Mesnevi-i Nuriye
Pages: 1
Nokta ikinci burhan By: hafiza aise Date: 11 Þubat 2011, 15:59:35
ÝKÝNCÝ BURHAN:

Kâinat kitabýdýr. Evet, þu kitabýn bütün hurufu ve bütün noktalarý, efrâden ve terekküben Zât-ý Zülcelâlin vücud ve vahdetini, elsine-i mahsusalarý kýraatla  (1)  yi tilâvet ediyorlar. Cemî zerrat-ý kâinat, birer birer, zat ve sýfât ve saire vücuh ile hadsiz imkânat mabeyninde mütereddit iken, birden bire bir ciheti takip, muayyen bir sýfatla ittisaf, mahsus bir keyfiyetle tekeyyüf ederek hayret-bahþâ hikemi intaç ettiðinden, Sâniin vücub-u vücuduna þehadetle, avâlim-i gaybiyenin enmuzeci olan lâtife-i Rabbâniye içinde ilân-ý Sâni eden misbah-ý imaný ýþýklandýrýyorlar. Evet, bir nefer, nefsinde ve takýmda ve bölükte, taburda ve orduda gibi; herbir zerre de, kendi baþýyla zat, sýfât, keyfiyetindeki imkânat cihetiyle Sânii ilân ettiði gibi, tesâvir-i mütedahileye benzeyen mürekkebat-ý müteþâbike-i mütesâide-i kâinatýn herbir makamýnda ve herbir nisbetinde ve herbir dairesinde, herbir zerre, muvâzene-i cereyan-ý umumîyi muhafaza; ve her nisbetinde ve her takýmýnda ayrý ayrý vazifeyi ifa ve hikmeti intaç ettiklerinden, Sâniin kast ve hikmetini izhar ve vücut ve vahdetinin âyâtýný kýraat ettikleri için, Sâni-i Zülcelâlin berâhini, zerrattan kat kat ziyade olur. Demek (2) hakikattir, mübalâða deðil; belki nâkýstýr.

S: Neden aklýyla herkes göremiyor?

C: Kemal-i zuhurundan ve zýddýn ademinden.



Yani, "Sahife-i âlemin eb'âd-ý vâsiasýnda Nakkaþ-ý Ezelînin yazdýðý silsile-i hâdisâtýn satýrlarýna hikmet nazarýyla bak ve fikr-i hakikatle sarýl. Tâ ki mele-i âlâdan uzanan þu selâsil-i resâil, seni âlâ-yý illiyyîn-i tevhide çýkarsýn."

Þu kitabýn heyet-i mecmuasýnda öyle parlak bir nizam var ki, nazzâmý güneþ gibi içinde tecellî ediyor. Her kelimesi, her harfi birer mucize-i kudret olan bu kitab-ý kâinatýn telifinde öyle bir i'câz var ki, bütün esbab-ý tabiiye, farz-ý muhal olarak muktedir birer fâil-i muhtar olsalar, yine kemal-i acz ile o i'câza karþý secde ederek (3)   diyeceklerdir. Herbir kelimesi bütün kelimatýyla münasebettardýr. Ve her harfi, bâhusus zîhayat bir harfi, bütün cümlelere karþý müteveccih birer yüzü, nâzýr birer gözü var olan bu kitabýn öyle bir muzâaf iþtibak-ý tesânüd-ü nazmý vardýr ki, bir noktayý yerinde icad etmek için, bütün kâinatý icad edecek bir kudret-i gayr-ý mütenahi lâzýmdýr. Demek sivrisineðin gözünü halk eden, güneþi dahi o halk etmiþtir. Pirenin midesini tanzim eden, manzume-i þemsiyeyi de o tanzim etmiþtir.

Sünuhat'ýn dokuzuncu sayfasýnda (4)   âyetinin sýrrýna müracaat et. Yalnýz þu kitabýn küçük bir kelimesi olan balarýsýný gör: Nasýl þehd ü þehadet o mucize-i kudretin lisanýndan akýyor! Veyahut þu kitabýn bir noktasý olan hurdebini bir huveynat ki, çok defa büyülttükten sonra görünür. Dikkat et: Nasýl mu'ciznümâ, hayret-fezâ bir misâl-i musaððar-ý kâinattýr! Sûre-i Yâsin, sûret-i lâfz-ý" Í" de yazýldýðý gibi,

cezâletli, mûciz bir nokta-i câmiadýr. Onu yazan, bütün kâinatý da o yazmýþtýr. Eðer insafla dikkat etsen, þu küçücük hayvanýn ve huveynatýn sureti altýnda olan makine-i dakika-i bedîa-i Ýlâhiyenin þuursuz, kör, mecrâ ve muharrikleri tahdid olunmayan ve imkânâtýndan evleviyet olmayan esbab-ý basîta-i câmide-i tabiiyeden husulünü, muhal-ender-muhal göreceksin.

Eðer herbir zerrede hükemâ þuuru, etibbâ hikmeti, hükkâmýn siyaseti bulunduðunu ve herbir zerre de sair zerratla vasýtasýz muhabere ettiðini itikad edersen, belki nefsini kandýrýp o muhali de itikad edebilirsin. Halbuki, o zîhayat makinede öyle bir mucize-i kudret, öyle bir harika-i hikmet vardýr ki, ancak bütün kâinatý, bütün þuûnatýný icad eden, tanzim eden bir Sâniin sun'u olabilir. Yoksa kör, az, basit imkân tereddüdüyle ayak atamaz. Esbab-ý tabiîden olamaz. Bâhusus o esbab-ý tabiîyenin üssül'esasý hükmünde olan cüz-ü lâyetecezzâdaki kuvve-i câzibe ve kuvve-i dâfianýn içtimâlarýnýn hortumu üzerinde, bir muhaliyet damgasý var. Fakat câizdir ki, herbir þeyin esasý zannettikleri olan cezb, def, hareket, kuvâ gibi emirler, âdetullahýn kanunlarýna birer isim olsun. Lâkin kanun, kaidelikten tabiîliðe ve zihnîlikten hâricîliðe, itibarîden hakikate ve âletiyetten müessiriyete geçmemek þartýyla kabul ederiz.

S: Ezeliyet-i madde ve harekât-ý zerrattan teþekkül-ü envâ gibi umur-u bâtýlaya neden ihtimal veriliyor?

C: Sýrf baþka þeyle nefsini ikna etmek sadedinde olduðu için, o umurun esas-ý faydasýný tebeî bir nazarla derk etmediðinden neþ'et ediyor. Eðer nefsini ikna etmek suretinde, kasten ve bizzat ona müteveccih olursa, muhaliyetine ve mâkul olmadýðýna hükmedecektir. Faraza kabul etse de, tegafül-ü ani's-Sâni sebebiyle hasýl olan ýztýrar ile kabul edilebilir. Dalâlet ne kadar aciptir. Zât-ý Zülcelâlin lâzým-ý zarurîsi olan ezeliyeti ve hassasý olan icadý aklýna sýðýþtýrmayan, nasýl oluyor ki gayr-ý mütenâhî zerrâta ve aciz þeylere veriyor?

Evet, meþhurdur ki, hilâl-i îde bakarlardý. Kimse birþey görmedi. Ýhtiyar bir zat yemin etti: "Hilâli gördüm." Halbuki gördüðü hilâl, kirpiðinin takavvüs etmiþ beyaz bir kýlý idi. Kýl nerede, kamer nerede? Harekât-ý zerrat nerede, sebeb-i teþkil-i envâ nerede?

Ýnsan fýtraten mükerrem olduðundan hakký arýyor. Bazan bâtýl eline gelir, hak zannederek koynunda saklar. Hakikati kazarken ihtiyarsýz dalâlet baþýna düþer; hakikat zannederek baþýna giydiriyor.

S: Nedir þu tabiat, kavânin, kuva ki, onlarla kendilerini aldatýyorlar?

C: Tabiat, âlem-i þehadet denilen cesed-i hilkatin anâsýr ve âzâsýnýn ef'âlini intizam ve rapt altýna alan bir þeriat-ý kübrâ-yý Ýlâhiyedir. Ýþte þu þeriat-ý fýtriyedir ki, "sünnetullah" ve "tabiat" ile müsemmâdýr. Hilkat-i kâinatta câri olan kavânin-i itibariyesinin mecmû ve muhassalasýndan ibarettir. Kuvâ dedikleri þey, herbiri þu þeriatýn birer hükmüdür. Ve kavânin dedikleri þey, herbiri þu þeriatýn birer meselesidir. Fakat o þeriattaki ahkâmýn yeknesak istimrârýna istinaden vehim, hayal tasallut ederek tazyik edip, þu tabiat-ý hevaiye tevazzu' ve tecessüm edip mevcud-u haricî ve hayalden hakikat suretine girmiþtir. Hayali, hakikat suretinde gören, gösteren, nüfusun istidat-ý þûresinden, fâil-i müessir suretini takmýþtýr. Halbuki, kör, þuursuz tabiat, kat'iyen kalbi ikna edecek ve fikre kendini beðendirecek ve nazar-ý hakikat ona ünsiyet edecek hiçbir mülâyemet ve münasebet yok iken ve masdar olmaya kabiliyeti mefkud iken, sýrf nefy-i Sâni farazýndan çýkan bir ýztýrar ile veleh-resan-ý efkâr olan kudret-i ezeliyenin âsâr-ý bâhiresinin tabiattan suduru tahayyül edilmiþ.

Halbuki tabiat misalî bir matbaadýr, tâbi' deðil; nakýþtýr, nakkaþ deðil; kabildir, fâil deðil; mistardýr, masdar deðil; nizamdýr, nâzým deðil; kanundur, kudret deðil; þeriat-ý iradiyedir, hakikat-i hariciye deðil. Meselâ, yirmi yaþýnda bir adam birden bire dünyaya gelse, hâli bir yerde, muhteþem ve sanayi-i nefîsenin âsârýyla müzeyyen bir saraya girse, hem farz etse, kat'iyen hariçten gelme hiçbir fâilin eseri deðil. Sonra içindeki eþya-yý muntazamaya sebep ararken, tanziminin kavâninini câmi bir kitap bulsa, onu mâkes-i þuur olduðundan, bir fâil, bir illet-i ýztýrarî kabul eder. Ýþte, Sâni-i Zülcelâlden tegafül sebebiyle, böyle gayr-ý mâkul, gayr-ý mülâyim bir illet-i ýztýrarî olan tabiatla kendilerini aldatmýþlar.

Þeriat-ý Ýlâhiye ikidir:

Biri: Sýfat-ý kelâmdan gelen bir þeriattýr ki, beþerin ef'âl-i ihtiyariyesini tanzim eder.

Ýkincisi: Sýfat-ý iradeden gelen ve "evâmir-i tekviniye" tesmiye edilen þeriat-ý fýtriyedir ki, bütün kâinatta câri olan kavânin-i âdâtullahýn muhassalasýndan ibarettir. Evvelki þeriat nasýl kavânîn-i akliyeden ibârettir; tabiat denilen ikinci þeriat dahi, mecmu-u kavânin-i itibariyeden ibarettir. Sýfat-ý kudretin hassasý olan tesir ve icada mâlik deðillerdir.

Sabýkan, sýrr-ý tevhid beyanýnda demiþtik: Herþey herþeyle baðlýdýr. Birþey herþeysiz yapýlmaz.

Birþeyi halk eden, herþeyi halk etmiþtir. Öyleyse, birþeyi yapan Vâhid, Ehad, Ferd, Samed olmak zarurîdir.

Þu ehl-i dalâletin gösterdikleri esbab-ý tabiiye, hem müteaddit, hem birbirinden haberi yok, hem kör, iki elinde iki kör olan tesadüf-ü a'mâ ve ittifakýyet-i avrânýn eline vermiþtir. 

(5)

Elhâsýl: Ýkinci burhanýmýz olan kitab-ý kâinattaki nazým ve nizam, intizam ve telifindeki i'câz güneþ gibi gösteriyor ki, bir kudret-i gayr-ý mütenahi, bir ilm-i layetenâhi, bir irâde-i ezeliyenin eserleridir.

S: Nazým ve nizam-ý tâmme neyle sabittir?

Elcevap: Nev-i beþerin havâs ve cevâsisi hükmünde olan fünun-u ekvan, istikrâ-i tâmme ile o nizamý keþfetmiþlerdir. Çünkü, herbir nev'e dair bir fen ya teþekkül etmiþ veya etmeye kabildir. Herbir fen, külliyet-i kaide hesabýyla, kendi nev'indeki nazým ve intizamý gösteriyor. Zira, herbir fen kavaid-i külliye desâtirinden ibarettir. Demek, þahsýn nazarý, nizamý ihata etmezse, cevâsis-i fünun vasýtasýyla görür ki, insan-ý ekber, insan-ý asgar gibi muntazamdýr. Herbir þey, hikmet üzere vaz edilmiþtir. Faydasýz, abes yoktur. Þu* burhanýmýz deðil yalnýz erkâný ve âzâsý, belki bütün hüceyratý, belki bütün zerratý birer lisan-ý zâkir-i tevhid olarak büyük burhanýn sadâ-yý bülendine iþtirak ederek Lâ ilâhe illâllah diye zikrediyorlar.



1 "Hiçbir þey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin." Ýsrâ Sûresi, 17:44.

2 Allah'a giden yollar, mahlukâtýn nefesleri sayýsýncadýr.

3 Sen her türlü noksandan münezzeh ve uzaksýn. Bizim hiç bir kudretimiz yoktur. Þüphesiz ki Sen Azîzsin, Senin kudretin herþeye galiptir; Hakîmsin, Senin her iþin hikmet iledir.

4 "Sizin yaratýlmanýz da, diriltilmeniz de, tek bir kiþinin yaratýlýp diriltilmesi gibidir." Lokman Sûresi, 31:28.

5 "Sen Allah de, sonra da onlarý daldýklarý batakta býrak, oyalanadursunlar." En'âm Sûresi, 6:91.


 

radyobeyan