Hüccetullahil Baliða
Pages: 1
Delilsiz mezhebe tabi olma By: sumeyye Date: 04 Þubat 2011, 14:15:50
 

Delilsiz Mezhebe Tabi Olma;


el-Yevâkît ve’l-cevâhir’de nakledilir:

Ebû Hanîfe’nin (r.a.) þöyle dediði rivayet edilir:

“Delilimi bilmeyen bir kimsenin, benim sözüme dayanarak fetva vermesi doðru olmaz.”

O -Allah kendisinden razý olsun-, bir fetva verdiðinde þöyle derdi:

“Bu, Nu’mân b. Sâbit’in (kendisini kastediyor) görüþüdür. Bu bizim ulaþabildiðimiz en güzel sonuçtur. Kim, bundan daha güzel bir sonuca ulaþýrsa, elbette ki ona uymak daha isabetli olacaktýr.”

Ýmam Mâlik (r.a,) þöyle derdi:

“Rasûlullah’tan (s.a.) baþka istisnasýz herkesin sözü kabul de, red de edilebilir.”

Hâkim ve Beyhakî, Ýmam Þafiî’den (r.a.) þöyle dediðini nakletmiþlerdir:

“Hadis sahih olduðu zaman, benim mezhebim odur.” Baþka bir rivayet de:

“Benim sözümün, hadise ters düþtüðünü görürseniz, siz hadisle amel edin ve benim sözümü duvara çalýn.” demiþtir.

Müzenfye [796] bir gün:

“Ey Ýbrahim! Her dediðime uymaya kalkma. Kendini de hesaba katarak o konuyu araþtýr; çünkü bu dindir (sorumluluk ister).” demiþtir.

O -Allah kendisinden razý olsun- þöyle derdi:

“Rasûlullah’tan (s.a.) baþka -kalabalýk da olsalar- ne in­sanlarýn görüþü, ne kýyas ne de bir baþka þey hakkýnda herhangi bir delil vardýr. Allah’a ve Rasûlüne teslimiyetle itaattan baþka î bir þey yoktur.”

Ýmam Ahmed b. Hanbel (r.a.) þöyle derdi:

“Allah ve Rasûlünün yanýnda hiçbir kimsenin sözünün deðeri olamaz.”

Yine o, bir adama þöyle demiþtir:

“Ne beni, ne Mâlik’i ne Evzâ’î’yi ne Neha’i’yi ne de bir baþka­sýný taklit et! Hükümleri, onlarýn aldýðý yerden; Kitap ve sünnet­ten al!”

 

 
Ulemânýn Görüþleri Bilinmeden Fetva Vermek Doðru Olmaz:
 

Herhangi bir kimsenin, þer’î meseleler konusunda ulemânýn görüþlerini, onlarýn yaklaþýmlarýný iyice bilmeden fetva vermeye kalkýþmasý doðru olmaz. Bir kimseye bir soru sorulsa, o kiþi mez­heplerine tabi olunan âlimlerin o konu üzerinde görüþbirliði halin­de olduklarýný bilse, bu durumda “Bu caizdir” ya da “caiz deðildir” demesinde bir sakýnca olmaz ve sözü, bir tür nakil sayýlýr. Eðer mesele, ulemâ arasýnda ihtilaflý bulunuyor ise, bu durumHa da, “Bu, falan âlimin görüþüne göre caizdir”, “Falanýn görüþüne göre caiz deðildir.” diyebilir, fakat delilini bilmeden onlardan birinin görüþünü tercih ederek cevap vermeye kalkýþamaz.

Ebû Yûsuf, Züfer [797] ve daha baþkalarý þöyle demiþlerdir:

“Bir kimsenin, nereden aldýðýmýzý bilmeden, bizim görüþleri­mizle fetva vermeye kalkýþmasý caiz olmaz.”

Ebû Yûsuf un oðlu Isâm’a, “Sen, Ebû Hanîfe’ye çokça muhale­fette bulunuyorsun.” dediklerinde o, þöyle cevap vermiþtir:

“Çünkü Ebû Hanîfe, bize nasip olmayan çok üstün bir anlayý­þa sahipti. Bu anlayýþýyla bizim anlayamadýðýmýz þeyleri anla­mýþtý. Bu itibarla anlamadýkça, onun görüþleriyle fetva vermemiz bize caiz olmaz.”

Muhammed b. el-Hasan’a (ö. 189/805), bir kimsenin fetva ver­mesi kendisine ne zaman helâl olur diye soruldu. O:

“Doðrularý, hatalarýndan daha çok olduðu zaman.” diye cevap verdi.

Belh fakihlerinden Ebû Bekir el-Ýskâf’a þöyle sorarlar:

“Bir belde de bir âlim olsa ve ondan daha bilgili baþka kimse olmasa, bu âlim fetva vermemezlik edebilir mi?” O, bu soruya:

“Eðer ictihâd ehlinden ise, hayýr edemez.” diye cevap verir.

“Ýctihâd ehlinden nasýl olur?” diye sorarlar,

“Meselelerin yönlerim (izah tarzlarým, gerekçelerini) bilmesi, kendilerine muhalefet etmeleri halinde akranýyla meseleyi tartýþa­bilecek güçte olmasýyla olur.” diye cevap verir. Denildiðine göre, ictihâd için gerekli þartlarýn en alt seviyesi, Mebsût’un [798] ezbere bi­linmesidir. [799]

el-Bahru’r-râik’te, Ebu’l-Leys’in þöyle dediði nakledilir:

Ebû Nasr’a [800] þöyle bir soru sordular:

“Senin yanýnda dört kitap yani Ýbrahim b. Rüstüm’ün kitabý, Hassâfýn Edebu’l-kâdî’si, Kitâbu’l-Mücerred ve Kitâbu’n-Nevâdir -Hiþâm rivâyetiyle- bu­lunsa, bunlardan fetva vermek caiz olur mu? Zira bu kitaplar sen­ce makbuldür.”

Ebû Nasr’ýn cevabý þöyle oldu:

“Mezhebimizden sahih olarak nakledilenler bizce makbul ve memnuniyeti mucip birer ilimdir. Fakat fetva konusuna gelince, ben bir kimsenin anlamadýðý bir þeyle fetva vermesini ve halkýn vebalini yüklenmesini doðru bulmam. Eðer mezhebimizden olduðu meþhur ve mevsuk olup, âlimlerimizden apaçýk bir þekilde nakle­dilmiþ meselelerden olursa, meydana gelen olaylarýn hükümleri için onlara itimat etmenin kendim için caiz olduðunu umarým.”

Yine ayný kitapta þöyle yazmaktadýr:

“Bir kimse hacamat olsa [801] veya gýybet etse ve bunun orucunu bozduðunu zannetse, sonra da yese içse; eðer bir fakîhe sormamýþ, kendisine de ilgili haber (hadis) ulaþmamýþsa, bu durumda o kiþiye keffâret gerekir. Çünkü bu, Ýslâm diyarýnda mazeret sayýlmayacak türden bir bilgisizliktir. [802] Ama bir fakîhe danýþmýþ ve o da, kan aldýrmanýn ya da gýybet etmenin orucu bozacaðýna dair fetva vermiþse, o zaman keffâret gerekmez. Çünkü halktan olan kimseye (âmmî) gerekli olan, fetvasýna itimat ettiði âlime uymasýdýr. Bu durumda o, -her ne kadar müftî, fetvasýnda hatalý ise de- yaptý­ðým fetvaya dayandýrdýðý için mazur olur.

Bir müftîye sormamýþ fakat kendisine ilgili haber yani Rasûlullah’ýn (s.a.):

“Kan alanýn da, kan aldýranýn da orucu bozu­lur.” [803]

“Gýybet, orucu bozar.” [804] Þeklindeki hadisleri ulaþmýþsa, eðer bu durumda nesh olup olmadýðýný, ya da tevilinin nasýl oldu­ðunu bilmiyor idiyse ve buna raðmen orucunu bozmuþsa ikisine (yani Ýmam Ebû Hanîfe ve Ýmam Muhammed’e) göre yine keffâret gerekmez. Çünkü hadisin zahiriyle amel edilmesi ilke olarak ge­reklidir. Ebû Yûsuf ise farklý düþünmektedir. Çünkü halktan biri­nin (âmmî) nâsih ve mensûhu bilemeyeceði için doðrudan hadisle amel etme salahiyeti yoktur.

Þehvetle bir kadýný tutsa, ya da öpse ya da gözlerine sürme çekse ve sonra bu, orucu bozdu zannýyla yese içse, bu durumda da kendisine kefâret lâzým gelir. Ancak bir müftîye sormuþ ve o da, kendisine bozacaðý doðrultusunda fetva vermiþse, ya da ilgili ha­ber kendisine ulaþmýþsa o zaman keffâret gerekmez.

Zevalden önce oruca niyet etse, sonra o orucu bozsa, Ebû Hanîfe’ye göre keffâret gerekmez. Ebû Yûsuf ve Muhammed’e göre ise gerekir. Muhît adlý eserde böyle yazmaktadýr. Bütün bunlar­dan anlaþýlýyor ki, halktan birinin (âmmî) mezhebi, müftînin fetvasýdýr.”

Yine ayný eserde, geçmiþ namazlarýn kazasý konusunda þöyle denmektedir: Eðer kiþi, belli bir mezhebi olmayan halktan biriyse, onun mezhebi müftîsinin fetvâsýdýr. Nitekim bunu böylece belirt­miþlerdir. Eðer hanefî bir müftî fetva vermiþse, ikindi ve akþam namazlarýný iade eder; þâfýî bir müftî fetva vermiþse, onlarý iade etmez. [805] Kiþinin kendi görüþü dikkate alýnmaz. Eðer bir müftîye sormaz ya da tesadüfen bir müctehidin görüþü üzere sahih olacak þekilde hareket ederse, bu, kendisi için yeterli olur ve iade etmesi gerekmez.

Ýbnu’s-Salâh þöyle demiþtir:

“Þâfiîlerden biri, mezhebine ters düþen bir hadis bulursa ba­kar: Eðer kendisinde mutlak ictihâd için gerekli þartlar tam olarak bulunuyorsa yahut sadece o konuda ya da o meselede ictihâd ehli­yetine sahip ise, o takdirde kendisi o hadisle müstakil olarak amel edebilir. Eðer saydýðýmýz bu þartlarý taþýmýyor, araþtýrmasý ve mahalefet için doyurucu bir cevap bulamamasý sonucunda hadise mahalefet etmek de kendisine aðýr geliyorsa, eðer o hadisle Ýmam Þafiî’den baþka müstakil bir imam amel etmiþ ise, onunla amel edebilir. Bu, o konuda imamýnýn mezhebini terketmiþ olmasý için bir mazeret sayýlýr.

Ýmam Nevevî [806], Îbnu’s-Salâh’ýn bu sözünü güzel bulmuþ ve ona katýlmýþtýr.




[796] Ebû Ýbrahim Ýsmail b. Yahya el-Müzenî el-Mýsrî: 175 yýlýnda doðmuþ, ilim tahsil etmiþ, hadis rivayetinde bulunmuþtur. Ýmam Þafiî, Mýsýr'a ge­lince ondan fýkýh almýþtýr. Âlim, zâhid ve münâzaracý biriydi. Ýmam Þâfýî onun hakkýnda:

"Müzeni, benim mezhebimin yardýmcýsýdýr." derdi. Þafiî, mezhebine temel teþkil eden eserleri vardýr. 264/877 yýlýnda vefat etmiþ­tir.

[797] Züfer b. el-Hüzeyl: Hanefi mezhebinin dördüncü büyük fakihidir. Ehl-ý hadisten iken fýkýh tarafý galebe çalmýþtýr. Basra kadýlýðý yapmýþ ve ora­da 158/775 yýlýnda ölmþtür. (Ç)

[798] Serahsî'nin otuz cüzlük, hanefî mezhebine ait Zâhiru'r-rivâye kitaplarý­nýn muhtevasýný içinde toplayan büyük eser. (Ç)

[799] el-Yevâkît ve'1-cevâhir'den alýnan nakil burada bitti.

[800] Ebû Nasr Abudusseyyid b. Muhammed: Ýbnu's-Sabbâð diye meþhurdur, eþ-Þâmil ve'l-kâmil, Uddetu'l-âlim ve't-tariku's-sâlim, Kifâyetu's-sâil, el-Fetâuâ gibi eserleri vardýr. Devrinde þâfiîlerin en büyüðü idi. 477/1084 yýlýnda vefat etmiþtir.

[801] Yani bir tür kan aldýrsa.(Ç)

[802] Ýslâm Ülkesinde, þer'î hükümler genelde herkesçe biliniyor kabul edilir. (Ç)

[803] Buhârî, Savm, 32; Ebû Dâvûd, Savm, 28.

[804] Bkz. Ýhya, 1/234.

[805] Tertibe riayet hanefîlere göre gerekli, þâfîîlere göre gerekli deðildir. Bu durumda sahib-i tertip bir kimse ikindi namazýný geçirmiþ olduðunu unutarak akþam namazýný kýlsa, sonra ikindiyi kaza etse, her ikisini de iade etmesi gerekir. Þâfîîlere göre ise bir þey gerekmez. (Ç)

[806] Muhyiddin Ebû Zekeriyyâ Yahya b. Þeref en-Nevevî: Þâfýî mezhebine mensup büyük müctehidlerden biridir. Muhtasaru'þ-Þerhu'l-kebîr'in muhtasarý olan er-Ravza, el-Mecmû' gibi pek çok ve hacimli eserlerin müellifidir. 676/1277 yýlýnda vefat etmiþtir.




radyobeyan