Mesnevi-i Nuriye
Pages: 1
11. Ders By: hafiza aise Date: 10 Þubat 2011, 16:54:06
On birinci ders


(1)

Ey Avrupa! Sen, sað elinle, sakîm ve mudill (yani dalâlete sevk eden) bir felsefeyi, sol elinle sefih ve muzýr bir medeniyeti tutup, "Beþerin saadeti bu iki þeyledir" deyip dâvâ edersin ve beþeri bunlara dâvet edersin. Senin bu iki elin kýrýlsýn. Senin bu iki hediyen, senin baþýný yesin.

Ey nâþir-i küfr-ü küfran! Ayâ, hiç câiz olur mu ki, bir adamýn akýl ve kalbi ve vicdan ve ruhu müthiþ bir derecede musibet içinde olduðu halde, cismen zâhirî bir derece refah ve ziynet içinde bulunmasýyla o adama mesut denilsin ve saadetine hükmedilsin? Görüyoruz ki, bir adam, inkisar-ý hayale uðrasa veya bir emel-i vehmîden meyus olsa veya bir emr-i cüz'îden ümidi kesilse, nasýl dünya ona darlaþýr. Onun tatlý þeyleri, ona nasýl acý gelir. Acaba, bütün âlâmýn menþei ve bütün âmâlin hâdimi  olan senin bu þeametin ve bu dalâletinle hasta olup yeis ve yetimlikle mânevî bir cehenneme düþen bir kalb ve bir ruh sahibi, nasýl bir cennet-i kâzibe-i zâile içinde mesut olabilir?

Ey beþeri ifsad eden müfsid Avrupa! Beþerin baþýna getirdiðin binler belâlardan birtekini söylüyorum, dinle! Ve onu izah eden bu temsile bak:

Ey felsefe-i Avrupa tilmizi! Seninle ikimiz, þimdi, tenezzüh için bir seyahate çýkýyoruz. Ýþte, önümüzde iki yol var. Gel, bak:

Biz, þu gafil medenîlerin gittikleri yola gidiyoruz. Ýþte, þurada burada her yerde, hattâ gözümüzün yetiþtiði yerlerde, belki bütün seyahatimiz müddetince böyle göreceðiz ki, her adým baþýnda bir âciz adam duruyor. Bir kýsým kavî ve galip insanlar o biçareye hücum edip, öyle bir surette mal ve hayvanatýný gasp ediyorlar ve hanesini tahrip ediyorlar ve bazan onu öyle býçaklayýp cerh ediyorlar ki, haline sema aðlýyor. Ýþte, her nereye baksan bu hal taammüm etmiþ. Her yerde, zalimlerin velvelelerinden ve mazlumlarýn vaveylâlarýndan baþka birþey iþitilmiyor. Bütün yol boyunca bir matemhane-i umumî þeklini alan bu hal devam ediyor. Madem ki insanýz; insan, insaniyeti cihetiyle baþkasýnýn elemiyle müteellim olur. Bu hadsiz âlâm-ý beþere nasýl tahammül ederiz? Vicdan nasýl bu hale dayanabilir? Yalnýz þu azab-ý vicdaniyeden bizi kurtaracak iki çaremiz var.

Birisi: Gayet sarhoþ olmalýyýz.

Diðeri: Ýnsaniyetten tecerrüd edip vahþî, hodendiþ bir kalbi taþýmalýyýz ki, selâmetimiz için bu iki çare bize bütün halkýn helâketini unuttursun ve bizi müteessir etmesin. Hem, bir parça ahmak da olmalýyýz ki, bütün halka þâmil bir belâdan kendimizi hariç zannetmeliyiz!

Ey Avrupa! Senin, bir gözü kör dehanla ruh-u beþere hediye ettiðin þu cehennemî hâleti sen de anladýn. Sen, þu müthiþ derde bir derman aradýn. Bu derde þifa ve ilâç olan hüdâ-i Kur'ân'dan gözünü yumdun. Muvakkaten elemi hissetmemek için câzibedar lehviyatý, parlak ve okþayýcý hevesatý ilâç olarak buldun. Ve bunlarla beþerin hissini iptal ettin. Senin bulduðun bu derman, senin baþýný yesin ve yiyecek!

Ey hayal arkadaþým! Elbette anladýn, þu yol, hayat yoludur ki, ehl-i gaflet ve dalâlet o yolda giderler. Bütün zîhayat onlarýn nazarýnda o biçare adama benzer. Mevt ve musibetler, o zalimlere benzer. Daha baþka noktalarý sen tatbik edebilirsin.

Ey yoldaþ ve ey tilmiz-i Avrupa! Gel, diðer yoldan, Kur'ân'ýn talebelerinin arkalarýndan gidiyoruz. Ýþte bak:

Her menzilde, her yerde, her adým baþýnda, bütün yol boyunca birer asker, her kulübecik önünde vazife baþýnda nöbet bekliyor. Ýþte, bak, kanun zâbitleri geliyorlar. Herkese terhis tezkereleri veriyorlar. Ýþte, her yerde bir sürurdur kopuyor. O memurlar, terhis olunan neferlerden silâhlarýný, varsa atlarýný ve mîrî libaslarýný alýyorlar. Neferlerden, ameliyata muhtaç olanlar varsa, ameliyat-ý cerrahiye yapýyorlar. Sonra, terhis tezkeresini veriyorlar. Bu neferler, çendan ülfet ettikleri eþyalarýndan ayrýlmak için zahiren bir hüzün gösteriyorlar; fakat bâtýnen mesrur oluyorlar. Zira, o vazifenin külfet ve mes'uliyetinden kurtuluyorlar. Hem ettikleri hizmetlerine mukabil mükâfatlarýný almak için vatan-ý aslîlerine dönüyorlar. Hem sultanlarýna kavuþuyorlar. Ýþte, bak: O memurlar, bazan acemi ve kaba bir nefere rastgeliyorlar. Nefere, "Silâhýný, atýný teslim et. Sana izin vereceðiz" diyorlar. Nefer onlara diyor: "Ey efendiler! Sizi tanýmýyorum. Ben devletin askeriyim, padiþahýn hizmetindeyim. Sonra huzuruna çýkacaðým, yanýna döneceðim. Eðer onun izin ve rýzasýyla gelmiþseniz, baþ ve göz üstüne. Yok, cesaretimi tecrübe için emretmiþ de rýzasý yoksa, yanlýþ geldiniz. Bendeki emanetini muhafaza ve sultanýmýn haysiyetini himaye yolunda bütün kuvvetimle sizinle müdafaa edeceðim."

Ýþte, bu yolda, baþtan baþa hal bu minval üzere gidiyor. Her taraftan sürur ve þenlik sadasý geliyor. Bir taraftan sürur içinde tahþidat-ý askeriye tekbir ve tehlil ile baþlamýþ. Evet, hayvanat cinsindeki bütün tevellüdat, tahþidata benzer. Diðer taraftan yine sürurla terhisat-ý askeriye bir velvele-i tekbir ve teþekkür içinde baþlamýþ. Evet, zîhayat cinsindeki bütün vefiyat bu terhisata benzer.

Ýþte Kur'ân-ý Hakîm, beþere böyle bir hediye getirmiþtir. Eðer beþer bu hediyeyi kabul edip güzelce istimal etse, hayat-ý dünyevîde cennet-i mâneviyeyi andýran bu ikinci yoldan gidecektir. Ne geçmiþten hüzün eder ve ne de gelecekten havf ve perva eder.

Ey Avrupa! Evvelki cehennemî yol, senin açtýðýn yol olduðu, senin desatirinle sabittir. Çünkü, senin nazarýnda hayatýn düsturu, "Her zîhayat kendi nefsine maliktir ve kendi zatý için çalýþýr, lezzeti için say'eder; bir hakk-ý hayatý vardýr. Hayatýnýn gayesi kendisine aittir" dersin. Ve "Netice-i himmeti:, hýfz-ý beka ve temin-i hayata münhasýrdýr. Ve kuvvetine güvenmelidir. Zira, medâr-ý hayat olan, düstur-u cidaldir. Belki hayat cidaldir" diye hükmediyorsun. Daha bunlar gibi çok esasat-ý bâtýla ile beþeri evvelki yola sevk ettin. Acaba, medar-ý hayat olan düstur-u teavün ezharun mine'þ-þems (güneþten daha zahir) olduðu halde, nasýl kör oldun, görmüyorsun? Evet, þems ve kamerden tut, ta nebatatýn, hayvanatýn imdadýna; ve hayvanatýn, insanlarýn imdadýna; ve mevadd-ý gýdaiyenin, semeratýn imdadýna; hattâ taamýn zerratý, hüceyrat-ý bedenin tegaddîsi için kemal-i intizamla koþmalarý, bir Rabb-i Kerîmin emriyle bir vazife-i muavenet ve teavün ve uhuvvet olduðunu ve kavînin zayýfa musahhariyeti olduðunu, kör olmayan görür.

Amma, düstur-u cidal ise, bir kýsým hayvanat-ý zalimenin sû-i istimallerinden neþ'et eden bir düstur-u cüz'î gayr-ý fýtrîdir. Mesela, âkilüllâhm canavarlarýn vazifeleri, sýhhiye neferleri gibi hayvanatýn cenazelerini toplamak, ber ve bahrin yüzünü temizlemektir. Onlarýn, sað olan hayvanlarý yemeleri,

Mesnevî-i Nuriye - Nur'un Ýlk Kapýsý - s.1393

sû-i istimaldir, gayr-ý meþrûdur; cezasýný çekeceklerdir.

Bu düsturun çürüklüðünü gördün. Þimdi, "Her zîhayat nefsine maliktir" diye olan düsturun mahiyetini gör:

Zîhayat içinde en eþref ve ihtiyarca en geniþ olan insandýr. Halbuki, insanýn, ef'âl-i ihtiyariyesi içinde en hafifi ve en zâhiri, söz söylemesi ve yemek ve içmesi ve düþünmesidir. Halbuki, insanýn bunlarda dest-i ihtiyarýnýn müdahalesi ne kadar az olduðu, azýcýk düþünmekle anlaþýlýr. Halbuki, mahlûkatýn en eþrefi olan insanýn eli, tasarruf-u hakikîden bu derece baðlý olsa, baþka hayvanat ve cemadat, sýrf birer memlûktan ve Hâlýkýn hesabýyla dönen ve çalýþan birer mahlûk-u musahhardan baþka birþey deðillerdir.

Sair esasatýn, bu iki esasýn gibi esassýzdýrlar. Seni bu hatâya düþüren, senin yek-çeþm dehândýr. Çünkü sen Rabbini unuttun. Hikmet-i san'at-ý Rabbaniyeye "kör tabiat" namýný taktýn. Âsâr-ý rahmeti, o mevhum tabiata istinad ederek, esbaba isnat ettin, küfrana baþladýn. Allah'ýn malýný bazý þeytan taðutlara taksim ettin, küfre girdin. Ýþte bu dalâletindendir ki, senin nazarýnda herbir insan, belki herbir hayvan, nihayetsiz hâcâtýnýn tahsili için, hesapsýz düþmanlarýna karþý tek baþýyla mücadele ve musaraa etmeye muztardýr. Fakat neyle, hangi silâhla?

Evet, zerre gibi bir iktidar, saç gibi bir ihtiyar, zevale mâruz lem'a gibi bir þuur, intifaya mâruz þule gibi bir hayat, kýsalýkta, dakika gibi bir ömürle musaraa etmek lâzým gelir. Halbuki, bütün elinde olaný sarf etsen, hadsiz metalibinden birisini de tahsile kâfi deðil. Bir musibete düþsen, kör, saðýr esbabdan istimdat edersin. Ýþte karanlýklý dehân, beþerin edyân-ý semavî nuruyla gündüz rengini almýþ ömrünü geceye tebdil etti. Yalnýz o muzlim geceyi, yalancý ve müstehzî bazý ýþýklarla tenvir etmiþsin.

Ýþte herbir zîhayat, evvelki yolda gördüðümüz biçare adama benzer ki, sahipsiz ve âciz olduklarý halde, hadsiz merhametsiz zalimlerin hücumuna mâruzdur. Bütün dünya bir matemhane-i umumî, yani zikirhane olan dünyayý, bir matemhane þeklinde gösterdin. Tesbihat olan asvâtý, elîm firak ve zeval vaveylâlarý tarzýnda iþittiriyorsun.

Þimdi, senin felsefen tilmizleriyle Kur'ân-ý Hakîmin tilmizlerinin muvazenelerine bak:

Senin hâlis tilmizin, bir firavundur. Fakat, menfaati için en hasis birþeye de ibadet eder bir firavun-u zelildir. Her nâfi þeyi kendine rab tanýr.

Kur'ân'ýn hâlis tilmizi ise abddir. Fakat âzam-ý mahlûkata da ibadete tenezzül etmez. Ve âzam-ý menfaat olan Cenneti, gaye-i ibadet kabul etmez bir abd-i azizdir.

Hem senin tilmizin, mütemerrid ve muanniddir. Fakat, bir lezzet için nihayet zilleti kabul eden ve bir menfaat-i hasise için þeytan gibi þahýslarýn ayaðýný öpmekle zillet gösteren bir miskin-i zelildir.

Kur'ân'ýn tilmizi ise, mütevazi, heyyin, yani âsan ve leyyin, yani yumuþaktýr. Fakat, Fâtýrýnýn gayrýna, daire-i izni haricinde tezellüle tenezzül etmez.

Hem senin tilmizin, cebbar ve maðrurdur. Fakat kalbinde nokta-i istinad bulmadýðý için, zâtýnda gayet aczle âciz bir cebbar-ý hodfuruþtur.

Kur'ân'ýn tilmizi ise fakir ve zayýftýr; fakr ve zaafýný bilir. Fakat onun Malik-i Kerîmi ona iddihar ettiði servetle müstaðnidir. Seyyidinin nihayetsiz kudretine istinad ettiði için kavîdir.

Hem senin tilmizin menfaatperest ve hodendiþliktir ki, o tilmizin gaye-i himmeti, nefis ve batnýn hevesatýný tatmindir. Ve menfaat-i þahsiyesini, bazan kavminin menfaati içinde kavminin menfaati namýyla; ve menfaat-i nefsini, menfaat-i millet namýyla arar. Ya rikkat-i cinsiye eleminden kurtulmak ister; veya hýrsýný veya gururunu veya hubb-u cahýný o milliyetperverlik cihetinde teskin eder. Elhasýl, nefsinden baþka hakikî hiçbir þeye muhabbet etmez. Herþeyi kendi nefsine feda eder.

Kur'ân'ýn tilmizi ise, yalnýz liveçhillah ve rýza-yý Ýlâhî için ve fazilet için o derece nefsinin menfaatinden tecerrüd eder ki, Cennet-i ebediyeyi dahi hakikî maksat ve gaye-i ibadet yapmaz. Nerede kaldý ki, bu dünya-yý zailenin fâni olan menafii onu, hakikî maksat ve gayesinden çevirsin.

Ýþte, o iki halis tilmizin himmetlerinin birbirinden ne derece mütefavit ve mugayir olduðu bununla anlaþýlýr.

Evet, Kur'ân'ýn tilmizi, en büyük þeyleri, arþ ve þems gibi mevcutlarý birer memur, birer mahlûk, musahhar birer âciz tanýr. Ruhunda, bütün ehl-i semavat ve arz salihlerine karþý öyle bir alâka-i þedide-i uhuvvetkârane hisseder ki, ehl-i beytine dua ettiði gibi, an samimü'l-kalb onlara da dua edip, saadetleriyle mes'ut olduðunu gösterir.

Bu iki tilmizin mürüvvetlerinin derece-i farkýna bak ki:

Senin tilmizin, nefsi için kardeþinden kaçar. Kur'ân'ýn tilmizi ise, bütün ibadý, belki bütün mahlûkatý kendine kardeþ görür.

Mesnevî-i Nuriye - Nur'un Ýlk Kapýsý - s.1394

Kur'ân-ý Kerîmin, tilmizlerine verdiði ulviyet ve kýymet bununla anlaþýlýr ki:

Bir küçük insan, küçük bir mikroba maðlûp ve ednâ bir kerb ile yere düþtüðü ve o kadar zayýf olduðu halde; Kur'ân-ý Kerîmin feyiz ve irþadýyla o derece yükseklenir ve o derece letaifi inbisat eder ki, dünya mevcudatýný ve zerrat-ý kâinatý tesbih tanesi edip, Mâbudunu o adetle zikreder. Hattâ bir kýsýmlarý bunlarý da az görüp, Mâbud-u Zülcelâlin liyakatini göstermek için gayr-ý mütenâhi adetle, gayr-ý mütenâhi tesbihle Mâbud-u Zülcemali zikrediyorlar. Dünya zerratýnýn virdlerine kâfi bir tesbih olmadýðýný ve nakýs olduðunu gören ve Cenneti zikirlerine gaye tanýmayan ulüvv-ü himmet sahibi o tilmizler, kendi nefislerini en ednâ bir mahlûk-u Ýlâhîden efdal görmediklerini gösteren bir halle, nihayet derecede tevazu ve mahviyet gösteriyorlar. O þecere-i tuba-i Kur'âniyenin had ve hesaba gelmez münevver meyvelerinden Kutb-u Geylânî, Rüfaî, Þâzelî gibi zâkirleri dinle: Nasýl, tesbih tanelerine bedel zerrat-ý kâinatýn silsilelerini ellerinde tutmuþlar, öylece Mabudun zikrini çekiyorlar!

Ey Avrupanýn ruh-u habisi! Felâket-i mâneviye-i beþeriyenin sebebi olan desatirinden bazýlarýný sabýkan zikrettik. Þimdi, beþerin saadet-i mâneviyesine menþe olan desâtir-i Kur'âniyenin yalnýz bir-ikisine iþaret edeceðiz.

Evet, hüdâ-yý Kur'ânî böyle insana hitaben der: Ey insan! Senin elinde olan hayatýn ve vücudun ve nefsin ve malýn emanettir. Onlar, herþeye kadîr ve herþeye alîm bir Mâlik-i Kerîmin mülküdür. O Mâlik-i Kerîm ve Rahîm, kemal-i kereminden, sende emanet olan kendi mülkünü senden satýn almak istiyor. Tâ senin için muhafaza etsin. Senin elinde beyhude zâyi olmasýn. Sonunda, sana büyük fayda versin. Sen bir memursun, asker gibi muvazzafsýn. Öyleyse, onun namýyla çalýþ, onun hesabýyla sa'y et. Muhtaç olduðun bütün þeyleri sana bahþeden ve rýzkýný veren, muktedir olmadýðýn þeylerden seni hýfzeden Odur. Senin gaye-i hayatýn, Mâbudun tecelliyatýna ve esmâ ve þuûnâtýna mazhariyettir. Sana bir musibet geldiði vakit de ki: "Ben, Onun hizmetindeyim. Ey musibet! Eðer Rabbimin izin ve rýzasýyla gelmiþsen, merhaba, safa geldin. (2)    Biz Ona gideriz ve onun rüyetine müþtakýz. Günün birinde elbette bizi hayatýn vazife ve tekâlifinden âzâd edecektir. Ne var, o azatlýk bugün olsun. Hem, ey musibet, senin elinde olsun. Yok, eðer Rabbimin irade ve emriyle beni tecrübe ve imtihan için gelmiþsen, fakat Rabbimin beni azat etmeye izin ve rýzasý yoksa, kuvvetim yettikçe ben, emaneti emin olmayana teslim etmeyeceðim. Haydi git, ey zalim musibet!"

Ey hayalî arkadaþým! Hakikat-i hal, iki tarafta bu minval üzeredir. Lâkin, hidayet ve dalâlette derecat-ý insan mütefavittir. Meratib-i gaflette insanlar muhteliftir. Þu zamanýn gafleti o derecede kalýnlaþmýþ ve öyle uyutucu bir tarzda iptal-i his etmiþ ki, medenîler, evvelki yolun elîm elemini hissetmiyorlar. Lâkin, hassasiyet-i ilmiyenin tezayüdü ile ve mevt-âlûd inkýlâbatýn ikazatýyla þu perde-i gaflet parçalanacaktýr.

Binlerle veyl o Müslüman evlâtlarýna ki, ecnebîlerin taðutlarýna ve felsefelerine aldanýp, Kur'ân-ý Kerîmin dersini unutur.

Ey gençler ve ey Ýslâm evlâtlarý! Avrupa'nýn size karþý olan merhametsiz zulüm ve adavetine ve batýl efkârýna ne akýlla muhabbet edip onlarý taklit ediyorsunuz ve onlara ittibaen sefahetlerine iþtirak ve saflarýna iltihakla mukabele ediyorsunuz? Onlarý taklit ve onlara ittibâ ile beraber dâvâ-yý hamiyet yalandýr. Milleti istihfaf ve milliyetle istihzadýr!

Cenab-ý Hak bizi de, sizi de tarik-i müstakimden ayýrmayýp hidayette kýlsýn. Âmin.



1 "Rahmân ve Rahîm olan Allah'ýn adýyla. Yemin olsun kaplayan geceye. Ve parlayan güneþe. Ve erkeði ve diþiyi yaratana. Sizin iþiniz türlü türlüdür. Kim baðýþta bulunur, günahtan kaçýnýr ve dinin en güzelini tasdik ederse, Biz de ona hayýr ve kolaylýk yolunu kolaylaþtýrýrýz. Kim cimrilik eder, kendisini âhiret nimetlerine muhtaç hissetmez ve dinin en güzelini yalanlarsa, Biz de ona kötülüðün ve Cehennem gibi zorlu bir âkýbetin yolunu kolaylaþtýrýrýz." Leyl Sûresi, 92:1-10

2  Bakara Sûresi, 2:156.


radyobeyan