Evliyalarýn Hayatý
Pages: 1
Celaleddin Tebrizi By: armi Date: 18 Mayýs 2009, 21:56:31

Hindistan evliyâsýnýn büyüklerinden. Tebriz taraflarýnda doðduðu için Tebrîzî nisbet edildi. Doðum târihi belli deðildir. Celâleddîn lakabý verildi. 1345 (H.746) yýlýnda Bengal bölgesinde vefât etti. Ýlim tahsîline hocasý Ebû Saîd Tebrîzî'nin yanýnda baþladý. Hocasýnýn vefâtýndan sonra, Þihâbüddîn Sühreverdî hazretlerinden ilim öðrenip feyz aldý. Ferîdüddîn-i Attâr hazretlerinin nazarlarýndan istifâde etti. Hâce Muînüddîn-i Çeþtî hazretlerinin vefâtýndan önce Hindistan taraflarýna gitti. Onun sohbetleriyle de þereflendi. Kutbüddîn Bahtiyâr Kâkî ve Behâüddîn Zekeriyyâ ile sohbet etti.

Þihâbüddîn Sühreverdî'nin yanýnda Zâhirî ve bâtýnî, maddî ve mânevî ilimleri öðrenen Celâleddîn Tebrîzî, hocasýna hiçbir talebeye nasîb olmayan hizmetleri yaptý. Þihâbüddîn hazretleri, her sene hacca giderdi. Sonunda yaþlandý. Zayýf ve güçsüz oldu. Onun için bulundurulan yiyecekler, bünyesine pek uygun deðildi. Bu sebepten Þeyh Celâleddîn Tebrîzî, hocasý için bir tencere ile tencere altý yapýp baþýnýn üzerinde taþýrdý. Bunu öyle yapmýþtý ki, baþýný yakmazdý. Hocasý yemek isteyince, hemen önüne sýcak yemek koyardý. O mübârek kimsenin duâsý bereketiyle çok yüksek makamlara kavuþtu. Þihâbüddîn Sühreverdî bir gün hacdan dönmüþtü. Baðdatlýlar, huzûruna geldiler. Herbiri fakirlere verilmesi için para ve diðer hediyeler getirdiler. Bu arada bir ihtiyâr geldi ve eski elbisesinin cebinden bir gümüþ çýkarýp verdi. Þeyh Þihâbüddîn, o bir gümüþü aldý, hediyelerin en üstüne koydu. Sonra orada bulunanlara; "Kime ne lâzýmsa bunlardan alsýn." buyurdu. Her biri kalkýp, para kesesi ve elbiseleri aldýlar. Þeyh Celâleddîn Tebrîzî de orada idi. Ona iþâret edip; "Sen de birþey al." buyurdu. Þeyh Celâleddîn kalktý. Ýhtiyârýn getirdiði gümüþü aldý. Þeyh Þihâbüddîn bunu görünce; "Bunlarýn hepsini sen aldýn." buyurdu.

Þihâbüddîn Sühreverdî hazretlerinin yanýnda kemâl mertebesine kavuþan Celâleddîn Tebrîzî hazretlerinin kerâmetleri meþhûr oldu. Hülâgü'nün iþgâl ettiði Baðdât'ta, halîfe olan Mu'tasým'ýn katledileceðini, Allahü teâlânýn izniyle, bir gün önceden iþâretle haber verdi. Ertesi sabah halîfe hunharca katledildi.

Celâleddîn Tebrîzî, kýrk sene gündüzleri hep oruç tuttu. On günde bir kendi ineðinden saðdýðý sütten bir mikdâr içer, baþka hiç bir þey yemezdi. Bütün gecelerini namazla geçirirdi. Gecede bin rekat namaz kýldýðý olurdu.

Allahü teâlânýn dînini yaymak ve kullarýný ebedî olan Cehennem azâbýndan kurtarmak için çalýþýrdý. Müînüddîn Çeþtî hazretlerinin hizmetinde bulunmak ve feyzlerinden istifâde etmek için Hindistan taraflarýna gitti. Dehli'de bulundu. Onun yüksek derecesi, hâllerinin açýklýðý, bâzý kimselerin kýskançlýðýna sebep oldu. Bunlar arasýnda zamanýn Dehli Þeyh-ül-Ýslâmý da vardý. Necmeddîn Sugrâ adýndaki bu kimse, onu çirkin bir suçla ithâm eyledi ve Bengal tarafýna sürdürdü. Bengal'e gelince, bir gün bir su kenarýnda oturuyordu. Kalktý, yeniden abdest aldý ve orada olanlara; "Gelin, Dehli Þeyh-ül-Ýslâmýnýn cenâze namazýný kýlalým. Zîrâ bu saatte vefât etmiþtir." dedi. Gerçekten böyle söylediði an vefât etmiþti. Namazdan sonra yüzünü insanlara çevirip; "Dehli Þeyh-ül-Ýslâmý bizi þehirden çýkardýysa, Rabbimiz de onu dünyâdan çýkardý." buyurdu.

Ferîdüddîn-i Genc-i Þeker (kuddise sirruh), çocukken çok zikreder ve kendinden geçmiþ bir hâlde bulunurdu. Öyle ki, ona insanlar; "Kâdý dîvâne çocuk" derdi. Bir defâ Celâleddîn Tebrîzî oraya geldi. "Burada bir derviþ var mýdýr?" dedi. "Bir çocuk vardýr. Dîvâne hâldedir. Büyük mescidde düþmüþ kalmýþtýr." dediler. Þeyh Celâleddîn onu görmeye gitti ve eline bir nar verdi. Çocuk oruçlu idi. O narý oradakilere taksim ettiler. Nardan bir tâne yere düþüp kaldý. Ýftar vaktinde, çocuk yaþtaki Ferîdüddîn-i Genc-i Þeker, o bir tâne ile orucunu açtý. O gün derecesi pek yükseldi. Kendi dedi ki: "Eðer o narý tamâmen yeseydim, kim bilir ne faydalara kavuþurdum." Þeker-Genc, Þeyh Kutbüddîn'e bu hikâyeyi anlattý. Þeyh buyurdu ki: "Bâbâ Celâleddîn ne verdiyse, senin için olan, yediðin o bir nar tânesinde verdi."

Bir vakitler Çin taraflarýna gitti. Oranýn insanlarýnýn da huzur ve saâdete kavuþmalarý için çalýþtý. Bir dað köyünde ikâmet etti. O köylüler ve çevre sâkinleri hep kâfir idi. Onun bereketiyle, bulunduðu köy ve çevresindekiler müslüman olmakla þereflendiler. Bir dergâh inþâ ettiler. Yýllarca orada insanlara feyz membaý oldu. Devlet ileri gelenleri ve diðer kimselerden birçok talebeleri oldu. Tayy-i mekân ve tayy-i zaman sâhibi olup, gitmek istediði yere Allahü teâlânýn izniyle kýsa zamanda varýrdý. Dünyâ sanki ayaðýnýn altýndaydý. Her gün sabah namazýný Mekke'de kýlardý. Her sene Arefe ve bayram günü insanlarýn gözünden kaybolur. Hacca giderdi. Kimse onun nereye gittiðini bilmezdi.

Meþhûr seyyah ve âlim Ýbn-i Battûta, Seyahatnâme'sinde anlatýr: "Çin taraflarýnda Celâleddîn hazretlerinin ziyâretine gittim. Onun ikâmet ettiði yere iki gün mesâfe kala, talebelerine misâfir oldum. Akþamleyin bana, nereden gelip nereye gittiðimi sordular. Onlara; "Ben Acem memleketinden gelip, Çin memleketine Celâleddîn hazretlerinin ziyâretine gidiyorum." deyince, onlar da onun talebeleri olduklarýný söylediler. Bana; "Her gece yatsý namazýndan sonra Celâleddîn hazretleri yanýmýza gelir, bir saat yanýmýzda kalýr ve ondan sonra gider." dediler. Ben bu hâle çok sevindim ve hakîkaten yatsý namazýndan sonra talebeler bir telâþ içine girdiler ve Celâleddîn hazretleri geldi. Biz orada onunla müþerref olduk, bir saat sohbet ettiler ve kalkýp gittiler. Sabah olunca, ben yine onun bulunduðu dað köyüne hareket ettim. Yanýna vardýðým zaman elini öptüm. Benim memleketimi suâl ettiler. Acemistan olduðunu söyledim. Sonra þehrimi suâl etti. Bulunduðum þehri de ona söyledim. Sonra talebelerine; "Bu, benim bir Arab misâfirimdir. Ona çok izzet ve ikrâmda bulunun." buyurdu. Ben de; "Efendim! Ben Arab deðilim, ben Acemim." dedim. Bana; "Yâ Ýbn-i Battûta! Senin falan deden Baðdât'tan oraya gitmiþtir. Onun için senin aslýn Arabdýr. Ben de ona istinâden size Arab dedim." buyurdu. Daha önce, benim öyle bir þeyden haberim yoktu. Memleketime döndükten sonra araþtýrdým. Baktým, hakîkaten o hazretin buyurduðu gibi dedem, Baðdât'tan oraya hicret etmiþ ve bizim esas soyumuz Arab imiþ.

Celâleddîn hazretlerinin yanýnda bir müddet kaldým. Birçok kimsenin onu ziyâret için geldiklerini gördüm. Onlarýn içinde inanmýyanlar da vardý. Onun sohbetinde bulunan bu inançsýzlar, Allahü teâlânýn izni ile hidâyete kavuþurlar, müslüman olurlardý. Öyle kalabalýk olurdu ki, gelen misâfirleri evi almaz, maðarada yatarlardý.

Celâleddîn hazretlerinin üzerinde güzel bir elbise vardý. Kalbimden; "Keþke, þu elbiseyi bana verse de bereketlensem." diye geçirdim. Baþka bir gün huzûruna vardýðýmda, bana; "Ey Ýbn-i Battûta, bu elbiseler bana hocamdan yâdigârdýr. Buna raðmen iki parçadan birini sana vereceðim." deyip, elbisenin þal olan parçasýný bana verdi. Onun bu söz ve hareketine hayret ettim. Çünkü bu isteðimi yalnýz kalbimden geçirmiþ, kimseye söylememiþtim.

Gideceðim zaman, onun bulunduðu yere vardým ve vedâlaþmak istedim. Yanýnda edeble oturan bir þahýs gördüm. O anda beni yanýna almadý. Bir müddet sonra beni huzûruna çaðýrdý. Talebelerine suâl edip, yanýnda bulunan þahsýn kim olduðunu sordum. Yanýnda edeble oturan þahýs, kâfir olan, bu beldelerin pâdiþâhýymýþ. Kýsa bir zaman sonra yine Celâleddîn Tebrîzî'nin yanýna gittiðimde, o kâfir pâdiþâhýn müslüman olduðunu öðrendim.

Ertesi sene yine Çin tarafýna seyahat edip Hanbalýk'a (Pekin'e) gittim. Sagurcî Zâviyesine vardým. Orada Burhâneddîn isminde büyük bir zât vardý. Onun ziyâretine gittim. Üzerime Celâleddîn hazretlerinin hediyesi olan þalý almýþtým. O mübârek zâtýn elini öpmek istedim. Benim yüzüme bakýp elini öptürmedi. Tutup, elimi kendisi öptü. Sebebini sorduðumda; "Ben, senin elini üzerindeki þal için öptüm. Ýlk önce þalý tanýdým. Ancak nereden elde edebileceðinizi düþündüm. Hocama râbýta ettim. Kendisinin hediye ettiðini söyledi. Ben de hocamýn þalýna hürmeten senin elini öptüm." dedi. Burhâneddîn hazretlerinin yanýnda bir müddet kaldým. Sohbetlerinde hep Celâleddîn hazretlerinden bahseder, onun çok büyük bir âlim ve velî olduðunu söylerdi. Bu durumdan sonra Celâleddîn hazretlerinin büyüklüðü kalbime daha çok yerleþti. Buradan yine onun bulunduðu daðlýk bölgeye gittim ve onu ziyâret ettim. Beni görür görmez; "Yâ Ýbn-i Battûta! Þimdi de benim kardeþim olan Burhâneddîn'den anlat, onun durumu nasýldýr acabâ?" dedi. Ben de iyi olduðunu ve selâmlar gönderdiðini söyledim. Sonra; "O, çok mübârek bir zâttýr. Üzerinde hocasýnýn þalý bulunan kimseye elini öptürmez ve o onun elini öper." dedi. Ben bu hâle çok hayret ettim ve þaþýrdým. Bir müddet sonra yine ziyâretine gittiðimde; "Bundan birkaç ay evvel vefât etti." dediler."

Celâleddîn-i Tebrîzî vefât etmeden önce, vefâtýný haber verdi. Vefâtýndan bir gün önce yanýna gelen talebelerine; "Yarýn öðle vakti, inþâallah ebedî sefere çýkacaðým, onun için vedâlaþmak isterim. Zîrâ, bu dünyâda bir daha birbirimizi görmeyeceðiz." buyurdu. Hakîkaten, ertesi gün öðle vakti, namaz kýlarken, son rekatýn son secdesinde rûhunu teslim etti.

Köylüler yanýna geldiklerinde kaldýðý maðaranýn yanýnda kazýlmýþ bir mezar, üzerinde de kefen ve cenâze için gerekli þeyler durduðunu gördüler. Hemen cenâze iþlerini tamamlayýp, namazýný kýldýktan sonra kazýlmýþ olan mezara defnettiler.

Talebelerine vasýyyetinde; "Benim size nasîhatim, Allahü teâlâdan korkarak, O'nun emir ve yasaklarýna riâyet etmenizdir." buyurdu.

Celâleddîn-i Tebrîzî, Behâeddîn Zekeriyyâ'ya yazdýðý bir mektubunda; "Allahü teâlâdan baþka þeye gönül baðlamak, dünyâya tapmak demektir." buyurdu.

BENDE BÝR GÜMÜÞ KALDI

Celâleddîn Tebrîzî hazretleri, Bedâyin þehrine vardýðý sýralardaydý. Birgün evin önünde otururken, sokakta bir yoðurtçu göründü. O, yoðurt satmak behânesiyle eþkýyâlýk yapýp milleti soyan bir adamdý. Celâleddîn-i Tebrîzî, ona acýdý. Merhametinden keskin nazarlarla bakýp; "Muhammed aleyhisselâmýn dîninde, böyle adamlar da olur." buyurdu. Adam, hemen tövbe etti. Þeyh, ismini Ali koydu. Evine gidip yüz bin gümüþ getirdi. Celâleddîn Tebrîzî hediyesini kabûl etti ve buyurdu ki: "Bu gümüþleri yine sen sakla, söylediðimiz yere harcarsýn." Vel-hâsýl bu gümüþleri herkese, her muhtâca, verdiriyordu. Kimine yüz, kimine elli, kimine daha az, kimine daha çok verin diyordu. En az verdiði beþ gümüþ idi. Bu daðýtma iþi bir müddet devâm etti. Bütün gümüþleri verdi. Sâdece bir gümüþ kaldý. Tövbekâr olan bu talebesi, bundan sonrasýný þöyle anlatýr: Kalbimden; "Bende bir gümüþ kaldý. Hocamýn en az ikrâmý ise beþ gümüþtür, bir kimseye daha verin derse, ben ne yapacaðým." diye düþünüyordum. Böyle düþünürken, bir dilenci çýka geldi. Þeyh bana: "Bir gümüþü de ona ver." buyurdu.

1) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.382
2) Ahbâr-ül-Ahyâr; s.50
3) Rýhletü Ýbn-i Battûta, Beyrût-1960; s.612
4) Persian Literature; c.2, s.971
5) Siyer-ül-Ârifin; No. 12
6) Sefînet-ül-Evliyâ; s.93
7) Hazînet-ül-Asfiyâ; c.1, s.278
8-Nüzhet-ül-Havâtýr; s.22
9) Ýslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.10, s.66


radyobeyan