Lemalar
Pages: 1
17. Lema sekizinci nota By: hafiza aise Date: 05 Þubat 2011, 20:01:39
SEKÝZÝNCÝ NOTA

Ey sa'y ve ameldeki lezzet ve saadeti bilmeyen tembel insan! Bil ki, Cenâb-ý Hak, kemâl-i kereminden, hizmetin mükâfâtýný hizmet içinde derc etmiþtir. Amelin ücretini nefs-i amel içine koymuþtur. Ýþte bu sýr içindir ki, mevcudat, hattâ bir nokta-i nazarda câmidat dahi, evâmir-i tekviniye tabir edilen hususî vazifelerinde, kemâl-i þevkle ve bir çeþit lezzetle evâmir-i Rabbâniyeyi imtisal ederler.Arýdan, sinekten, tavuktan tut, tâ þems ve kamere kadar herþey kemâl-i lezzetle vazifesine çalýþýyorlar. Demek hizmetlerinde bir lezzet var ki, akýllarý olmadýðýndan âkýbeti ve neticeleri düþünmeden, mükemmel vazifelerini ifa ediyorlar.

Eðer desen: "Zîhayatta lezzet kabildir. Cemâdatta nasýl þevk ve lezzet olabilir?"

Elcevap: Cemâdat kendi hesaplarýna deðil, onlarda tecellî eden esmâ-i Ýlâhiye hesabýna bir þeref, bir makam, bir kemal, bir güzellik, bir intizam isterler, arýyorlar. O vazife-i fýtriyelerinin imtisalinde, Nûru'l-Envârýn isimlerine birer mâkes, birer ayna hükmüne geçtiðinden, tenevvür eder, terakki eder.

Meselâ, nasýl ki bir katre su, bir zerrecik cam parçasý, zâtýnda ziyasýz, ehemmiyetsizken, sâfi kalbiyle güneþe yüzünü çevirse, o vakit o ehemmiyetsiz, ziyasýz katre ve cam parçasý, güneþin bir nevi arþý olup senin yüzüne de tebessüm eder. Ýþte bu misal gibi, zerrat ve mevcudat, cemâl-i mutlak ve kemâl-i mutlak sahibi olan Zât-ý Zülcelâlin isimlerine vazifeperverlik cihetinde ayna olmalarýyla, o katre ve zerrecik þiþe gibi gayet aþaðý bir dereceden gayet yüksek bir derece-i zuhura ve tenevvüre çýkýyorlar. Madem vazife cihetinde gayet nuranî ve yüksek bir makam alýyorlar; lezzet mümkün ve kabilse, yani hayat-ý âmmeden hissedar iseler, gayet lezzetle o vazifeleri görüyorlar denilebilir.

Vazifede lezzet bulunduðuna en zâhir bir delil: Sen kendi âzâ ve duygularýnýn hizmetlerine bak. Herbiri, beka-i þahsî ve beka-i nev'î için ettikleri hizmetlerinde ayrý ayrý lezzetleri var. Nefs-i hizmet, onlara bir telezzüz hükmüne geçiyor. Hattâ hizmeti terk etmek, o uzvun bir nevi azâbýdýr.

Hem en zâhir bir delil dahi, horoz ve yavrulu tavuk gibi hayvânâtýn vazifelerinde gösterdikleri fedakârâne ve merdâne vaziyetleridir ki, horoz aç olduðu halde tavuklarý nefsine tercih edip, bulduðu rýzka onlarý çaðýrýr; yemez, onlara yedirir. Ve bir þevk ve iftihar ve telezzüzle o vazifeyi gördüðü görünür. Demek o hizmette, yemekten fazla bir lezzet alýr. Hem küçük yavrularýna çobanlýk eden tavuk dahi, yavrularýnýn hatýrý için ruhunu feda eder, ite atýlýr. Kendini aç býrakýp onlarý doyurur. Demek o hizmette öyle bir lezzet alýr ki, açlýk acýsýna ve ölmek elemine tereccuh eder, ziyade gelir.

Hayvânî valideler, yavrularýný, küçükken vazifeleri bulunduðundan, lezzetle himayeye çalýþýr. Büyük olduktan sonra vazife kalkar, lezzet de gider. Yavrusunu döver, elinden daneyi alýr. Yalnýz, insan nev'indeki validelerin vazifeleri bir derece devam eder. Çünkü insanlarda, zaaf ve acz itibarýyla, daima bir nevi çocukluk var; her vakit de þefkate muhtaçtýr.

Ýþte umum hayvânâtýn, horoz gibi çobanlýk eden erkeklerine ve tavuk gibi validelerine bak, anla ki, bunlar kendi hesabýna ve kendileri namýna, kendi kemalleri için o vazifeyi görmüyorlar. Çünkü hayatýný, vazifede lâzým gelse feda ediyorlar. Belki vazifeleri, onlarý o vazifeyle tavzif eden ve o vazife içinde rahmetiyle bir lezzet derc eden Mün'im-i Kerîmin hesabýna ve Fâtýr-ý Zülcelâlin namýna görüyorlar.

Hem nefs-i hizmette ücret bulunduðuna bir delil de þudur ki: Nebâtat ve eþcar, bir þevk ve lezzeti ihsas eden bir tavýrla Fâtýr-ý Zülcelâlin emirlerini imtisal ediyorlar. Çünkü, daðýttýðý güzel kokular ve müþterilerin nazarýný celb edecek ziynetlerle süslenmeleri ve sümbülleri ve meyveleri için çürüyünceye kadar kendilerini feda etmeleri, ehl-i dikkate gösterir ki, onlarýn, emr-i Ýlâhînin imtisalinden öyle bir lezzetleri var ki, nefsini mahvedip çürütüyor.

Bak, baþýnda çok süt konserveleri taþýyan hindistan cevizi ve incir gibi meyvedar aðaçlar, rahmet hazinesinden lisan-ý hal ile süt gibi en güzel bir gýdayý ister, alýr, meyvelerine yedirir, kendi bir çamur yer. Nar aðacý sâfi bir þarabý hazine-i rahmetten alýp meyvesine yedirir, kendisi çamurlu ve bulanýk bir suya kanaat eder.

Hattâ hububatta dahi sümbüllenmek vazifesinde zâhir bir iþtiyak görünür. Nasýl ki dar bir yerde hapsedilen bir zat, bir bostana, geniþ bir yere çýkmayý müþtakane ister; öyle de, hububatta, sümbüllenmek vazifesinde öyle sürurlu bir vaziyet, bir iþtiyak görünüyor.

Ýþte "sünnetullah" tabir edilen, kâinatta cereyan eden bu sýrlý uzun düsturdandýr ki, iþsiz, tembel, istirahatle yaþayan ve rahat döþeðinde uzananlar, ekseriyetle, sa'y eden, çalýþanlardan daha ziyade zahmet ve sýkýntý çeker. Çünkü, daima iþsizler ömründen þikâyet eder, eðlence ile çabuk geçmesini ister. Sa'y eden ve çalýþan ise þâkirdir, hamd eder, ömrünün geçmesini istemez.
(1)
küllî düsturdur. Hem o sýrladýr ki, "Rahat zahmette, zahmet rahattadýr" cümlesi darbýmesel olmuþtur.

On Yedinci Lem'a - s.649

Evet, cemâdâta dikkatle nazar edilse, bilkuvve yalnýz istidat ve kabiliyet cihetinde nâkýs kalýp inkiþaf etmeyenlerin, gayet bir içtihad ve sa'y ile inbisat edip bilkuvveden bilfiil suretine geçmesinde, mezkûr sünnet-i Ýlâhiye düsturuyla bir tavýr görünüyor. Ve o tavýr iþaret eder ki, o vazife-i fýtriyede bir þevk ve o meselede bir lezzet vardýr. Eðer o câmidin umumî hayattan hissesi varsa, þevk kendisinin olur; yoksa, o câmidi temsil eden, nezaret eden þeye aittir. Hattâ bu sýrra binaen denilebilir: Lâtif, nâzik su incimad emrini aldýðý vakit, öyle þiddetli bir þevkle o emre imtisal eder ki, demiri þak eder, parçalar. Demek burûdet ve tahtessýfýr soðuðun lisanýyla, aðzý kapalý demir kaptaki suya "Geniþlen" emr-i Rabbânîsini tebliðinde, þiddet-i þevkle kabýný parçalar. Demiri bozar, kendisi buz olur.

Ve hâkezâ, herþeyi buna kýyas et ki, güneþlerin deverânýndan ve seyir ve seyahatlerinden tut, tâ zerrelerin mevlevî gibi devretmelerine ve dönmelerine ve ihtizazlarýna kadar kâinattaki bütün sa'y ve hareket, kanun-u kader-i Ýlâhî üzerine cereyan ediyor ve dest-i kudret-i Ýlâhîden sudur eden ve irade ve emir ve ilmi tazammun eden emr-i tekvînî ile zuhur eder.

Hattâ herbir zerre, herbir mevcut, herbir zîhayat, bir nefer askere benzer ki, orduda muhtelif dairelerde, o neferin ayrý ayrý nisbetleri, vazifeleri olduðu gibi, herbir zerre, herbir zîhayatýn dahi öyledir. Meselâ senin gözünde bir zerre, gözün hücresinde ve gözde ve âsâb-ý veçhiyede ve bedenin þerâyin tabir edilen damarlarýnda birer nisbeti ve o nisbete göre birer vazifesi ve o vazifeye göre birer faydasý vardýr. Ve hâkezâ, herþeyi ona kýyas et.

Buna binaen herbir þey, bir Kadîr-i Ezelînin vücub-u vücuduna iki cihetle þehadet eder:

Biri: Tâkatinin binler derece fevkinde vazifeleri görmekteki acz-i mutlak lisanýyla o Kadîrin vücuduna þehadet eder.

Ýkincisi: Herbir þey, nizam-ý âlemi teþkil eden düsturlara ve muvazene-i mevcudatý idame eden kanunlara tatbik-i hareket etmekle o Alîm-i Kadîre þehadet eder. Çünkü zerre gibi bir câmid, arý gibi küçük bir hayvan, Kitab-ý Mübînin mühim ve ince meseleleri olan nizam ve mizaný bilmez. Câmid bir zerre, arý gibi küçük bir hayvan nerede? Semâvat tabakalarýný bir defter sayfasý gibi açýp, kapayýp toplayan Zât-ý Zülcelâlin elindeki Kitab-ý Mübînin mühim, ince meselelerini okumak nerede? Eðer sen divanelik edip zerrede o kitabýn ince hurufâtýný okuyacak kadar bir göz bulunduðunu tevehhüm etsen, o vakit o zerrenin þehadetini redde çalýþabilirsin!

Evet, Fâtýr-ý Hakîm, Kitab-ý Mübînin düsturlarýný gayet güzel bir surette ve muhtasar bir tarzda ve has bir lezzette ve mahsus bir ihtiyaçla icmâl edip derc eder. Herþey öyle has bir lezzet ve mahsus bir ihtiyaçla amel etse, o Kitab-ý Mübînin düsturlarýný bilmeyerek imtisal eder. Meselâ, hortumlu sivrisinek dünyaya geldiði dakikada hanesinden çýkar, durmayarak insanýn yüzüne hücum eder, uzun asâsýyla vurur, âb-ý hayat fýþkýrtýr, içer. Hücumdan kaçmakta, erkân-ý harp gibi maharet gösterir. Acaba bu küçük, tecrübesiz, yeni dünyaya gelen bu mahlûka bu san'atý ve bu fenn-i harbi ve su çýkarmak san'atýný kim öðretmiþ? Ve nerede öðrenmiþ? Ben, yani bu biçare Said, itiraf ediyorum ki, eðer ben o hortumlu sineðin yerinde olsaydým, bu san'atý, bu kerrüfer harbini ve su çýkarmak hizmetini, çok uzun dersler ve çok müteaddit tecrübelerle ancak öðrenebilirdim.

Ýþte, ilhâma mazhar olan arý, örümcek ve yuvasýný çorap gibi yapan bülbül gibi hayvânâtý bu sineðe kýyas et. Hattâ nebâtâtý da aynen hayvânâta kýyas edebilirsin. Evet, Cevâd-ý Mutlak (celle celâluhu), her ferd-i zîhayatýn eline lezzet midâdýyla ve ihtiyaç mürekkebiyle yazýlmýþ bir tezkereyi vermiþ, onunla evâmir-i tekviniyenin programýný ve hizmetlerinin fihristesini tevdi etmiþtir. Bak o Hakîm-i Zülcelâle, nasýl Kitab-ý Mübînin düsturlarýndan, arý vazifesine ait miktarýný bir tezkerede yazmýþ, arýnýn baþýndaki sandukçaya koymuþtur. O sandukçanýn anahtarý da, vazifeperver arýya has bir lezzettir. Onunla sandukçayý açar, programýný okur, emri anlar, hareket eder (2)
âyetinin sýrrýný izhar eder.

Ýþte, eðer bu Sekizinci Notayý tamam iþittin ve tam anladýnsa, bir hads-i imanî ile (3)    in bir sýrrýný, (4)   nin bir hakikatini,
(5) nun bir düsturunu,
(6) un bir nüktesini anlarsýn.



1 Atâlet içinde istirahat eden, ömründen þikâyetçidir. Çalýþan ve iþ gören ise haline þükreder.

2 "Rabbin balarýsýna ilham etti." Nahl Sûresi, 16:68.

3 "Rahmetim ise herþeyi kaplamýþtýr." A'râf Sûresi, 7:156.

4 "Hiçbir þey yoktur ki, Onu hamd ile tesbih etmesin." Ýsrâ Sûresi, 17:44.

5 "Birþeyin olmasýný murad ettiði zaman onun iþi sadece 'Ol' demektir; o da oluverir." Yâsin Sûresi, 36:82.

6 "Herþeyin hüküm ve tasarrufu elinde olan Zât, her türlü kusur ve noksandan münezzehtir. Siz de Ona döneceksiniz." Yâsin Sûresi, 36:83.


radyobeyan