Lemalar
Pages: 1
26. Lema onuncu rica By: hafiza aise Date: 03 Þubat 2011, 15:00:57
ONUNCU RÝCA

Bir zaman, esaretten geldikten sonra, Ýstanbul'da bir iki sene yine gaflet galebe etti. Siyaset havasý, nazarýmý nefsimden kaldýrýp âfâka daðýtmýþken, birgün Ýstanbul'un Eyüp Sultan kabristanýnýn dereye bakan yüksek bir yerinde oturuyordum. Ýstanbul etrafýndaki âfâka baktým. Birden, bakýyorum, benim hususî dünyam vefat ediyor, bazý cihette ruh çekiliyor gibi bir hâlet-i hayaliye bana geldi. Dedim "Acaba bu kabristan'ýn mezar taþlarýndaki yazýlarý mýdýr ki, bana böyle hayal veriyor?" diye nazarýmý çektim. Uzaða deðil, o kabristana baktým. Kalbime ihtar edildi ki:

"Bu senin etrafýndaki kabristanýn, yüz Ýstanbul, içinde vardýr. Çünkü yüz defa Ýstanbul buraya boþalmýþ. Bütün Ýstanbul'un halkýný buraya boþaltan bir Hâkim-i Kadîrin hükmünden kurtulup müstesna kalamazsýn; sen de gideceksin."

Ben kabristandan çýkýp, bu dehþetli hayal ile Sultan Eyüp Camiinin mahfelindeki küçük bir odaya, çok defa girdiðim gibi, bu defa da girdim. Düþündüm ki, ben üç cihette misafirim. Bu menzilcikte misafir olduðum gibi, Ýstanbul'da da misafirim, dünyada da misafirim. Misafir, yolunu düþünmeli. Nasýl ki bu odadan çýkacaðým, birgün de Ýstanbul'dan da çýkacaðým, diðer birgün de dünyadan çýkacaðým.

Ýþte bu hâlette, gayet rikkatli ve firkatli, elemli bir hüzün ve gam, kalbime, baþýma çöktü. Çünkü ben yalnýz bir iki dostu kaybetmiyorum. Ýstanbul'da binler sevdiðim dostlarýmdan mufarakat gibi, çok sevdiðim Ýstanbul'dan da ayrýlacaðým. Dünyada yüz binler dostlarýmdan iftirak gibi, çok sevdiðim ve müptelâ olduðum o güzel dünyadan da ayrýlacaðým diye düþünürken, yine kabristanýn o yüksek yerine gittim. Ara sýra sinemaya ibret için gittiðimden, bana, Ýstanbul içindeki insanlar, o dakikada, sinemada geçmiþ zamanýn gölgelerini hazýr zamana getirmek cihetiyle, ölmüþ olanlarý ayakta gezer suretinde gösterdikleri gibi, aynen ben de, o vakit gördüðüm insanlarý, ayakta gezen cenazeler vaziyetinde gördüm. Hayalim dedi ki: Madem bu kabristanda olanlardan bir kýsmý, sinemada, gezer gibi görülüyor;


ileride kat'iyen bu kabristana girecekleri, girmiþ gibi gör. Onlar da cenazelerdir, geziyorlar.

Birden, Kur'ân-ý Hakîmin nuruyla ve Gavs-ý Âzam Þeyh Geylânî Hazretlerinin irþadýyla, o hazîn hâlet, sürurlu ve neþ'eli bir vaziyete inkýlâp etti. Þöyle ki:

O hazîn hale karþý Kur'ân'dan gelen nur böyle ihtar etti ki: Senin, þimal-i þarkîde, Kosturma'daki gurbetinde bir iki esir zabit dostun vardý. Bu dostlarýn herhalde Ýstanbul'a gideceklerini biliyordun. Sana birisi deseydi, "Sen Ýstanbul'a mý gideceksin, yoksa burada mý kalacaksýn?" Elbette, zerre miktar aklýn varsa, Ýstanbul'a ferah ve sürurla gitmesini kabul edecektin. Çünkü bin birden, dokuz yüz doksan dokuz ahbabýn Ýstanbul'dadýrlar. Burada bir iki tane kalmýþ; onlar da oraya gidecekler. Senin için Ýstanbul'a gitmek hazîn bir firak, elîm bir iftirak deðil. Hem de geldin, memnun olmadýn mý? O düþman memleketindeki pek karanlýk, uzun gecelerinden ve pek soðuk fýrtýna kýþlarýndan kurtuldun. Bu güzel, dünya cenneti gibi Ýstanbul'a geldin.

Aynen öyle de, senin küçüklüðünden bu yaþýna kadar, sevdiklerinden yüzde doksan dokuzu, sana dehþet veren kabristana göçmüþler. Bu dünyada kalan bir iki dostun var; onlar da oraya gidecekler. Dünyada vefatýn firak deðil, visaldir, o ahbaplara kavuþmaktýr. Onlar, yani o ervâh-ý bâkiye, eskimiþ yuvalarýný toprak altýnda býrakýp, bir kýsmý yýldýzlarda, bir kýsmý âlem-i berzah tabakatýnda geziyorlar diye ihtar edildi.

Evet, bu hakikati Kur'ân ve iman o derece kat'î bir surette ispat etmiþtir ki, bütün bütün kalbsiz, ruhsuz olmazsa veyahut dalâlet kalbini boðmamýþsa, görüyor gibi inanmak gerektir. Çünkü bu dünyayý hadsiz envâ-ý lütuf ve ihsanýyla böyle tezyin edip mükrimâne ve þefîkane rububiyetini gösteren ve tohumlar gibi en ehemmiyetsiz cüz'î þeyleri dahi muhafaza eden bir Sâni-i Kerîm ve Rahîm, masnuatý içinde en mükemmel ve en câmi, en ehemmiyetli ve en çok sevdiði masnuu olan insaný, elbette ve bilbedahe, sureten göründüðü gibi böyle merhametsiz, âkýbetsiz idam etmez, mahvetmez, zayi etmez. Belki bir çiftçinin topraða serptiði tohumlar gibi, baþka bir hayatta sümbül vermek için, Hâlýk-ý Rahîm o sevgili masnuunu, bir rahmet kapýsý olan toprak altýna muvakkaten atar.

Ýþte bu ihtar-ý Kur'ânîyi aldýktan sonra, o kabristan, Ýstanbul'dan ziyade bana ünsiyetli oldu. Halvet ve uzlet, bana sohbet ve muaþeretten daha ziyade hoþ geldi. Ben de Boðaz tarafýndaki Sarýyer'de, bir halvethane kendime buldum. Gavs-ý Âzam (r.a.) Fütuhu'l-Gayb'ýyla bana bir üstad ve tabip ve mürþid olduðu gibi, Ýmam-ý Rabbânî de (r.a.) Mektubat'ýyla bir enîs, bir müþfik, bir hoca hükmüne geçti. O vakit, ihtiyarlýða girdiðimden ve medeniyetin ezvâkýndan çekildiðimden ve hayat-ý içtimaiyeden sýyrýldýðýmdan pek çok memnun oldum, Allah'a þükrettim.

Ýþte, ey benim gibi ihtiyarlýk içine giren ve ihtiyarlýðýn ihtarýyla vefatý çok tahattur eden zatlar! Kur'ân'ýn verdiði ders-i iman nuruyla, ihtiyarlýðý ve vefatý ve hastalýðý hoþ görmeliyiz, belki bir cihette sevmeliyiz. Madem iman gibi hadsiz derecede kýymettar bir nimet bizde vardýr. Ýhtiyarlýk da hoþtur, hastalýk da hoþtur, vefat da hoþtur. Nâhoþ birþey varsa o da günahtýr, sefahettir, bid'atlardýr, dalâlettir.


radyobeyan