürle hayran olsun. Sonra o sergiden Sâniinin celâline, Mâlikinin iktidar ve kemâlâtýna intikalle Onun azametine secde-i hayret etsin. Bu vazifeyi ifa edecek, insandýr. Çünkü, insan gerçi cahil, zulmetli birþeydir, ama öyle bir istidadý vardýr ki, âleme bir enmuzeç ve bir nümune olmaya liyâkatý vardýr. Hem o insanda öyle bir emânet vedia býrakýlmýþtýr ki, onunla gizli defineyi bulur, açar. Hem o insandaki kuvvetler tahdit edilmeyerek mutlak býrakýlmýþtýr. Buna binaen, küllî bir nevi þuur sâhibi olur ki, Sultan-ý Ezelin azamet ve haþmetinin þâþaasýný idrak ediyor.
Evet, mâþukun hüsnü, âþýkýn nazarýný istilzam ettiði gibi, Nakkaþ-ý Ezelînin rububiyeti de insanýn nazarýný iktizâ eder ki, hayret ve tefekkürle takdir ve tahsinlerde bulunsun.
Evet, gül ve çiçeklerin yüzlerini güzelleþtiren Zat, nasýl o güzel yüzlere arýlardan, bülbüllerden istihsan âþýklarý icad etmesin? Ve güzellerin güzel yüzlerinde güzelliði yaratan, elbette o güzelliðe müþtaklarý da yaratýr.
Kezâlik, bu âlemi þu kadar ziynetlerle, nakýþlarla tezyin eden Mâlikü'l-Mülk, elbette ve elbette o harika, antika, mucize manzaralarý, ziynetleri, seyircilerden, müþahitlerden, âþýk ve müþtaklardan, ârif dellâllardan hâli býrakmayacaktýr. Ýþte, câmiiyeti dolayýsýyla insan-ý kâmil, halk-ý eflâke ille-i gaiye olduðu gibi, halk-ý kâinata da semere ve netice olmuþtur.
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Eþya arasýndaki tevafuk, Sâniin Vâhid, Ehad olduðuna delâlet ettiði gibi, aralarýnda bulunan muntazam tehalüf de, Sâniin Muhtar ve Hakîm olduðuna þehadet eder. Meselâ, hayvanlarýn, bilhassa insanlarýn esas âzâlarýndaki tevafuk, bilhassa çift âzâlardaki temasül, Hâlýkýn vahdetine burhan olduðu gibi, keyfiyetler ve þekillerdeki tehalüf de Hâlýkýn ihtiyar ve hikmetine delâlet eder.
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Mahlukatýn en zâlimi insandýr. Ýnsan kendi nefsine olan þiddet-i muhabbetten dolayý kendisine hizmeti ve menfaati olan þeyleri hem sever, hem kýymet verir. Semeresinden istifade gördüðü þeylere abd ve köle olur. Aksi halde ne sever ve ne kýymet verir. Ve keza, hayatýn icadýnda ille-i gaiyenin yalnýz hayat olduðunu bilir. Cenab-ý Hakkýn icad ettiði hayylarda hedef ittihaz ettiði binlerce hikmetlerinden haberi yok. Acaba imkân ve ihtimalden hariç midir ki, âlemde görünen þu eþya-yý harika daha garip, daha harika ve daha mucize, melekûtî, berzâhî, misalî þeylere bazý nümune ve bazý esaslar olmasýn?
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Cenab-ý Hak kâinatý teþkil eden zerrâtý þeriat-ý fýtriyesine musahhar ve mutî ve evâmir-i tekviniyesine de münkad ve mümessil kýlmýþtýr. Bir arý, "Kün" emrine imtisalen matlup bir þekle girdiði gibi, herhangi bir hayvan da ayný emre imtisalen, irade edilen vaziyetlere girer.
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Þems, kamer, yýldýz, arz gibi ecrâmý kabzasýnda tutan kudret, o ecrâmý öyle bir suhuletle tanzim etmiþtir ki, daðýlan tesbih tanelerini ipe dizen adam gibi, ne bir acz görmüþtür ve ne baþkasýnýn yardýmýna ihtiyaç olmuþtur.
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Bir katre su, bir deniz suyuyla müttehiddir. Çünkü ikisi de sudur. Nehir suyuyla de müttehiddir. Çünkü, ikisinin de menþeleri semâdýr.
Ve keza, bir küçük balýk, balina balýðýyla müttehiddir. Çünkü ünvanlarý birdir.
Kezâlik, esmâ-i Ýlâhiyeden bir hücreye veya bir mikroba tecellî eden bir isim, kâinatý ihata eden isimle müttehiddir. Çünkü müsemmâlarý birdir. Meselâ: Bütün kâinata taalluk ve tecellî eden Alîm ismiyle bir zerreye taallûk eden Hâlýk ismi, müsemmâda müttehiddirler. Hurma aðacýna taallûk eden Musavvir ismiyle de, semeresine taallûk ve tecellî eden Münþi ismi, müsemmâda müttehiddirler. Zaten en büyük þeye tecellî eden isimle en küçük birþeye de tecellî etmemesi muhaldir.
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Mümkün ünvaný altýndaki eþyanýn vücudunda tagayyür var. Yani keyfiyetleri, halleri deðiþir. Binaenaleyh, mümkün olan birþeyin dâima bir halde tevakkuf ve sükût etmekle atâlette kalmasý, o þeyin ahval ve keyfiyetleri için bir nevi ademdir. Çünkü, o þeyin istikbal halleri ademde kalýr. Yol bulup vücuda gelemez. Adem ise, büyük bir elem ve bir þerr-i mahzdýr. Binaenaleyh, faaliyette lezzet olduðu gibi, ahval ve þuûnatta da bir tebeddül olup, bu tahavvül ve tebeddülden neþ'et eden teessürat, teellümat, bir cihetten çirkin ise de birkaç cihetten de güzeldir.
Evet birþeyin þekillerinde vukua gelen devir ve teslim sýrasýna gidenler müteessir, gelenler de memnun olurlar. Ve bu sayede hayat tasaffi eder, temizlenir. Vücut da teceddüd eder.1 "Muhakkak ki, þirk pek büyük bir zulümdür." Lokman Sûresi, 31:13.
2 Ýnsan çok zâlim ve çok câhildir.
3 "Allah dilediðini yapar." Ýbrahim Sûresi, 14:27.
4 "Ondan baþka ibâdete lâyýk hiçbir ilâh yoktur." Bakara Sûresi, 2:255.
5 "Allah onlarý arkalarýndan kuþatýcýdýr." Bürûc Sûresi, 85:20.
6 "Hiçbir þey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin." Ýsrâ Sûresi, 17:44.