Mesnevi-i Nuriye
Pages: 1
10. Risale By: hafiza aise Date: 12 Þubat 2011, 20:03:25
ONUNCU RÝSALE


(1)

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Þu âyet-i kerimenin yüksek semâsýna çýkýp sýrrýný fehmetmek için yedi basamaklý bir merdiven kuruyoruz.

Birinci basamak: Semâvâtýn, melâike ile tesmiye edilen münasip sakinleri vardýr. Çünkü, küre-i arzýn semâya nispeten küçüklüðü ve hakaretiyle beraber zevilhayatla dolu olmasý, semâvâtýn ve müzeyyen burçlarý zevi'l-idrakle dolu olmasýný tasrih ediyor. Ve keza, semâvâtýn bu kadar ziynetlerle tezyin edilmesi, behemehal zevi'l-idrâkin takdir ve istihsan ile nazar-ý hayretlerini celb etmek içindir. Çünkü, hüsn-ü ziynet, âþýklarýn celbi içindir. Yemek ve taam da aç olanlara yapýlýr. Maahaza, ins ve cin o vazifeyi ifâya kâfi deðillerdir. Ancak, gayr-ý mahdut, oraya münasip melâike ve ruhânîler o vazifeyi ifâ edebilir.

Ýkinci basamak: Arzýn semâvatla alâkasý, muamelesi olup aralarýnda çok büyük irtibat vardýr. Evet, arza gelen ziya, hararet, bereket ve saire semâvattan geliyor. Arzdan da semâya dualar, ibadetler, ruhlar gidiyor. Demek, aralarýnda cereyan eden ticarî muameleden anlaþýlýyor ki, arzýn sakinleri için semâya çýkmaya bir yol vardýr ki, enbiya, evliya, ervah, cesetlerinden tecerrüdle semâvâta uruç ederler.

Üçüncü basamak: Semâvatta devamla cereyan eden sükûn, sükût, nizam, intizam, ýttýraddan hissedildiðine nazaran, semâvat ehli, arz sakinleri gibi deðildirler. Evet, arzda bulunan nifak, þikak, ihtilâf, ezdâdýn içtimâý, hayýr ve þerrin ihtilâtý gibi þeyler, semâvatta yoktur. Bu sayede, semâvatta nizam ve intizamý bozacak bir hal yoktur. Sakinleri, verilen emirlere kemâl-i itaatle imtisal ediyorlar.

Dördüncü basamak: Cenab-ý Hakkýn, iktizâlarý, hükümleri mütegayir bazý esmâlarý vardýr. Meselâ, Bedir gibi bazý gazâlarda Ashab-ý Kirama yardým etmek üzere, küffarla muharebe etmek için melâikenin semâdan inzâlini iktiza eden ismi, melâikeyle þeyâtin (yani semâvî olan ahyarla arzî eþrar) arasýnda muharebenin vukuunu istib'ad deðil, iktizâ eder. Evet, Cenab-ý Hak melâikeye bildirmeksizin þeytanlarý def veya ihlâk edebilir. Fakat satvet ve haþmetin iktizâsý üzerine, bu kabil mücâzâtýn müstehaklarýna ilân ve teþhiri, azametine lâyýktýr.

Beþinci basamak: Ruhânîlerin ahyârý semâda bulunduklarýndan, eþrarý da letâfetlerine güvenerek onlarý takliden iltihak etmek istediklerinde, ehl-i semâ, onlarý þerâretleri için kabul etmeyerek def ediyorlar. Maahaza, bu gibi mânevî mübârezeleri âlem-i þehadete, bilhassa vazifesi þehadet ve müþahede olan insana ilân ve teþhirine recm-i nücum alâmet ve niþan kýlýnmýþtýr.

Altýncý basamak: Kur'ân-ý Mucizü'l-Beyan, nev-i beþeri itaate irþad, isyandan zecr ve men etmek üzere kullandýðý üslûb-u âlisine bak:
(2)
Yani, "Ey ins ve cin cemaati! Mülkümden hariç bir memlekete çýkýp kurtulmak için semâvat ve arzýn aktarýndan çýkmaya kuvvetiniz varsa çýkýnýz. Amma ancak bir sultanla çýkarsýnýz."

Kur'ân-ý Kerim bu âyetle, pek geniþ saltanat-ý rububiyete karþý ins ve cinnin aczlerini ilân zýmnýnda nidâ ediyor: "Ey insan-ý hakîr, saðîr, âciz! Ne suretle, þeytanlarý recmeden melâikeyle necimlerin, þemslerin, kamerlerin itaat ettikleri Sultan-ý Ezele isyan ediyorsun. Nasýl kocaman yýldýzlarý mermi, kurþun yerinde kullanabilen bir askere sahip olan bir sultana karþý isyan etmeye cesaret ediyorsun?"

Yedinci basamak: Yýldýzlarýn pek küçük efradý olduðu gibi, pek büyükleri de vardýr. Semânýn veçhini, yüzünü ziyalandýran herþey yýldýzdýr. Bu neviden bir kýsmý, semâya ziynet olmuþtur. Bir kýsmý da þeytanlarý recmetmek için semâvî mancýnýklardýr. Semâda yapýlan bu recim, semâ gibi en vâsi dâirelerde bile vukua gelen mübareze hadisesini insanlara göstermekle, insanlarýn mutîlerini âsilerle mübarezeye teþvikle alýþtýrmaktýr.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Ýnsaný hayvandan ayýran þeylerden,

Biri: Mazi ve müstakbelle alâkadar olmasýdýr. Hayvan bu iki zamaný bihakkýn düþünecek bir idrâke mâlik deðildir.

Ýkincisi: Gerek enfüsî, gerek âfâkî, yani dahilî ve haricî þeylere taallûk eden idrâki, küllî ve umumîdir.

Üçüncüsü: Ýnþaata lâzým olan mukaddemeleri keþif ve tertip etmektir: Meselâ, bir evin yapýlmasý

için lâzým olan taþ, aðaç, çimento misilli lüzumlu mukaddemeleri ihzar ve tertip etmek gibi.

Binaenaleyh, insanýn en evvel ve en büyük vazifesi, tesbih ve tahmiddir. Evvelâ mazi, hal ve istikbal zamanlarýnda görmüþ veya görecek nimetler lisanýyla, sonra nefsinde veya haricinde görmekte olduðu in'amlar lisanýyla, sonra mahlûkatýn yapmakta olduklarý tesbihatý þehadet ve müþahede lisanýyla Sânii hamd ü senâ etmektir.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Cenab-ý Hakkýn atâ, kazâ ve kader namýnda üç kanunu vardýr. Atâ, kazâ kanununu; kazâ da, kaderi bozar.

Meselâ: Birþey hakkýnda verilen karar, kader demektir. O kararýn infazý, kazâ demektir. O kararýn iptaliyle hükmü kazâdan affetmek, atâ demektir. Evet, yumuþak bir otun damarlarý katý taþý deldiði gibi, atâ da kazâ kanununun kat'iyetini deler. Kazâ da ok gibi kader kararlarýný deler. Demek, atânýn kazâya nisbeti, kazânýn kadere nisbeti gibidir. Atâ, kazâ kanununun þümulünden ihraçtýr. Kazâ da kader kanununun külliyetinden ihracýdýr. Bu hakikate vakýf olan ârif, "Yâ Ýlâhî! Hasenatým senin atândandýr. Seyyiatým da senin kazândandýr. Eðer atân olmasaydý helâk olurdum" der.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Esmâ-i Hüsnâyý tazammun eden bazý fezlekelerle âyetlere hâtime verilmekte ne gibi bir sýr vardýr?

Evet, Kur'ân-ý Mucizü'l-Beyan, bazan âyât-ý kudreti âyetlerde basteder, sonra içerisinden esmâyý çýkarýr. Bazan mensucat toplar gibi açar, daðýtýr; sonra toplar, esmâda tayyeder. Bazan da ef'âlini tafsil ettikten sonra, isimlerle icmal eder. Bazan da, halkýn a'mâlini tehdidâne söyler; sonra rahmete iþaret eden isimlerle tesellî eder. Bazan da bazý makasýd-ý cüz'iyeyi zikrettikten sonra, o makasýdý takdir ve ispat için, burhan olarak kavâid-i külliye hükmünde olan isimleri zikrediyor. Bazan da maddî cüz'iyatý zikreder, sonra esmâ-i külliyeyle icmal eder. Ve hâkezâ...

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Acz de aþk gibi Allah'a isal eden yollardan biridir. Amma acz yolu, aþktan daha kýsa ve daha selâmettir.

Ehl-i sülûk, tarik-i hafâda letâif-i aþere üzerine, tarîk-i cehirde nüfus-u seb'a üzerine sülûk etmiþlerdir. Bu fakir, âciz ise dört hatveden ibâret, hem kýsa, hem sehl bir tariki, Kur'ân'ýn feyzinden istifade etmiþtir.

Birinci hatve (3) âyetinden,

Ýkinci hatveyi (4) âyetinden,

Üçüncü hatveyi (5)
âyetinden,

Dördüncü hatveyi (6) âyetinden ahzetmiþtir. Bunlarýn izahý:

Birinci hatve:
Ýnsan yaratýlýþýnda kendi nefsine muhib olarak yaratýlmýþtýr. Hattâ bizzat nefsi kadar birþeye sevgisi yoktur. Kendisini, ancak mâbûda lâyýk senâlarla medhediyor. Nefsini bütün ayýplardan, kusurlardan tenzih etmekle-haklý olsun haksýz olsun-kemal-i þiddetle müdafaa ediyor. Hattâ Cenab-ý Hakký hamd ü senâ için kendisinde yaratýlan cihazatý, kendi nefsine hamd ve senâ için sarf ediyor ve (7) deki (8)   þümulüne dahil oluyor. Bu mertebede nefsin tezkiyesi, ancak adem-i tezkiyesiyle olur.

Ýkinci hatve: Nefis hizmet zamanýnda geri kaçar. Ücret vaktinde ileri safa hücum ediyor. Bu mertebede onun tezkiyesi, yaptýðý fiili aksetmekle olur. Yani iþe, hizmete ileriye sevk edilmeli, ücret tevziinde geriye býrakýlmalýdýr.

Üçüncü hatve: Kendi nefsinde, torbasýnda, kusur, naks, acz, fakrdan mâadâ birþeyi býrakmamalýdýr. Bütün mehâsin, iyilikler, Fâtýr-ý Hakîm tarafýndan in'am edilen nimetler olup hamdi iktiza eder. Fahri istilzam etmediklerini itikad ve telâkki edilmelidir. Bu mertebede onun tezkiyesi, kemalinin adem-i kemalinde, kudretinin aczinde, gýnasýnýn fakrýnda olduðunu bilmekten ibarettir.

Dördüncü hatve: Kendisi istiklâliyet halinde fâni, hâdis, mâdum olduðunu ve esmâ-i Ýlâhiyeye aynadarlýk ettiði halde þahit, meþhud, mevcut olduðunu bilmekten ibarettir. Bu mertebede onun tezkiyesi, vücudunda ademini, ademinde vücudunu bilmekle (9)   yü kendisine vird ittihaz etmektir.

Ve keza, Vahdetü'l-vücud ehli, kâinatý nefyetmekle idam ediyorlar. Vahdetü'þ-þühud halký ise, bütün mevcudatý, görerek, cezalýlar gibi nisyan zindanýnda ebedî hapse mahkûm ediyorlar.

Kur'ân'ýn ifham ettiði tarik, kâinatý, mevcudatý hem idamdan, hem hapisten kurtarýr. Esmâ-i Hüsnâya mazhariyetle aynadarlýk etmek gibi vazifelerde istihdam ediyor. Fakat kâinatý, istiklâliyetten ve kendi hesabýna çalýþmaktan azlediyor.

Ve keza, insanýn vücudunda birkaç daire vardýr. Çünkü, hem nebatîdir, hem hayvanîdir, hem insanîdir. Hem imaný tezkiye muamelesi bazan tabaka-i imaniyede olur. Sonra tabaka-i nebatiyeye iner. Bazan da yirmi dört saat zarfýnda her dört tabakada muamele vaki olur. Ýnsaný hatâ ve galata atan, bu dört tabakadaki farký riayet etmemektir. (10) ya istinaden insaniyetin mebdei, hayvaniye ve nebatiyeye münhasýr olduðunun zannýyla galat ediyor. Sonra bütün gayelerin nefsine ait olduðunun hasriyle galat ediyor. Sonra, herþeyin kýymeti, menfaati nisbetinde olduðunun takdiriyle galat ediyor. Hattâ Zühre yýldýzýný kokulu bir zühreye mukabil almaz. Çünkü kendisine menfaati dokunmuyor.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Ubudiyet, sebkat eden nimetin neticesi ve onun fiyatýdýr. Gelecek bir nimetin mükâfat mukaddemesi ve vesilesi deðildir. Meselâ, insanýn en güzel bir surette yaratýlýþý, ubudiyeti iktizâ eden sâbýk bir nimet olduðu ve sonra da, imanýn îtâsýyla kendisini sana tarif etmesi, ubudiyeti iktiza eden sabýk nimetlerdir. Evet, nasýl ki midenin îtâsýyla bütün mat'ûmat îtâ edilmiþ gibi telâkki ediliyor; hayatýn îtâsýyla da, âlem-i þehadet müþtemil bulunduðu nimetlerle beraber îtâ edilmiþ gibi telâkki ediliyor.

Ve keza, nefs-i insanînin îtâsýyla, bu mide için mülk ve melekût âlemleri nimetler sofrasý gibi kýlýnmýþtýr. Kezâlik, imanýn îtâsýyla, mezkûr sofralarla beraber, Esmâ-i Hüsnâda iddihar edilen defineleri de sofra olarak verilmiþ oluyor. Bu gibi ücretleri peþin aldýktan sonra, devamla hizmete mülâzým olmak lâzýmdýr. Hizmet ve amelden sonra verilen nimetler, mahzâ Onun fazlýndandýr.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Envâýn efradýnda, bilhassa haþerat ve hevâm kýsmýnda görünen fevkalâde çoklukta müþahede edilen, hârikulâde gayr-ý mütenâhi bir cûd ve sehâvet vardýr. Kemal-i itkan ve intizamla bütün envâda bulunan þu kesret-i efrad, tecelliyat-ý Ýlâhiyenin gayr-ý mütenâhi olduðuna ve Cenab-ý Hakkýn mâhiyeti herþeye mübâyin olduðuna ve bütün eþya onun kudretine nisbeten mütesâvi olduðuna sarahaten delâlet eder.

Evet bu cûd-u icad Sâniin vücubundandýr. Nevide celâlîdir, fertte cemalîdir.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Ýnsanýn yaptýðý san'atlarýn suhulet ve suubet dereceleri, onun ilim ve cehliyle ölçülür. Ne kadar san'atlarda, bilhassa ince ve lâtif cihazatta ilmî mahareti çok olursa, o nisbette kolay olur. Cehli nisbetinde de zahmet olur. Binaenaleyh, eþyanýn hilkatinde sür'at-i mutlaka ile vüs'at-i mutlaka içinde görünen suhulet-i mutlaka, Sâniin ilmine nihayet olmadýðýna hads-i kat'î ile delâlet eder. (11)   Ý'lem eyyühe'l-aziz! Ýnsanýn fýtraten mâlik olduðu câmiiyetin acâibindendir ki: Sâni-i Hâkim þu küçük cisimde gayr-ý mahdut envâ-ý rahmeti tartmak için gayr-ý mâdut mizanlar vaz etmiþtir. Ve Esmâ-i Hüsnânýn gayr-ý mütenâhi mahfî definelerini fehmetmek için, gayr-ý mahsur cihâzat ve âlât yaratmýþtýr. Meselâ, mesmûat, mubsýrat, me'kûlât âlemlerini ihata eden insandaki duygular, Sâniin sýfât-ý mutlakasýný ve geniþ þuûnatýný fehmetmek içindir.

Ve keza, hardaleden daha küçük kuvve-i hâfýzasýnda öyle bir lâtife-i müdrike býrakýlmýþtýr ki, o hardalenin tazammun ettiði geniþ âlemde o lâtife daimî seyir ve cevelân etmekte ise de, sahiline vâsýl olamaz. Maahaza, bazan bu büyük âlem o lâtifeye o kadar darlaþýr ki, âlem o lâtifenin karnýnda bir zerre gibi olur. Ve o lâtifeyi, bütün seyahat meydanlarýyla, mütalâa ettiði kitaplarýyla o hardale dahi yutar, yerinde oturur, karný da aðrýmaz.

Ýþte, insanýn mütefâvit mertebeleri bu sýrdan anlaþýlýr.

Evet, bazý insanlar zerrede boðulurlar. Bazýsýnda da dünya boðulur. Bazýlar da, kendilerine verilen anahtarlardan birisiyle kesretin en geniþ bir âlemini açar, fakat içinde boðulur. Sahil-i vahdet ve tevhide zorla vasýl olur. Demek, insanýn seyr-i ruhânîsinde çok tabakalar vardýr. Bir tabakada, insanlara huzur-u tevhid pek suhuletle nasip ve müyesser olur. Bir tabakasýnda da gaflet ve evham öyle istilâ eder ki, kesret içinde gark olmakla, tam mânâsýyla tevhidi unutmuþ olur. Sukutu suûd, tedennîyi terakki, cehl-i mürekkebi yakîn, uykunun son perdesini intibah zan ve tevehhüm eden bir kýsým medenîler, ikinci tabakadaki insanlardandýr.Onlar, hakaik-i imâniyeyi derk etmekte bedevîlerin bedevîleridir.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Ýsm-i Celâl, alelekser nevilerde, külliyatta tecellî eder. Ýsm-i Cemal ise, mevcudatýn cüz'iyatýna tecellî eder. Bu itibarla, nevilerdeki cûd-u mutlak, celâlin tecellîsidir. Cüz'iyatýn nakýþlarý, eþhasýn güzellikleri cemalin tecellîyatýndandýr.

Ve keza, celâl, vahidiyetin tecellîsinden, cemal dahi ehadiyetin tecellîsinden zahir olur. Bazan da cemal, celâlden tecellî eder. Evet, cemalin gözünde celâl ne kadar cemîldir; celâlin gözünde dahi cemal o kadar celîldir.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Basar masnuatý görüp de, basiret Sânii görmezse çok garip ve pek çirkin düþer. Çünkü, o halde Sâniin mânen, kalben görünmemesi, ya basiretin fýkdânýndandýr veya kalb gözünün kör olmasýndandýr. Veya pek dar olduðundan, meseleyi azametiyle kavramadýðýndandýr. Veya bir hýzlandýr. Ve illâ, Sâniin inkârý, basarýn þuhudunu inkârdan daha ziyade münkerdir.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Bir tarlaya zer edilen bir tohum, mânevî bir sur ve bir duvardýr; o tarlayý tohum sahibine mal eder, baþkasýnýn tasarrufuna mâni olur. Kezâlik, küre-i arz tarlasýna zer edilen nebatat, hayvanat tohumlarý, mânevî bir sur ve bir seddir ki, þirketi men ediyor; gayrý, müdahaleden tard eder.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Tabiatlarý lâtif, ince ve lâtif san'atlara meftun bazý insanlar, bilhassa has bahçelerinde pek güzel hendesevâri bir þekilde þekilleri, arklarý, havuzlarý, þadýrvanlarý yaptýrmakla, bahçelerine pek muntazam bir manzara verirler. Ve o letâfetin, o güzelliðin derecesini göstermek için, bazý çirkin kaya, kaba, gayr-ý muntazam maðara ve dað heykelleri gibi þeyleri de ilâve ediyorlar ki, onlarýn çirkinliðiyle, adem-i intizamýyla bahçenin güzelliði, letâfeti fazlaca parlasýn. Çünkü,(12)  Lâkin, müdakkik bir kimse, o ezdadý cem eden bahçenin manzarasýna baktýðý zaman anlar ki, o çirkin, kaba þeyler kasten yapýlmýþtýr ki, güzellik, intizam, letâfet artsýn. Zira, güzelin güzelliðini arttýran, çirkinin çirkinliðidir. Demek bahçenin tam intizamýný ikmal eden, o çirkinlerdir. Ve o çirkinlerin adem-i intizamý nisbetinde bahçenin intizamý artar.

Kezalik, dünya bahçesinde nizam ve intizamýn son sisteminde bulunan mahlûkat ve masnuat arasýnda-hayvanlarda olsun, nebatatta olsun, cemâdatta olsun-bazý çirkin, intizamdan hariç þeyler bulunur. Bunlarýn çirkinliði, intizamsýzlýklarý, dünya bahçesinin güzelliðine, intizamýna bir ziynet, bir süs olmak üzere Sâni-i Hakîm tarafýndan kasten yapýlmýþ olduðunu, pek yüksek, geniþ, þâirâne bir hayalle dünyanýn o bahçe manzarasýný nazar altýna alabilen adam, görebilir.

Maahaza, o gibi þeyler kastî olmasaydý, þekillerinde hikmetli tehâlüf olmazdý. Evet, tehâlüfte kasýt ve ihtiyar vardýr. Her insanýn bütün insanlara simâca muhalefeti buna delildir.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Ýnsaný fýtraten bütün hayvanlara tefevvuk ettiren câmiiyetinin meziyetlerinden biri, zevilhayatýn Vâhibü'l-Hayata olan tahiyye ve tesbihlerini fehmetmektir. Yani, insan kendi kelâmýný fehmettiði gibi, iman kulaðýyla zevilhayatýn da, belki cemâdâtýn da bütün tesbihlerini fehmeder. Demek, herþey saðýr adam gibi yalnýz kendi kelâmýný anlar. Ýnsan ise, bütün mevcudatýn lisanlarýyla tekellüm ettikleri Esmâ-i Hüsnânýn delillerini fehmeder. Binaenaleyh, herþeyin kýymeti kendisine göre cüz'îdir. Ýnsanýn kýymeti ise küllîdir. Demek bir insan, bir fert iken, bir nevi gibi olur. (13)   Ý'lem eyyühe'l-aziz! Zâhir ile bâtýn arasýnda müþabehet varsa da, hakikate bakýlýrsa aralarýnda büyük uzaklýk vardýr.

Meselâ, âmiyâne olan tevhid-i zâhirî, hiçbirþeyi Allah'ýn gayrýsýna isnad etmemekten ibarettir. Böyle bir nefiy sehil ve basittir. Ehl-i hakikatin hakikî tevhidleri ise, herþeyi Cenab-ý Hakka isnad etmekle beraber, herþeyin üstünde bulunan mührünü, sikkesini görüp okumaktan ibarettir. Bu huzuru ispat, gafleti nefyeder.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Hayat-ý dünyeviyeye kasten ve bizzat teveccüh edip baðlanan kâfirin, imhâl-i ikabýnda ve bilâkis terakkiyat-ý maddiyede muvaffakiyetindeki hikmet nedir?

Evet, o kâfir, kendi terkibiyle, sýfâtýyla Cenab-ý Hakça nev-i beþere takdir edilen nimetlerin tezâhürüne, þuuru olmaksýzýn hizmet ediyor. Ve güzel masnuat-ý Ýlâhiyenin mehasinini bilâ-þuur tanzim ediyor. Ve kuvveden fiile çýkartmakla garâbet-i san'at-ý Ýlâhiyeye nazarlarý celb ediyor. Ne fayda ki, farkýnda deðildir. Demek, o kâfir, saat gibi kendi yaptýðý amelden haberi yok. Amma, vakitleri bildirmek gibi nev-i beþere pek büyük bir hizmeti vardýr. Bu sýrra binaen dünyada mükâfatýný görür.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Tevfik-i Ýlâhî refiki olan adam, tarikat berzahýna girmeden zahirden hakikate geçebilir. Evet, Kur'ân'dan, hakikat-i tarikati, tarikatsiz feyiz suretiyle gördüm ve bir parça aldým. Ve keza, maksud-u bizzat olan ilimlere ulûm-u âliyeyi okumaksýzýn isâl edici bir yol buldum.

Serîüsseyir olan bu zamanýn evlâdýna, kýsa ve selâmet bir tarîki ihsan etmek rahmet-i hâkimenin þânýndandýr.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Ýnsaný gaflete düþürtmekle Allah'a ubudiyetine mâni olan, cüz'î nazarýný cüz'î þeylere hasretmektir. Evet, cüz'iyat içerisine düþüp cüz'îlere hasr-ý nazar eden, o cüz'î þeylerin esbabdan sudûruna ihtimal verebilir. Amma baþýný kaldýrýp nev'e ve umuma baktýðý zaman, ednâ bir cüz'înin en büyük bir sebepten sudûruna cevaz veremez. Meselâ, cüz'î rýzkýný bazý esbaba isnat edebilir. Fakat menþe-i rýzk olan arzýn, kýþ mevsiminde kup kuru, kýraç olduðuna, bahar mevsiminde rýzýkla dolu olduðuna baktýðý vakit, arzý ihya etmekle bütün zevilhayatýn rýzýklarýný veren Allah'tan maadâ kendi rýzkýný verecek birþey bulunmadýðýna kanaati hasýl olur. Ve keza, evindeki küçük bir ýþýðý veya kalbinde bulunan küçük bir nuru bazý esbaba isnat edebilirsin. Amma, o ýþýðýn, þemsin ziyasýyla, o nurun da Menbâü'l-Envârýn nuruyla muttasýl olduðuna vakýf olduðun zaman anlarsýn ki, kalýbýný ýþýklandýran, kalbini tenvir eden, ancak leyl ve neharý birbirine kalb eden Fâtýr-ý Hakîmdir.

Ve keza, senin vücudunun zuhur ve vuzuhça Hâlýkýn vücuduna nisbeti, Hâlýkýn vücuduna delâlet edenlerin nisbeti gibidir. Çünkü, sen, bir vecihle kendi vücuduna delâlet ediyorsun. Amma Hâlýkýn vücuduna, bütün mevcudat, bütün zerratýyla delâlet ediyor. Öyleyse, onun vücudu senin vücudundan âlemin zerratý adedince zuhur dereceleri vardýr.

Ve keza, seni nefsini sevmeye sevk eden esbab:

"1. Bütün lezzetlerin mahzeni nefistir.

"2. Vücudun merkezi ve menfaatin madeni nefistir.

"3. Ýnsana en karib (yakýn) nefistir" diyorsun. Pekâlâ. Fakat, o fâni lezzetlere mukabil, lezâiz-i bâkiyeyi veren Hâlýký daha ziyade ubudiyetle sevmek lâzým deðil midir? Nefis vücuda merkez olduðundan muhabbete lâyýk ise, o vücudu icad eden ve o vücudun kayyûmu olan Hâlýk, daha fazla muhabbete, ubudiyete müstehak olmaz mý? Nefsin maden-i menfaat ve en yakýn olduðu sebeb-i muhabbet olursa, bütün hayýrlar, rýzýklar elinde bulunan ve o nefsi yaratan Nâfi', Bâki ve daha karib olan, daha ziyade muhabbete lâyýk deðil midir? Binaenaleyh, bütün mevcudata inkýsam eden muhabbetleri cem ve muhabbetinle beraber mahbub-u hakikî olan Fâtýr-ý Hâkîme ihdâ etmek lâzýmdýr.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Senin önünde çok korkunç büyük meseleler vardýr ki, insaný ihtiyata, ihtimama mecbur eder.

Birisi: Ölümdür ki, insaný dünyadan ve bütün sevgililerinden ayýran bir ayrýlmaktýr.

Ýkincisi: Dehþetli, korkulu ebed memleketine yolculuktur.

Üçüncüsü: Ömür az, sefer uzun, yol tedariki yok, kuvvet ve kudret yok, acz-i mutlak gibi elîm elemlere mâruz kalmaktýr. Öyleyse, bu gaflet ve nisyan nedir? Devekuþu gibi baþýný nisyan kumuna sokar, gözüne gaflet gözlüðünü takarsýn ki Allah seni görmesin. Veya sen Onu görmeyesin. Ne vakte kadar zâilât-ý fâniyeye ihtimam ve bâkiyat-ý dâimeden tegafül edeceksin?

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Cenab-ý Hakka hamdler, þükürler olsun ki, mesâil-i nahviyeden isimle harf arasýndaki mânevî farkla çok mühim meseleleri bana öðretmiþtir. Þöyle ki:

Harf, gayrýn mânâsýný izah için bir âlet, bir hâdim olduðu gibi, þu mevcudat da Esmâ-i Hüsnânýn tecelliyatýný izhar, ifham, izah için birtakým Ýlâhî mektuplardýr ki, içlerinde yazýlý delâil, berâhin, havârýk, mucize-i kudrettir. Mevcudat bu vecihle nazara alýnmasý, ilim, iman, hikmettir. Þayet isim gibi müstakil ve maksud-u bizzat cihetiyle bakýlýrsa, küfran ve cehl-i mürekkep olur.

Ve keza, mesâil-i mantýkýyeden "küllî" ile "küll" arasýndaki farkla rububiyete dair çok meseleleri öðrenmiþ bulunuyorum. Cemal ile ehadiyet külliyyün zû cüz'iyât þümulüne dahildir. Celâl ile Vâhidiyet kûllün zû eczâ unvanýna dahildir.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Dünya, âlem-i âhirete bir fihriste hükmündedir. Bu fihristede âlem-i âhiretin mühim meselelerine olan iþaretlerden biri, cismânî olan rýzýklardaki lezzetlerdir. Bu fâni, rezil, zelil dünyada bu kadar nimetleri ihsas ve ifaza etmek için insanýn vücudunda yaratýlan havâs, hissiyat, cihazat, azâ gibi alât ve edevatýndan anlaþýlýr ki, âlem-i âhirette de(14) kasýrlarýn altýnda, ebediyete lâyýk cismanî ziyafetler olacaktýr.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Ýnsanýn havf ve muhabbeti halka teveccüh ettiði takdirde, havf bir belâ, bir elem olur. Muhabbet bir musibet gibi olur. Zira o korktuðun adam, ya sana merhamet etmez veya senin istirhamlarýný iþitmez. Muhabbet ettiðin þahýs da ya seni tanýmaz veya muhabbetine tenezzül etmez. Binaenaleyh, havfýn ile muhabbetini dünya ve dünya insanlarýndan çevir. Fâtýr-ý Hakîme tevcih et ki, havfýn Onun merhamet kucaðýna-çocuðun anne kucaðýna kaçtýðý gibi-leziz bir tezellül olsun. Muhabbetin de saadet-i ebediyeye vesile olsun.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Sen þecere-i hilkatin ya bir semeresi veya bir çekirdeðisin. Cismin itibarýyla küçük, âciz, zayýf bir cüzsün. Lâkin Sâni-i Hakîm lütfuyla, lâtif san'atýyla seni cüzlükten küllîliðe çýkartmýþtýr.

Evet cismine verilen hayat sayesinde, geniþ duygularýnla âlem-i þehadet üzerinde cevelân etmekle filcümle cüz'iyet kaydýndan kurtulmuþsun. Ve keza, insaniyet itâsýyla bilkuvve "küll" hükmündesin. Ve keza, iman ve Ýslâmiyet ihsanýyla bilkuvve "küllî" olmuþsun. Ve keza, mârifet ve muhabbetin in'âmýyla muhit bir nur olmuþsun.

Binaenaleyh, dünyaya ve cismanî lezâize meyledersen, âciz, zelil bir "cüz'î" olursun. Eðer cihazatýný insaniyet-i kübrâ denilen Ýslâmiyet hesabýna sarf edersen, bir "küllî" ve bir "küll" olursun.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Bu kadar elîm firak ve ayrýlýklara mâruz kalmakla çektiðin elemlerin sebebi ve kabahati sendedir. Çünkü o muhabbetleri gayr yerinde sarf ediyorsun. Eðer o muhabbetleri cem' edip Vâhid-i Ehade tevcih ve Onun hesabýyla, izniyle sarf edersen, bütün mahbuplarýnla beraber bir anda birleþip sevinçlere, memnuniyetlere mazhar olacaksýn.

Evet, bir sultana intisab eden bir adam, o sultanýn herþeyle alâkadar, her mekânda herkesle muhaberesi, alâkasý zýmnýnda, o adam da bir cihette, bir derece alâkadar olabilir.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Meselâ, kamerin ahvaline veya istikbalin hakikatine dair itâ-i malûmat eden adama, bütün mâmelekini ona feda etmeye hazýrsýn. Amma daire-i mülkünde bir arý hükmünde bulunan kamerin Hâlýkýndan haber getiren ve ezel, ebede, hayat-ý ebediyeye, hakaik-i esasiyeye, azîm meselelere dair malûmat itâ eden ve seni mânevî periþaniyetlerden, dalâletlerden kurtarýp kesretten vahdete doðru yol gösteren ve hayat-ý ebediyeye imanla mâülhayatý sana içirtmekle firak ve ayrýlmak ateþlerinden kurtaran ve Hâlýkýn marziyatýný, metalibini tarif eden ve Sultan-ý Ezel, Ebedin muhaberesine tercümanlýk yapan Resul-i Rahmân'ý dinlemeye ve o Muhbir-i Sadýka imanla teslim olmaya mâni olan nefsin hevâ ve hevesini terk etmiyorsun.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Görüyoruz ki, Sâni-i Hakîm, kemal-i hikmetiyle, pek âdi þeylerden pek harika, mucize-i mensucat yapýyor. Ve keza, abesiyet ve israfa mahal býrakýlmamak üzere, bir ferdi envâen vazifelerle tavzif ediyor. Hattâ, insanýn baþýnda, insanýn muvazzaf olduðu vazifeleri görmek için her vazifeye göre birer týrnak kadar maddî birþeyin bulunmasý icab etseydi, bir baþýn Cebel-i Tûr büyüklüðünde olmasý lâzým gelirdi ki, ashab-ý vezâife yer olsun.

Ve keza, lisan sair vezâifiyle beraber, erzak hazinesine ve kudretin mutfaðýnda piþirilen bütün taamlara müfettiþtir. Ve bütün taamlarýn tatlarýný yakîn eden, bilen bir ehl-i vukuftur.

Ýþte bu faaliyet-i hakîmiyeden anlaþýlýyor ki, zamanýn seyliyle beraber gelip geçen eþya-yý seyyâleden ve geçen günlerden, senelerden, asýrlardan, leyl ve neharýn takallübü ile pek çok mensucat-ý gaybiye ve uhreviye yapýlmaktadýr. Evet, âlemin fihristesi hükmünde olan insan fabrikasýnda dokunan mensucat o hakikati tenvir eder. Öyleyse, bu fani dünyada mevt, fena, devâir-i gaybiyede sâfi bir bekaya intikal ederek bâki kalýr. Evet, rivâyetlerde vardýr ki, "Ýnsanýn ömür dakikalarý insana avdet ederler. Ya gafletle muzlim olarak gelirler veya hasenat-ý muzîe ile avdet ederler."

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Görüyoruz ki, Sâni-i Hakîmin, efrad ve cüz'iyatýn tasvirinde büyük büyük tefennünleri vardýr. Evet, hayvanlarýn pek büyük ve pek küçükleri olduðu gibi, kuþlarda, balýklarda, meleklerde ve sair ecramda, âlemlerde dahi pek küçük ve pek büyük fertleri vardýr. Cenab-ý Hakkýn þu tefennünde takip ettiði hikmet:

1. Tefekkür ve irþad için bir lütuf, bir teshilattýr.

2. Kudret mektuplarý okunup fehmetmekte bir kolaylýktýr.

3. Kudretin kemalini izhar etmektir.

4. Celâlî ve cemalî her iki nevi san'atý ibraz etmektir.

Maahaza, pek ince yazýlarý herkes okuyamaz ve pek büyük þeyler de nazar-ý ihataya alýnamaz. Ýþte irþadý teshil ve tâmim için bir kýsmýný küçük harflerle, bir kýsmýný da büyük harflerle yazmakla irþadýn iktizâsý yerine getirilmiþtir.

Amma þeytanýn talebesi olan nefs-i emmâre, cismin küçüklüðünü san'atýn küçüklüðüne atfetmekle, esbabdan sudûrunu tecviz ediyor.

Ve pek büyük cisimler dahi hikmetle yaratýlmamýþ iddiasýnda bulunarak, bir nevi abesiyete isnat ediyor.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Gerek vücutta, gerek rýzýkta ifrat derecesinde mebzuliyet vardýr. Bu ise, hikmetten uzak, abesiyete yakýn görünür. Evet, eðer yaratýlan þey bir gaye için yaratýlýyorsa hakkýn var; amma gayeler pek çoktur. Binaenaleyh, bir gayeye nazaran abesiyet hissedilse bile, gayelerin mecmuuna nazaran ayn-ý hikmet ve ayn-ý adalettir.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Ýnsanýn san'atýyla Hâlýkýn san'atý arasýndaki fark: Ýnsan kendi san'atýnýn arkasýnda görünebilir; amma Hâlýkýn masnuu arkasýnda yetmiþ bin perde vardýr. Fakat, Hâlýkýn bütün masnuatý def'aten bir nazarda görünebilirse, siyah perdeler ortadan kalkar, nuranîler kalýr.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Hayvanattan olsun, nebatattan olsun, tevellüdle tenasül þümulüne dahil olan her fert, veçh-i arzý istilâ ve tasallut etmek niyetindedir ki, arzý kendisine ve zürriyetine has ve hâlis bir mescid yapmakla Fâtýr-ý Hakîmin esmâ-i hüsnâsýný izharla Hâlýkýna gayr-ý mütenâhi bir ibadette bulunsun.

Evet, kuþlarýn, balýklarýn, karýncalarýn, yumurtalarýnda, eþcar ve sebzevatýn semeratýnda ve o semeratýn tohumlarýndaki ifrat derecesini bulan kesret o vaziyeti tenvir eder. Lâkin âlem-i þehadetin darlýðýna ve müstakbel ibadetlerin Allamü'l-Guyûbun ilminde mevcut olduðuna binaen, niyetten fiile henüz çýkmayan onlarýn ibadetleri kabul edilmiþtir.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Kur'ân-ý Kerim, bazan birþeyin müteaddit gayelerinden insanlara ait bir gayeyi zikre tahsis eder. Bu ihtar içindir, inhisar için deðildir. Yani, o þeyin gayeleri, zikredilen gayeye münhasýr deðildir. Ancak o þeyin nizam ve intizam ve sair faydalarýna insanýn nazar-ý dikkatini celbetmek için insanlara râci o faydayý zikrediyor. Meselâ:

(15)
(16)

âyet-i kerimeyle zikredilen fayda, takdir-i kamerin binlerce faydalarýndan biridir. Yoksa, takdir-i kamer bu faydaya münhasýr deðildir. Yani, kamer yalnýz bu gaye için deðildir. Bu gaye onun gayelerinden biridir.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Cenab-ý Hakka mahsus taklidi mümkün olmayan en bâhir tevhid sikke ve mühürlerinden biri, gayr-ý mâdud muhtelif eþyayý basit birþeyden halk etmektir. Evet, pek basit olan þu topraktan binlerce envâ, muhtelif nebatat, gayr-ý mütenâhi bir kudretle, bir ilimle, pek büyük bir itkan, bir suhuletle yaratýlmakta olduðu tevhidin öyle bir burhanýdýr ki, hem taklidi, hem tenkidi imkân haricidir.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Hayat-ý insaniyenin vezâifinden biri de, kendi cüz'î sýfatlarýný, þuûnatýný, Hâlýkýn küllî sýfatlarýný, þuûnatýný fehmetmek için bir mikyas yapmaktýr. Amma, âlem-i âhirette, haþirdeki þuûnat-ý azîmesini ve kýyamette emvatýn ihyâsýyla ahvâl-i umumiyesini fehmetmek için, ancak güz mevsiminin kýyametiyle baharlarýn haþri, haþir ve kýyamet-i kübrâda Hâlýkýn þuûnatýna mikyas olabilir.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Müslümanlarý lehviyat-ý nevmiye mesabesinde olan dünya hayatýna davet etmekle, Cenab-ý Hakkýn helâl ettiði tayyibat dairesinden, haram ettiði habîsat mezbelesine teþvik eden adamýn meseli öyle bir sarhoþa benzer ki:

Parçalayýcý arslanla, ünsiyetli ehlî atý birbirinden tefrik edemiyor. Sehpa aðacýyla jimnastik aðacýný birbirinden ayýramýyor. Kanlý yarayý kýrmýzý gülden temyiz edemediði halde, kendisini mürþid bilerek irþad ve nasihata çýkýyor.

Esnâ-yý irþadda bir adama rastgelir. Zavallý adamýn arka tarafýnda korkunç bir arslan duruyor. Ön tarafýnda da sehpa aðacý kurulduðu gibi, her iki yanýnda da dehþetli yaralar var. Fakat adamcaðýzýn elinde iki ilâç vardýr. Ve lisanýyla kalbinde iki týlsým vardýr. Onlarý istimal ederse þifâyab olur. Ve o arslan ata inkýlâp eder. Burak gibi bineði olur. O sehpa aðacý da daima teceddüd etmekte olan ahvâl-i âlemi, seyyal manzaralarý seyretmeye âlet ve vasýta olur. O sarhoþ herif, o zavallý adamcaðýza diyor:

"Yâhu, nedir o ilâçlarý, týlsýmlarý saklýyorsun? Onlarý at, keyfine bak."

Adamcaðýz:

"Yok baba! Bu ilâçlar ve týlsýmlarýn hýfz ve himayelerindeyim. Onlardan almakta olduðum haz, lezzet, keyif bana kâfidir. Fakat o arslan gibi parçalayýcý ölümü öldürebilirsen ve sehpayý kýrmakla kabir aðzýný kapatabilirsen ve hayatýmýn mâruz kaldýðý fenâ ve zeval yaralarýný bir hayat-ý bâkiyeye tebdil etmekle tedavi edebilirsen, pekâlâ, seninle beraber dans oynayalým. Ve illâ gözümün önünden def ol, git. Sen ancak kendin gibi sarhoþlarý kandýrabilirsin. Ben sarhoþ deðilim. Dünyanýza, keyfinize ihtiyacým yok. Çünkü,
(17)
(18) 
bana yeter."

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Felsefe talebesiyle medeniyet tilmizleri, Müslümanlarý ecnebî âdetlerine ittibâ ile þeâir-i Ýslâmiyeyi terk etmeye davet ettiklerinde, Kur'ân Nurcularý böylece müdafaada bulunurlar: "Eðer dünyadan zeval ve ölümü ve insandan acz ve fakrý kaldýrmaya iktidarýnýz varsa, pekâlâ, dini de terk ediniz, þeâiri de kaldýrýnýz. Ve illâ dilinizi kesin, konuþmayýnýz. Bakýnýz arkamýzda pençelerini açmýþ hücuma hazýr ecel arslaný tehdit ediyor. Eðer iman kulaðýyla Kur'ân'ýn sadâsýný dinleyecek olursan, o ecel arslaný bir burak olur. Bizleri rahmet-i Rahmâna ulaþtýracaktýr. Ve illâ o ecel, yýrtýcý bir hayvan gibi bizleri parçalar. Bâtýl itikadýnýz gibi, ebedî bir firakla daðýtacaktýr. Ve keza, önümüzde idam sehpalarý kurulmuþtur. Eðer imân, îkanla Kur'ân'ýn irþadýný dinlersen, o sehpa aðaçlarýndan, sefine-i Nuh gibi sahil-i selâmete, yani âlem-i âhirete ulaþtýrýcý bir sefine yapýlacaktýr.

Ve keza, sað yanýmýzda fakr yarasý, solda da acz, zaaf cerihasý vardýr. Eðer Kur'ân'ýn ilâçlarýyla tedavi edersen, fakrýmýz rahmet-i Rahmân'ýn ziyafetine þevk ve iþtiyaka inkýlâp edecektir. Acz ve zâfýmýz da Kadîr-i Mutlakýn dergâh-ý izzetine iltica için bir davet tezkeresi gibi olur.

Ve keza, bizler uzun bir seferdeyiz. Buradan kabre, kabirden haþre, haþirden ebed memleketine gitmek üzereyiz. O yollarda zulümatý daðýtacak bir nur ve bir erzak lâzýmdýr. Güvendiðimiz akýl ve ilimden ümit yok. Ancak Kur'ân'ýn güneþinden, Rahmân'ýn hazinesinden tedarik edilebilir. Eðer bizleri bu seferden geri býrakacak bir çareniz varsa, pekâlâ. Ve illâ sükût ediniz. Kur'ân-ý dinleyelim, bakalým ne emrediyor:
(19)
Hülâsa: Ayýk olan sana tâbi olmaz. Ancak siyaset þarabýyla veya þöhret hýrsýyla veya rikkat-i cinsiyeyle veya felsefenin dalâletiyle veya medeniyetin sefahetiyle sarhoþ olanlar senin meþrep ve mesleðine tâbi olurlar. Fakat insanýn baþýna indirilen darbeler ve yüzüne vurulan tokatlar, onun sarhoþluðunu izâleyle ayýltacaktýr.

Ve keza, insan hayvan gibi yalnýz zaman-ý halle müptelâ ve meþgul deðildir. Belki müstakbelin korkusu ve mazinin hüzün ve kederiyle hal elemlerine mâruzdur. Fakat kendisini þakî, dâll, ahmaklardan addetmeyen adam, Kur'ân'ýn þu beþaretini dinlesin:

(20)



(21)

ilâ âhir-i sûre...

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Herbir masnuda tahakkuk eden kemal-i sanat, Sâniin her mekânda ve her masnuun yanýnda bulunmasýna delâlet ettiði gibi, hiçbir mekânda ve hiçbir masnuun yanýnda bulunmamasýna da delâlet eder.

Ve keza, insan, herbir þeye muhtaç olduðu cihetle, herþeyin melekûtu elinde ve herþeyin hazinesi yanýnda olan Zat-ý Akdesten maadâ kimseye ibadet edemez.

Ve keza insan vücut, icad, hayýr, ef'al cihetiyle pek küçük, nâkýs olmakla karýncadan, arýdan ednâ, örümcekten daha zayýftýr. Fakat adem, tahrip, þer, infial cihetiyle semâvat, arz, cibalden daha büyüktür. Meselâ, Hasenat yaptýðý zaman, habbe habbe yapar. Seyyiat yaparsa kubbe kubbe yapar. Evet, meselâ küfür seyyiesi bütün mevcudatý tahkir eder, kýymetten düþürür.

Ve keza, insanýn bir cihetle kýl kadar bir ihtiyarý, zerre kadar bir iktidarý, þuâ kadar bir hayatý, dakika kadar bir ömrü, cüz'î bir cüz kadar mevcudiyeti varsa da, diðer cihetle hadsiz bir acz ve fakrý da vardýr. Kadîr-i Mutlak ve Ganiyy-i Mutlakýn tecelliyatýna geniþ bir mâkes olur.

Ve keza, insan hayat-ý dünyeviye cihetiyle bir çekirdek olup, pek büyük semere ve sümbüller vermek için kendisine tevdi edilen cihazatý, bazý maddeleri elde etmek için tavuk gibi topraklarý,

gübreleri, necisleri eþmeye sarf eder, faydasýz tefessüh eder. Ve hayat-ý mâneviye cihetiyle emelleri ebede kadar uzanan bir þecere-i bâkýyedir.

Ve keza, insan fiil ve sa'yi cihetiyle zayýf bir hayvan olup dâire-i sa'yi pek dardýr. Ýnfial, sual, dua cihetiyle Rahmân-ý Rahîmin aziz bir misafiridir. Dairesi hayal kadar geniþtir.

Ve keza, insanýn hayat-ý hayvaniyeden aldýðý lezzet bir serçe kuþunun lezzeti kadar deðildir. Çünkü, insanda hüzün, keder, korku var, onda yoktur. Fakat cihazat, hissiyat, duygular, istidatlar itibarýyla hayvanlarýn en âlâsýndan fazla lezzet alýr. Ýnsanýn þu vaziyetine dikkat edilirse anlaþýlýr ki, bu kadar cihazat, bu hayat için olmayýp, ancak bir hayat-ý bâkiye için kendisine verilmiþtir.

Ve keza, insan saltanat-ý rububiyetin mehâsinine nâzýr ve esmâ-i kudsiyenin cilvelerine dellâl ve kalem-i kudretle yazýlan mektubat-ý Ýlâhiyeyi mütalâayla mütefekkir olduðu cihetle, eþref-i mahlûkat ve halife-i arz olmuþtur.
(22)
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Ýnsandaki kusur sonsuz olduðu gibi, acz, fakr ve ihtiyacýna da nihayet yoktur. Ýnsana tevdi edilen açlýkla nimetlerin lezzetleri tebarüz ettiði gibi; insandaki kusur, kemalât-ý Sübhâniye derecelerine bir mirsaddýr. Ýnsandaki fakr, gýnâ-i rahmetin derecelerine bir mikyastýr. Ýnsandaki acz, kudret ve kibriyâsýna bir mizandýr. Ýnsandaki tenevvü-ü hâcât, envâ-ý niam ve ihsanatýna bir merdivendir. Öyleyse fýtratýndan gaye ubudiyettir. Ubudiyet ise, dergâh-ý izzetine kusurlarýný Estaðfirullah ve Sübhânallah ile ilân etmektir.

(23)

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Herbir insan için hayat seferinde iki yol vardýr. Bu iki yolun uzunluðu, kýsalýðý birdir. Amma birisinde ehl-i þuhud ve ehl-i vukufun þehadet ve tasdikleriyle, onda dokuz menfaat ihtimali var. Ýkinci yolda mesele mâkûsedir, onda dokuz zarar ihtimali vardýr. Ýkinci yolla gidenin ne silâhý var, ne zahiresi. Tabiî, yolda pek çok korkulara mâruz kalacaðý gibi, ihtiyaçlarýný def için çoklara minnet altýnda kalýr. Fakat birinci yola sülûk edenin hem silâhý, hem erzaký beraberdir. Pek serbestâne gider. Birinci yol Kur'ân yoludur, ikinci yol ise dalâlet yoludur.

Evet, ehl-i þuhudun, ehl-i vukufun tasdik ve þehadetleriyle sabittir ki, iman yümnüyle yürüyen emn ü eman içindedir. Ve bilâhare merkez-i hükûmete ulaþtýðýnda, onda dokuzu büyük mükâfatlara mazhar olacaklardýr. Fakat, dalâlet zulümatý içinde yürüyenler esnâ-yý seferde korkudan, açlýktan herþeye ve herkese tezellül ettikten sonra, mahall-i hükûmete vâsýl olduðunda, onda dokuzu ya idam veya ebedî hapse mahkûm olacaklardýr. Binaenaleyh aklý olan, zararlý birþeyi, dünyevî, ednâ bir hiffet için tercih etmez.

Ehl-i þuhud dediðimizden maksat, evliyaullahtýr. Zira velâyet sâhibi, avâmýn itikad ettiði þeyleri gözle müþahede ediyor. Kur'ân yoluyla gidenlerin silâh ve zahireleri ise, Kadîr-i Mutlaka, Ganiyy-i Kerîme olan tevekkül onlarý temin eder. Zira, tevekkül, istinad ve istimdad noktalarýný tazammun ediyor. Bu noktalar da kelime-i tevhidi istilzam ediyor. Kelime-i tevhid de namazý iktiza ediyor. Namaz dahi ubudiyetin esas bir rüknüdür. Ubudiyeti emreden tekliftir. Mükellefiyetini ifa edenin, mükellefiyet müddetince, mükellefiyet-i askeriye gibi yemekleri, libaslarý ve sair hayat lâzimeleri hazine-i Rahmân'dan verilir. Mükellefiyet-i askeriye iki buçuk senedir. Amma mükellefiyet-i ubudiyet, müddet-i ömürdür

(24)
Ý'lem eyyühe'l-aziz! Ýnsan bir yolcudur. Sabâvetten gençliðe, gençlikten ihtiyarlýða, ihtiyarlýktan kabre, kabirden haþre, haþirden ebede kadar yolculuðu devam eder. Her iki hayatýn levazýmatý, Mâlikü'l-Mülk tarafýndan verilmiþtir. Fakat o levazýmatý, cehlinden dolayý tamamen bu hayat-ý fâniyeye sarf ediyor. Halbuki, o levazýmattan lâakal onda biri dünyevî hayata, dokuzu hayat-ý bakiyeye sarf etmek gerektir. Acaba birkaç memleketi gezmek için hükûmetten yirmi dört lira harcýrah alan bir memur, ilk dahil olduðu memlekette yirmi üç lirayý sarf ederse, öteki yerlerde ne yapacaktýr? Hükûmete ne cevap verecektir? Böyle yapan kendisine akýllý diyebilir mi? Binaenaleyh, Cenab-ý Hak her iki hayat levazýmatýný elde etmek için yirmi dört saatlik bir vakit vermiþtir. Çoðunu aza, azýný çoða vermek suretiyle, yirmi üç saat kýsa ve fâni olan dünya hayatýna, hiç olmazsa bir saati de beþ namaza ve bâki ve sonsuz uhrevî hayata sarf etmek lâzýmdýr ki, dünyada paþa, âhirette gedâ olmasýn!

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Gafil olan insan, kendi vazifesini terk eder, Allah'ýn vazifesiyle meþgul olur. Evet, insan, gafletten dolayý, iktidarý dahilinde kolay olan ubudiyet vazifesinin terkiyle, zayýf kalbiyle rububiyet vazife-i sakîlesinin altýna girer, altýnda ezilir. Ve ayný zamanda bütün istirahatini kaybetmekle âsi, þakî, hâin adamlarýn partisine dahil olur.

Evet, insan bir askerdir. Askerlik vazifesi baþka, hükûmetin vazifesi baþkadýr. Askerlik vazifesi tâlim, cihad gibi din ve vataný koruyacak iþlerdir. Hükûmetin vazifesi ise, erzakýný, libasýný, silâhýný vermektir. Binaenaleyh, erzakýný temin için askerliðe ait vazifesini terk edip ticaretle-meselâ-iþtigal eden bir asker, þakî ve hâin olur. Bu itibarla, insanýn Allah'a karþý ubudiyet, vazifesidir. Terk-i kebâir, takvâsýdýr. Nefis ve þeytanla uðraþmasý, cihadýdýr.

Amma gerek nefsine, gerek evlât ve taallûkatýna hayat malzemesini tedarik etmek Allah'ýn vazifesidir. Evet, madem hayatý veren Odur. O hayatý koruyacak levazýmatý da O verecektir. Yalnýz, hükûmetin asker için ofislerde cem ettiði erzaký askerlere taþýttýrdýðý, temizlettirdiði, öðüttürdüðü, piþirttiði gibi, Cenab-ý Hak da hayat için lâzým olan levazýmatý küre-i arz ofisinde yaratýp cem ettikten sonra, o erzakýn toplanmasýný ve sair ahvalini insana yaptýrýr ki, insana bir meþguliyet, bir eðlence olsun ve atâlet, betâlet azabýndan kurtulsun.

Ey insan! Rahm-ý mâderde iken, týfl iken, ihtiyar ve iktidardan mahrum bir vaziyette iken, seni pek leziz rýzýklarla besleyen Allah, sen hayatta kaldýkça o rýzký verecektir. Baksana: Her bahar mevsiminde sath-ý arzda yaratýlan enva-ý erzaký kim yaratýyor ve kimler için yaratýyor? Senin aðzýna götürüp sokacak deðil ya! Yahu, eðlencelere, bahçelere gidip dallarda sallanan o güleç yüzlü leziz meyveleri koparýp yemek zahmet midir? Allah insaf versin!

Hülâsa: Allah'ý itham etmekle iþini terk edip Allah'ýn iþine karýþma ki, nankör âsiler defterine kaydolmayasýn.

(25)
Ý'lem eyyühe'l-aziz! "Bazý dualar icabete iktiran etmez" diye iddiada bulunma. Çünkü dua bir ibadettir. Ýbadetin semeresi âhirette görünür. Dünyevî maksatlar ise, namaz vakitleri gibi, dualar ibadeti için birer vakittirler. Dualarýn semeresi deðillerdir. Meselâ, þemsin tutulmasý küsuf namazýna, yaðmursuzluk yaðmur namazýna birer vakittir.

Ve keza, zâlimlerin tasallutu ve belâlarýn nüzulü, bazý hususî dualara vakittir. Bu vakitler bâki kaldýkça, o namazlar, o dualar yapýlýr. Eðer bu vakitlerde dünyevî maksatlar hasýl olursa, zaten nurun alâ nur. Ve illâ, "Ýcabet duaya iktiran etmedi" diyemezsin. Ancak, "Henüz vakit inkýza etmemiþ, duaya devam lâzýmdýr" diyebilirsin. Çünkü o maksatlar dualarýn mukaddemesidir, neticesi deðillerdir. Cenab-ý Hakkýn dualarýn icabetine vaad etmesi ise, icabet ayn-ý kabul deðildir. Yani, icabet kabulü istilzam etmez. Duaya herhalde cevap verilir. Cevapsýz býrakýlmaz. Matluba olan is'af ise, Mucîbin hikmetine tâbidir. Meselâ, doktoru çaðýrdýðýn zaman, herhalde "Ne istersin?" diye cevap verir. Fakat "Bu yemeði veya bu ilâcý bana ver" dediðin vakit, bazan verir, bazan hastalýðýna, mizacýna mülâyim olmadýðýndan vermez.

Adem-i kabul esbabýndan biri de, duayý ibadet kastýyla yapmayýp, matlubun tahsiline tahsis ettiðinden, aksülâmel olur. O dua ibadetinde ihlâs kýrýlýr, makbul olmaz.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Ýnkýlâplar neticesinde, her iki taraf arasýnda geniþ geniþ dereler husule geliyor. O dereler üstünde her iki âlemle münasebettar köprüler lâzýmdýr ki, her iki âlem arasýnda gidiþ geliþ olsun. Lâkin o köprülerin inkýlâbat cinslerine göre þekilleri, mahiyetleri mütebayin, isimleri mütenevvi olur. Meselâ, uyku, âlem-i yakaza ile âlem-i misal arasýnda bir köprüdür. Berzah, dünyayla âhiret arasýnda ayrý bir köprüdür. Ve misal, âlem-i cismaniyle âlem-i ruhanî arasýnda bir köprüdür. Bahar, kýþla yaz arasýnda ayrý bir nevi köprüdür. Kýyamette ise, inkýlâp bir deðildir. Pek çok ve büyük inkýlâplar olacaðýndan, köprüsü de pek garip, acip olmasý lâzým gelir.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Ýnsanýn ba'delmevt, Hâlýk-ý Rahmân ve Rahime rücûu hakkýnda ilânat yapan
(26)(27)(28) (29) gibi âyetlerde büyük bir beþâret ve tesellî olduðu gibi, ehl-i isyana da büyük tehditleri imâ vardýr.

Evet, bu âyetlerin sarahatine göre, ölüm, zeval, firak, adem kapýsý ve zulümat kuyusu olmayýp ancak Sultan-ý Ezel ve Ebedin huzuruna girmek için bir medhaldir. Bu beþaretin iþaretiyle, kalb adem-i mutlak korkusundan, eleminden kurtulur. Evet, küfrün tazammun ettiði cehennem-i mâneviyeye bak  (30) hadis-i kudsîsi sýrrýnca, Cenab-ý Hak kâfirin zan ve itikadýný daimî bir azab-ý elîme kalb eder. Sonra, iman ve yakîn ile, Cenab-ý Hakkýn likasýndan sonra, rýzasýndan sonra, rüyetinden sonra mü'minler için hasýl olan lezzetlerin derecelerine bak. Hattâ Cehennem-i cismanî, ârif olan mü'min için, âsiye kâfirin cehennem-i mânevîsine nisbeten cennet gibidir.

Arkadaþ! Âlem-i bekaya delâlet eden berâhinden maadâ, arkasýnda saflar teþkil edip dualarýna bir aðýzdan "Âmin! Âmin!" söyleyen enbiya, evliya, sýddikîn imamlarý, Mahbub-u Ezelînin Habib-i Ekremi Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmýn tazarruatý, dualarý, âlem-i bekada insanýn bekasýna pek büyük burhan ve kâfi bir vesiledir. Çünkü, kâinatý serâpâ istilâ eden þu hüsünler, güzellikler, cemaller, kemaller, o Habibin tazarruatýný iþitmemek veya kabul etmemek kadar çirkin, kabih, kusur, naks addedilecek birþeye müsaade eder mi? Cenab-ý Hak bütün nekaisten, çirkin þeylerden münezzeh, müberrâ deðil midir? Elbette münezzehtir.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Cenab-ý Hakkýn verdiði nimetleri söyleyip ilân ve tahdis-i nimet etmek, bazan gurura ve kibre incirar eder. Tevazu kastýyla da o nimetleri ketmetmek iyi deðildir. Binaenaleyh, ifrat ve tefritten kurtulmak için istikamet mizanýna müracaat edilmeli. Þöyle ki:

Herbir nimetin iki veçhi vardýr. Bir veçhi insana aittir ki, insaný tezyin eder, medar-ý lezzeti olur. Halk içinde temayüze sebep olur. Mucib-i fahr olur, sarhoþ olur. Mâlik-i Hakikîyi unutur. En nihayet kibir ve gurur kuyusuna düþürtür.

Ýkinci veçhi ise, in'am edene bakar ki, keremini izhar, derece-i rahmetini ilân, in'âmýný ifþa, esmâsýna þehadet eder. Binaenaleyh, tevazu, ancak birinci vecihte tevazu olabilir. Ve illâ küfraný tazammun etmiþ olur. Tahdis-i nimet dahi, ikinci vecihle mânevî bir þükür olmakla memduh olur. Yoksa, kibir ve gururu tazammun ettiðinden mezmumdur. Tevazu ile tahdis-i nimet, þöylece bir içtimâlarý var:

Bir adam hediye olarak bir palto birisine veriyor. Paltoyu giyen adama, baþka bir adam "Ne kadar güzel oldun" dediðine karþý, "Güzellik paltonundur" dediði zaman, tevazuyla tahdis-i nimeti cem etmiþ olur.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Ücret alýndýðý zaman veya mükâfat tevzi edildiði vakit, rekabet, kýskançlýk mikrobu oynamaya baþlar. Fakat iþ zamanýnda, hizmet vaktinde o mikrobun haberi olmuyor. Hattâ tembel olan adam çalýþkaný sever. Zayýf olan, kavîyi takdir ve tahsin eder. Fakat çalýþmasýný ister ki, iþ hafif olsun, zahmetten kurtulsun.

Dünya da umur-u dîniyeye ve a'mâl-i âhirete iþ ve hizmet için kurulmuþ bir fabrika olduðu cihetle ve o fabrika içerisinde iþlenen ve yapýlan ibadetlerin semeresi öteki âlemde göründüðüne nazaran, ibadetlerde rekabet edilmemelidir. Olduðu takdirde ihlâsý kaybolur. Ve o rekabeti yapan, halkýn takdir ve tahsinleri gibi dünyevî bir mükâfatý düþünür. Zavallý düþünmüyor ki, o düþünceyle amelini adem-i ihlâsla iptal eder. Çünkü, sevap itâsýnda ve ücret aldýðýnda, nâsý Rabb-i Nâsa þerik yapar ve halkýn nefretlerine hedef olur.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Keramet ile istidraç mânen birbirine mübayindir. Zira keramet, mucize gibi, Allah'ýn fiilidir. Ve o keramet sahibi de kerametin Allah'tan olduðunu bilir ve Allah'ýn kendisine hâmi ve rakîb olduðunu da bilir. Tevekkül ve yakîni de fazlalaþýr. Lâkin, bazan Allah'ýn izniyle kerametlerine þuuru olur, bazan olmaz. Evlâ ve eslemi de bu kýsýmdýr.

Ýstidraç ise, gaflet içinde iken eþya-yý gaybiyenin inkiþafýndan ve garip fiilleri izhar etmekten ibarettir. Fakat, bu istidraç sahibi, nefsine istinad ve iktidarýna isnad etmekle enaniyeti, gururu öyle fazlalaþýr ki,(31) okumaya baþlar. Lâkin o inkiþaf, tasfiye-i nefis ve tenevvür-ü kalb neticesi olduðu takdirde, ehl-i istidraç ile ehl-i keramet arasýnda tabaka-i ûlâda fark yoktur. Tam mânâsýyla fenaya mazhar olanlar ise, onlara da

Allah'ýn izniyle eþya-yý gaybiye inkiþaf eder. Ve onlar da, o eþyayý fenâ fillâh olan havaslarýyla görürler. Bunun istidraçtan farký pek zahirdir. Zira, zahire çýkan bâtýnlarýnýn nurâniyeti, mürâîlerin zulümatýyla iltibas olmaz.
(32)  Ý'lem eyyühe'l-aziz! Tesbihat, ibâdât, gayr-ý mahdud envâlarýyla herþeyde vardýr. Fakat, herþeyin kendi tesbihat ve ibadetini bütün vecihlerini daima bilip þuur edinmesi lâzým deðildir. Çünkü, husul huzuru istilzam etmez. Tesbih ve ibadet edenler, yalnýz yaptýklarý amelin mahsus bir tesbih veya sýfatý malûm bir ibadet olduðunu bilirlerse kâfidir. Zaten Mâbud-u Mutlakýn ilmi kâfidir. Ýnsandan maadâ mahlûkatta teklif olmadýðýndan, onlara niyet lâzým deðildir. Ve keza, amellerinin sýfâtýný bilmek de lâzým deðildir.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Ýnsan-ý mü'minin kýymeti, ihtiva ettiði san'at-ý âliyeyle Esmâ-i Hüsnâdan in'ikâs eden cilvelerin nakýþlarý nisbetindedir. Ýnsan-ý kâfirin kýymeti ise, et, kemikten ibaret fâni ve sâkýt maddesinin kýymetiyle ölçülür. Kezâlik, bu âlem de, eðer Kur'ân'ýn tarif ettiði gibi mânâ-yý harfiyle, yani Cenab-ý Hakkýn azametine bir âlet nazarýyla bakýlýrsa, o nisbette kýymettar olur. Eðer felsefenin dediði gibi mânâ-yý ismiyle, yani hiçbir fâil, Hâlýkla baðlý olmayýp müstakil-i bizzat nazarýyla bakýlýrsa, kýymeti câmide, mütegayyir maddesinde münhasýr kalýr. Kur'ân'dan istifade edilen ilmin felsefe ilminden ne derece yüksek olduðu, þu misalle tebârüz eder:(33) Bu hükm-ü Kur'ânî, Esmâ-i Hüsnânýn cilvelerine bakmak için bir pencere açýyor. Þöyle ki:

Ey insan! Bu þems, azametiyle beraber size musahhardýr. Meskenlerinize nur veriyor. Yemeklerinizi hararetiyle piþirtiyor. Sizin öyle Azîm, Rahîm bir Mâlikiniz var ki, bu þems onun bir lâmbasý olup, misafirhanesinde sakin misafirlerini ziyalandýrýyor.

Felsefenin hikmetince, þems büyük bir ateþtir, yerinde dönüyor. Arzla seyyarat, ondan uçan parçalardýr; câzibeyle þemse merbut kalarak medarlarýnda hareket ediyorlar.

Ý'lem eyyühe'l-aziz! Ýnsanýn Cenab-ý Haktan hiçbir hakký talep etmeye hakký yoktur. Bilâkis, daima Ona þükretmeye medyundur. Çünkü, mülk Onundur, insan Onun memlûküdür.



1 "Þeytanlar için o kandilleri birer taþ yaptýk." Mülk Sûresi, 67:5.

2 Rahmân Sûresi, 55:23.

3 "Nefislerinizi temize çýkarmayýn." Necm Sûresi, 53:32.

4 "Allah'ý unutanlar gibi olmayýn ki, Allah da onlara kendi nefislerini unutturmuþtur." Haþir Sûresi, 59:19.

5 "Sana her ne iyilik eriþirse Allah'tandýr. Sana her ne kötülük gelirse, o da hendi nefsindendir."Nisâ Sûresi, 4:79.

6 "Onun zatýndan baþka herþey helâk olup gidicidir." Kasas Sûresi, 28:88.

7 "Nefsinin arzusunu kendine mâbud edinen kimse." Furkan Sûresi, 25:43.

8 "Kimse."

9 Mülk umumen Onundur; hamd de Ona mahsustur.

10 Yerdeki herþeyi bizim için yarattý.

11 "Bizim birþeyi yapmamýz, gözün bir bakýþý gibi kolay ve sür'atli tek bir emirledir." Kamer Sûresi, 54:50.

12  Eþyânýn hakikati ancak zýtlarýyla bilinir.

13 En doðrusunu Allah bilir.

14 "Altlarýndan ýrmaklar akar." Bakara Sûresi, 2:25.

15 "Vaktinizi ve hesabýnýzý bilesiniz diye." Yûnus Sûresi, 10:5.

16 "Ay için de menziller takdir ettik." Yâsin Sûresi, 36:39.

17 "O ne güzel dost ve O ne güzel yardýmcýdýr." Enfâl Sûresi, 8:40.

18 "Allah bize yeter; O ne güzel vekildir." Âl-i Ýmrân Sûresi, 3:173.

19"Sakýn dünya hayatý sizi aldatmasýn. O çok aldatýcý þeytan da Allah'ýn azâbýný unutturup sadece affýna güvendirerek sizi isyana sürüklemesin." Lokman Sûresi, 31:33.

20 "Bilin ki, Allah'ýn dostlarý için ne bir korku vardýr, ne de onlar mahzun olurlar.
"Onlar îmân eden ve Allah'ýn emir ve yasaklarýna karþý gelmekten sakýnan takvâ ehlidir.
"Dünya hayatýnda da, âhirette de onlar için müjde vardýr. Allah'ýn sözlerinde deðiþiklik olmaz. En büyük kurtuluþ iþte budur." Yûnus Sûresi, 10:62-64.

21 "Yemin olsun incire ve zeytine. Ve Sînâ Daðýna." Tîn Sûresi, 95:1-2.

22 "Ey insanlar, hepiniz Allah'a muhtaçsýnýz. Allah ise hiçbir þeye muhtaç deðildir ve her türlü övgüye lâyýktýr." Fâtýr Sûresi, 35:15.

23 "Ýhlâs ile kulluk edenler, nimetle dolu Cennet içindedir. Günaha dalan kâfirler ise Cehennem ateþindedir." Ýnfitar Sûresi, 82:12-13.

24 "Bu dünya hayatý bir oyun ve oyalamadan baþka birþey deðildir. Asýl hayata mazhar olan ise âhiret yurdudur." Ankebut Sûresi, 29:64.

25 "Bana dua edin, size cevap vereyim." Mü'min Sûresi, 40:60.

26 "Dönüþ Onadýr." Ra'd Sûresi, 13:36.

27 "Herkesin dönüþü Onun huzurunadýr." Mâide Sûresi, 5:18.

28 "Hepinizin dönüþü Onadýr." Bakara Sûresi, 2:245.

29 "Hepinizin dönüþü Onadýr." Hûd Sûresi, 10:4.

30 "Kulum beni nasýl tanýrsa, onunla öyle muamele ederim." Buharî, Tevhid: 15, 35; Müslim, Tevbe: 1, Zikr, 2, 19; Tirmizî, Zühd: 51, Daavât: 131; Ýbni Mâce, Edeb: 58; Dârimî, Rikak: 22; Müsned, 2:251, 315, 391, 412, 445, 482, 516, 517, 524, 534, 539, 3:210, 277, 491, 4:106.

31 "Bu servet, bilgim sayesinde bana verilmiþtir." Kasas Sûresi, 28:78.

32 "Hiçbir þey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin." Ýsrâ Sûresi, 17:44.

33 "Güneþi bir kandil yapmýþtýr." Nuh Sûresi, 71:16.


radyobeyan