Kuranda Ýnsan Psikolojisi
Pages: 1
Bilgilendirme Metodu By: meryem Date: 07 Þubat 2011, 14:55:04
1- Bilgilendirme Metodu

 Kur'ân'a göre yaratýlýþýn amacýný "Allah'a kulluk' olarak tesbit etmiþtik. Allah'a kulluk, bir tavrý ve bir tutumu ifade eder. Tutumlar, durup dururken oluþ­maz. Bir bilgi birikimine, bir gözleme, bir araþtýrmaya ve bunlarýn sonunda duygusal bir eðilime, en sonunda da iradî bir eyleme dayanýrlar.

Bir tutumun oluþmasýnda sosyal psikoloji açýsýn­dan üç temel öðeye ihtiyaç vardýr:

1- Biliþsel (zihinsel -cognitive) öge,

2- Duygusal (emotional) öge,

3- Dav­ranýþsal (behavioral) öge.[747]

Kur'ân eðitiminin boyutlarý da bu üç temel öðeden oluþmaktadýr:

Bilgi boyutu, duygu boyutu, amel (icra) boyutu. Buna zihnî, kalbi ve amelî boyut da diyebili­riz. Bu üç öge, ne kadar güçlü ve dengeli ise inanç veya kulluk o kadar güçlü, ne kadar zayýf ve dengesiz ise o kadar zayýftýr. Hepsini ayrý ayrý ama birbirleriyle den­geli biçimde beslemek, güçlendirmek gerekir. Bilgisiz, duygusuz, amelsiz bir kul Ýslâm inancýnda ne kadar hoþ karþýlanmazsa, bilgili, duygulu ve güzel davranýþ­lara sahip bir kul da o kadar hüsn-ü kabul görür. Keza bilgisiz bir ibâdet ne kadar anlamsýzsa, duygusuz bir ibâdet de kupkurudur. Yaþanmayan bir dini düþünmek bile mümkün deðildir. En ilkel dinlerden en mütekâmil semavî dinlere kadar bütün inanç sistemle­rinde þu veya bu oranda bu üçlü anlayýþa rastlamak mümkündür.

Kendisinden önceki dönemin adýný "câhiliye döne­mi" olarak açýklayan Ýslâm inancý, cahilliði temelin­den reddetmiþ, kendi çizgisinde yürüyen insanlarý bil­gilendirmiþ, bununla yetinmeyip insanlara öncelikle bilgi edinmeyi önermiþtir. Bu öneri bazan farz-ý ayn, bazan farz-ý kifâye ve bazan da tavsiye ve teþvik niteli­ðinde cereyan etmiþtir. Kur'ân-ý Kerim, bunun örnekle­riyle doludur. Kur'ân'ýn Alak sûresinde þöyle buyurulmaktadýr. "Ey Muhammed, yaratan insaný pýhttlaþmýþ kandan yaratan Rabbinin adýyla oku!. Oku! Kalemle öðreten, insana bilmediðini bildiren Rabbin en büyük kerem sahibidir." [748]

Bakara sûresinde ise þöyle buyurulur:

"Ve Âdem'e, bütün o isimleri öðretti. Sonra da onlarý meleklere gösterdi de, "Haydin, dâvanýzda sâdýk iseniz, bana þunlarý isimleriyle birlikte haber verin" dedi. Melekler, "Seni tenzih ederiz, senin bize öðretti­ðinden baþka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Çünkü herþeyi hakkýyla bilen ve yaptýðýnda hikmet sahibi þüphe­siz ki sensin." dediler." [749]

Ayette geçen "bütün isimler" sözünden ne kaste­dildiði müfessirler arasýnda tartýþma konusudur. Bir kýsým müfessirler, bu isimlerin insanlarýn anlaþmasýna sebep olan bütün isimler olduðunu, bir kýsmý bu isim­lerin meleklerin isimleri olduðunu, bir kýsmý Adem'in zürriyetinin isimleri olduðunu belirtmiþ, bir kýsmý ise isimlerden muradýn lisan olmayýp "havâssý eþya, tâbir-i âharle o havastan müteþekkil suver-i ilmiyye" olduðunu beyan etmiþtir. [750]

Mevdûdî, "Istýlahlar insanoðlunun eþyayý algýla­masýna yarayan araçlardýr. Gerçekte insanoðlunun eþ­ya ile ilgili tüm bilgisi, onlara isimler vermesine daya­nýr. Bu nedenle Hz. Âdem'e (a.s.) herþeyin isimlerinin öðretilmesi onlarla ilgili bilginin de öðretilmesi anlamý­na gelir" diyor. [751]

Tefsirinde müfessirleri özetleyerek veren Süley­man Ateþ, þu bilgileri aktarýyor:

"Allah, Adem'e kendi­sinden türeyecek bütün çocuklarýnýn, bütün hayvanla­rýn isimlerini öðretti; Allah, Adem'e insanlarýn, hay­vanlarýn, göðün, yerin, deniz, at, merkep ve benzeri ya­ratýklarýn isimlerini öðretti; Allah, Adem'e çanak çöm­lek yapmayý öðretti, Bu görüþler Ýbn Abbas'a nisbet edilir. Ýbn Kesir þöyle diyor:

"Allah, Adem'e, bütün eþ­yanýn kendisini, sýfatýný ve ne iþ yapabileceðini, neye yaradýðýný öðretti,." [752]

Ayet-i Kerimede tartýþýlmayan, tartýþmasýz kabul edilen konu, Allah'ýn Hz. Âdem'e birþeyler öðretmesi, birþeyler hakkýnda bilgi vermesidir. Bu ilâhî ikram, Hz Âdem'le baþlamýþ zamanýmýza kadar artarak de­vam etmiþtir. Ýnsanlar çeþitli yollardan, özellikle pey­gamberler ve onlarýn getirdiði kitaplar aracýlýðý ile bil­gilendirilmiþ, aydýnlatýlmýþtýr.

Bugün Ýslâm inancýnda da durum aynýdýr. Bu telakkiye göre dinsiz ilim düþünülmediði gibi ilimsiz din de düþünülmemektedir.

Konumuza ýþýk tutan Ali Medar, "Ýslâm eðitimi­nin temeli düþünmek, araþtýrmak, bilgi sahibi olmak­týr" diyor. [753] Batýdaki ilim-din kavgasýna dikkat çeken Muhammed Kutup'un tesbiti de þöyle:

"Batýda ilim ile din, Allah ile beþer arasýnda görülen o çirkin nefretleþme müslümanlar arýsnda görülmedi.” [754]

Ýslâm düþünce tarihinde önemli bir din-bilim ça­týþmasýnýn olmadýðýna iþaret eden Mehmed Aydýn, "Ýslâm inancýnýn temel kaynaðý olan Kur'ân'ýn "ilim" karþýsýndaki tutumu, son derece müsbet olmuþtur" [755] diyor. Luka, Matta ve Markos Ýncilerini dikkatli bir þekilde inceleyen Richard Robinson þunlarý söylemek­tedir:

"Ýsâ, ilmi tavsiye etmediði gibi ilmî araþtýrmayý saðlayan ve bizi ilme götüren fazileti, yani aklýn kulla­nýlmasýný da asla tavsiye etmemiþtir.... Ýsâ, tekrar tek­rar inanmayý talep eder. "Ýman" ile de hiçbir delile baþ­vurmadan, ihtimalleri nazar-ý dikkate almadan imkânsýz þeylere inanmayý anlatmak ister." [756] Robinson'ýn eleþtirdiði Ýnciller þüphesiz muharref inciler­dir.

Bilgilendirmenin Hz. Âdemden baþlayarak artan bir hýzla günümüze kadar geldiðini belirtmiþtik. Buna iþaret eden birkaç âyete göz atalým. Allah (c.c.) buyuru­yor ki:

"Allah size bilmediklerinizi bildirmek ve sizden öncekilerin yollarýný göstermek ve iyi hale dönüþünüzü görerek günahlarýnýzý baðýþlamak diler. Hem, Allah hakkiyle bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." [757]

"Biz onu (Zülkarneyn) yeryüzünde büyük bir kudret sahibi yaptýk. Ve ona herþeyin yolunu öðrettik." [758]

"Vaktaki (Musa) rüþdüne erip olgunlaþýnca, biz ona bir hüküm ve ilim verdik. Ýþte biz, güzel iþ yapanlarý böyle mükâfaatlandýrýrýz." [759] Hüküm ve ilim... Ne güzel ödül!..

"Lût'a da bir hikmet ve bir ilim verdik. Onu, kötü­lükler yapmakta olan o memleketten kurtardýk. Haki­kat, onlar kötü, fâsýk bir kavim idiler." [760]

"Bir de ona (Davud) sizin için, sizi harbin þiddetinden korusun di­ye zýrh san'atýný öðrettik. Siz þimdi bunun þükrünü eda ediyor musunuz?” [761]

"Vaktiyle Ýbrahim, babasý Âzer'e, "Sen putlarý kendine birtakým ilâhlar mý yapý­yorsun? Doðrusu ben, seni ve kavmini açýkça bir sapýk­lýk içinde görmekteyim" demiþti. Bu suretle biz Ýbrahim'e, saðlam bilgi ve iman sahiplerinden olmasý için göklerin ve yerin muhteþem varlýklarýný gösteriyorduk. " [762]

Bu son âyette bilgi ve iman ile göklerin ve ye­rin melekûtu arasýnda birbirlerini tamamlayan kav­ramlar olarak pozitif bir bað kurulmaktadýr. O halde inancýn bilgiden, bilginin inançtan korkmamasý gerek. Çünkü korku bir zaafýn eseridir. Kendisinde kusur ve zaaf görmeyen her inanç ve tutum bilgiden korkmaz. Hele yeni bilgiler o inanç ve tutuma güç katacaksa kavgaya da korkuya da hiç gerek yoktur. Son bir âyete daha bakalým:

"Þüphesiz ki, biz on­lara, iman edecek bir kavme hidâyet ve rahmet düstu­ru olmasý için, tam bir ilim ile fasýl fasýl ayýrdettiðimiz bir kitap gönderdik." [763]

Bu âyetin bize öðrettiði þu:

Ýnanma kabiliyeti olan bir kavmin hidâyet ve rahmete ulaþabilmesi için sað­lam bir bilgiye, kendilerine hakikati öðretecek bir kita­ba ihtiyacý vardýr. Allah da bunu yapmýþ, kullarýný her konuda saðlýklý bilgilerle donatmýþtýr.

Ýbn Rüþd'e göre þeriatýn amacý hak olan ilmi ve yine hak olan ameli öðretmektir. Öðretmek, biri tasav­vur ve biri tasdik olmak üzere iki türlüdür. Halk için tasdik yollarý, burhan yolu, cedel yolu veya hatabe yo­ludur. Tasavvurun da iki yolu mevcuttur:

Ya bir þeyin kendisini veya benzerini tasavvur etmek. [764]

Allah, insanlara deðiþik yollardan bilgi vermekle yetinmiyor, insanlarýn, bilgilerinin artmasý için Allah'a yakarmalarýný da tâlim ediyor:

"Demek ki o yüce Al­lah, melik ve hak olandýr. Bununla beraber (Cebrail tarafýndan) sana vahiy tamam edilmeden önce Kur'ân'ý okumakta acele etme. Ve "Rabbim, benim il­mimi artýr" de. " [765]

Buraya kadar Allah'ýn, insanoðlunu çeþitli yollar­dan bilgilendirdiðini belirttik. Þimdi þöyle bir soru so­rabiliriz: Allah, insanlara özellikle hangi konularda bilgi vermiþtir? Allah (c.c) birçok konularda bilgi ver­miþtir. Bunlarýn bir kýsmýna açýkça, bir kýsmýna da üs­tü kapalý olarak temas edilmiþtir. Bir kýsmý hakkýnda bilgi verilirken, bir kýsmýna dikkat çekilir. Allah, in­san, peygamberler, cinler, melekler, hayvanlar, deniz­ler, gökler, yer, dünya, âhiret, cennet, cehennem, geçmiþ, hal, gelecek, hepsi Kur'ân'da bilgi konusudur. Bunlarla ilgili doðrudan bilgi verildiði gibi, bunlarýn birbirleriyle olan iliþkileri hakkýnda da bilgi verilmek­tedir. Kur'ân'ýn ihtiva ettiði bilgilerin þüphesiz hepsi de önem taþýr. Önem, kabul etmeliyiz ki, izafî özellik taþýyan bir kelimedir. Bir konunun zaman, mekân ve þahsa göre önemi deðiþebilir. Bir bilgi, falan için çok önemli olduðu, özellik taþýdýðý halde bir baþkasý için ayný oranda taþýmamýþ olabilir. Meselâ; çalýþtýðýmýz sa­ha, iþlediðimiz konular itibariyle þu anda bizim için önem taþýyan bilgiler, Allah, insan, Kur'ân, peygam­ber, âhiret ve dünya ile ilgili bilgilerdir. Yarýn daha de­ðiþik konulara yönelmiþ olabiliriz. O durumda, bu ko­nular önemini yitirmiþ sýradan konular sayýlmazlar. O halde konuyu þöyle baðlayabiliriz:

Her bilgi gerektiði yer ve zamanda daha bir önem kazanýr.

Kur'ân'ýn bilgi verdiði sahalara geçmeden önce bil­gi konusunda bazý açýklamalar yapmanýn yararlý olaca­ðýna inanýyoruz.

 A- Bilgi Ve Bilimin Tanýmý
 
a- Bilgi Nedir?

 Bilgi Arapça ilim, marifet, malûmat, hikmet, burhan, sultan, âyet mânâlarýnda kullanýlan bir keli­medir. Genel olarak insan zihnine konu olan herþey de­mektir. Sözlük anlamýyla ilim, mutlak olarak bilmek, bir þeyin þuurda hasýl olmasý, saðlam olarak bilmek, kesin olarak bilmek, deneyerek bilmek, bir þeyin gerçe­ðini bilmek mânâlarýna gelmektedir. [766] Felsefe Sözlüðü'nde bilgi için, "Bilme edimi; bilinen þey; bilme edi­mi sonunda ulaþýlan þey... Bir þeyin bir þey olarak kav­ranmasý", gibi mânâlar verilmektedir. [767]

Bilginin birbirine yakýn deðiþik tanýmlarý yapýl­mýþtýr. Meselâ; bilgi, "Ben ile ben dýþý var olan þeyin kurduðu iliþki" [768] olarak tanýmlandýðý gibi "Bilinen (objenin) misâlinin kalbe ulaþmasý", "süje ile obje ara­sýndaki bað" þeklinde de tanýmlanmýþtýr. [769]

Gazzalî'ye göre ilim, "aklýn, eþyanýn hakikatini ve þekillerini almasý" veya "eþyayý olduðu gibi bilmek ve tanýmak" [770] týr.

Bilginin, bilen (süje), bilinen (obje) ve bilgi olmak üzere üç öðesi vardýr. Bunu bilen ve bilinen olarak mütâlâ edenler de olmuþtur. [771] Gazzalî'ye göre süje ile obje arasýnda bir iliþki yoksa bilgi meydana gelmez. [772]

Ýslâm bilginleri arasýnda yaygýn olarak kullanýlan tarifler ise þöyle:

"Ýlim, âlim (bilen) ile malûm (bilinen) arasýnda tahakkuk eden nisbettir." "Bir nesnenin sure­tinin akýlda (zihin) husul bulmasýdýr." [773]

Gazzali’nin baþka bir tanýmýnda ilim, "müfred zatlarý (tek tek özleri) ve bu özlerin birbiriyle olan münâsebet ve menfî þekildeki münasebetlerini idrâk etmek" [774] olarak tanýtýlmaktadýr.

Attas, bilgiye daha deðiþik açýdan yaklaþmakta­dýr. Ona göre bilgi "Mahlûkât düzeni içerisinde nesnelerin uygun yerlerini bilmek"tir. Böyle bir bilgi varlýk düzeni içerisinde Allah'ý hakkýyle deðerlendirmeyi de saðlayacaktýr. [775]

Ýbn Sina, bilginin oluþumunu þu þekilde açýklýyor:

Zihin tümelleri kavramaktadýr. Bu durumda tikelleri (cüz'î) algýlayacak bir organa ihtiyaç vardýr. Burda duyumlar dýþ dünya ile zihin arasýnda bir köprü vazifesi görmekte, dýþ dünyadan tikelleri duyumlar vasýtasýyla alan zihin bunu genelleþtirerek ilme dönüþtürmekte­dir. [776]

Bilgilerimiz, motivasyon, dikkat ve algý olaylarý­nýn ard arda cereyaný ile teþekkül eder. Önce bir uyarý­cý tarafýndan motive ediliriz. Bizi motive eden uyarýcý­ya karþý vaziyet alýr, dikkatimizi o noktada yoðunlaþý­rýz. Dikkat ettiðimiz bu uyarýcýyý ayrýntýlarýyla kavrar, örgütler ve algýlarýz. Algýlanan bu uyarýcýlar bilgileri­mizi oluþturur.[777]

Bilginin oluþabilmesi için süje ile obje arasýnda birtakým baðlarýn bulunmasý gerektiðine yukarda iþa­ret etmiþtik. Bu baðlarý þu þekilde sýralayabiliriz:

1- Algýlama baðý,

2- Düþünme baðý,

3- Anlama baðý,

4- Açýklama baðý. [778]

Gazzalî'ye göre bir insanda bilgi edinme güçleri üç devrede oluþmaktadýr:

1- Ýdrâk safhasý,

2- Temyiz safhasý (yedi yaþlarýnda ortaya çýkar),

3- Akýl safhasý.[779]

 b- Bilim Nedir?

 Bilim (ilim), "gözlem ve deney ile elde edilmiþ sistematik bilgi"dir. [780] Bilimin daha detaylý bir tanýmý da þöyle: Bilim, "...zaman ve mekân dünyasýnda yer alan þeylerin, olgu ve olaylarýn yapýlarýný, onlar arasýn­daki sebep-sonuç baðlantýlarýnýn oluþturduðu düzeni keþfetmeyi; bu konuda elde edilen verileri dedüktif bir sistem içinde toplamayý ve nihayet bütün olup-biten­lerin hangi temel yasalara göre cereyan ettiðini belirle­meyi gaye edinen beþerî faaliyetler"dir. [781]

Gazzalî'ye göre bir bilginin ilim olabilmesi için ta­savvur (marife) derecesinden çýkarak tasdik derecesine ulaþmasý gerekir. Bunun iki safhasý vardýr:

1- Apiori yani zihinde evvelce var olan bilgiler;

2- Tasdik veya tekzibi gerektiren merhale. Bu ikinci safhaya ancak "delil, isbat (burhan) ve kýyas ile ulaþýlýr." [782]

Bir bilginin deðer ifade edebilmesi için zihnin uya­nýk ve aktif olmasý gerekir. Baþka bir ifade ile, zihnin eþyaya takýlmasý, eþyanýn zihni düþündürmesi ve meþ­gul etmesi, onun bir mesele ve bir nevi azap haline gel­mesi lazýmdýr. Makbul olan bilgi böyle bir çabanýn ürü­nü olan bilgidir. [783]

Bilginin sýradan bir algý olayý olarak kalmamasý, kiþiye maledilmesi de gerekir. Montaigne, bunu bal arasý Örneðiyle açýklýyor. Ona göre arýlar her çiçekten bal özü alýr ama yaptýklarý bal kendilerine aittir. "Or­tada ne kekik kokusu, ne de mercanköþk çiçeði vardýr." [784]

Kur'ân da zihinde dondurulmuþ ölü bilgiler iste­miyor.

Muhammed Kutup, "Zihinde kalan, aksiyon hali­ne gelmeyen, donuk, ölü fikirlerin Ýslâm nazarýnda hiç kýymeti yoktur" diyor. Ona göre Ýslâm'ýn ve Kur'ân'ýn istediði bilgi kalbden kalbe geçen, vicdanlarý harekete getiren, pratiðe dönük faydalý bilgidir. [785] Ýnkarcýlar "Gökleri ve yeri kim yarattý? sorusuna "Allah!" diye ce­vap veriyorlardý. Demek gökleri ve yeri Allah'ýn yarat­týðýný biliyorlardý. Fakat bu bilginin pratikte hiçbir fay­dasý yoktu. Bu nedenle Kur'ân, o bilgiye deðer vermi­yor ve sahiplerini "bilmeyenler" olarak tanýtýyor.

Kur'ân, eþya ve olaylarýn hakikatini yansýtmayan, öze inemeyen sathî bilgileri de tercihe þayan bulmuyor. Dünya hayatýnýn sadece zahirî bilgilerine sahib olan insanlar için þöyle buyuruluyor:

"Onlar, dünya hayatý­nýn görünen kýsmýný bilirler. Onlar, âhiretten habersizlerdir.” [786]

 c- Marifet Nedir?

 Marifet, bir þeyi olduðu gibi idrâk etmek [787] an­lamýna geldiði gibi, þüphe kabul etmeyen ilim anlamý­na da gelmektedir. [788]

Gazzâlî'ye göre marifet, "Hakký vasýtasýz olarak, herhangi bir keyfiyet içinde ifade edilemez þekilde ve þüphe götürmez bir biçimde müþahede etmektir". Onda alelade bilgi, "ilim" sözcüðü ile ifade edildiði halde kal­bin ürünü olan bilgi için "marifet" veya "irfan" kelimeleri kullanýlmaktadýr, ilim, ateþi görmekse, marifet ona dokunmaktýr. Bu itibarla marifet ilme nisbetle ha­kikati daha net, daha kesin olarak bize tanýtan bilgi­dir. [789]

Marifeti, "Hakikate erdikten sonra zuhur eden ilâhî ilhâmât, varidat ve "ilm-i ledünnî" olarak taným­layanlar da vardýr. [790] Marifet kesbî deðil, vehbîdir. Marifet erbabý, "Nefs-i emmâreden kurtulmuþ, levvâme sýfatýný geçmiþ, mülheme sýfatýyle muttasýf ol­muþ, nefsin süflî arzularýndan ve þeytanýn vesvesele­rinden kurtulmuþtur." [791]

 d- Hikmet Nedir?

 Hikmet lügatte, hakka uygun söz, adalet, ilim, hilm, felsefe anlamlarýna gelmektedir.

Cürcânî, Tar'rîfat'ýnda hikmet için özel olarak þu mânâlarý vermiþtir:

Hikmet, kendisinde eþyanýn hakikatýndan bahsedilen bir ilim; aklýn aþýrýlýklardan uzak, itidal halindeki bilme gücü; ilim, icâd ve efâl; helâl ve haramýn bilinmesi; hakka uygun söz; ma'kûl ve haþvi­yattan uzak söz; amelle beraber ilim... [792]

Nâkib Attas hikmeti þöyle tanýmlýyor:

"Hikmet, kendisinde bilgi olan kiþinin bu bilgiyi, adaleti tezahür ettiren bir tarzda tatbik etmesini saðlayan Tanrý vergi­si bir bilgidir." [793]

Ali Medar, hikmet, "mantýklý düþünmek, gerçek­leri araþtýrmak ve gerçek bilgi anlamýna gelir" diyor. [794]

Ahlâkýn esasýný hikmet, þecaat, iffet ve adalete baðlayan Gazzalî, hikmet için þunlarý söylüyor:

"Hik­met, bir hal ve keyfiyyettir ki, ihtiyarýmýzla yaptýmýz iþlerimizde doðruyu yanlýþtan onunla ayýrd ederiz." Baþka bir ifadesinde ilim kuvvetinden bahisle diyor ki:

"Bunun güzelliði (ilim kuvvetinin), iyiliði, sözlerde doð­ruyu ve yalaný, inançlarda hak ile bâtýlý, iþlerde güzel ile çirkini kolaylýkla ayýrd edebilecek bir hal almasýdýr. Ýlim sayesinde bu kuvvetlerin elde edilmesinden mey­dana gelen neticeye de hikmet denir. [795]

Gazzalî'ye göre "hikmet" sözü iki anlama gelmek­tedir:

"1- Eþyanýn düzeninin ve en ince, en yüce mânâlarýný mücerred olarak kuþatmak ve onlardan umulan gaye tamamlanýncaya kadar bu eþyanýn nasýl olmalarý gerektiði hususunda belirli bir hükme var­maktýr.

2- Eþyanýn tertip ve düzeninin yaratmaya ve bun­larý tam ve saðlam bir þekilde tesise sebep olan bir kudretin bu lafza eklenmesidir." [796] . Gazzalî, tefekkür kuvvetinin gerektiði þekilde terbiye ve ýslah edilmesiyle hikmetin hasýl olacaðýný söylüyor. [797]

Allah (c.c.) Kur'ân'da þöyle buyuruyor:

"Allah, hikmeti dilediðine verir. Kime hikmet verilmiþse þüp­hesiz ona çokça hayýr verilmiþtir. Bundan ancak akýl sahipleri ibret alýr. " [798]

Elmalýlý Muhammed Hamdi Yazýr, bu âyeti tefsir ederken hikmet kelimesinin 29 mânâsýna iþaret etmiþ. Bunlardan 23 tanesini tadat ediyor. Özetle þöyle: Hikmet;

1- Kavilde ve fiilde isabettir;

2- Ýlmu ameldir;

3- Ýlim ve fýkýh demektir;

4- Meânîyi eþyayý marifet ü fehimdir (Eþyanýn hakikatini anlama yeteneði);

5- Akýl fî emrillâhdýr (Allah'ýn emrindeki akýldýr);

6- Fehm de­mektir;

7- Ýcâd demektir;

8- Eþyayý mevzî ve mertebesi­ne koymaktýr (Herþeyi kendi yerine koymak);

9- Ef âli hasene-i þaibeye ikdamdýr (Fiilleri güzel þeylere yöneltmek);

10- Siyâsette insan takati ölçüsünde Allah'a iktidadýr;

11- Ýlâhî ahlâkla ardaklanmaktýr;

12- Tefek­kür fî emrillâh ve ona ittibâdýr;

13- Allah'a tâat, fýkýh, din ve ameldir;

14- Kendisiyle vesvese ile makam fark edilen bir nurdur;

15- Doðruya isabet eden cevap sür'atidir;

16- Savaba reddir;

17- Ervahýn müntehâyi sükûnet ve itminanýdýr;

18- Sebepsiz iþarettir;

19- Cemî ahvâle hakký iþhâddýr;

20- Din ve dünya salahý­dýr;

21- Ýlm-i ledünnîdir;

22- Vurûd-i ilham için tecrîd-i sýrdýr;

23- Bunlarýn hepsidir.[799]

Mukâtü'den rivayet olunduðuna göre hikmet keli­mesi Kur'ân'da dört anlamda yorumlanmýþtýr:

1- Kur'ân mânâsýnda. Örnek: Bakara: 2/231.

2- Ýlim ve anlayýþ mânâsýnda.  Örnek: Lokman: 31/12.

3- Nübüvvet mânâsýnda. Örnek: Nisa: 4/54.

4- "Acâib-i esrâriyle" Sûre-i Nahil'de geçen âyetlerdeki mânâlarda. Örnek: Nahl: 12/125.

Fahreddin Râzî, bu dört mânânýn "ilim" mânâsýna râcî olduðunu söylemiþtir. [800]

Bursalý Ýsmail Hakký, "Felâsifenin hikmet tesmi­ye ettiði mâkûlât, hakikatte hikmet deðildir; zira mü­min ve kâfir anda müsavidir ve âfet-i vehm ü hayâl þevâibinden hâlî deðildir. Bir mânâ ki kesb-i fikir ile hâsýl olmuþ ola, zannîdir ve bir emir ki keþf-i Hak'la vücud bulmuþ ola, kat'îdir" diyor. Ona göre vahiy nasýl "mevhibe-i enbiyâ ise hikmet de" "mevhibe-i Evliyâ"dýr. [801]

Yukarda da belirttiðimiz gibi Kur'ân’da sultan, âyet, burhan kelimeleri de kesin bilgi ve hak anlamýn­da kullanýlmýþtýr. [802]

 B- Bilginin Tasnifi

 Bilgi, bilim adamlarý tarafýndan deðiþik ölçüler ve bazlardan hareketle çeþitli taksimata tabi tutulmuþ­tur. Bu taksimi yapan bilim adamlarýndan bir kýsmý konularý esas almýþ, bir kýsmý kaynaðýný esas almýþ, bir kýsmý uygulanýp uygulanmadýðýna bakmýþ, bir kýsmý ise bilginin doðruluðunu dikkate almýþtýr. Bunlarýn hepsini sayýp dökme ne mümkündür, ne de gereklidir. Bununla birlikte bir iki örnek vermede fayda vardýr.

Bazý bilginler, bilgiyi nefiste sabit olanlar, duyu­larla idrâk olunanlar, kýyâs ile elde edilenler olmak üzere üç bölümde incelerken, bazýlarý tasavvur ve tas­dik olarak iki bölümde ele alýyorlar. [803]

Baþka bir tasnif de þöyledir:

Ýlimler kadîm ve ha­dis olmak üzere iki kýsma ayrýlýr. Kadîm ilim Cenâb-ý Hakk'm zâtýna mahsustur; insanlarýn hadis olan ilnýine benzemez. Hadis olan ilim ise üç kýsma ayrýlýr:

Bedihî ilim, zarurî ilim ve istidlali ilim. Bedîhî ilim mukaddimeye ihtiyaç göstermeyen ilimdir. Küllün cüz­den büyük oluþunun bilgisi gibi. Zarurî ilim de mukad­dimeye muhtaç deðildir. Beþ duyumuzla elde ettiðimiz ilimdir. Ýstidlali ilim ise mukaddimeye muhtaç olan ilimdir. Sâniin sübâtuna, a'râzýn hudûsuna olan Ýlim­dir. [804]

Nureddin es-Sâbûnî'nin Mâturîdiyye Akaidi isimli eserindeki taksimi ise þöyle:

Ýlim (mutlak mânâda bilgi) kadîm ve hadis olmak üzere yine iki kýsma ayrýlmaktadýr. Kadým ilim yukarda da iþaret ettiðimiz gibi Allah'ýn zâtý ile beraber bulunan ilimdir; kulun hadis olan ilmine benzemez. Hadis olan ilim de zarurî ve iktisabý kýsýmlara ayrýlýr. Zarurî ilim, süjenin kendi irâde ve gayreti olmaksýzýn, Allah'ýn, nefsin­de meydana getirdiði ilimdir. Kiþinin kendi varlýðýný, açlýk ve susuzluðunu, haz ve elem gibi çeþitli hallerini hissederek bilmesi gibi. Bu tür bilgi, bütün canlýlarda müþterektir. Ýktisâbî ilim, kulun sebeplere tevessül ederek, kendi gayret ve irâdesi sonunda Allah'ýn nef­sinde meydana getirdiði ilimdir. [805]

Hilmi Ziya Ülken, "âyetini de örnek göstererek Kur'ân'da ilâhî ve insanî olmak üzere iki tür bilgi bulunduðunu kaydetmekte­dir. Ýlâhî bilgi, "insan aklýnýn ulaþamayacaðý gayb (invisible) âlemi ile insan aklýnýn üzerinde muhakeme yü­rütebileceði þehâde (sensible) âlemine ait bilgidir. Ýn­san bilgisi ise sadece idrâk ve muhakemeler dünyasý­na aittir. [806]

Yukardaki âyetten hareketle genel mânâda, bilgi­yi, fizik ve metafizik bilgi olarak ikiye ayýrmak da mümkündür.

Nâkib Attas’a göre genel bir tasnif yapýlýrsa iki tür bilgiyle karþýlaþýr:

Vehbî ve kesbî bilgi. Vehbî bilgi Allah vergisi, yani Allah'ýn lütfü keremiyle insanýn kalbinde zuhur eden bilgidir. Kulun, bu seviyeye ula­þabilmesi için iman, âmel ve ahlâk bakýmýndan saðlam bir altyapýya sahip olmasý gerekir. Kesbî bilgi, "tasav­vura ve tasavvurlarýn düþünülebilenlerin (ma'kûlât) ve hissedilebilenlerin (mahsûsât) tecrübesine dayalý zihnî çaba ve araþtýrmalara" dayanan bilgidir. Attas'a göre kesbî bilginin, vehbî bilginin rehberliðine ihtiyacý vardýr. [807]

Gazzali, ilimleri aklî ve þer'î diye iki kýsma ayýr­makta, aklî ilimleri, zarurî ve iktisabý diye ikiye tak­sim etmektedir. Ýktisabî ilimleri de dünyevî-uhrevî olmak üzere iki grupta incelemektedir. [808] Gazzalinin, ilmi deðiþik açýdan baþka tasnifleri de vardýr. Meselâ, bir tasnifinde bilgiyi, evveliyat, müþâhedât-ý bâtýniyye, mahsûsât-ý zahire, tecrübiyyât, ma'lûmât bi't-tevâtür, meþhûrât ve vehmiyyât olmak üzere yedi kýsýmda ince­lemektedir. [809] O, ilimleri dinî ve lâdinî diye ikiye ayýr­manýn doðru olmadýðýna iþaret eder, "þer'î ilimlerin ço­ðunda aklîlik bulunduðu gibi, aklî ilimlerin çoðunun da þeriat bakýmýndan bir sakýncasý olmadýðýný" belirtir. [810] Gazzall, iki çeþit bilgiyi benimser:

1- Varlýkla­rýn zahirî, yani dýþ görünüþleriyle ilgili bilgi. Bu bilgi­ye akýl ve duyu organlarýnýn yardýmiyle ulaþýlýr.

2- Varlýklarýn özüyle ilgili bilgi. Buna da ilham ve keþf yoluyla ulaþýlýr. [811]

 C- Bilginin Kaynaðý ( Bilgi Edinme Yollarý)

 Bilginin kaynaðý ile ilgili tasnifler de vardýr. Bazý eserlerde bu tasnifler "bilgi edinme yollarý" adý altýnda yapýlmaktadýr. Böyle bir baþlýðý kullananlar bilginin nihâî kaynaðýnýn Allah olduðunu düþüne­rek kullanmýþ olabilirler. [812] Bazýlarý ise "esbâb-ý ilim"; ifadesini kullanmaktadýr.

Sâbûnî, bilgi edinme yollarýný üçe ayýrýyor:

1- Duyular,

2- Doðru haber,

3- Akýl Akýl yoluyla elde edilen bilgiyi zarurî (bedihî) ve istidlali diye iki ký­sýmda inceliyor. [813]

Hilmi Ziya Ülkenin belirttiðine göre Ýbn Arabî kaynaðý veya geliþ yolu itibariyle ilmi üçe ayýrmakta­dýr:

1- Akýl ilimleri: Bu ilim medrese ulemâsýna vergi­dir.

2-  Tasavvuft hallerin ilmi: Peygamberlere vergi­dir; iç tecrübeyle elde edilir.

3- Esrar ilmi: Gizli (esoterique) hakikatlere aittir; gaybî ilimlere karþýlýktýr. Bütün insan bilgisinin amacý bu noktaya ulaþmaktýr. [814]

Farâbî'ye göre de bilgi elde etme yolu üçtür: Bi­rincisi duyuÝar, ikincisi akýl (intellect), üçüncüsü de na­zar (speculation)dýr. Ýlk ikisi ile doðrudan, vasýtasýz bilgi elde edilirken, üçüncüsü ile vasýtalý ve speculatif bilgi kazanýlýr. [815] Farâbî bilginin deðerini konusunun þerefine, kanýtýnýn kuvvetine ve temin edeceði faydaya baðlamaktadýr. Faydasý nedeniyle þer'î ilimler, kanýtý­nýn kuvveti nedeniyle geometri ve mantýk, konusunun þerefi nedeniyle de yýldýzlar ilmi erdemli ilimlerdir. Ona göre ilâhî ilimde bu üç özellik bir arada bulun­maktadýr. [816]

Kur'ân-ý Kerim’de iki âyet vardýr ki, bu âyetlerde þöyle buyurulmaktadýr;

"Allah sekiz çift hayvan yarat­mýþtýr: Koyundan iki ve keçiden iki; de ki: "iki erkeði mi yoksa iki diþiyi mi veya o iki diþinin rahimlerinde bulunan yavrularý mý haram kýlmýþtýr? Doðru sözlü iseniz bana bilgiye dayanarak cevap verin." Deveden iki, sýðýrdan iki yaratmýþtýr; de ki: Ýki erkeði mi yoksa iki diþiyi mi veya o iki diþinin rahimlerinde bulunan yavrularýný mý haram kýlmýþtýr? Yoksa Allah size bun­larý buyururken orada mý idiniz?" Ýnsanlarý, bilmedik­lerinden sapýtmak için Allah'a karþý yalan uyduran­dan daha zâlim kimdir? Allah, zâlim milleti doðru yo­la eriþtirmez." [817]

Elmaî, bu âyetlere dayanarak üç türlü bilgi kay­naðýndan bahsetmektedir:

1- Akýl yolu: Burada mantýklý bir þekilde haramlýk yolu özetlenmektedir.

2- Vahiy yolu: Burada yasak (haram) deðiþmemiþ naklî bilgi ile bildirilmektedir.

3- Duyu yolu: Haram konurken, orada olayýn du­yu organlarýndan biri olan gözle görülmesi. [818]

Yukarda, Sâbûnî'nin de ayný yollarý sýraladýðýný görmüþtük. Bu görüþe Ömer et-Taftazânî ile Ebu Mansûr el-Mâtürtdî'yi de eklemeliyiz. [819]

Hüseyin Atay, Bakara sûresinin 151. âyetine da­yanarak bilgi edinme yollarýnýn duyular, akýl ve vahiyden ibaret olduðu sonucuna ulaþýyor. Bu âyetin meali þöyledir:

"Nitekim biz size, âyetlerimizi okuyacak, sizi her kötülükten arýtacak, size kitabý ve hikmeti öðrete­cek ve bilmediklerinizi bildirecek aranýzdan, bir pey­gamber gönderdik." [820]

Atay'di göre âyetlerin anlatýl­masý ve açýklanmasý duyularý, kitap ve hikmetin öðre­tilmesi aklý, bilinmeyenlerin bildirilmesi de vahyi akla getirmektedir. [821]

Kelâmla ilgili kitaplarda bilgi edinme yollarý akýl, his ve haber-i sadýk olarak sýralanýrken keþf ve ilha­ma yer verilmemiþtir. [822] Felsefe ise duyu, akýl ve sezgi­yi esas almýþtýr. [823]

Gerek Kur'ân-ý Kerim'den yaptýðýmýz tesbitlere dayanarak ve gerekse yukarda verdiðimiz bilgileri bir­leþtirerek Kur'ân'da bilgi edinme yollarýnýn duyular, akýl, sezgi (keþf ve ilham), rüya ve vahiyden ibaret ol­duðunu söyleyebiliriz.

Bunlarý maddeler halinde açýklamaya çalýþalým:

 a- Duyular

 Duyularýmýz, dünyaya açýlan pencerelerimizdir. Onlar olmadan dýþ dünyayý tanýmamýz mümkün deðil­dir. Bir an için bütün duyularýmýzý kaybettiðimizi dü­þünürsek konunun önemini daha iyi kavrarýz sanýrým. Tatma duyumuzun dümûra uðradýðý bir hayatýn ne an­lamý kalýr? Görme duyumuz olmasa çevremizde oluþan renk cümbüþünü nasýl kavrar, içinde yaþadýðýmýz dünyamýzý nasýl tanýmlarýz? Körün fili tarifi gibi deðil mi? Her duyunun kendine has bir dünyasý olduðu kabul edilir. [824] Bu dünyalarý yýkývermek veya meçhuller âlemi haline getirmek bize neye mal olur? Düþünmesi bile sýkýcý.

Duyular, çevresiyle devamlý iliþki içinde bulu­nan insanýn istihbarat elemanlarýdýr. Ancak onlarýn bi­ze verdiði bilgilerle hayata uyum saðlayabiliriz. Dýþý­mýzda mevcut olan varlýk ve olaylarý onlar sayesinde algýlayabilir, tepkilerimizi onlar sayesinde organize edebiliriz.

"Duyular hafýzanýn en sâdýk kýlavuzlarýdýr" diyen Comeniusa göre görülen, duyulan ve tadýlan þeyler hafýzaya saðlam bir þekilde yerleþir ve oradan bir daha çýkmaz. [825] Pestalozzi de ayný konuya dikkat çekerek diyor ki:

"Bir nesnenin varlýðýný ya da görünüþlerini arayýp taramada ne kadar çok duyu organlarýný hare­kete geçirirsen, o nesne hakkýndaki bilgin o nisbette daha doðru olacaktýr." [826]

Unutulmamalýdýr ki, duyu organlarýnýn pasif bir çalýþmasý da dýþ dünyayý tanýmak için yeterli deðildir. Öyle zamanlar olur ki, bakar fakat görmeyiz, dinler fa­kat iþitmeyiz. [827] O halde iþ sadece bakmak, sadece din­lemek deðil, baktýðýný görmek, dinlediðini duymaktýr. Bu ise saðlýklý bir algýnýn, mükemmel bir yorumun varlýðýný aklýmýza getirir. Aksi halde hayvanlardan ne farkýmýz kalýr. Çünkü onlar da bakmakta, onlar da görmektedir. Ýnsanla hayvan arasýndaki büyük fark duyumlarýn saðlýklý biçimde yorumlanmasýdýr. Bu yo­rumu yapamayan insan, insanlýk vasfýný kaybeder, hayvanlar seviyesine düþer. Kur'ân, bunlar için

"Andolsun ki, cehennem için de birçok cin ve insan yarat­týk; onlarýn kalbleri vardýr ama anlamazlar; gözleri vardýr ama görmezler; kulaklarý vardýr ama iþitmez­ler. Ýþte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da sapýktýr­lar. Ýþte bunlar gafillerdir” [828] buyuruyor. Neden daha da sapýktýrlar? Çünkü hayvandan farklý olarak kendi­lerine bir yorum gücü verilmiþ olmasýna raðmen bu önemli yeteneði saðlýklý biçimde kullanmamýþlardýr.

J.J. Rousseauya göre duyulan çalýþtýrmak, onlarý kullanmak demek deðildir; onlarý kullanmak demek, ölçmeyi, hesap etmeyi, tartmayý, karþýlaþtýrmayý ve muhakeme etmeyi öðrenmektir, öðretmektir. Bakmak ve takdir etmek kabiliyetini, emin ve çevik bir ele sa­hip olmayý, büyüklükler ve þekiller arasýndaki gerçek nisbetleri tanýmayý öðretmek gerekir. [829]

Demek ki eþya ve olaylara bakmak yeterli deðil­dir. Hiçbir ön yargýya, þartlanmýþlýða mahkum olma­dan eþya ve olaylara özgürce bakmak gereklidir. Ken­dilerinin veya baþkalarýnýn tutsaðý olan insanlar gör­mek istedikleri þeyleri arar, aradýklarý þeyleri görürler. Kur'ân eðitiminin böyle çýkmazýna rastlamadým. O, kâinatýn, olduðu gibi, bütün hârikalarýyla tanýnmasýný istiyor. Ýstiyor, çünkü oradan mutlak gerçekliðe ulaþý­lacaðýný biliyor. Kur'ân biliyor ki, evreni, hatta kendim keþfedemeyen insan, Allah'ý keþfedemez. Ona göre in­san için en önemli mesele kendisini ve çevresini taný­masýdýr. Bu da bütün kemâliyle bakmak, görmek; din­lemek ve duymakla mümkündür. Bir ressam gibi bak­mak, bir müzisyen gibi dinlemek.

Adler, "Bir kimseyi tanýyabilmek için onun dýþ dünyaya hangi organý ile açýk olduðunu anlamamýz ge­rekir" [830] diyor.

Duyular genelde beþ olarak bilinir. Aslýnda bilim adamlarý, bunlarý ona kadar çýkarmaktadýr. Görme, iþitme, tad, koku, dokunma duyusu. Bilim adamlarý deri duyusunu bir deðil, dokunma, sýcak, soðuk ve aðrý olarak dört adet kabul etmiþlerdir. Bu sekiz duyuya, kendilerine "proprioseptif' duyular adý verilen knestetik ve vestibüler duyularý eklediðimiz zaman duyularý­mýzýn toplam sayýsýnýn ona ulaþtýðýný görürüz. [831]

Mekanizma nasýl çalýþýr kýsaca buna da göz at­makta fayda vardýr. Her duyu "receptor" adý verilen bir hücre grubuna sahiptir. Bu hücre grubuna "alýcý" da denir. Bunlar çevremizdeki bazý deðiþik enerji türleri­ne duyarlýk gösterecek þekilde özelleþmiþlerdir. Görme ve koklama duyularýnýn alýcýlarý sinir hücrelerinden, tad, iþitme, vestibiller ve diðer deri duyularýnýn alýcýla­rý da deri hücresinden oluþmuþtur.

Her alýcý bir lif aracýlýðý ile sinir hücrelerine bað­lanmýþtýr. Çoðunlukla birden fazla alýcý ile baðlantý ku­ran sinir lifi, "genellikle de fazla baðlantý yapmadan si­nir sistemine girer. Ancak alýcýlarý aslýnda beynin bir parçasý olan koku ve görmede lifler beyne sinir akýmý (impulse) göndermeden önce duyu organlarýndaki diðer sinir hücreleriyle baðlantý kurar." [832]

Morgan'a göre bir alýcý uyarýldýðý zaman iki olay hýzla birbirini izler: "

1- Uyarýcý enerji, jeneratör potan­siyeli (generator potantial) adý verilen elektrik enerjisi­ne dönüþür...

2- Alýcý hücredeki jenaratör potansiyeli yeterince yüksek düzeyde olduðu takdirde sinir hücresi ile baðlantýlý sinir lifinde sinir akýmýný baþlatýr... Sinir akýmý, sinir sisteminde lif boyunca ilerler ve çeþitli si­nir hücrelerindeki aktarýlmalardan sonra beyin kabu­ðuna (cerebral cortex) gelir." [833]

Her alýcý, bir duyusal þifreye sahiptir. "Bu þifre alýcýnýn uyarýlmasýndan doðan yaþantýnýn niteliðini belirler." [834]

Yukarda bahsettiðimiz jeneratör potansiyeli, yani elektrik enerjisi uyarýcýnýn þiddetiyle doðru orantýlýdýr. Sinir akýmýnýn oluþmasý için bu jeneratör potansiyeli­nin belli bir düzeye gelmesi gerekir. Buna mutlak eþik adý verilir. Daha þiddetli bir uyarýcý, daha büyük bir enerji, bu da beyne giden daha fazla sayýda sinir akýmý demektir. Bu da bizi þu sonuca götürür:

Bir uyarýcý ne kadar sayýda sinir akýmýnýn beyne gitmesine yol açý­yorsa o kadar þiddetli algýlanýyor demektir. [835]

Ýnsanýn ayýrdedebileceði sinir akýmý sayýsýnýn belli sýnýrý vardýr. "Bunun sonucu olarak, þiddet farklarýný ayýrdedebilme de sýnýrlýdýr." Bu sýnýra "fark eþiði" (differantial threshold) adý verilir. [836] Bütün alýcýlar farklý uyum yapma özelliðine sahiptirler.

Sinir uçlarýnýn ve sinirlerin bir uyarýcý sonucunda harekete geçmesi, uyarýcýnýn vibrasyonuna uygun, ben­zer ve eþdeðer titreþimler (senkranizasyon) göstermesi olayýna "uyarýlma" denir. [837] Uyarýlmada uyarýcýnýn þiddeti, sinir liflerinin incelik veya kalýnlýðý rol oynar.

Uyarýcýlar vasýtasiyle meydana getirilen sinir akýmlarý özelliklerine göre beyindeki ilgili bölgelere ile­tilir. Burada duyulur ve anlaþýlýrlar. Beyne gelen bu akýmlarýn ilgili merkez ve bölgeler tarafýndan alýna­rak, neye ait olduklarýnýn anlaþýlmasýna da "duyum" adý verilir. [838] Bunun için ilgili beyin merkezlerinin, ta­þýyýcý sinirlerin ve duyu organlarýnýn saðlýklý olmasý gerekir.

Kur'ân-ý Kerim'de "Allah sizi annelerinizin kar­nýndan bir þey bilmediðiniz halde çýkarmýþ, size kulak, göz ve kalb vermiþtir" [839] buyurulmuþtur. Bu âyet bi­ze insan bilgisinin sonradan kazanýldýðýný, göz, kulak ve kalbin de bilgi edinme vasýtalarý olduðunu anlat­maktadýr. Bu organlar sýradan, refleks ve içgüdülerin sorumsuz elemanlarý da deðildirler. Kendilerine göre hayatî iþlevleri ve bu iþlevleri yerine getirirken sorum­luluklarý vardýr. Bir baþka âyette þöyle buyurulur:

"Bilmediðin þeyin ardýna düþme; doðrusu kulak, göz ve kalb, bunlarýn hepsi o þeyden sorumlu olur. " [840]

Duyu organlarýmýz bizim için bir imtihan sebebidir. Onlar, görevlerini ne kadar verimli yaparlar, bize gerçek duyumlar saðlayabilirlerse imtihaný kazanmamýz o kadar kolaylaþýr. Onlarý kullanamadýðýmýz veya yanlýþ yolda kullandýðýmýz takdirde sýnavý kaybederiz. Ýnsan için buyuruluyor ki:

"Onu imtihan edelim diye, kendisini iþitir ve görür kýldýk. Þüphesiz biz ona doðru yolu gösterdik. Ýster þükredici olsun ister nankör." [841]

Muhammed Kutup, "Hiçbir maddî güç, duyu or­ganlarýndan ve organlarýn idrâk ettiklerinden, Ýslâm'ýn yaptýðýndan daha fazla faydalanmaða gücü yettiðini iddia edemez" diyor. [842] Kur'ân, duyu organlarýnýn idrâk ettikleriyle insan kalbini devamlý beslemiþ, terbi­ye etmiþ kalble duyular arasýnda devamlý ve sarsýlmaz bir bað kurmuþtur. Duyularýndan yeterince ve saðlýklý biçimde yararlanmayanlarýn düþünemeyeceklerini, salim düþünebilmek için duyulardan yararlanmanýn gerektiðini vurgulayan Kur'ân-ý Kerim'de þöyle buyu­rulur:

"Ýnkâr edenlerin durumu, çaðýrma ve baðýrma­dan baþkasýný duymayarak haykýran gibidir. Saðýrdýr­lar; dilsizdirler; kördürler; bu yüzden akledemezler." [843]

A'râf sûresinde duyularýný kullanarak doðruyu bulamayan insanlar zemmediliyor:

"Onlarý doðru yola çaðýrsanýz duymazlar. Sana baktýklarýný görürsün, oy­sa görmezler. " [844]

Kur'ân'ýn duyulara atfettiði önem biraz da duyula­rýn verdiði bilginin niteliðine baðlýdýr. Her zaman ifade ettiðimiz gibi daima insan gerçeðinden yola çýkan bu kitap, insaný aklýn soyut verileriyle baþbaþa býrakmaz, soyut bilgileri duyulardan gelen müþahhas bilgilerle takviye eder. Bir peygamber olmasýna, kalbiyle de inanmýþ bulunmasýna raðmen Hz. Ýbrahim'in "görmek istemesini" baþka ne ile izah edebiliriz? Mücerred veri­lere karþý vurdumduymaz olan insanýn, müþahhas bil­giler karþýsýnda hiç itiraza mecali yoktur. Bakýnýz Kur'ân, bu gerçeði nasýl ifade ediyor:

"Kesin olarak bi­liyoruz ki, onlarýn söyledikleri seni gerçekten üzüyor. Doðrusu onlar, seni yalanlamýyorlar, ancak zâlimler, Allah'ýn âyetlerini inkâr ediyorlar." [845]

Mevdûdî bu âyeti özet olarak þöyle yorumluyor:

"Yalancý olarak reddettikleri sen deðilsin; onlar bizim mesajýmýzý red­dediyorlar; biz herþeye sabreder ve onlara süre üstüne süre verirken, sen ne diye kaygýlanýrsýn?" [846] Peki, ne­den peygamber deðil de Allah'ýn âyetleri?

Bilim adamlarý, görme ve iþitme duyularýný "yük­sek duyular", bunun dýþýndaki duyulan ise "alt duyu­lar" olarak kabul etmiþlerdir. [847] Neden? Çünkü en önemli duyularýmýz görme ve iþitme duyularýmýzdýr. [848] Günlük hayatýmýzda en çok bu duyularýmýzý kullanýrýz. Adolph W. Aleck, görme ve iþitme duyularýnýn düzenli, örgün eðitimdeki önemine iþaret ettikten sonra þunlarý söylüyor:

"Ýþitme ve görme bozukluðu ile birlikte, çok defa, sakýncalý zihin yönelimleri de görülü­yor. Bunlar çok defa zararlý engellemelere temel olur iyi iþitmeyen çocuklar, bazan normal toplum yönelim­leri geliþtirmek fýrsatýndan yoksun býrakýlýr, insanlar, bu çocuklara, haksýz yere, aptal gözüyle bakar. Çocuk iyi iþitmediði ya da iyi görmediðinden, geliþmesi kösteklenebilir." [849]

Yapýlan çalýþmalar görsel ve iþitsel araçlarýn daha çok ilgi uyandýrdýðýný, öðrenmeyi arttýrdýðýný göster­miþtir. Öðretimde en yüksek verim görsel ve iþitsel araçlar vasýtasiyle elde edilmiþtir. Bu bulgudan hare­ket eden eðitimciler eðitim-öðretim faaliyetlerinde, sesli-sessiz sinema filmleri, radyo, projeksiyon araçlarý, levhalar, haritalar, modeller, örnekler, gösteri tecrübe­leri, resimler, san'at galerileri, müze ve benzeri iþitsel ve görsel materyaller kullanmayý önermiþlerdir. [850]

Görme ve iþitme duyularý arasýnda bilim adamlarý gözü tercih etmiþlerdir. Meselâ, Gazzalî'ye göre duyu organlarýnýn en önemlisi görme duyuþudur. Çünkü en kuvvetli duyudur; bilgi ve idrâklerinin oluþmasýnda en büyük rolü o oynamaktadýr. [851] O, görme duyusu baký­mýndan eþyayý üçe ayýrmýþtýr:

1- Kendisi görünmeyenler; karanlýk cisimler bu kategoridedir;                                                     

2- Kendisi görünen fakat kendisi vasýtasiyle baþ­kasý görünmeyenler; yýldýzlar bu kategoriye girerler.

3- Hem kendisi görünen, hem de kendileri vasýta­siyle baþkalarý görünenler; güneþ, ay vb, bu kategoriye girmektedir. [852]

Duyu organlarýnýn dünyayý algýlamadaki önemi üzerinde duran Adler, "Bunlar içinde en önemlisi göz­dür" diyor. Çünkü insan en çok göz vasýtasiyle dýþ dünyadan haberdar olmakta, gerekli tecrübeleri onun­la saðlamaktadýr. Diðer duyulara oranla görsel algýlar­da süreklilik daha çok dikkat çekmektedir. [853]

Garrett, görme algýsý alanýnýn iþitme algýsý alaný­na göre daha geniþ olduðunu söylemektedir. [854] "Gör­me alaný'nýn bu öneminin pedagojik bakýmdan büyük bir fikir telkin ettiðini ifade eden Mustafa Þekib Tunç, gözü, zekânýn "en zengin ve aydýn öncüsü" olarak nite­lemektedir. [855]

Morgan, Psikolojiye Giriþ adlý eserinde "Ýnsanlar dünyayý tüm duyu organlarý (sense organ) yoluyla algý­larlar; dolayýsýyle görsel algý, iþitsel algý ve diðerleri gi­bi her duyuma iliþkin algýlarý vardýr. Ancak, normal hallerde en büyük aðýrlýðý görsel algýlar taþýr" [856] di­yor.

Hz. Ýbrahim'den sonra Hz. Musa'nýn görme [857] arzusu, görmenin diðer duyular yanýndaki yerine iþa­ret ediyor. Edindiðimiz bütün bilgilerden sonra görüyo­ruz ki, insanlarda egemen olan en büyük tutku görme tutkusudur.

Göz, 390-760 milimikron (bir milimetrenin mil­yonda biri) boyunda olan dalgalarý alabilecek duyarlý­lýktadýr. Bunlarýn altýnda veya üstünde olan dalgalarý göremez. [858]

Kulaðýn da göz gibi yetenekleri sýnýrlýdýr. Her tit­reþimi alamaz. Ses dalgalarýnýn frekanslarý binlerce Hz. olabilir. Kulaðýn iþitebileceði frekanslar ise 20-2000 Hz. arasýndadýr. Kulak, bu rakamlarýn altýndaki veya üstündeki frekanslarý iþitemez. [859] Bazýlarý kula­ðýn saniyede 16 titreþimi alabileceðini kaydetmiþtir.

Kur'ân-ý Kerim'de ençok yer verilen duyular, gör­me ve iþitme duyularýdýr. Bunlarý bazan ayrý ayrý, bazan ikisini birlikte, bazan da kalble beraber üçünü birarada kullanmaktadýr. Bunlardan örnekler vermede yarar var sanýrým.

 1- Görme Duyusu Ýle Ýlgili Âyetler:

 "O, gökten su indirendir. Her bitkiyi onunla bitir­dik; ondan bitirdiðimiz yeþilden,-birbirine benzeyen ve benzemeyen-yýðýn yýðýn taneler, hurmalarýn tomur­cuklarýndan sarkan salkýmlar, üzüm baðlarý, zeytin ve nar çýkardýk. Ürün verdiklerinde ürünlerine, olgunlaþ­malarýna bir bakýn. Bunlarda, inananlar için þüphesiz deliller vardýr." [860]

Burada Kur'ân'ýn istediði bakýþ mânâsýz, sýradan bir bakýþ olmayýp, bilinçli, öðrenmeye yönelik bir bakýþtýr.

"Rabbinin gölgeyi nasýl uzattýðýný görmez misin? Ýsteseydi onu durdururdu. Sonra biz, güneþi ona delil kýlýp yavaþ yavaþ kendimize çekmiþizdir," [861]

"Tanrýlarýmýz üzerinde direnmeseydik, doðrusu neredeyse bizi onlardan uzaklaþtýracaktý" derler. Aza­bý gördükleri zaman, kimin yolunun sapýk olduðunu bileceklerdir.” [862]

Bu âyette duyduklarýna itibar etme­yen insanlarýn gördükleri zaman öðrenecekleri ifade edilmektedir.

"Mûsâ, tayin ettiðimiz vakitte gelip Rabbi onunla konuþunca, Mûsâ, "Rabbim, bana kendini göster, sana bakayým" dedi. Allah, "sen beni asla göremezsin ama daða bak, eðer o yerinde kalýrsa sen de beni görecek­sin" buyurdu. Rabbi'daða tecellî edince onu yerle bir etti ve Mûsâ da baygýn düþtü. Aydýnca, "Ya Rabbi, münezzehsin, sana tevbe ettim, ben inananlarýn ilkiyim" [863]

Bu âyetten ilk bakýþta üç önemli þey öðreniyoruz:

1- Bilgisel doyumun en ideal olaný gözle görmektir.

2- Görme duyusu sýnýrlý bir duyudur.

3- Sýnýrlý duyularý­mýzla herþeyi algýlamaya kalkmamalýyýz.

Aþaðýdaki âyetler görerek öðrenmeye iþaret eden önemli örneklerdir:

"Ýnsan, yiyeceðine bir baksýn.” [864]

"Öyleyse insan neden yaratýldýðýna bir baksýn." [865]

Baksýn çünkü oradan öðreneceði çok þeyler var.

"On­lar, üstlerindeki göðü nasýl yapmýþýz, süslemiþiz bir bakmazlar mý? Onda hiçbir çatlak da yoktur." [866]

Bu âyetlerin sayýsýný daha da arttýrmak mümkündür.

 2- Ýþitme Duyusu Ýle Ýlgili Âyetler:

 Bilgi elde etme yollarýndan biri de dinlemektir. Kur'ân-ý Kerim'de dinleyen, duyduklarý üzerinde düþü­nerek doðruyu bulabilen insanlar övülmektedir.

"On­lar ki, sözü dinlerler ve onun en güzeline uyarlar, iþte onlar Allah'ýn kendilerini doðru yola ilettiði kimseler­dir ve onlar, akl-ý selim sahipleridir." [867]

Ayet-i keri­mede övülen, takdir edilen kimselerin özelliklerini sý­ralayacak olursak þunlarý söyleyebiliriz:

1- Bahse konu olan insanlar kendilerine söylenen­leri kemâl-i ciddiyetle dinlemektedirler.

2- Duyduklarý þeyleri birbirleriyle karþýlaþtýrmaktadýrlar.

3- Bu kar­þýlaþtýrma sonunda en güzel sözü bulmakta ve ona uy­maktadýrlar. Bunlar doðruyu bulmuþ, akýllý kimselerdir. Ayette zihnî bir süreçle karþý karþýyayýz. Bu süre­cin ilk þartý da dinlemektir. Sonra mukayese ve sonra hüküm. Tabi, bunlarýn hepsi aklýn rehberliðinde cere­yan etmektedir. Bütün kötülüklerin cehaletten, bilgisizlikten kaynaklandýðýný bilen Yüce Allah, Kur'ân aracýlýðý ile önce bu cehaleti ortadan kaldýrmak istiyor. Bunun yollarýndan birinin de dinlemek olduðunu gös­teriyor.

"Eðer müþriklerden biri aman dilerse ona aman ver. Tâ ki Allah'ýn kelâmýný dinlesin. Sonra onu emin olduðu yere kadar gönder. Çünkü bunlar hakika­ten bilmez bir kavimdir." [868]

Câhil bir kavmin, içine düþtüðü çýkmazdan kurtulabilmesi için bilgilenmesi, bunun için de dinlemesi gerekiyor. Allah, bunun ta­hakkuku için bizzat Peygamberine emir veriyor:

"Bý­rak dinlesinler..."

Rasûlullah (s.a.), her güzel iþte olduðu gibi bu ko­nuda da örnek davranýþlar sergiliyordu. Ýyi bir dinleyi­ci idi. Onun bu hali bazan muarýzlarýný rahatsýz eder, bundan dolayý peygamberi incitirlerdi. Konu ile ilgili olarak þöyle buyuruluyor:

"Yine içlerinden öyleleri var­dýr ki, peygamberi incitiyorlar ve "O her söyleneni din­leyen bir kulaktýr" diyorlar. De ki: "Sizin için bir hayýr kulaðýdýr. Allah'a inanýr, müminlere inanýr. Ve iman edenleriniz için bir rahmettir." Allah'ýn rasûlünü inci­tenler için ise acýklý bir azap vardýr." [869]

Ayet, münafýklarýn, peygamber için, "O saf bir adam. Herkes ona yaklaþýp dilediðini söylüyor; o da her duyduðuna inanýyor" þeklindeki sözlerine cevap veriyor:

O, sizin zannettiðiniz veya tavsif ettiðiniz gibi olur olmaz herþeyi dinleyen saf birisi deðildir, O, hayýr kulaðýdýr. Ýnsanlar için hayýrlý olan þeyleri dinler. Herkesi dinler belki ama müminlere inanýr. Sözün en doðru ve en güzelini seçer.

Ýnsanlarý yöneten, onlara yön verme durumunda olan bir kimsenin saðlýklý bilgiler edinmesi kadar tabiî ne olabilir? Bu da ancak herkesi dinlemekle mümkün­dür. Herkesi dinlemek, herkesin etkisi altýnda kalmak demek de deðildir. Doðru karar vermenin en güzel yolu herkesi dinlemektir. Bugünkü modern dünya çoðulcu­luk adýna bu savaþý vermiyor mu?

Kur'ân-ý Kerim, duyularýný saðlýklý biçimde kulla­namayan kimseleri "ölüler" olarak da nitelendiriyor.

"Ancak iþitmesi olanlar davete icabet ederler. Ölülere gelince, onlarý Allah diriltir; sonra hepsi onun huzuru­na çýkarýlýrlar.” [870]

Ýþitmesi olmayanlar, yani içtenlik­le dinlemeyenler davete icabet etmezler. Çünkü bunlar aynen ölü gibidirler. Ölü için nasýl bir tepki sözkonusu deðilse, dinlemeyen, duymayan kimse için de olumlu ve normal bir tepki sözkonusu deðildir.

Kur'ân eðitiminde, Kur'ân'ý dinlemenin özel bir önemi vardýr. Çünkü esas odur, ölçü odur. Kur'ân'ý bir altyapýya dayanmayan bilgiler insanlar ve insanlýk için zararlý da olabilir. Dünyamýz bugün bunun acý ve taze örneklerini yaþamaktadýr. Bu itibarla bugün Ýslâm entellektualizminin en büyük hedef ve görevi bil­ginin Ýslâmîleþtirilmesidir. Kötüye kullanýlan bilgi, ha­yatý zehir eden korkunç bir silaha dönüþebilir.

Allah, Kur'ân'da þöyle buyurmaktadýr:

"Kur'ân okunduðu zaman hemen onu dinleyin ve susun. Umu­lur ki, merhamet edilirsiniz." [871]

Ýþitmedikleri, özü kavrayamadýklarý ve kabullenemedikleri halde kendi kendilerini aldatarak "iþittik" diyen insanlar az deðildir. Kur'ân, bu insanlara dikkat çekerek onlar gibi olmamayý öðütlüyor. Allah buyuru­yor ki: "Ýþitmedikleri halde "iþittik" diyenler gibi olmayýn.” [872]

Çünkü böyle bir davranýþ insanýn hem baþka­larýný, hem kendisini aldatmasý demektir. Eskilerin "cehl-i mürekkep" dedikleri hal bu olmalýdýr. Bu du­rumda olan insanlar, bilmeyen ama bilmediðini de bil­meyen kimselerdir.

Âyette, hakký, kulaklarý ile duyduklarý halde onu kabul etmeyen, ona inanmayan münafýklarýn durumu ifade edilmektedir. Ayetin devamýnda bu kimseler, "yerde debelenenlerin en kötüsü", aklýný kullanmayan, saðýr ve dilsiz olarak tanýtýlmaktadýr.

Kur'ân, âyetlerin yol gösterici olabilmesi için bir­takým þartlarý öngörmüþtür. Bunlardan biri de dinle­mektir. Dinleyen insan âyetlerden yararlanabilir. Din­lemeyen kimseler için hiçbir âyetin anlamý ve yararý yoktur. [873]

 3- Kulak, Göz Ve Kalbi Bir Arada Zikreden Âyetler:

 Kur'ân, doðru yorumlanmayan duyumu, normal duyum olarak kabul etmez. Bir duyum doðru yorumlanmýþsa Kur'ân için bir anlamý vardýr. Bunun için alýnan duyumlarýn kalbe uluþmasý, onun imbiðinden geçmesi gerekir. Meselâ bir âyette þöyle buyurulmaktadýr:

"Ýçlerinden, sana bakanlar da var. Fakat basiretleri de yokken körlere sen mi hidâyet edecek­sin." [874]

Ayetten anladýðýmýza göre bir þeyin hakikati­ni görmek, ona inanmayý, onu kabul etmeyi gerektirir. Bu da basiret yani kalb gözüyle mümkündür. Kalb gö­züyle bakmayan insanlar, Kur'ân'ýn anladýðý mânâda görmüþ sayýlmazlar. Bu âyeti baþka bir âyet þöyle tav­zih etmektedir:

"Yeryüzünde dolaþmýyorlar mý ki, ora­da olanlarý akledecek kalbleri, iþitecek kulaklarý olsun. Ama yalnýz gözler kör olmaz, fakat göðüslerde olan kalbler de körleþir." [875]

Duyularýn deðerlendirilmesinde kalbe büyük rol veren Kur'ân-ý Kerim, birçok âyette kalbi görme ve iþitme duyusuyla bir arada zikretmektedir. Ýnsanýn ya­ratýlýþ sürecinden bahseden bir âyette þöyle buyuruluyor:

"Sonra onu düzeltip içine ruhundan üfledi ve sizin için kulaklar, gözler ve kalbler yaptý. Siz pek az þükrediyorsunuz." [876]

Ayette insanlarýn az þükrettikleri, çok þükretmeleri gerektiði vurgulanýyor. Çünkü kendileri­ne verilen bu üç nimet o kadar önemlidir ki, bunlarý verdiði için Allah'a çok çok þükretmek gerekir. Bir baþ­ka âyet ise þöyle: "Halbuki sizin için o kulaðý, o gözle­ri, o gönülleri yaratan odur. Ne az þükredersiniz." [877]

Ýnsanlara verilen göz, kulak ve kalb gibi yetilerin gereðince kullanýlmamasý hoþ karþýlanmaz. Hatta böy­le insanlar hayvan mesabesine veya daha aþaðýlara in­dirilerek, onlarýn kötü geleceklerine iþaret edilir. Ör­nek: "Andolsun ki, cin ve insanlardan birçoðunu ce­hennem için yarattýk. Onlarýn kalbleri vardýr onunla (gerçeði) anlamazlar; gözleri vardýr onlarla görmezler; ve kulaklarý vardýr onlarla iþitmezler, iþte bunlar hay­vanlar gibidirler. Hatta daha da aþaðýdýrlar. Ýþte bunlar gafillerin ta kendileridir." [878]

Bu yetilerini ge­rektiði gibi kullanmayan insanlar bazý âyetlerde ölü, saðýr ve kör olarak tavsif edilirler. Örnek: "Þüphesiz sen ölülere duyuramazsýn. Arkalarýna dönmüþ kaçar­larken saðýrlara da daveti iþittiremezsin. Sen o körleri sapýklýklarýndan hidâyete erdirecek de deðilsin. Sen ancak, âyetlerimize iman edeceklere iþittirsin de onlar müslüman olurlar." [879]

Allah, bunca bilgi ve belge karþýsýnda kendisine inanmayan insanlarý, organik olarak görüyor olsalar bile, "görür" ve "iþitir" kabul etmemektedir. Modern pedagojide de insanýn tavýr ve davranýþýnda bir deði­þikliðe yol açmayan öðrenmeler öðrenme kabul edilmemektedir. [880] Eðitimin bir niteliði de bireyi, duyuþ, dü­þünüþ ve tavýr yönünden deðiþtirme süreci olmasýdýr. Tabi bu deðiþikliðin olumlu yönde teþekkül etmesi lazýmdýr. [881] Böyle olumlu bir deðiþmeye yanaþmayan kimseler için þöyle buyuruluyor:

"Onlar, öyle kimseler­dir ki, Allah, kalblerini, kulaklarýný ve gözlerini mühürlemiþtir. Gaflet içinde olanlar da iþte bunlar­dýr." [882]

"Onlar, saðýrdýrlar, dilsizdirler, kördüler; (Hakka da) dönmezler." [883]

"Yoksa onlarýn çoðunu iþitirler veya akýl ederler mi zannediyorsun? Onlar baþka delil, hayvanlar gibidirler. Hatta gidiþçe daha sapýk­týrlar." [884]

"O halde sen mi iþittireceksin o saðýrlara? Yahut sen mi hidâyet edeceksin o körlere ve açýk bir sa­pýklýk içinde bulunanlara? " [885]

Gazzalî, bilgi kaynaðý olarak insanda ilk defa du­yularýn teþekkül ettiðini savunur. [886] Ona göre duyular yanýlmaz deðildir. Bu yanýlma ihtimalini þöyle sýralar:

1- Bedendeki ilgili bir organýn bozulmasiyle algý ya gerçekleþmez, ya zayýf gerçekleþir veya yanlýþ gerçekle­þir.

2- Duyu organlarý kendilerini idrâk imkânýndan mahrumdurlar.

3- Duyu organlarý uyarýcýlar yeterli deðilse algýlayamazlar.

4- Aþýrý uyarýcýlar duyularý ya bozar veya zayýflatýr.

5- Yaþ ilerledikçe duyular zayýf. [887]

Gazzali, insanýn önce dýþ gözü ile bakmasýný, son­ra iç gözü ile görmesini ister. Ona göre dýþ göz iç gözün anahtarýdýr. Dýþ gözü olup da iç gözü olmayan kimse­nin mertebesi hayvana yakýndýr. [888] Düþünürün bu görüþünden hareket eden S. Ahmed Arvasî, þuurlu in­sanlardan bahisle þunlarý söylüyor:

"Bu ahlâk kahra­manlarý, varlýða "iç gözleri" ile bakarlar. "Dýþ gözleri" ile, yani duyumlarý ile gördüklerini, "iç gözleri" ile gör­düklerine göre tevil ederler." [889]

Konumuzu Arapça bir sözle bitirelim:

Duyusunu kaybeden kimse bilgisini kaybetmiþtir.

 b- Akýl

 Bilgi edinme yollarýndan biri de akýl 'dýr. Daha önce "akýl" konusunda da belirttiðimiz gibi, Kur'ân'ýn birçok âyetlerinde, aklýn Allah tarafýndan verilmiþ bir nimet olduðu, doðruyu yanlýþtan, hakký bâtýldan, güze­li çirkinden, hayrý serden ayýrmak ve doðruyu bulmak için mutlaka kullanýlmasý gerektiði vurgulanmaktadýr. Akýl, doðruyu yanlýþtan, hayrý serden ayýrmanýn önemli ölçülerinden biri olduðu gibi, önemli bilgi edin­me yollarýndan da biridir. Duyularýmýzla çevremizden topladýðýmýz bilgileri onunla deðerlendirir, onun saye­sinde yeni bilgiler üretiriz. Ürettiðimiz bu saðlýklý bilgiler bizi yeni yeni bilgilere götürür. Bu bilgi birikimi ise hayatý daha saðlýklý bir þekilde yorumlamamýzý, ya­þanan bu hayat içinde kendi yer ve rolümüzü öðrenme­mizi saðlar.

Akim iki tür bilgisi vardýr:

Bunlardan birincisi zorunlu (bedîhî-apriori) bilgilerdir. Gazzalî'nin "evveliyat" dediði bu bilgilerin duyularýmýzla ilgisi yok­tur. Bütünün parçalardan büyük olduðunu bilmemiz bu tür bilgilere bir örnektir. Ýkincisi ise istidlali bilgi­lerdir. Bunlar akýl yürütmeyi, zihnin çaba göstermesi­ni gerektiren kazanýlmýþ bilgilerdir. Birinci tür bilgi için yapýlacak pek bir þey olmamasýna raðmen, ikinci tür bilgiler için çaba ve gayrete ihtiyaç vardýr. Nazari veya istidlali bilgiler, daha önce çeþitli yollardan edin­diðimiz bilgilerin belli þartlarda iþlenmesi sonucunda ulaþtýðýmýz bilgilerdir. [890]

Akýl yürütürken hataya düþmemek, doðru ve sað­lýklý düþünebilmek için birtakým kurallar koyan man­týk ilmine göre, delil aramak, delil kullanmak, delile baþvurmak anlamýna gelen istidlalin üç türü vardýr:

1- Tümdengelim (Ta'lîl veya Kýyas),

2- Tümevarým (Ýstikra), S-Analoji (Temsü). [891]

Bu yollardan yürüyerek önbilgileri deðerlendiren aklýmýz, yeni yeni bilgiler elde eder. Tabiatiyle önbilgi­lerimiz ne kadar doðru delillere dayanýr, ne kadar doð­ru hükümler ifade ederse onlara dayanarak elde ettiði­miz yeni bilgilerimiz de o derece saðlýklý ve yanýlmaz olur. Bu nedenledir ki, Kur'ân'ýn zihni eðitirken kabul ettiði ilkelerden biri kesin bilgiye dayanmaktýr.

"Bil­mediðin þeyin ardýna düþme; doðrusu kulak, göz ve kalb, göz ve kalb, bunlarýn hepsi o þeyden sorumlu olur."[892]

Burada kastedilen bilgi tahmin ve varsayým­dan uzak, kesin bilgidir. [893]

Gazzalî'ye göre akýl yürütmede iki hareket noktasý vardýr:

1- Tümevarým, tümdengelim veya analoji yo­luyla bilinen temel önermelerden hareket ederek yeni fikirler kazanmak;

2- Hads (sezgi) yoluyla, baþka bir ifadeyle kaynaðý belirsiz bir önermeye dayanarak bir sonuca ulaþmak. Bu ikinci yolda hads (sezgi), düþünce­nin prensiplerinden sonuca vasýtasýz olarak intikal etmektedir. [894]

Þöyle veya böyle, aklýn yaratýlýþ amacý, mevcut bil­gileri deðerlendirmek, yeni bilgiler kazanmak, saðlýklý sonuçlara ulaþmaktýr. Bunun için her an bir çaba ve gayret içerisinde olmasý gerekir. Ýslâm inancý ferdin göstereceði bu aklî çabayý ibâdet telakki etmiþtir. Kur'ân'da sanki herþey aklýn kullanýlmasýna, gerçeðe ulaþmasýna yöneliktir. Þöyle buyuruluyor:

"Ýþte Allah, size âyetlerini böyle açýklar; umulur ki aklýnýzý kulla­nýrsýnýz." [895]

Ýnsanýn gerçeðe ulaþmasýna vasýta olan herþey âyettir. Bu âyetlerin muhatabý ise insan aklýdýr. Hedefi, insana aklýný kullandýrarak hakikate ulaþmasý­ný saðlamaktýr. Evrende birçok hakikat vardýr. Ýslâm inancýna göre nihâî ve mutlak olan hakikat Allah'dýr. Kur'ân'a göre, insan aklý ne yapýp yapýp bu hakikate ulaþmalýdýr. Buraya ulaþmasý için etrafýnda bir yýðýn iþaret (âyet) vardýr. Ölülerin diriltilmesi bir âyettir.

“Sýðýrýn bir parçasýyla ona vurun" dedik, iþte böylece Allah ölüleri diriltir ve aklýnýzý kullanasýnýz diye size âyetlerini gösterir." [896]

"Göklerin ve yerin yaratýlma­sýnda, gece ile gündüzün birbiri ardýnca gelmesinde, insanlara yararlý þeylerle denizde süzülen gemilerde, Allah'ýn gökten indirip yeri ölümünden sonra dirilttiði suda, her türlü canlýyý orada yaymasýnda, rüzgârlarý ve yerle gök arasýnda emre amade duran bulutlarý döndürmesinde, düþünen (aklýný kullanan) kimseler için deliller (âyetler) vardýr." [897]

Ýnsandan istenen þey, bu âyetlere bakmak, aklýný kullanarak buralarda­ki gizli hakikatleri kþefetmek ve oradan bütün haki­katlerin kendisinde düðümlendiði mutlak hakikate uzanmak.

Kur'ân, zaman zaman "umulur ki aklýnýzý kulla­nýrsýnýz" dediði insanlara, zaman zaman sorar:

"Aklý­nýzý kullanmayacak mýsýnýz?" ''Andolsun ki, size þerefi­niz ve öðüt veren bir kitap indirdik; akletmiyor (aklýný­zý kullanmýyor) musunuz?" [898]

Zaman zaman aklýný kullanmayan insanlarýn du­rumlarýna dikkat çeker:

"Onlar sizinle toplu olarak, ancak surla çevrilmiþ kasabalar içinde veya duvarlar arkasýndan savaþý kabul edebilirler. Kendi aralarýn­daki çekiþmeleri ise serttir; onlarý birlik sanýrsýn, oysa kalbleri birbirinden ayrýdýr. Bu, akletmeyen (aklýný kullanmayan) bir topluluk olmalarýndandýr." [899]

Bazan aklýný kullanmayan insanlarýn acý itiraf ve nedametlerini sergiler. Allah'ý inkâr ederek, cehenne­me mahkum olmuþ kimseler için þöyle buyurulur:

"Onlar, "Evet, doðrusu bize bir uyarýcý geldi, fakat biz yalanladýk ve "Allah hiçbir þey indirmemiþtir; siz bü­yük bir sapýklýk içindesiniz" demiþtik" derler, "Eðer kulak vermiþ veya akletmiþ (aklýmýzý kullanmýþ) ol­saydýk, çýlgýn alevli cehennemlikler içinde olmazdýk" derler.” [900]

Kur'ân'a göre bütün olumsuzluklarýn sebebi aklý doðru kullanmamaktan kaynaklanýr. Hz. Ýbrahim, puta tapanlara Kur'ân diliyle þöyle seslenir:

"Ýbrahim, "O halde Allah'ý býrakýp da size hiçbir fayda ve zarar vermeyecek olan putlara ne diye taparsýnýz? Size de, Allah'ý býrakýp taptýklarýnýza da yazýklar olsun! Aklet­miyor (aklýnýzý kullanmýyor) musunuz?" [901]

Aklýný kullanan bir kimsenin helvadan put yapýp tapmasýna ve sonra yemesine imkân var mý? Bir baþka âyet þu olumsuzluða dikkat çekiyor:

"Namaza çaðýrdýðýnýzda onu alay ve eðlenceye alýrlar. Bu, onlarýn akletmeyen (aklýný kullanmayan) bir topluluk olmasýndandýr." [902]

Konuyla ilgili bütün âyetleri buraya almamýz imkânsýzdýr. Sanýrým þu söz Ýslâm'ýn akýl karþýsýndaki müsbet tavrýný belirlemeðe yeter: 'Aklý olmayanýn di­ni de yoktur." [903]

 c- Sezgi

 Sezgi kelimesinin Arapça karþýlýðý "hads" ingi­lizce karþýlýðý ise "intuition"dur. Hads kelimesinin söz­lük anlamý zan, tahmin, sezgi, seziþ demektir. Kelime­nin çoðulu olan hadsiyât da mümkün olan þeyler anla­mýnda kullanýlmaktadýr. [904]

Ýntuition kelimesi Latinceden Ýngilizceye geçmiþ bir kelimedir. Latince intueri, bakmak, içinden bak­mak, dikkatle bakmak, mânâsýndadýr. [905] Ýngilizcede kazandýðý anlam ise "âni, vasýtasýz, doðrudan doðruya, doðrudancýlýktýr." [906]

Sezginin deðiþik tanýmlarý yapýlmýþtýr. Batýlý bilim adamlarý sezgiyi uzun süre zihin yorduktan sonra bir­denbire algýlanan duyusal gözleme ve mantýksal çýkar­samaya veyahut da aniden algýlama ile birdenbire açý­ða çýkýveren meknuz (gizli duran) hislere ve duygusal yýðýlmaya indirgemiþlerdir. [907]

Descartes, sezgiyi, "apaçýk fikirleri elde etme" va­sýtasý olarak kabul etmiþtir. Ona göre sezgi, "mâhiyeti ne olursa olsun, muhakemede prensip ve temel olarak kullanýlan, apaçýk bir hakikatin bilgisidir." [908]

Bilgi kaynaklarýný deney, akýl ve sezgi olarak üçe ayýran Spinoza'ya göre sezgi, objelerin mâhiyetini doð­rudan bilmektir. Bu durumda sezgi, deney ve akýl yo­luyla kavrayýp algýlayamadýðýmýz bilgilerin kaynaðý ol­maktadýr. [909]

Robert H. Kameron, "Sezgi, Allah'ýn bizim gönlü­müze akýttýðý ve kendisiyle birçok þeyleri öðrendiðimiz ýþýk kaynaðýdýr" diyor. [910]

Bergson'un sezgiyi tarifi de þöyle:

"Kendisinde bi­ricik ve tanýmý imkânsýz olan þeyle birleþmemizi saðla­mak için, bizi bir varlýðýn içine sürükleyen zihnî sem­patiye sezgi denir." [911] Bergson, sezgiyi metafiziðin metodu olarak kabul eder; sezgiyle mutlak varlýðýn bil­gisine ulaþýlacaðýna inanýr. Onun sezgi anlayýþý kendi­sinden önceki sezgi anlayýþlarýndan farklýdýr. [912]

Ýç gözlemle yetinmeyerek, zihin hayatýnýn derinliklerine dalýndýðýnda dil ve bilimin ulaþamadýðý, düþüncede bulunmayan, ruhumuzu en iyi muhakemeden daha iyi anlatacak ve kendiliðinden gelen bir sesin bir iþaretin yakalanacaðýna inanýr. [913] Onun için sezgi, baþlangýcý olmayan bir düþünce hareketi deðildir. Olsa olsa belli bir düþünce sisteminin sonu ve gayesi olabilir.

Ynt: Bilgilendirme Metodu By: Bilal2009 Date: 26 Ocak 2019, 19:04:35
Esselamu aleyküm Rabbim bizleri hayýrlý ilimler öðrenenlerden eylesin Rabbim paylaþým için razý olsun
Ynt: Bilgilendirme Metodu By: ceren Date: 26 Ocak 2019, 20:47:22
Esselamu aleykum. Rabbim razý olsun bilgilerden kardeþim. ..

radyobeyan