2. Ders By: hafiza aise Date: 11 Þubat 2011, 13:40:24
Ýkinci ders
(1)
Ey insan-ý gafil! Ey dünya için dinini ihmal eden! Þu temsilî bir hikâyeyi dinle. Tâ dinsiz dünyanýn hakikatini göresin.
Eski zamanda iki kardeþ vardý. Bu iki kardeþ seyahate çýktýlar. Git gide, tâ yol ikileþti. O iki yolun baþýnda bir adamý gördüler. O adam onlara dedi ki:
"Sað yolda kanun ve nizama tebaiyet var. Ve o tebaiyet külfeti içinde, bir emniyet ve saadet var. Sol yolda ise, bir serbestiyet ve bir hürriyet var. Ve o serbestiyet ve hürriyet içinde bir tehlike ve þekavet var. Ýstediðiniz yola gidebilirsiniz."
Güzel huylu kardeþ sað yola "Tevekkeltü alâllah" deyip gitti. Ve o hafif külfeti ve nizam ve kanunu kabul etti. Sû-i hulk sahibi, âzâde-ser kardeþ, serbestlik için sol yolu tercih etti. Zâhiren hafif, mânen gayet aðýr bir vaziyette gitti. Biz de hayalen bunu takip ediyoruz.
Ýþte, dað ve sahrâdan gide gide, tâ hâli bir sahrâya dahil oldu. Birden müthiþ bir sada iþitti. Baktý ki: Dehþetli bir arslan meþelikten çýkýp, kendisine hücum etti. O da kaçýp altmýþ arþýn derinliðinde susuz bir kuyuya rastgeldi. Havfýndan kendini içine attý. Yarýsýna kadar inmekle kuyunun duvarýnda göðermiþ bir aðaca rastgeldi. O aðacý tuttu. Gördü ki: O aðacýn iki kökü var. Biri siyah renkte, diðeri beyaz renkte iki fare, o iki köke musallat olup kesiyorlar.
Yukarý baktý, arslan kuyunun baþýnda nöbetçi gibi bekliyor. Aþaðýya baktý, dehþetli bir ejderha kuyunun içindedir. Baþýný kaldýrmýþ, otuz arþýn yukarýda ayaðýnýn yakýnýna kadar gelmiþ. Aðzýnýn geniþliði ise bi'rin, yani kuyunun aðzýna benzer, kuyunun duvarýna bakar. Isýrýcý, muzýr haþerat etrafýný sarmýþlar.
Aðacýn baþýna baktý, gördü ki, incir aðacýdýr. Lâkin hârikadan olarak, cevizden nara kadar çok muhtelif aðaçlarýn meyveleri ve yemiþleri var. Sû-i fehminden ve sû-i talihinden bu dehþetli hâlâtýn âdi ve kendi kendine olmuþ birþey olmadýðýný anlamadý. Ve bu ince iþ içinde iþ olduðuna intikal etmedi. Kalb ve ruhu ve akýl ve letaifi bu elîm ve dehþetli vaziyetten feryat ve figan ederken, nefs-i emmâresi tegafül ile tecahül etti. Kalb ve ruhun âh ve enin ve fizarýndan kulaðýný kapayýp, kendi kendini aldatarak bir bostanda bulunuyor gibi o meyveleri yemeye baþladý. Fakat o meyvelerin bir kýsmý zehirli ve muzýr idi. Bir hadis-i kudsîde Cenab-ý Hak buyurdu ki:(2)
Yani, "Kulum Beni nasýl tanýrsa, ona öyle muamele ederim."
Þu bedbaht adam da sû-i zannýyla gördüðünü hakikat telâkki etti. Öyle muamele gördü ve görüyor. Ne ölür ki kurtulsun ve ne de elemsiz kalýr ki yaþasýn. Þu miskin ahmak, fehmetmedi ki, bu týlsýmlý ve acip iþlerde tesadüf mümkün olmaz.
Biz de þu meþ'umu þu azapta býrakýp döneceðiz. Mübarek ve yümünlü diðer kardeþin arkasýndan gideriz.
Ýþte, þu zat, hüsn-ü sîretinden nâþi, hüsn-ü zannýyla ünsiyet ederek yolunda gidiyor. Bak, nasýl hüsn-ü nazarýyla, kardeþinin mahrum kaldýðý bostandan istifade ediyor. Þu bostanda çiçek ve yemiþlerle beraber, murdar ve müstakzer þeyler de bulunur. Bu kardeþ ise, bu güzel þeylerden istifade etti. Mülevvesata bakmadý. Ýstirahat etti.
Evvelki meþ'um kardeþi ise, murdar þeylerle meþgul oldu. Midesini bulandýrdý.
Sonra, bu güzel huylu arkadaþ da, git gide öteki kardeþi gibi bir sahrâ-yý azîme dahil oldu. Birden hücum eden bir arslanýn sesini iþitti, korktu. Lâkin kardeþinden daha az korkmuþtu. Zira, o arslanýn, sahrâ sultanýnýn bir memuru olduðu ihtimali kendisine tesellî verdi. Lâkin yine kaçtý. Altmýþ arþýnlýk derinliðinde bir bi'r-i muattalaya, yani susuz bir kuyuya rastgeldi, kendini içine attý. Ortasýnda duran bir aðacý tuttu. O da kardeþi gibi gördü ki, iki mahlûk, o aðacýn iki kökünü de kesiyorlar.
Sonra baktý, yukarýda arslan, aþaðýda büyük bir yýlan var. Yýlan geniþ aðzýný açmýþ, ayaðýna takarrüb etmiþ olduðunu gördü. Biçare o da havfýndan tedehhüþ etti. Lâkin onun dehþeti kardeþinin dehþetinden çok derece daha hafifti. Çünkü, güzel hüsn-ü zannýyla ve fehmiyle bu umur-u acîbeyi birbiriyle alâkadar ve bir emirle hareket eder gibi görmekle anladý ki, bu iþlerde bir týlsým var. Bunlar bir hâkimin emriyle dönerler. O hafî hâkim, ona bakýyor, tecrübe ediyor, onu bir maksat için davet ediyor. Þu tatlý havftan bir merak neþ'et etti. Meraký da, "Acaba beni tecrübe edip ve kendini bana tanýttýrmak isteyen ve bu acip yolla böyle acip bir maksada beni sevkeden kimdir?"Ýþte þu merak-ý mârifetten, sahib-i týlsýmýn muhabbeti neþet etti. Aðacýn baþýna baktý, gördü ki, incir aðacýdýr. Lâkin meyveleri ayrý ayrý çok aðaçlarýn meyveleridir. O vakit tamamen korkusu zail oldu ve o vakit anladý ki, bunda bir týlsým var. O týlsým bunlara hükmediyor. Zira, mümkün deðil, bu incir aðacý böyle çok aðacýn meyvesini versin. Belki o aðaç, liste ve fihristedir. Gizli olan hâkimin bostanýna, hem o melik-i kerîmin misafirlerine ihzar ettiði çeþit çeþit et'imeye iþaret eder. Ve o taamlarýn nümuneleridirler.
Onun bu muhabbetinden, týlsýmý açmak talebi ve týlsým sahibini razý etmek arzusu neþ'et etti. Birden miftah ona ilham edildi. O da nida etti ki: "Sana itimat ediyorum ve herþeyi senin için terk ediyorum ve yalnýz seninim ve seni istiyorum" dedi.
Birden kuyu duvarý yarýldý. Þâhâne ve nezih bir bahçeye bir kapý açýldý. Arslan ve yýlan da iki mutî hizmetkâra dönüp, onu o bahçeye girmek için davet ettiler. Hattâ o arslan kendisine musahhar bir at mesabesine döndü.
Ýþte, ey hayal arkadaþým, bu iki kardeþin vaziyetlerini muvazene et:
Evvelki bedbaht, her vakit yýlanýn aðzýna girmeye muntazýrdýr. Þu bahtiyar ise, meyvedar ve revnaktar bir bahçeye davet edilir.
Hem evvelki bedbahtýn, elîm bir dehþette ve azîm bir korku içinde kalbi parçalanýyor. Bu bahtiyar ise, leziz bir ibret, tatlý ve mahbub bir havf ve þevk ve mârifet içinde garaibi seyrediyor.
Hem o bedbaht, vahþet ve yeis içinde azap çekiyor. Þu bahtiyar ise, ünsiyet ve ümit ve iþtiyak içinde telezzüz ediyor.
Hem o bedbaht, vahþî canavar düþmanlarýn hücumlarýna maruz bir mahpus hükmündedir. Þu bahtiyar bir aziz misafirdir ki, misafir olduðu melik-i kerîmin acip hizmetkârlarýyla ünsiyet ediyor.
Hem o bedbaht, zehirli leziz yemiþleri yemekle azabýný tâcil ediyor. Zira o meyveler asýllarýna müþteri olmak için nümunelerdir. Tatmaya izin var; hayvan gibi yemeye izin yoktur. Þu bahtiyar ise, tadar, iþi anlar, yemesini tehir eder. Ve intizarla telezzüz eder.
Eðer bedbaht kardeþ olmamak ve bahtiyar kardeþ olmak istersen, Kur'ân'ý dinle, mutî ol, ona yapýþ ve itaat et.
Eðer þu hikâye-i temsiliyedeki dekaiki fehmettinse, hakikati ona tatbik et. Mühimlerini ben söyleyeceðim; incelerini de sen istihrac et.
Bak: O iki kardeþ, ruh-u mü'minle ruh-u kâfirdir; kalb-i salihle kalb-i fâsýktýr. O iki tarik ise, tarik-i Kur'ân ve imanla tarik-i isyan ve tuðyandýr. O yoldaki bostan ise, cemiyet-i beþeriye içinde muvakkat hayat-ý içtimaiyedir ki, þer ve hayýr, çirkin ve güzel karýþýktýr. O sahrâ ise, arz ve dünyadýr. O arslan ise, ölüm ve eceldir. O bi'r (kuyu) ise, beden-i insan ve hayattýr. O altmýþ arþýn derinlik ise, vasatî ve ömr-ü galibi olan altmýþ seneye iþarettir. O aðaç ise, müddet-i ömürdür. O beyaz ve siyah iki fare ise, gece ve gündüzdür. O ejderha yýlan ise, aðzý kabir olan âlem-i berzaha giden yoldur. O haþerat-ý muzýrra ise, beliyeler ve musibetlerdir. O aðaçtaki yemiþler ise, niam-ý dünyeviyedir ki, niam-ý uhreviyenin listesi ve ihzar edici müþabihleri, müþterileri meyve-i Cennete davet eden nümuneleridir. O aðaç, birliðiyle beraber baþka baþka yemiþler vermesiyle, sikke-i kudrete ve hâtem-i rububiyete ve turra-i ulûhiyete iþarettir. Çünkü, birþeyden herþeyi yapmak, bir topraktan, bütün meyveleri yapmak; bir sudan bütün hayvanlarý halketmek, bir basit gýdadan bütün cihazat-ý hayvaniyeyi icad etmek; hem herþeyi birþey yapmak, bir zihayatýn yediði gayet mütebayin taamlardan bir lâhm-ý mahsus (et) ve bir cild-i basit nescetmek (dokumak) gibi san'atlar, ehad ve samed olan Sultan-ý Ezel ve Ebedin sikke-i hassasýdýr, hâtem-i mahsusasýdýr, taklit edilmez bir turrasýdýr. O zehirli bir kýsým meyveler ise, lezaiz-i muharremedir. O týlsým ise, sýrr-ý imanla açýlan sýrr-ý hikmet-i hilkattir. O miftah ise,
ve
ve
(3)
kelimeleridir.
O su'ban aðzýnýn, yani yýlan ve ejderha aðzýnýn bostan kapýsýna inkýlâbý, kabre iþarettir ki, kabir, ehl-i dalâlet ve tuðyana, vahþet-i nisyan içinde, zindan gibi bir berzah ve su'ban batný gibi dar bir mezara açýlan bir kapý olduðu halde, ehl-i Kur'ân ve imana, dehliz-i cinandan rahmet-i Rahmân'a ve zindan-ý dünyadan bostan-ý bekaya
açýlan bir kapýya döner. Ve o müthiþ arslanýn mûnis bir hizmetkâra ve musahhar bir ata dönmesi ise, mevte iþarettir ki, mevt ile ehl-i dalâlet bütün mahbubatýndan elîm bir firak-ý ebedî içinde, kendi cennet-i kâzibe-i dünyeviyelerinden ihraç; ve vahþet ve infirad içinde zindan-ý mezara ithal olunduklarý halde; ehl-i hidayet ve Kur'ân için, o mevt müþtak olduklarý ahbaplarýna visal ve hakikî vatanlarýna vusûl; ve zindan-ý dünyadan bostan-ý cinana davet ve Hannân, Mennân, Deyyân ve Rahmân'ýn rahmetinin fazlýndan, hizmetlerine mukabil ahz-ý ücret etmelerine vesiledir.
Elhasýl: Hayat-ý fâniyeyi esas maksat yapan, zahiren cennet içinde olsa da, mânen cehennemdedir. Hayat-ý bakiyeye müteveccih olan zat ise, saadet-i dâreyne mazhardýr.
(4)
1 "O gün Cennet, takvâ sahiplerinin gözleri önüne getirilmiþtir. Cehennem de azgýnlara gösterilmiþtir." Þuarâ Sûresi, 26:90-91.
2 Buharî, Tevhid: 15, 35; Müslim, Tevbe: 1, Zikr: 2, 19; Tirmizî, Zühd: 51, Daavât: 131; Ýbni Mâce, Edeb: 58; Dârimî, Rikak: 22; Müsned, 2:251, 315, 391, 412, 445, 482, 516, 517, 524, 534, 539, 3:210, 277, 491, 4:106.
3 "Allah Teâlâ ki, Ondan baþka ibâdete lâyýk hiçbir ilâh yoktur. O Hayydýr, ezelî ve ebedî hayat sahibidir. O Kayyûmdur, varlýðý için hiçbir sebebe ihtiyacý olmadýðý gibi, bütün eþya Onun yaratmasýyla ve tedbiriyle devam eder ve vücutta kalýr, bekà bulur." Bakara Sûresi, 2:255.
4 Allah'ým! Bizi ehl-i saadet ve ehl-i Kur'an ve imandan olmayý nasip et. Âmin.