Mesnevi-i Nuriye
Pages: 1
10. Ders By: hafiza aise Date: 10 Þubat 2011, 16:59:59
Onuncu ders

(1)

Þu âyetin hazinesinden bir cevherine temsille bir iþarettir.

Ey nefsini unutmuþ, vazife-i hayatýný anlamamýþ ve hilkat-i inanýn hikmetinden gaflet etmiþ ve þu masnuat-ý müzeyyenede Sâni-i Hakîmin tevdi ettiði ve þu kitab-ý kebirde nakþettiði âyâtýna cahil kalmýþ Said-i biçare! Þu temsili güzel dinle. Bu âlemin halk ve binasý ve insaný içine ithal etmesi, bunun misali þuna benzer ki:

Bir zaman bir sultan varmýþ. Onun çok hazineleri varmýþ. O hazinelerde her çeþit cevahir bulunurmuþ. Hem o sultanýn gizli mühim kenzleri (hazineleri) varmýþ. Hem sanayi-i garibede mehareti, hem hesapsýz fünun-u acîbeye mârifeti ve ihatasý, hem nihayetsiz ulûm-u bediaya ilim ve ýttýlaý varmýþ. Her cemal ve kemal sahibi, kendi cemal ve kemalini görüp göstermek istemesi sýrrýnca, o sultan dahi istedi ki, bir meþher açsýn. Enzâr-ý nâsta saltanatýnýn haþmetini, servetinin þâþaasýný, san'atýnýn harikalarýný, mârifetinin garibelerini izhar edip göstersin. Tâ kendi cemal ve kemal-i mânevisini iki vecihle müþahede etsin: Biri, bizzat nazar-ý dekaik-âþinâsýyla baksýn. Diðeri, baþkalarýn nazarlarýyla baksýn.

Ýþte, bu hikmete binaen, gayet cesîm ve gayet geniþ bir kasrý yapmaya baþladý. O kasrý öyle þâhâne bir surette dairelere ve menzillere taksim etti. Ve o menzilleri hazinelerinin envâ-ý murassaatýyla tezyin etti. Ve san'atýnýn en lâtif, en güzel eserleriyle süslendirdi. Ve fünun-u hikmetinin en dakikleriyle tanzim ve ulûmunun âsâr-ý mucizekârâneleriyle tersim ve tekmil etti.

Sonra, her taam ve nimetlerin bütün envâýndan en lezizlerini câmi sofralar kurdu. Herkese lâyýk bir sofra tayin etti. Gayet sahavetkârâne ve san'atperverane bir surette, herbir lokma, yüz sanayi-i lâtifenin eseriyle vücut bulmuþ gibi musannâ bir ziyafet-i âmme ihzar ettirip, aktar-ý memleketindeki raiyetini seyre, tenezzühe, ziyafete davet etti.

Sonra, bir üstad-ý alîm tayin etti. Tâ kasrýn sâniini kasrýn müþtemilâtýyla nâsa tarif etsin. Ve kasrýn nakýþlarýnýn remizlerini ve san'atlarýnýn iþaretlerini ve murassaatýnýn manzumelerini ve nukuþunun mevzunelerini ve ne olduklarýný ve ne cihetlerle kasrýn sahibinin kemalâtýna ve hünerlerine delâlet ettiklerini seyircilere tâlim etsin. Hem, âdâb-ý duhulü ve seyri ve sultana karþý marziyatý dairesinde teþrifatý tarif etsin.

Ýþte o üstad, herbir dairede bulunan aveneleri içinde ve büyük dairede þakirtleri içinde durmuþ. Bütün seyircilere þöyle bir tebliðatta bulunuyor. Diyor ki:

"Ey ahali! Þu kasrýn meliki, bu þeylerin izharýyla, kendini sizlere tanýttýrmak istiyor. Siz de onu tanýyýnýz. Hem bu tezyinatýyla kendini size sevdirmek istiyor. Siz dahi takdir ve istihsanla kendinizi ona sevdiriniz. Hem þu ihsanatýyla size muhabbetini gösteriyor. Siz dahi ona muhabbet ediniz. Hem bu in'amlar ve ikramlarla, size þefkat ve rahmetini gösteriyor. Siz dahi ona þükürle hürmet ediniz. Hem þu âsâr-ý kemalâtýyla, cemal-i mânevisini size göstermek istiyor. Siz de rüyetine iþtiyakýnýzý gösteriniz. Hem bütün gördüðünüz masnuat ve müzeyyenat üstünde birer sikke, birer hatem, birer turra koymakla, herþey ona has ve kendisinin tek olduðunu ve istiklâl ve infiradýný size göstermek istiyor. Siz de onu, tek ve yekta ve misilsiz tanýyýnýz ve kabul ediniz." Daha bunlar gibi o sultana münasip ve o makama lâyýk sözleri seyircilere söyledi.

Sonra, o kasra dahil olanlar iki güruha ayrýldýlar.

Bir güruh: Kendini tanýmýþ aklý baþýnda olanlardýr. Kasr içindeki acaibe baktýlar, dediler ki: "Bunda büyük bir iþ var." Ve o acaibin beyhude olmadýðýný anladýlar. Merak ettiler. "Acaba nedir?" dediler. Birden o üstad-ý muallimin bahsettiðimiz nutkunu iþittiler. Anladýlar ki, bütün esrarýn miftahý ondadýr. Ona müteveccih oldular. Dediler: "Esselâmü aleyke ya üstad! Þöyle bir kasrýn, senin gibi bir muarrifi lâzým ki, seyyidimiz, sana ne bildirmiþse, bize de bildir." O da, onun evvelce bahsettiðimiz nutkunu onlara dedi. Onlar da dinlediler. Kabul edip istifade ettiler. Melikin marziyyatý dairesinde amel ettiler.

Onlarýn þu edepli muameleleri melikin hoþuna gitti. Melik de, has ve yüksek ve tavsif edilmez diðer bir kasra onlarý davet etti. Öyle bir cevad-ý melike lâyýk ve öyle mutî ve edepli misafirlere has ve öyle âli bir kasra lâyýk bir tarzda onlara ikramlar etti.

Ýkinci güruh ise: Kasra girdikleri vakit, nefislerine maðlûp olduklarý için, et'ime-i lezizeden baþka birþeye iltifat etmediler. Mehasinden gözlerini kapadýlar. Ýrþadat ve ikazattan kulaklarýný týkadýlar. Uykuya daldýlar. Bazý þeyler için ihzar edilmiþ olan ve içilmeyen iksirlerden içtiler. Sarhoþ olup öyle baðýrdýlar ki, seyirci misafirleri bütün tâciz ettiler. Sahib-i kasrýn askerleri de onlarý tutup, öyle edepsizlere lâyýk olan hapislere attýlar.Ey Said! Biliyorsun ki, o melik, bu kasrý, þu mezkûr maksatlar için bina etmiþtir. Þu makasýdýn husûlü ise, iki þeye mütevakkýftýr.

Biri: Þu gördüðümüz üstadýn vücududur. Çünkü o üstad olmazsa, maksat beyhude olur.

Ýkincisi: Ýnsanlarýn onun sözlerini kabul edip dinlemesidir.

Demek vücud-u üstad, vücud-u kasrýn dâisi, istimâ-ý nas, kasrýn bekasýnýn sebebidir. Öyleyse, denilebilir ki: "Eðer þu üstad olmasaydý, melik, þu kasrý bina etmezdi. Hem o üstad-ý mübelliðin talimatýný raiyet dinlemediði vakit, o kasýr tahrip ve tebdil edilir."

Ey Said-i gafil! Eðer þu temsilin sýrrýný anladýnsa, bak, hakikatin yüzünü de gör. O kasýr, þu âlemdir ki, sakfý, mütebessim misbahlarla tenvir edilmiþ sema yüzüdür. Zemini, gûna-gûn çiçeklerle tezyin edilmiþ zemin yüzüdür. O melik ise, ezel ve ebed sultaný olan öyle bir Zât-ý Mukaddestir ki, yedi kat semavat ve arz ve onlarda olan herþey elsine-i mahsusalarýyla Onu takdis ve tesbih ediyorlar.

Hem o melik, öyle bir Meliktir ki, semavat ve arzý altý günde halk ederek, arþ-ý rububiyetinde kaim gece ve gündüzü birbirinin arkasýnda döndürür. Þems ve kamer ve nücum emrine musahhar, zîhaþmet ve zîkudret bir Zattýr. O kasrýn menazili ise, þu on sekiz bin âlemdir ki, herbiri kendine lâyýk bir tarzla tezyin ve tanzim edilmiþ. Kasýrda gördüðün sanayi-i garibe ise, þu âlemdeki kudretin mucizeleridir. Orada gördüðün et'ime ise, rahmetinin semerat harikalarýna iþarettir. Oradaki tandýr ve mutfak ise, burada, arz ve sath-ý arzdýr. Orada gördüðün künuz-u mahfiye cevherleri ise, burada, esmâ-i kudsiyeye ve cilvelerine misaldir. Oradaki nukuþ ve o nukuþun rumuzlarý ise, burada, manzume ve mevzune olan masnuatýn, Nakkaþlarýnýn esmâsýna delâletlerine misaldir.

Amma üstad ve muallim ve aveneleri ve tilmizleri ise, Seyyidimiz Muhammedüni'l-Mustafa ve sair enbiyalar aleyhi ve aleyhim efdalu's-salevâti ve's-salâm ve evliya (radýyallahü anhüm) hazaratýna misaldirler. Kasýrdaki melikin hizmetkârlarý ise, melâike aleyhimüsselâma iþarettir. Seyir ve ziyafete davet edilen misafirler ise, cin ve insan ve insanlara hizmetkâr olan hayvanlara iþarettir. O iki fýrka ise: Birisi, ehl-i iman ve kitab-ý kâinatýn âyâtlarýnýn müfessir-i âliþaný olan Kur'ân-ý Hakîmin tilmizleridir. Diðer fýrka ise, ehl-i küfür ve tuðyan, nefis ve þeytana tâbi ve yalnýz hayat-ý dünyeviyeyi tanýyan ve hayvan gibi, belki daha aþaðý, (2) (saðýr-dilsiz) olan maðdub ve dâllin güruhudur.

Birinci kafile olan süedâ ve ebrar, zülcenaheyn olan üstadý dinlediler. O üstad, hem abddir; ubudiyet noktasýnda, Cevþenü'l-Kebîr ve emsaliyle Rabbini tavsif ve tarif eder. Hem resuldür; risalet noktasýnda, Rabbinin ahkâmýný Kur'ân vasýtasýyla teblið eder.

Þu fýrka, resulü dinleyip Kur'ân'a kulak vermekle kendilerini, çok makamat-ý âliye içinde, çok vezaif-i lâtifeyle mütelebbis gördüler.

Evvelen: Saltanat-ý rububiyetin mehasinini temaþager makamýnda tekbir ve tesbih vazifesini eda ettiler.

Saniyen: Esmâ-i kudsiye cilvelerinin bedayiine dellâllýk makamýnda, takdis ve tahmid vazifesini ifa ettiler.

Salisen: Rahmetin hazinelerindeki müddeharâtý zâhir ve batýn hassalarýyla tartýp fehmetmek makamýnda, þükür ve sena vazifesini edaya baþladýlar.

Rabian: Esmâ-i mütecelliye-i Ýlâhiyenin definelerindeki cevherleri, cihazat-ý mâneviyelerinin mizanlarýyla tartýp bilmek makamýnda, tenzih ve takdis ve medih vazifesine baþladýlar.

Hamisen: Mistar-ý kader üstünde kalem-i kudretle yazýlan mektubat-ý Rabbaniyeyi mütalâa makamýnda, tefekkür ve istihsan vazifesine baþladýlar.

Sadisen: Fýtrat ve san'atýndaki lâtif incelikleri ve güzellikleri temaþayla tenzih makamýnda, Fâtýr-ý Zülcelâllerine ve Sâni-i Zülcemallerine muhabbet ve iþtiyak vazifesine girdiler.

Sonra, Sâni-i Hakîmin san'atýnýn mucizeleriyle kendini tanýttýrmasýna karþý, hayret içinde, mârifetle mukabele ettiler. Dediler ki: Sübhaneke "Ey Sübhanýmýz! Seni, hakk-ý mârifetinle nasýl tanýyabiliriz? Senin tarif edicilerin, bütün masnuatýndaki mucizelerindir."

Sonra, rahmetinin meyvelerinin müzeyyenleriyle kendini sevdirmesine karþý, aþk ve muhabbetle mukabele ettiler.

Sonra, nimetinin lezizleriyle terehhum ve taattufunu göstermesine karþý, þükür ve hamd ile dediler ki: "Sübhaneke Ey Sübhanýmýz! Senin hakk-ý þükrünü nasýl eda ederiz?" diyerek, bütün kâinattaki bütün ihsanatýn fasih lisan-ý halleriyle ettikleri þükür ve senalarýný, hem çarþý-yý âlemde dizilmiþ ve zeminin yüzüne serpilmiþ bütün nimetlerin

ilânatýyla yaptýklarý hamd ve medihlerini, hem rahmet ve nimetin semerat-ý manzume ve mevzunelerinin cûd ve keremine þehadetleriyle ettikleri þükürlerini kendi namlarýna enzar-ý mahlûkat önünde eda ederler.

Sonra, þu kâinatýn mezahirinde ve þu mevcudât-ý seyyalenin aynalarýnda cemal ve celâl ve kemâl-i kibriyasýnýn izharýna karþý, mahviyet içinde muhabbet ve hayretle secde edip mukabele ettiler.

Sonra servetinin kesretini ve rahmetinin vüs'atini irae etmesine karþý, fakr ve hâcetlerini izhar ve sual etmekle mukabele ettiler.

Hem, san'atýnýn lâtifelerini ve hârikalarýný ve antikalarýný sergilerle meþhergâh-ý enamda teþhir etmesine karþý, takdir ve istihsan ve müþahede ve þehadet ve iþhad ile mukabele ettiler.

Hem, kâinatýn aktarýnda rububiyetinin saltanatýný ilân etmesine karþý tevhid, tasdik, itaat ve inkiyadla mukabele ettiler.

Hem, izhar-ý rububiyetine karþý, zaaflarý içinde aczlerini, hâcetleri içinde fakrlarýný ilân olan ubudiyetle mukabele ettiler. Daha bunlar gibi çeþit çeþit çok vezaifle þu dâr-ý dünyada vazife-i hayatlarýný eda edip ahsen-i takvim suretini aldýlar. Ve bütün mahlûkat üstünde öyle bir mertebeye çýktýlar ki, yümn-ü iman ve emanetle mücehhez emin birer halife-i arz oldular.

Þu meydan-ý tecrübe ve þu destgâh-ý imtihandan sonra Rabb-ý Kerîm, onlarý saadet-i ebediyeye ve dârüsselâma dâvet ederek onlara öyle bir surette ikramlar etti ki, hiç gözler görmemiþ ve kulaklar iþitmemiþ ve kalb-i beþere hiç hutur etmemiþ gayet parlak ikramlarla onlarý rahmetine mazhar etti.

Evet, ebedî ve sermedî bir cemalin seyirci müþtaký ve aynadar âþýký, elbette bâki kalýp ebede gidecektir. Ýþte hizbü'l-Kur'ân'ýn âkýbeti öyledir, inþaallahu tealâ.

Amma, füccar ve eþrar olan güruh ise, þu kasr-ý âleme girdikleri vakit, bütün delail-i vahdaniyete karþý küfür ve bütün nimetlere karþý küfran ile mukabele edip, bütün mevcudatý kýymetsizlikle kâfirane bir ithamla tahkir ettiler. Bütün esmâ-i Ýlâhiyenin tecelliyatýna karþý red ile mukabele ettiklerinden, mütenâhi bir vakitte gayr-ý mütenâhi bir cinayet iþlediler; gayr-ý mütenâhi bir ikaba müstehak oldular.

Ey miskin Said! Ayâ, zannediyor musun ki, senin vazife-i hayatýn yalnýz terbiye-i medeniyeyle güzelce muhafaza-i nefsine veya-ayýp olmasýn-batnýn hizmetlerine mi münhasýrdýr? Veyahut zannediyor musun ki, makine-i hayatýnda derc olunan þu letaif ve mâneviyatýn ve þu âzâ ve âlâtýn ve þu cevarih ve cihâzâtýn ve þu havas ve hissiyatýn gaye-i yegânesi, þu hayat-ý faniyede nefs-i rezile ve deniyenin hevesat-ý süfliyesinin tatmini için istimaline mi münhasýrdýr? Hâþâ ve kellâ! Belki senin vücudunda bunlarýn hikmet-i derci ve fýtratýnda gaye-i ithali iki esastýr.

Biri: Cenab-ý Mün'im-i Hakikî (amme nevâluhu) bütün nimetlerinin çeþit çeþit envâýný sana ihsas etmekten ve ettirmekten ibarettir. Sen de hissedip þükür ve ibadetini etmelisin.

Ýkincisi: Âleme tecellî eden esmâ-i kudsiyesinin bütün aksâm-ý tecelliyâtýný birer birer sana o cihazatla tanýttýrmaktýr. Sen de zevkle tanýyýp iman getirmelisin ki, bu iki esas üzerinde senin kemalât-ý insaniyen neþv ü nema bulsun.

Evet, senin hayatýn ve hayatýndaki cihazatýn gayelerinin icmali dokuz emirdir.

Birincisi: Vücudunda derc olan mizanlarla rahmetin hazinelerindeki müddaharâtý tartmaktýr.

Ýkincisi: Fýtratýndaki cihazatýn anahtarlarýyla, esmâ-i kudsiyenin gizli definelerini açmaktýr.

Üçüncüsü: Kardeþlerin olan diðer mevcudatýn enzarýnda, esmâ-i Ýlâhiyenin garip cilvelerinin nümunelerini hayatýnla teþhir ve izhar etmektir.

Dördüncüsü: Hal ve kalin ile, dergâh-ý rububiyetinde ubudiyeti ilân etmektir.

Beþincisi: Bir padiþahtan çeþit çeþit niþanlar almýþ ve o niþanlarýný takýp, padiþahýnýn nazarýnda görünmek gibi; sen de, esmâsýnýn cilvelerinin verdikleri murassaatla süslenmiþ olduðunu bilerek, Þâhid-i Ezelînin nazar-ý þuhud ve iþhadýna görünmektir.

Altýncýsý: Zevilhayatlarýn tezahürat-ý hayatlarý olan tahiyyatlarýyla ve tesbihatlarý olan rumuzat-ý hayatlarýyla, Vâhibü'l-Hayata arz-ý ubudiyetlerini fehmedip müþahede ederek görüp göstermektir.

Yedincisi: Hayatýna verilen ilim ve kudret ve irade gibi sýfat ve hallerinden cüz'î nümuneleri mikyas ederek, Hâlýkýn sýfât-ý mutlakasýný ve þuûn-u mukaddesesini fehmetmektir. Meselâ, nasýl ben, cüz'î ilim ve irade ve iktidarýmla bu evi böyle muntazam yaptýmsa, bu kasr-ý âlemin bânisi de, kasr-ý âlemin büyüklüðü nispetinde kadîr ve alîm ve hakîmdir.

Sekizincisi: Þu mevcudatýn herbirinin kendine mahsus bir lisanla söylediði tevhid ve rububiyet-i Sanie dair kelimatýný fehmetmektir.

Dokuzuncusu: Acz ve fakr derecelerinin emsaliyle, kudret-i Sâniin ve gýnâ-yý Ýlâhiyenin derecat-ý tecelliyatýný anlamaktýr. Nasýl ki açlýðýn dereceleri

nispetinde ve ihtiyacatýn envâý miktarýnca lezzet-i taamýn enva-ý derecatý anlaþýlýyor. Öyle de, gayr-ý mütenâhi acz ve fakrýnla, Sâniin gayr-ý mütenâhi kudret ve gýnâsýnýn derecatýný fehmetmektir.

Hem senin gaye-i hayatýn bunlar olduðu gibi, mâhiyet-i hayatýn da þunlardýr:

1. Âsâr-ý esmâ-i Ýlâhiyenin garaibinin fihristesi.

2. Þuun ve sýfât-ý Ýlâhiyenin fehmine bir mikyas.

3. Âfâkî âlemlere bir mizan.

4. Âlem-i kebîrin bir enmuzeci.

5. Kâinatýn bir haritasý.

6. Þu kitab-ý kebîrin bir fezlekesi.

7. Defain ve künuz-u mahfiyeyi açacak anahtarlarýn mahzenidir. Ýþte mahiyet-i hayatýn budur.

Hayatýn sureti ise þudur: Hayatýn, bir kelime-i mektube ve hem mesmuadýr. Esmâü'l-Hüsnâya delâlet eder.

Hakikat-i hayatýn da budur: Tecellî-i ehadiyete aynalýk etmektir. Hayatýn saadet ve kemali ise, hayatýn aynasýna temessül edene karþý, þuurla muhabbet ve þevkle ibadet etmektir.

Ey Said-i biçare! Hayat, böyle gayâta müteveccih olduðu halde, ne akýl ve ne insafla hayatýný hiç ender hiç hükmünde olan huzuzat-ý nefsaniyeye sarf ediyorsun? Sair zevilhayat, hattâ nebatat dahi, bahsettiðimiz gayelerin bazýsýnda sana þeriktirler. Evet, nar, elma ve dut gibi musannâ meyveler birer kelime-i kudrettirler. Esmâ-i Ýlâhiyeyi ilân edip okutturuyorlar. Onlarýn hayatlarýnýn gayeleri bu gibi emirlerdir. Yoksa, bu meyvelerin suretlerinin gayeleri olan yenilmek, gaye-i hayatlarý deðildir. Ancak, gaye-i mevtleri olabilir. Yani ölümlerinin bir gayesidir. Fakat sair zevilhayat, bütün gayelerde sana müsavi olamaz. Çünkü, câmi ayna sendedir. Sen dahi, senden çok aþaðý olanlardan daha aþaðý olma. Mü'minin kýymetini ilân eden þu hadis-i kudsî sana kâfidir.

(3)

Ve hem yine bu beyte nazar et.

(4)



1  "O gün Cennet ehli büyük bir zevk ve safâ içindedir. Hanýmlarýyla beraber gölgelerdeki koltuklara kurulurlar. Orada onlar için meyveler ve diledikleri herþey bulunur. Rahmet sahibi Rablerinden onlara selâm vardýr. Sizler, ayrýlýn, ey mücrimler! Ben size emretmedim mi, ey Âdemoðullarý, 'Þeytana kulluk etmeyin, o sizin ap açýk düþmanýnýzdýr. Bana kulluk edin; doðru yol iþte budur' diye." Yâsin Sûresi, 36:55-61.

2  Bakara Sûresi, 2:18.

3 "Ben göklere ve yere sýðmam, fakat mü'min kulumun kalbine sýðarým." el-Aclûnî, Keþfü'l-Hafâ, 2:165; Ýmam-ý Gazâlî, Ýhyâ u Ulûmi'd-Dîn, 3:14.

4 Bu beyit yukarýdaki hadis-i kudsînin Farsça ifadesidir.


radyobeyan