Lemalar
Pages: 1
26. Lema By: hafiza aise Date: 03 Þubat 2011, 14:41:03
YÝRMÝ ALTINCI LEM'A

Ýhtiyarlar Lem'asý

Yirmi altý rica ve ziya ve teselliyi câmidir.
ÝHTAR: Herbir Ricanýn baþýnda, mânevî derdimi gayet elîm ve sizi müteessir edecek derecede yazdýðýmýn sebebi, Kur'ân-ý Hakîmden gelen ilâcýn fevkalâde tesirini göstermek içindir. Ýhtiyarlara ait bu Lem'a, üç dört cihetle hüsn-ü ifadeyi muhafaza edememiþ.

Birincisi:
Sergüzeþt-i hayatýma ait olduðu için, o zamanlara hayalen gidip o hâlette yazýldýðýndan, ifade, intizamýný muhafaza edemedi.

Ýkincisi: Sabah namazýndan sonra, gayet yorgunluk hissettiðim bir zamanda, hem sür'ate mecburiyet tahtýnda yazýldýðýndan, ifadede müþevveþiyet düþmüþ.

Üçüncüsü: Yanýmda dâim yazacak bulunmadýðýndan, yanýmda bulunan kâtibin de Risale-i Nura ait dört beþ vazifesi olmakla tashihatýna tam vakit bulamadýðýmýzdan intizamsýz kaldý.

Dördüncüsü:
Telifin akabinde ikimiz de yorgun olarak, mânâyý dikkatle düþünmeyerek, gayet sathî bir tashihle iktifâ edildiðinden, tarz-ý ifadede elbette kusurlar bulunacak. Âlicenap ihtiyarlardan, ifadedeki kusurlarýma nazar-ý müsamaha ile bakmak ve rahmet-i Ýlâhiye boþ olarak döndürmediði mübarek ihtiyarlar ellerini dergâh-ý Ýlâhiyeye açtýklarý vakit, bizi de dualarýnda dahil etsinler.


(1)
Þu Lem'a Yirmi Altý Ricadýr.

BÝRÝNCÝ RÝCA

Ey sinn-i kemâle gelen muhterem ihtiyar kardeþler ve ihtiyare hemþireler! Ben de sizin gibi ihtiyarým. Ýhtiyarlýk zamanýnda ara sýra bulduðum ricalarý ve o ricalardaki teselli nuruna sizi de teþrik etmek arzusuyla, baþýmdan geçen bazý hâlâtý yazacaðým. Gördüðüm ziya ve rast geldiðim rica kapýlarý, elbette benim nâkýs ve müþevveþ istidadýma göre görülmüþ, açýlmýþ. Ýnþaallah sizlerin sâfi ve hâlis istidatlarýnýz, gördüðüm ziyayý parlattýracak, bulduðum ricayý daha ziyade kuvvetleþtirecek.

Ýþte, gelecek o ricalarýn ve ziyalarýn menbaý, madeni, çeþmesi, imandýr.

ÝKÝNCÝ RÝCA

Ýhtiyarlýða girdiðim zaman, birgün güz mevsiminde, ikindi vaktinde, yüksek bir daðda dünyaya baktým. Birden, gayet rikkatli ve hazîn ve bir cihette karanlýklý bir hâlet bana geldi. Gördüm ki, ben ihtiyarlandým, gündüz de ihtiyarlanmýþ, sene de ihtiyarlanmýþ, dünya da ihtiyarlanmýþ. Bu ihtiyarlýklar içinde dünyadan firak ve sevdiklerimden iftirak zamaný yakýnlaþtýðýndan, ihtiyarlýk beni ziyade sarstý.

Birden, rahmet-i Ýlâhiye öyle bir surette inkiþaf etti ki, o rikkatli hüzün ve firâký, kuvvetli bir rica ve parlak bir teselli nuruna çevirdi. Evet, ey benim gibi ihtiyarlar! Kur'ân-ý Hakîmde yüz yerde "er-Rahmânü'r-Rahîm" sýfatlarýyla kendini bizlere takdim eden ve daima zeminin yüzünde merhamet isteyen zîhayatlarýn imdadýna rahmetini gönderen ve gaybdan her sene baharý hadsiz nimet ve hediyeleriyle doldurup rýzka muhtaç bizlere yetiþtiren ve zaaf ve acz derecesi nisbetinde rahmetinin cilvesini ziyade gösteren bir Hâlýk-ý Rahîmimizin rahmeti, bu ihtiyarlýðýmýzda en büyük bir rica ve en kuvvetli bir ziyadýr. Bu rahmeti bulmak, iman ile o Rahmân'a intisap etmek ve ferâizi kýlmakla Ona itaat etmektir.

ÜÇÜNCÜ RÝCA

Bir zaman gençlik gecesinin uykusundan ihtiyarlýk sabahýyla uyandýðým vakit kendime baktým, vücudum kabir tarafýna bir iniþten koþar gibi gidiyor. Niyazi-i Mýsrî'nin

Günde bir taþý bina-yý ömrümün düþtü yere,

Can yatar gafil, binasý oldu viran bîhaber

dediði gibi, ruhumun hanesi olan cismimin de hergün bir taþý düþmekle yýpranýyor. Ve dünya ile beni kuvvetli baðlayan ümitlerim, emellerim kopmaya baþladýlar. Hadsiz dostlarýmdan ve sevdiklerimden mufarakat zamanýnýn yakýnlaþtýðýný hissettim. O mânevî ve çok derin ve devâsýz görünen yaranýn merhemini aradým, bulamadým. Yine Niyazi-i Mýsrî gibi dedim ki:

Dil bekasý, Hak fenâsý istedi mülk-ü tenim,

Bir devâsýz derde düþtüm, ah ki Lokman bîhaber.

O vakit birden merhamet-i Ýlâhiyenin lisaný, misali, timsali, dellâlý, mümessili olan Peygamber-i Zîþan Aleyhissalâtü Vesselâmýn nuru ve þefaati ve beþere getirdiði hediye-i hidayeti, o dermansýz, hadsiz zannettiðim yaraya güzel bir merhem ve tiryak oldu. Karanlýklý ye'simi, nurlu bir ricaya çevirdi.

Evet, ey benim gibi ihtiyarlýðýný hisseden muhterem ihtiyar ve ihtiyareler! Biz gidiyoruz, aldanmakta fayda yok. Gözümüzü kapamakla bizi burada durdurmazlar; sevkiyat var. Fakat gafletten ve kýsmen de ehl-i dalâletten gelen zulümat evhamlarýyla bize firaklý ve karanlýklý görünen berzah memleketi, ahbaplarýn mecmaýdýr. Baþta þefîimiz olan Habibullah Aleyhissalâtü Vesselâm ile bütün dostlarýmýza kavuþmak âlemidir.

Evet, bin üç yüz elli senede, her sene üç yüz elli milyon insanlarýn sultaný ve onlarýn ruhlarýnýn mürebbîsi ve akýllarýnýn muallimi ve kalblerinin mahbubu ve her günde, es-sebebü ke'l-fâil sýrrýnca, bütün o ümmetinin iþlediði hasenâtýn bir misli, sahife-i hasenâtýna ilâve edilen ve þu kâinattaki makasýd-ý âliye-i Ýlâhiyenin medarý ve mevcudatýn kýymetlerinin teâlîsinin sebebi olan o zât-ý Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, dünyaya geldiði dakikada "Ümmetî, ümmetî" rivayet-i sahiha ile


ve keþf-i sadýkla dediði gibi, mahþerde herkes "Nefsî, nefsî" dediði zaman, yine "Ümmetî, ümmetî" diyerek en kudsî ve en yüksek bir fedakârlýkla, yine þefaatiyle ümmetinin imdadýna koþan bir zâtýn gittiði âleme gidiyoruz. Ve o güneþin etrafýnda hadsiz asfiya ve evliya yýldýzlarýyla ýþýklanan öyle bir âleme gidiyoruz.

Ýþte o zâtýn þefaati altýna girip ve nurundan istifade etmenin ve zulümat-ý berzahiyeden kurtulmanýn çaresi, sünnet-i seniyyesine ittibâdýr.

DÖRDÜNCÜ RÝCA

Bir zaman ihtiyarlýða ayak bastýðýmdan, gafleti idame ettiren sýhhat-i bedenim de bozulmuþtu. Ýhtiyarlýkla hastalýk müttefikan bana hücum etti. Baþýma vura vura uykumu kaçýrdýlar. Çoluk çocuk, mal gibi beni dünya ile baðlayacak alâkalar da yoktu. Gençlik sersemliðiyle zayi ettiðim sermaye-i ömrümün meyvelerini, bütün günahlar, hatîatlar gördüm. Niyazi-i Mýsrî gibi feryad eyleyerek dedim:

Bir ticaret yapmadým, nakd-i ömür oldu hebâ,

Yola geldim, lâkin göçmüþ cümle kervan bîhaber.

Aðlayýp, nâlân edip, düþtüm yola tenhâ, garip,

Dîde giryan, sîne biryan, akýl hayran, bîhaber.

O vakit gurbetteydim. Me'yûsâne bir hüzün ve nedametkârâne bir teessüf ve istimdatkârâne bir hasret hissettim.

Birden, Kur'ân-ý Mu'cizü'l-Beyan imdada yetiþti. Bana o kadar kuvvetli bir rica kapýsýný açtý ve öyle hakikî bir teselli ziyasýný verdi ki, o vaziyetimin yüz derece fevkindeki ye'si dahi izale eder ve o karanlýklarý daðýtabilirdi.

Evet, ey benim gibi dünya ile alâkalarý kesilmeye baþlayan ve dünya ile baðlanan ipleri kopmaya yüz tutan muhterem ihtiyar ve ihtiyareler! Bu dünyayý en mükemmel ve muntazam bir þehir, bir saray hükmünde halk eden bir Sâni-i Zülcelâl, mümkün müdür ki, o þehirde, o sarayda, en ehemmiyetli misafirleriyle ve dostlarýyla konuþmasýn, görüþmesin? Madem bilerek bu sarayý yapmýþ ve irade ve ihtiyar ile tanzim ve tezyin etmiþ; elbette nasýl ki yapan bilir, öyle de bilen konuþur. Madem bu sarayý, bu þehri bize güzel bir misafirhane ve ticaretgâh yapmýþ; elbette bize karþý münasebâtýný ve bizden arzularýný gösterecek bir defteri, bir kitabý bulunacaktýr.

Ýþte o kudsî defterin en mükemmeli, kýrk vecihle mucize ve her dakikada hiç olmazsa yüz milyonun dillerinde gezen, nur serpen ve herbir harfinde asgarî olarak on sevap ve on hasene ve bazan on bin ve bazan da-Leyle-i Kadir sýrrýyla-bir harfine otuz bin hasene ve meyve-i Cennet ve nur-u berzah veren Kur'ân-ý Mu'cizü'l-Beyandýr. Bu makamda ona rekabet edecek, kâinatta hiçbir kitap yoktur ve hiçbir kimse gösteremez. Madem bu elimizdeki Kur'ân, semâvat ve arzýn Hâlýk-ý Zülcelâlinin rububiyet-i mutlakasý noktasýndan ve azamet-i ulûhiyeti cihetinden ve ihata-i rahmeti cânibinden gelen kelâmýdýr, fermanýdýr, bir maden-i rahmetidir. Ona yapýþ; her derde bir deva, her zulmete bir ziya, her ye'se bir rica, içinde vardýr.

Ýþte bu ebedî hazinenin anahtarý imandýr ve teslimdir ve onu dinleyip kabul etmektir ve okumaktýr.

BEÞÝNCÝ RÝCA

Bir zaman, ihtiyarlýðýmýn mebdeinde, bir inzivâ arzusuyla, Ýstanbul'un Boðaz tarafýndaki Yûþâ Tepesinde, yalnýzlýkla ruhum bir istirahat aradý. Birgün o yüksek tepede, daire-i ufka, etrafa baktým. Gayet hazîn ve rikkatli bir levha-i zeval ve firâký, ihtiyarlýðýn ihtarýyla gördüm. Þecere-i ömrümün kýrk beþinci senesi olan kýrk beþinci dalýndaki yüksek makamýndan, tâ hayatýmýn aþaðý tabakalarýna nazar gezdirdim. Gördüm ki, o aþaðýda, herbir dalýnda, herbir senenin zarfýnda sevdiklerimden ve alâkadarlarýmdan ve tanýþtýklarýmdan hadsiz cenazeler var. Ve o firak ve iftiraktan gelen gayet rikkatli bir mânevî teessürat içinde, Fuzûlî-i Baðdâdî gibi mufarakat eden dostlarý düþünerek enîn edip,

Vaslýný yâd eyledikçe aðlarým,

Tâ nefes varsa kuru cismimde feryad eylerim

diyerek bir teselli, bir nur, bir rica kapýsýný aradým. Birden, âhirete iman nuru imdada yetiþti; hiç sönmez bir nur, hiç kýrýlmaz bir rica verdi.

Evet, ey benim gibi ihtiyar kardeþler ve ihtiyare hemþireler! Madem âhiret var ve madem bâkidir ve madem dünyadan daha güzeldir. Ve madem bizi yaratan Zat hem Hakîm, hem Rahîmdir. Ýhtiyarlýktan þekvâ ve teessüf etmemeliyiz. Bilâkis, ihtiyarlýk, iman ile ibadet içinde sinn-i kemâle gelip, vazife-i hayattan terhis ve âlem-i rahmete istirahat için gitmeye bir alâmet olduðu cihetle, ondan memnun olmalýyýz.

Evet, nass-ý hadisle, nev-i beþerin en mümtaz þahsiyetleri olan yüz yirmi dört bin enbiyanýn2 icmâ ve tevatürle, kýsmen þuhuda ve kýsmen


hakkalyakine istinaden, müttefikan âhiretin vücudundan ve insanlarýn oraya sevk edileceðinden ve bu kâinatýn Hâlýkýnýn kat'î vaad ettiði âhireti getireceðinden haber verdikleri gibi; onlarýn verdikleri haberi keþif ve þuhud ile, ilmelyakin suretinde tasdik eden yüz yirmi dört milyon evliyanýn o âhiretin vücuduna þehadetleriyle ve bu kâinatýn Sâni-i Hakîminin bütün esmâsý bu dünyada gösterdikleri cilveleriyle bir âlem-i bekayý bilbedâhe iktiza ettiklerinden, yine âhiretin vücuduna delâletiyle; ve her sene, baharda, rû-yi zeminde ayakta duran had ve hesaba gelmez ölmüþ aðaçlarýn cenazelerini emr-i kün feyekûn ile ihyâ edip ba'sü ba'delmevte mazhar eden ve haþir ve neþrin yüz binler nümunesi olarak nebâtat taifelerinden ve hayvânat milletlerinden üç yüz bin nevileri haþir ve neþreden hadsiz bir kudret-i ezeliye ve hesapsýz ve israfsýz bir hikmet-i ebediye ve rýzka muhtaç bütün zîruhlarý kemâl-i þefkatle gayet harika bir tarzda iaþe ettiren ve her baharda az bir zamanda had ve hesaba gelmez envâ-ý ziynet ve mehâsini gösteren bir rahmet-i bâkiye ve bir inâyet-i daimenin bilbedâhe âhiretin vücudunu istilzam ile ve þu kâinatýn en mükemmel meyvesi ve Hâlýk-ý Kâinatýn en sevdiði masnuu ve kâinatýn mevcudatýyla en ziyade alâkadar olan insandaki þedit, sarsýlmaz, daimi olan aþk-ý beka ve þevk-i ebediyet ve âmâl-i sermediyet, bilbedâhe iþaret ve delâletiyle, bu âlem-i fâniden sonra bir âlem-i bâki ve bir dâr-ý âhiret ve bir dâr-ý saadet bulunduðunu o derece kat'î bir surette ispat ederler ki, dünyanýn vücudu kadar, bilbedâhe âhiretin vücudunu kabul etmeyi istilzam ederler.

Madem Kur'ân-ý Hakîmin bize verdiði en mühim bir ders, iman-ý bil'âhirettir; ve o iman da bu derece kuvvetlidir; ve o imanda öyle bir rica ve bir teselli var ki, yüz bin ihtiyarlýk birtek þahsa gelse, bu imandan gelen teselli mukabil gelebilir. Elbette biz ihtiyarlar "Elhamdü lillâhi alâ kemâli'l-îmân" deyip ihtiyarlýðýmýza sevinmeliyiz.

ALTINCI RÝCA

Bir zaman, elîm bir esaretimde, insanlardan tevahhuþ edip Barla Yaylasýnda, Çam daðýnýn tepesinde yalnýz kaldým. Yalnýzlýkta bir nur arýyordum. Bir gece, o yüksek tepenin baþýndaki yüksek bir çam aðacýnýn üstündeki üstü açýk odacýkta idim. Üç dört gurbeti birbiri içinde ihtiyarlýk bana ihtar etti. Altýncý Mektupta izah edildiði gibi, o gece, ýssýz, sessiz, yalnýz, aðaçlarýn hýþýrtýlarýndan ve hemhemelerinden gelen hazîn bir sadâ, bir ses, rikkatime, ihtiyarlýðýma, gurbetime ziyade dokundu. Ýhtiyarlýk bana ihtar etti ki: Gündüz nasýl þu siyah bir kabre tebeddül etti, dünya siyah kefenini giydi; öyle de, senin ömrünün gündüzü de geceye ve dünya gündüzü de berzah gecesine ve hayatýn yazý dahi ölümün kýþ gecesine inkýlâp edeceðini kalbimin kulaðýna söyledi. Nefsim bilmecburiye dedi:

Evet, ben vatanýmdan garip olduðum gibi, bu elli sene zarfýndaki ömrümde zeval bulan sevdiklerimden ayrý düþtüðümden ve arkalarýnda onlara aðlayarak kaldýðýmdan, bu vatan gurbetinden daha ziyade hazîn ve elîm bir gurbettir. Ve bu gece ve daðýn garibâne vaziyetindeki hazîn gurbetten daha ziyade hazîn ve elîm bir gurbete yakýnlaþýyorum ki, bütün dünyadan birden mufarakat zamaný yakýnlaþtýðýný ihtiyarlýk bana haber veriyor. Bu gurbet gurbet içinde ve bu hüzün hüzün içindeki vaziyetten bir rica, bir nur aradým. Birden, iman-ý billâh imdada yetiþti. Öyle bir ünsiyet verdi ki, bulunduðum muzaaf vahþet bin defa tezâuf etseydi, yine o teselli kâfi gelirdi.

Evet, ey ihtiyar ve ihtiyareler! Madem Rahîm bir Hâlýkýmýz var; bizim için gurbet olamaz. Madem O var; bizim için herþey var. Madem O var; melâikeleri de var. Öyleyse bu dünya boþ deðil; hâli daðlar, boþ sahrâlar Cenâb-ý Hakkýn ibâdýyla doludur. Zîþuur ibâdýndan baþka, Onun nuruyla, Onun hesabýyla taþý da, aðacý da birer mûnis arkadaþ hükmüne geçer, lisan-ý halle bizimle konuþabilirler ve eðlendirirler.

Evet, bu kâinatýn mevcudatý adedince ve bu büyük kitab-ý âlemin harfleri sayýsýnca, vücuduna þehadet eden; ve zîruhlarýn medar-ý þefkat ve rahmet ve inâyet olabilen cihazatý ve mat'ûmâtý ve nimetleri adedince rahmetini gösteren deliller, þahitler, bize Rahîm, Kerîm, Enîs, Vedûd olan Hâlýkýmýzýn, Sâniimizin, Hâmîmizin dergâhýný gösteriyorlar. O dergâhta en makbul bir þefaatçi, acz ve zaaftýr. Ve acz ve zaafýn tam zamaný da ihtiyarlýktýr. Böyle bir dergâha makbul bir þefaatçi olan ihtiyarlýktan küsmek deðil, sevmek lâzýmdýr.YEDÝNCÝ RÝCA

Bir zaman, ihtiyarlýðýn baþlangýcýnda, Eski Said'in gülmeleri Yeni Said'in aðlamalarýna inkýlâp ettiði hengâmda, Ankara'daki ehl-i dünya beni Eski Said zannedip oraya istediler, gittim. Güz mevsiminin âhirlerinde Ankara'nýn benden çok ziyade ihtiyarlanmýþ, yýpranmýþ, eskimiþ kalesinin baþýna çýktým. O kale, tahaccür etmiþ hâdisât-ý tarihiye suretinde bana göründü. Senenin ihtiyarlýk mevsimiyle benim ihtiyarlýðým, kalenin ihtiyarlýðý, beþerin ihtiyarlýðý, þanlý Osmanlý Devletinin ihtiyarlýðý ve Hilâfet Saltanatýnýn vefatý ve dünyanýn ihtiyarlýðý, bana gayet hazîn ve rikkatli ve firkatli bir hâlet içinde, o yüksek kalede geçmiþ zamanýn derelerine ve gelecek zamanýn daðlarýna baktýrdý ve baktým. Birbiri içinde beni ihata eden dört beþ ihtiyarlýk karanlýklarý içinde, Ankara'da en kara bir hâlet-i ruhiye hissettiðimden, bir nur, bir teselli, bir rica aradým.

Saða, yani, mazi olan geçmiþ zamana bakýp teselli ararken, bana mazi, pederimin ve ecdadýmýn ve nev'imin bir mezar-ý ekberi suretinde göründü. Teselli yerine vahþet verdi.

Sol tarafým olan istikbale, derman ararken baktým. Gördüm ki, benim ve emsalimin ve nesl-i âtinin büyük ve karanlýklý bir kabri suretinde göründü, ünsiyet yerine dehþet verdi.

Sað ile soldan tevahhuþ edip hazýr günüme baktým. O gafletli ve tarihvâri nazarýma o hazýr gün, yarým ölmekte ve hareket-i mezbûhânedeki ýztýrap çeken cismimin cenazesini taþýyan bir tabut suretinde göründü.

Sonra bu cihetten dahi me'yus olunca, baþýmý kaldýrýp, ömrümün aðacýnýn baþýna baktým. Gördüm ki, o aðacýn tek bir meyvesi var; o da benim cenazemdir, o aðaç üstünde duruyor, bana bakýyor.

O cihetten dahi tevahhuþ edip baþýmý aþaðýya eðdim, o ömür aðacýnýn aþaðýsýna, köküne baktým. Gördüm ki, o aþaðýda olan toprak, kemiklerimin topraðýyla mebde-i hilkatimin topraðý birbirine karýþmýþ bir surette, ayaklar altýnda çiðneniyor gördüm. O da derman deðil, belki derdime dert kattý.

Sonra mecburiyetle arkama baktým. Gördüm ki, esassýz, fâni olan dünya, hiçlik derelerinde ve yokluk zulümatýnda yuvarlanýp gidiyor. Derdime merhem ararken, zehir ilâve etti.

O cihette dahi hayýr göremediðimden, ön tarafýma baktým, ileriye nazarýmý gönderdim. Gördüm ki, kabir kapýsý tam yolumun üstünde açýk görünüp, aðzýný açmýþ, bana bakýyor. Onun arkasýnda, ebed tarafýna giden cadde ve o caddede giden kafileler uzaktan uzaða nazara çarpýyor.

Ve bu altý cihetten gelen dehþetlere karþý bana nokta-i istinad ve silâh-ý müdafaa olacak, cüz'î bir cüz-ü ihtiyarîden baþka birþey elimde yok. O hadsiz a'dâ ve hesapsýz muzýr þeylere karþý tek bir silâh-ý insanî olan o cüz-ü ihtiyarî, hem nâkýs, hem kýsa, hem âciz, hem icadsýz olduðundan, kesbden baþka birþey elinden gelmez. Ne geçmiþ zamana geçebilir, tâ ondan bana gelen hüzünleri sustursun; ve ne de istikbale hulûl edebilir, tâ ondan gelen korkularý men etsin. Geçmiþ ve geleceklere ait emellerime ve elemlerime faydasý olmadýðýný gördüm.

Bu altý cihetten gelen dehþet ve vahþet ve karanlýk ve me'yusiyet içinde çýrpýndýðým hengâmda, birden Kur'ân-ý Mu'cizü'l-Beyânýn semâsýnda parlayan iman nurlarý imdada yetiþti. O altý ciheti o kadar tenvir edip ýþýklandýrdý ki, gördüðüm o vahþetler ve karanlýklar yüz derece tezauf etseydi, yine o nur onlara karþý kâfi ve vâfi idi. Bütün o dehþetleri birer birer teselliye ve o vahþetleri birer birer ünsiyete çevirdi. Þöyle ki:

Ýman, o vahþetli geçmiþ zamanýn mezar-ý ekber suretini yýrtýp, ünsiyetli bir meclis-i münevver ve bir mecma-i ahbap olduðunu biaynilyakîn, bihakkýlyakîn gösterdi.

Hem iman, bir kabr-i ekber suretinde nazar-ý gaflete görünen gelecek zamaný, sevimli saadet saraylarýnda bir ziyafet-i Rahmâniye meclisi suretinde biilmilyakîn gösterdi.

Hem iman, nazar-ý gaflete bir tabut vaziyetinde görünen hazýr zamaný ve o hazýr günün tabutiyet þeklini kýrýp, o hazýr gün uhrevî bir ticaretgâh dükkâný ve þâþaalý bir misafirhane-i Rahmânî suretinde bilmüþahede gösterdi.

Hem iman, nazar-ý gaflete ömür aðacýnýn baþýnda cenaze þeklinde görünen tek meyvesi cenaze olmadýðýný, belki ebedî bir hayata mazhar ve ebedî bir saadete namzet olan ruhumun, eskimiþ yuvasýndan, yýldýzlarda gezmek için çýktýðýný biilmilyakîn gösterdi.

Hem iman, kemiklerimle mebde-i hilkatimin topraðý, ayak altýnda ehemmiyetsiz mahvolmuþ kemikler olmadýðýný, belki o toprak, rahmet kapýsý


ve Cennet salonunun bir perdesi olduðunu sýrr-ý imanla gösterdi.

Hem iman, nazar-ý gafletle arkamda, hiçlikte, yokluk karanlýðýnda yuvarlanan dünyanýn vaziyetini sýrr-ý Kur'ân'la gösterdi ki, o zâhirî zulümatta yuvarlanan dünya ise, vazifesi bitmiþ, mânâsýný ifade etmiþ, neticelerini kendine bedel vücutta býrakmýþ bir kýsým mektubat-ý Samedâniye ve sahâif-i nukuþ-u Sübhâniye olduðunu gösterdi. Dünyanýn mahiyeti ne olduðunu biilmilyakîn bildirdi.

Hem iman, ileride gözünü açýp bana bakan kabri ve kabrin arkasýnda ebede giden caddeyi, nur-u Kur'ân ile gösterdi ki, o kabir, kuyu kapýsý deðil, belki âlem-i nurun kapýsýdýr. Ve o yol ise, hiçliðe ve ademistana deðil, belki vücuda, nuristana ve saadet-i ebediyeye giden yol olduðunu, tam kanaat verecek bir derecede gösterdiðinden, dertlerime hem derman, hem merhem oldu.

Hem iman, o elinde pek cüz'î bir kesb bulunan cüz'î bir cüz-ü ihtiyarî yerine, o hadsiz düþman ve zulmetlere karþý, gayr-ý mütenâhi bir kudrete istinad etmek ve hadsiz bir rahmete intisap etmek için o cüz-ü ihtiyarînin eline bir vesika veriyor; belki de iman, o cüz-ü ihtiyarînin elinde bir vesika oluyor. Hem o cüz-ü ihtiyarî olan silâh-ý insanî, gerçi zâtýnda hem kýsa, hem âciz, hem noksandýr. Fakat, nasýl ki bir asker, cüz'î kuvvetini devlet hesabýna istimal ettiði vakit, binler derece kuvvetinden fazla iþler görür; öyle de, sýrr-ý imanla o cüz'î cüz-ü ihtiyarî, Cenâb-ý Hak namýna, Onun yolunda istimal edilse, beþ yüz sene geniþliðinde bir Cenneti dahi kazanabilir.

Hem iman, geçmiþ ve gelecek zamana nüfuz edemeyen o cüz-ü ihtiyarînin dizginini cismin elinden alýp kalbe ve ruha teslim eder. Ruh ve kalbin daire-i hayatý ise cisim gibi hazýr zamana münhasýr olmadýðýndan, pek çok seneler maziden, pek çok seneler istikbalden daire-i hayatýna dahil olduðundan; o cüz-ü ihtiyarî, cüz'iyetten çýkýp külliyet kesb eder. Zaman-ý mazinin en derin derelerine kuvvet-i imanla girebildiði ve hüzünlerin zulmetlerini def edebildiði gibi, nur-u imanla istikbalin en uzak daðlarýna kadar çýkar, korkularý izale eder.

Ýþte, ey benim gibi ihtiyarlýk zahmetini çeken ihtiyar ve hemþire ihtiyareler! Madem, elhamdü lillâh, biz ehl-i imanýz; ve madem imanda bu kadar nurlu, lezzetli, sevimli, þirin defineler var; ve madem ihtiyarlýðýmýz bizi bu definenin içine daha ziyade sevk ediyor. Elbette imanlý ihtiyarlýktan þekvâ deðil, belki binler teþekkür etmeliyiz.

SEKÝZÝNCÝ RÝCA

Ýhtiyarlýðýn alâmeti olan beyaz kýllar saçýma düþtüðü bir zamanda, gençliðin derin uykusunu daha ziyade kalýnlaþtýran Harb-i Umumînin daðdaðalarý ve esaretimin keþmekeþlikleri ve sonra Ýstanbul'a geldiðim vakit, ehemmiyetli bir þan ve þeref vaziyeti, hattâ Halifeden, Þeyhülislâmdan, Baþkumandandan tut, tâ medrese talebelerine kadar, haddimden çok ziyade bir hüsn-ü teveccüh ve iltifat gösterdikleri cihetle, gençlik sarhoþluðu ve o vaziyetin verdiði hâlet-i ruhiye, o uykuyu o derece kalýnlaþtýrmýþtý ki, adeta dünyayý daimî, kendimi de lâyemûtâne dünyaya yapýþmýþ bir vaziyet-i acibede görüyordum.Bu dünyayý bu surette yaratan Hâlýk-ý Zülcelâle yüz bin þükrettim. Ve anladým ki, dünyanýn, âhirete ve esmâ-i Ýlâhiyeye bakan güzel içyüzlerine karþý nev-i insana muhabbet verilmiþken, o muhabbeti sû-i istimal ederek fâni, çirkin, zararlý, gafletli yüzüne karþý sarf ettiðinden,    hadis-i þerifinin sýrrýna mazhar olmuþlar.

Ýþte, ey ihtiyar ve ihtiyareler! Ben Kur'ân-ý Hakîmin nuruyla ve ihtiyarlýðýmýn ihtarýyla ve iman dahi gözümü açmasýyla bu hakikati gördüm. Ve çok risalelerde kat'î burhanlarla ispat ettim. Kendime hakikî bir teselli ve kuvvetli bir rica ve parlak bir ziya gördüm. Ve ihtiyarlýðýma memnun oldum ve gençliðin gitmesinden mesrur oldum. Siz de aðlamayýnýz ve þükrediniz. Madem iman var ve hakikat böyledir; ehl-i gaflet aðlasýn, ehl-i dalâlet aðlasýn.

Ýþte o zamanda, Ýstanbul'un Bayezid cami-i mübarekine, Ramazan-ý Þerifte ihlâslý hafýzlarý dinlemeye gittim. Kur'ân-ý Mu'cizü'l-Beyan, semâvî yüksek hitabýyla beþerin fenâsýný ve zîhayatýn vefatýný haber veren gayet kuvvetli bir surette 1 fermanýný, hafýzlarýn lisanýyla ilân etti. Kulaðýma girip, tâ kalbimin içine yerleþip, o pek kalýn gaflet ve uyku ve sarhoþluk tabakalarýný parça parça etti. Camiden çýktým. Daha çoktan beri baþýmda yerleþen o eski uykunun sersemliðiyle birkaç gün baþýmda bir fýrtýna, dumanlý bir ateþ ve pusulasýný þaþýrmýþ gemi gibi kendimi gördüm. Aynada saçýma baktýkça, beyaz kýllar bana diyorlar: "Dikkat et!"

Ýþte o beyaz kýllarýn ihtarýyla vaziyet tavazzuh etti. Baktým ki, çok güvendiðim ve ezvâkýna meftun olduðum gençlik elveda diyor. Ve muhabbetiyle pek çok alâkadar olduðum hayat-ý dünyeviye sönmeye baþlýyor ve pek çok alâkadar ve adeta âþýk olduðum dünya bana uðurlar olsun deyip, misafirhaneden gideceðimi ihtar ediyor. Kendisi de Allahaýsmarladýk deyip, o da gitmeye hazýrlanýyor. Kur'ân-ý Mu'cizü'l-Beyan âyetinin külliyetinde, "Nev-i insanî bir nefistir; dirilmek üzere ölecek. Ve küre-i arz dahi bir nefistir; bâki bir surete girmek için o da ölecek. Dünya dahi bir nefistir; âhiret suretine girmek için o da ölecek" mânâsý, âyetin iþaretinden kalbe açýlýyordu.

Ýþte bu hâlette vaziyetime baktým ki, medar-ý ezvak olan gençlik gidiyor; menþe-i ahzân olan ihtiyarlýk, yerine geliyor. Ve gayet parlak ve nuranî hayat gidiyor; zâhirî karanlýklý, dehþetli ölüm, yerine gelmeye hazýrlanýyor. Ve o çok sevimli ve daimî zannedilen ve gafillerin mâþukasý olan dünya,


pek sür'atle zevâle kavuþuyor gördüm. Kendi kendimi aldatmak ve yine baþýmý gaflete sokmak için, Ýstanbul'da haddimden çok fazla gördüðüm makam-ý içtimaînin ezvâkýna baktým, hiçbir faydasý olmadý. Bütün onlarýn teveccühü, iltifatý, tesellileri, yakýnýmda olan kabir kapýsýna kadar gelebilir, orada söner. Ve þöhretperestlerin bir gaye-i hayali olan þan ve þerefin süslü perdesi altýnda sakîl bir riyâ, soðuk bir hodfuruþluk, muvakkat bir sersemlik suretinde gördüðümden, anladým ki, beni þimdiye kadar aldatan bu iþler, hiçbir teselli veremez ve onlarda hiçbir nur yok.

Yine tam uyanmak için, Kur'ân'ýn semâvî dersini iþitmek üzere, yine Bayezid Camiindeki hafýzlarý dinlemeye baþladým. O vakit, o semâvî dersten (ilâ âhir) nev'inden kudsî fermanlarla müjdeler iþittim. Kur'ân'dan aldýðým feyizle hariçten teselli aramak deðil, belki dehþet ve vahþet ve meyusiyet aldýðým noktalar içinde teselliyi, ricayý, nuru aradým. Cenâb-ý Hakka yüz bin þükür olsun ki, ayn-ý dert içinde dermaný buldum. Ayn-ý zulmet içinde nuru buldum. Ayn-ý dehþet içinde teselliyi buldum.

En evvel, herkesi korkutan, en korkunç tevehhüm edilen ölümün yüzüne baktým. Nur-u Kur'ân ile gördüm ki, ölümün peçesi gerçi karanlýk, siyah, çirkin ise de, fakat mü'min için asýl simasý nuranîdir, güzeldir gördüm. Ve çok risalelerde bu hakikati kat'î bir surette ispat etmiþiz. Sekizinci Söz ve Yirminci Mektup gibi çok risalelerde izah ettiðimiz gibi, ölüm, idam deðil, firak deðil, belki hayat-ý ebediyenin mukaddemesidir, mebdeidir. Ve vazife-i hayat külfetinden bir paydostur, bir terhistir, bir tebdil-i mekândýr. Berzah âlemine göçmüþ kafile-i ahbaba kavuþmaktýr. Ve hâkezâ, bunlar gibi hakikatlerle ölümün hakikî güzel simasýný gördüm. Korkarak deðil, belki bir cihetle müþtakane mevtin yüzüne baktým. Ehl-i tarikatçe rabýta-i mevtin bir sýrrýný anladým.

Sonra, herkesi zevâliyle aðlatan ve herkesi kendine meftun ve müþtak eden ve günah ve gafletle geçen ve geçmiþ gençliðime baktým. O güzel, süslü çarþafý (elbisesi) içinde gayet çirkin, sarhoþ, sersem bir yüz gördüm. Eðer mahiyetini bilmeseydim birkaç sene beni sarhoþ edip güldürmesine bedel, yüz sene dünyada kalsam beni aðlattýracaktý. Nasýl ki öylelerden birisi aðlayarak demiþ:

Yani, "Keþke gençliðim birgün dönseydi, ihtiyarlýk benim baþýma ne kadar hazîn haller getirdiðini ona þekvâ edip söyleyecektim."

Evet, bu zat gibi gençliðin mahiyetini bilmeyen ihtiyarlar, gençliklerini düþünüp teessüf ve tahassürle aðlýyorlar. Halbuki gençlik, eðer ehl-i kalb, ehl-i huzur ve aklý baþýnda ve kalbi yerinde bulunan mü'minlerde olsa, ibadete ve hayrâta ve ticaret-i uhreviyeye sarf edilse, en kuvvetli bir vesile-i ticaret ve güzel ve þirin bir vasýta-i hayrattýr. Ve o gençlik, vazife-i diniyesini bilip sû-i istimal etmeyenlere, kýymettar, zevkli bir nimet-i Ýlâhiyedir. Eðer istikamet, iffet, takvâ beraber olmazsa, çok tehlikeleri var; taþkýnlýklarýyla saadet-i ebediyesini ve hayat-ý uhreviyesini zedeler. Belki hayat-ý dünyeviyesini de berbat eder. Belki bir iki sene gençlik zevkine bedel, ihtiyarlýkta çok seneler gam ve keder çeker.

Madem ekser insanlarda gençlik zararlý düþüyor. Biz ihtiyarlar Allah'a þükretmeliyiz ki, gençlik tehlikelerinden ve zararlarýndan kurtulduk. Herþey gibi, elbette gençliðin dahi lezzetleri gidecek. Eðer ibadete ve hayra sarf edilmiþse, o gençliðin meyveleri onun yerinde bâki kalýp, hayat-ý ebediyede bir gençlik kazanmasýna vesile olur.

Sonra, ekser nâsýn âþýk ve müptelâ olduðu dünyaya baktým. Nur-u Kur'ân ile gördüm ki, birbiri içinde üç küllî dünya var: Birisi esmâ-i Ýlâhiyeye bakar, onlarýn aynasýdýr. Ýkinci yüzü âhirete bakar, onun mezraasýdýr. Üçüncü yüzü ehl-i dünyaya bakar, ehl-i gafletin mel'abegâhýdýr.

Hem herkesin bu dünyada koca bir dünyasý var. Adeta insanlar adedince dünyalar birbiri içine girmiþ. Fakat herkesin hususî dünyasýnýn direði, kendi hayatýdýr. Ne vakit cismi kýrýlsa, dünyasý baþýna yýkýlýr, kýyameti kopar. Ehl-i gaflet, kendi dünyasýnýn böyle çabuk yýkýlacak vaziyetini bilmediklerinden, umumî dünya gibi daimî zannedip perestiþ eder.

Baþkalarýnýn dünyasý gibi çabuk yýkýlýr, bozulur, benim de hususî bir dünyam var. "Bu hususî dünyam, bu kýsacýk ömrümle ne faydasý var?" diye düþündüm. Nur-u Kur'ân ile gördüm ki:

Hem benim, hem herkes için, þu dünya muvakkat bir ticaretgâh; ve hergün dolar, boþalýr bir misafirhane; ve gelen geçenlerin alýþveriþi için yol üstünde kurulmuþ bir pazar; ve Nakkaþ-ý Ezelînin teceddüd eden, hikmetle yazar bozar bir defteri ve her bahar, bir yaldýzlý mektubu ve herbir yaz bir manzum kasidesi; ve o Sâni-i Zülcelâlin cilve-i esmâsýný tazelendiren, gösteren aynalarý; ve âhiretin fidanlýk bir bahçesi; ve rahmet-i Ýlâhiyenin bir çiçekdanlýðý; ve âlem-i bekada gösterilecek olan levhalarý yetiþtirmeye mahsus muvakkat bir tezgâhý mahiyetinde gördüm.


radyobeyan