Mektubat
Pages: 1
Yirminci Mektubun Onuncu Kelimesine Zeyl By: Hadice Date: 12 Þubat 2011, 16:11:06
Yirminci Mektubun
Onuncu Kelimesine Zeyl

8



9

10

SUAL: Sen çok yerlerde demiþsin ki: "Vahdette nihayet derecede kolaylýk var; kesrette ve þirkte nihayet müþkülât oluyor. Vahdette vücub derecesinde bir suhulet var; þirkte imtinâ derecesinde bir suubet var" diyorsun. Halbuki, gösterdiðin müþkülât ve muhâlât, vahdet tarafýnda da cereyan eder. Meselâ, diyorsun: "Eðer zerreler memur olmazlarsa, herbir zerrede, ya bir ilm-i muhit veya bir kudret-i mutlaka veya hadsiz mânevî makineler, matbaalar bulunmak lâzým gelir. Bu ise yüz derece muhaldir." Halbuki, o zerreler memur-u Ýlâhî de olsalar, yine öyle bir mazhariyet lâzým gelir-tâ hadsiz muntazam vazifelerini yapabilsinler. Bunun hallini isterim.

Elcevap: Çok Sözlerde izah ve ispat etmiþiz ki, bütün mevcudat birtek Sânie verilse, birtek mevcut gibi kolay ve suhuletli olur. Eðer müteaddit esbaba ve tabiata isnad edilse, birtek sinek semâvat kadar, bir çiçek bir bahar kadar, bir meyve bir bahçe kadar müþkülâtlý ve suubetli olur. Madem þu mesele baþka Sözlerde izah ve ispat edilmiþ; onlara havale edip, þurada yalnýz üç iþaretle o hakikate karþý nefsin itmi'nânýný temin edecek üç temsil beyan edeceðiz.

BÝRÝNCÝ TEMSÝL:
Meselâ þeffaf, parlak bir zerrecik, bizzat kendi baþýyla bir kibrit baþý kadar bir nur içinde yerleþmez ve ona masdar olamaz. Kendi cirmi kadar ve mahiyeti miktarýnca, bil'asâle, cüz'î, zerre gibi bir nuru olabilir. Fakat o zerrecik, güneþe intisap edip, ona karþý gözünü açýp baksa, o vakit o koca güneþi ziyasýyla, elvân-ý seb'asýyla, hararetiyle, hattâ mesafesiyle içine alabilir ve bir nevi tecellî-i âzamýna mazhar olur. Demek, o zerre kendi kendine kalsa, bir zerre kadar ancak iþ görebilir.

Yirminci Mektup - s.466

Eðer güneþe memur ve mensup ve mir'at sayýlsa, güneþ gibi, güneþin icraatýndaki bir kýsým cüz'î nümunelerini gösterebilir.

Ýþte, ve lillâhi'l-meselü'l-a'lâ, herbir mevcut, hattâ herbir zerre, eðer kesrete ve þirke ve esbaba ve tabiata ve kendi kendine isnad edilse, o vakit herbir zerre, herbir mevcut, ya bir ilm-i muhit ve kudret-i mutlaka sahibi olmalý; veyahut hadsiz mânevî makine ve matbaalar içinde teþekkül etmeli-tâ ona tevdi edilen acip vazifeleri yapabilsin. Eðer o zerreler Vâhid-i Ehade isnad edilse, o vakit herbir masnu, herbir zerre Ona mensup olur, Onun memuru hükmüne geçer. Þu intisabý, onu tecellîye mazhar eder. Bu mazhariyet ve intisapla, nihayetsiz bir ilim ve kudrete istinad eder. Hâlýkýnýn kuvvetiyle, milyonlar defa kuvvet-i zâtîsinden fazla iþleri, vazifeleri, o intisap ve istinad sýrrýyla yapar.

ÝKÝNCÝ TEMSÝL:
Meselâ iki kardeþ var. Birisi cesur, kendine güvenir; diðeri hamiyetli, milliyetperverdir.

Bir muharebe zamanýnda, kendine güvenen adam devlete intisap etmez, kendi baþýyla iþ görmek ister. Kendi kuvvetinin menbalarýný belinde taþýmaya mecbur olur. Teçhizatýný, cephanelerini kendi kuvvetine göre çekmeye muztardýr. O þahsî ve küçük kuvvet miktarýnca, düþman ordusunun bir onbaþýsýyla ancak mücadele eder; fazla birþey elinden gelmez.

Öteki kardeþ kendine güvenmiyor ve kendisini âciz, kuvvetsiz biliyor; padiþaha intisap etti, askere kaydedildi. O intisapla, koca bir ordu, ona nokta-i istinad oldu. Ve o istinadla, arkasýnda, padiþahýn himmetiyle bir ordunun mânevî kuvveti tahþid edilebilir bir kuvve-i mâneviye ile harbe atýldý. Tâ düþmanýn maðlûp ordusu içindeki þahýn büyük bir müþirine rast geldi. Kendi padiþahý namýna, "Seni esir ediyorum, gel" der, esir eder, getirir.

Þu halin sýrrý ve hikmeti þudur ki:

Evvelki baþýbozuk, kendi menba-ý kuvvetini ve teçhizatýný kendisi taþýmaya mecbur olduðu için, gayet cüz'î iþ görebilirdi. Þu memur ise, kendi kuvvetinin menbaýný taþýmaya mecbur deðil; belki onu ordu ve padiþah taþýyor. Mevcut telgraf ve telefon teline makinesini küçük bir telle raptetmek gibi, þu adam bu intisapla kendini o hadsiz kuvvete rapteder.

Ýþte, ve lillâhi'l-meselü'l-a'lâ, eðer her mahlûk, her zerre doðrudan doðruya Vâhid-i Ehade isnad edilse ve onlar ona intisap etseler, o vakit o intisap kuvvetiyle ve Seyyidinin havliyle, emriyle, karýnca Firavunun sarayýný baþýna yýkar, baþaþaðý atar; sinek Nemrudu gebertip Cehenneme atar; bir mikrop, en cebbar bir zalimi kabre sokar; buðday tanesi kadar çam çekirdeði, bir dað gibi bir çam aðacýnýn tezgâhý ve makinesi hükmüne geçer; havanýn zerresi, bütün çiçeklerin, meyvelerin ayrý ayrý iþlerinde, teþekkülâtlarýnda muntazaman, güzelce çalýþabilir. Bütün bu kolaylýk, bilbedâhe, memuriyet ve intisaptan ileri geliyor. Eðer iþ baþýbozukluða dönse, esbaba ve kesrete ve kendi kendilerine býrakýlýp þirk yolunda gidilse, o vakit herþey cirmi kadar ve þuuru miktarýnca iþ görebilir.

ÜÇÜNCÜ TEMSÝL:
Meselâ iki arkadaþ var; hiç görmedikleri bir memleketin ahvâline dair istatistikli bir nevi coðrafya yazmak istiyorlar.

Birisi, o memleketin padiþahýna intisap edip, telgraf ve telefon dairesine girer. On paralýk bir telle kendi telefon makinesini devletin teline rapteder. Her yerle görüþür, muhabere eder, malûmat alýr. Gayet muntazam ve mükemmel coðrafya istatistiðine ait san'atkârâne bir eser yapar.

Öteki arkadaþ ise, ya elli sene mütemadiyen gezecek ve müþkülâtla her yeri görüp her hadiseyi iþitecek; veyahut milyonlarla lirayý sarf edip, devletin tel ve telefon temdidatý kadar ve padiþah gibi telgraf sahibi olacak. Tâ, evvelki arkadaþý gibi o mükemmel eseri yapsýn.

Öyle de, ve lillâhi'l-meselü'l-a'lâ, eðer hadsiz eþya ve mahlûkat Vâhid-i Ehade verilse, o vakit o irtibatla herþey birer mazhar olur. O Þems-i Ezelînin tecellîsine mazhariyetle, kavânin-i hikmetine ve desâtir-i ilmiyesine ve nevâmis-i kudretine irtibat peydâ eder. O vakit, havl ve kuvvet-i Ýlâhiye ile herþeyi görür bir gözü ve her yere bakar bir yüzü ve her iþe geçer bir sözü hükmünde bir cilve-i Rabbâniyeye mazhar olur. Eðer o intisap kesilse, o þey, bütün eþyadan dahi inkýta eder, cirmi kadar bir küçüklüðe sýðýþýr. O halde bir ulûhiyet-i mutlaka sahibi olmalý ki, evvelki vaziyette gördüðü iþleri görebilsin.

Elhasýl: Vahdet ve iman yolunda, vücub derecesinde bir suhulet ve kolaylýk var. Þirk ve esbabda, imtinâ derecesinde müþkülât ve suubet var. Çünkü bir vâhid, külfetsiz olarak, kesîr eþyaya bir vaziyet verir ve bir neticeyi istihsal eder. Eðer o vaziyeti almayý ve o neticeyi istihsal etmeyi, o eþya-yý kesîreye havale edilse, o vakit pek çok külfetle ve pek çok hareketlerle ancak o vaziyet alýnýr ve o netice istihsal edilir.

Meselâ, Üçüncü Mektupta denildiði gibi, semâvat meydanýnda, þems ve kamer kumandasý altýnda

Yirminci Mektup - s.467

yýldýzlar ordusunu harekete getirmekle, her gece ve her sene, þâþaalý, tesbihkârâne bir seyeran ve cereyan vermek demek olan cazibedar, sevimli vaziyet-i semâviye ve mevsimlerin deðiþmesi gibi büyük maslahatlarýn vücut bulmasý demek olan o ulvî, hikmetli netice-i arziye, eðer vahdete verilse, o Sultan-ý Ezel, kolayca, küre-i arz gibi bir neferi o vaziyet ve o netice için ecrâm-ý ulviyeye kumandan tayin eder. O vakit, arz, emir aldýktan sonra, memuriyet neþ'esinden, Mevlevî gibi zikir ve semâa kalkar, az bir masrafla o güzel vaziyet hâsýl olur, o mühim netice vücut bulur. Eðer arza "Sen dur, karýþma" denilse ve o netice ve o vaziyetin istihsali de semâvâta havale edilse ve vahdetten kesrete ve þirke gidilse, her gün ve her sene, binler derece küre-i arzdan büyük olan milyonlar adedince yýldýzlar hareket etmek, milyarlar sene mesafeyi yirmi dört saatte ve bir senede kestirmek lâzýmdýr.

Netice-i meram: Kur'ân ve ehl-i iman, hadsiz masnuatý bir Sâni-i Vâhide verir, doðrudan doðruya her iþi Ona isnad eder, vücub derecesinde suhuletli bir yolda gider, sevk eder. Ve ehl-i þirk ve tuðyan, bir masnu-u vâhidi hadsiz esbaba isnad ederek, imtinâ derecesinde suubetli bir yolda gider. Þu halde, Kur'ân yolunda bütün masnuat ile, dalâlet yolunda bir masnu-u vâhid beraberdirler. Hattâ, belki bütün eþyanýn vâhidden suduru, bir vâhidin hadsiz eþyadan sudurundan çok derece eshel ve kolaydýr. Nasýl ki bir zabit, bin neferin tedbirini bir nefer gibi kolay yapar. Ve bir neferin tedbiri bin zabite havale edilse, bin nefer kadar müþkülâtlý olur, keþmekeþe sebebiyet verir.

Ýþte þu hakikati, þu âyet-i azîme, ehl-i þirkin baþýna vuruyor, daðýtýyor:



11[/color]

12

13

14



8 Onun adýyla. O her kusurdan münezzehtir. Hiçbir þey yoktur ki Onu hamd ile tesbih etmesin.

9 "Haberiniz olsun ki, kalbler ancak Allah'ýn zikriyle huzura kavuþur." Ra'd Sûresi, 13:28.

10 "Birçok geçimsiz kimsenin ortaklýðý altýndaki bir köleyi, Allah misal olarak verdi." Zümer Sûresi, 39:29.

11 "Birçok geçimsiz kimsenin ortaklýðý altýndaki bir köle ile, tek bir efendiye baðlý olan bir köleyi Allah misal olarak verdi. Bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd Allah'a mahsustur; lâkin onlarýn çoðu bunu bilmez." Zümer Sûresi, 39:29.

12 "Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öðrettiðinden baþka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herþeyi kuþatan Sensin." Bakara Sûresi, 2:32.


13
Allahým! Efendimiz Muhammed'e ve bütün âl ve ashabýna, kâinatýn zerrâtý adedince salât ve selâm et. Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun.

14 Ey Ehad ve Vâhid ve Samed olan,
Ey Ondan baþka hiçbir ilâh bulunmayan,
Ey bir olan ve hiçbir þeriki bulunmayan,
Ey bütün mülk Onun olan ve bütün hamd ona mahsus olan,
Ey hayatý veren ve ölümü veren,
Ey bütün hayýr elinde bulunan,
Ey herþeye hakkýyla kadir olan,
Ey bütün mahlûkatýn dönüþü Ona olan Allahým!
Bu kelimelerin hakký için, bu risalenin naþirini, arkadaþlarýný ve sahibi Said'i kâmil muvahhidlerden ve muhakkik sýddýklardan ve müttakî mü'minlerden eyle. Âmin.
Allahým! Ehadiyetinin sýrrý hürmetine, bu kitabýn naþirini tevhidin esrarýna bir naþir, kalbini imanýn envârýna mazhar eyle ve lisanýný Kur'ân'ýn hakaikiyle intak et. Âmin, âmin, âmin.


radyobeyan