Bayrak ve Sancak By: Hadice Date: 11 Ocak 2011, 10:35:40
Bayrak ve Sancak
1717. Ýslâm edebiyatýnda kendisinden en çok bahsedilen ve Ýranlýlarýn elindeyken düþman tarafýndan asla ele geçirilemediði için oldukça deðerli kabul edilen bayrak, kuþkusuz H. 14 yýlýnda Ömer’in Halifeliði sýrasýnda cereyan eden Kadisiye savaþý sýrasýnda Müslümanlarýn eline geçen Direfþ-i Kâveyânî adlý Ýran bayraðýdýr. Aslýnda pek bir deðeri olmayan bu bayraðý, Ýranlýlar Müslümanlarýn eline geçtiði sýrada iki milyon altýn dinar deðerinde çok deðerli taþlarla süslemiþlerdi. el-Kâdî er-Reþîd’in Kitâbu’z-Zehâir ve’t-Tuhaf (s. 17) adlý eserinde ve Taberî ve Mes’ûdî’nin eserlerinin ilgili bölümlerinde bu konuya yer verilmektedir. Çünkü burada söz konusu edilen sancak, ülkeyi bir zâlim hükümdarýn idaresinden kurtarmayý baþaran asî bir kahramana ait idi.
Ýslâmiyet’ten Önceki Arap Yarýmadasý
1718. Yukarýda anayasa ile ilgili bölümde Ýslâm-öncesi Mekke’sinden bahsederken, bu Þehir-Devleti oligarþisinde bayraktarlýk ve sancaktarlýk (sýrasýyla liva’ ve râye muhafýzlýðý) görevlerinin bulunduðunu görmüþtük. Kaynaklar bu iki eþanlamlý kelime arasýnda bir fark olup olmadýðýný belirtmekle birlikte, bu konuya ilerde deðinilecektir. Bununla birlikte, kaynaðýmýz Ýbn ‘Abd Rabbih, Ýslâm’dan önceki dönemde Benû Umeyye’nin tevarüs yoluyla üstlendiði râye’nin, el-Ukâb (kelime anlamý: kartal) þeklinde özel bir ad olduðunu, aksine livâ’nýn ise Benû ‘Abd ed-Dâr’lara verildiðini eklemektedir.
1719. Bu kitabýn baþ tarafýnda Bedir savaþýndan bahsederken, Ýslâm Peygamberi’nin, kendisinin Mekke’de bulunan “sürgündeki hukukî (de jure) devletin temsilcisi olduðunu ve de facto (fiilî) olan müþrik otoriteleri gayrý meþru görerek tanýmadýðýný açýklamýþtýk. Bu nedenle, Mekke oligarþisi içinde çeþitli belediye hizmetlerini üstlenmiþ kabile mensuplarýndan Ýslâm’ý kabul etmiþ olan kimseleri, ayný görevleri bu kez Medine’deki Ýslâm Devletinde yerine getirmek üzere yeniden tâyin etti. Bu vesile ile, Abd ed-Dâr kabilesinden Mus’ab ibn ‘Umeyr’i Ýslâm Ordusunun bayraktarlýðýna getirdi. Gerçekten de Mus’ab, Bedir ve Uhud savaþlarý sýrasýnda Ýslâm’ýn sancaktarlýðýný yapmýþ, hatta Uhud’da þehit düþmüþtür. Öte yandan, Resulullah’ýn bayraðýna (râye), biraz sonra göreceðimiz gibi, el-Ukâb da denilmekteydi.
1720. Öte yandan, Mekkeli müþrikler, âdetleri olduðu üzere kendi livâ’larýný, hem Bedir ve hem de Uhud savaþlarý sýrasýnda, Abdu’d-Dâr’lardan birine teslim etmiþlerdi. Bir anlatýmda, Ýbn Hiþâm (s. 562), ordunun baþkomutaný ve râye görevini tevarüs yoluyla üstlenmiþ olan Ebû Sufyan’ýn, ‘Abd ed-Dâr’larý daha da cesaret gerektiren bir davranýþa teþvik amacýyla þöyle dediðini nakletmektedir:
“Ey Abdu’d-Dâr mensuplarý! Siz Bedir savaþýnda bizim livamýzý taþýmakla görevli idiniz ve baþýmýza neler geldiðini gördünüz. Ýnsanlarýn kaderini belirleyecek olan râye’leridir: Eðer o elden gidecek olursa, insanlar da onunla birlikte yok olup giderler. Öyle ise, ya bizim livâ’mýzý gerektiði gibi koruyunuz, ya da onu bize býrakýnýz, biz bu konuda size yeteriz.”
Tabii ki onlar bu suçlamayý reddederek þöyle dediler:
“Yarýn onlarla karþýlaþtýðýmýzda nasýl davranacaðýmýzý göreceksin.”
Gerçekten de, çevresi kendi kabile mensuplarýyla çevrili olan sancaktar sözünde yalancý çýkmayacak, ancak kendisini savunma gayreti onlarý cidden acýklý bir duruma düþürecektir. Balâzurî, Ensâbu’l-Eþraf (I, § 112) adlý eserinde, bu kabileye mensup onbir baþkanýn birbiri arkasýna bayraðý nasýl taþýdýklarýný ve onu savunmak için ölünceye kadar nasýl çarpýþtýklarýný tasvir eder. Bayraðý koruyan onikinci kiþi bir kadýndý ve savaþ sona erinceye kadar onu taþýyýp müdafaa etti (bk. Ýbn Sa’d, II/1, s. 28-29).
1721. Burada söz konusu edilen, Abdu’d-Dâr’larýn sorumlu olduðu livâ’dýr. Aþaðýdaki anlatýmda ise, Benû Umeyye’ye teslim edilmiþ olan Râye-Ukâb’ýn söz konusu olduðunu düþünüyoruz: Ali ve Muâviye arasýnda çýkan iç savaþlar sýrasýnda, Ammâr ibn Yâsir, Ali’nin yanýnda Sýffîn savaþýna katýlmýþ ve “râye’yi karþý taraftaki Amr ibnu’l-As’ýn elinde görünce þöyle haykýrmýþtýr
“Gerçekten, Resulullah’la birlikte bu râye’ye karþý üç kez savaþtým; bu ise dördüncüsü... Yemin ederim ki, ben Resulullah’la birlikte bu râye’ye karþý üç kez savaþtým, ve artýk o benim gözümde zühd ve takvaya bir vesile teþkil etmiyor... O gün, râye, Hiþam ibn ‘Utbe’nin elindeydi.” (Belâzuri, Ensâbu’l-Eþrâf, I, § 412).
Burada Ammâr’ýn sözünü ettiði ve Benû Umeyye’nin Resulullah’a karþý giriþtiði üç savaþ, Bedir, Uhud ve Hendek savaþlarý idi. Ancak, az önce de gördüðümüz gibi, bu savaþlarda söz konusu edilen bayrak Abdu’d-Dâr’larýn livâ’sýdýr. Bu konu oldum olasý belirsizliðini korumuþtur.
1722. Bu sorunun üstesinden gelmek için, livâ’nýn müþrik Mekke’de genellikle düþmana karþý hücum ve çarpýþma sýrasýnda ordunun en kahraman askeri tarafýndan taþýnan askerî sancak olduðunu düþünüyoruz. Oysa râye, ordu komutanýný simgeleyen bir bayraktýr (flama). Bu iki kelime bazen eþanlamlý olarak kullanýlmýþtýr. Ýslâm’da ise bunun tersi olmuþtur.
1723. Resulullah’ýn uygulamasýna geçmeden önce, Ýslâm’la çatýþma halinde bulunan ve bir bayraðý olduðu söylenen bir baþka topluluða iþaret etmek istiyoruz. Tâ’if bölgesinde iki ayrý halk unsuru bulunduðunu daha önce belirtme fýrsatý bulmuþtuk: Benû Mâlikler ve (farklý kökenlere mensup, ancak oldukça kalabalýk ve güçlü durumdaki) Ahlâflar. Evtâs’da Hevâzinlilerle giriþilen savaþ sýrasýnda, Ýbn Hiþâm’ýn (s. 845-850) ifadesine göre, Hevâzinlilerin râye’si siyah renkli olup, uzun bir mýzraða takýlmýþ ve kýzýl bir devenin üzerindeki biri tarafýndan taþýnmaktaydý. Bu kiþinin öldürülmesi üzerine, bayraðý bir baþkasý devralmýþtýr. Ahlâflarýn râye’sini ise Kârif adýnda biri taþýmaktaydý. Ancak ordunun bozguna uðradýðýný görünce bayraðý bir aðaca asmýþ ve kendisi kaçýp gitmiþtir.
Resulullah (AS)’ýn Uygulamasý
1724. Bayrak uygulamasý, Resulullah’ýn hayatýnýn daha ilk dönemlerinden itibaren ortaya çýkmýþtýr ve bu kimseyi þaþýrtmamalýdýr. Zira Mekke’li hemþehrileri de, Ýslâm’dan önce bunu kullanýyorlardý.
1725. Hicret yolculuðunu tasvir ederken, Resulullah Mekke-Medine yolu üzerinde Eslemlerin arazisinden geçtiði sýrada, yolda bunlarýn baþkanlarý Bureyde’nin Ýslâm’ý kabul ettiðini ve iki arkadaþýyla birlikte “bayraklarýný açarak” Resulullah’a öncülük yaptýðýný belirtmiþtik. Kettânî’nin et-Terâtîbu’l-Ýdâriyye adlý eserinde (I, 317) Ýbn Hibbân’dan naklen verdiði bilgilere göre, Bureyde, Ýslâm’a olan baðlýlýðýný göstermek üzere, kendisine bayrak olmasý için sarýðýný kesmekle yetinmiþti.
1726. Medine’ye geliþinin üzerinden bir ay bile geçmeden, Resulullah Mekkelilere ait kervanlarýn yolunu kesmek amacýyla, daha önce de belirtildiði gibi, bazý askerî birlikler göndermeye baþladý. Bu seferlerde kullanýlan bayraklarla ilgili bazý ayrýntýlar aþaðýda verilmiþtir.
1727. (1) Ubeyde ibn el-Hâris’in seferi: Resulullah ona bir râye (Ýbn Ýshâk, Ýbn Hiþâm’dan naklen, s. 418), bayraktarý Mistah ibn Usâse’ye de beyaz bir livâ vermiþti (Ýbn Sa’d, Vâkýdî’den naklen, II/l, s. 2) Taberî, her iki kaynaktan, Ýbn Ýshâk ve Vâkýdî’den yararlandýðý için, iki terimi de kullanmýþtýr.
1728. (2) Hamza’nýn seferi: Ýbn Hiþâm’a göre (s. 419) râye; Ýbn Sa’d’e göre (II/l, s.2) ise bayraktarlýðýný Ebû Mirsad Kennâz el-Ganevî’nin yaptýðý beyaz bir liva’ vermiþtir. Taberî, 1 no’lu örnekte olduðu gibi iki ayrý bayraktan söz eder.
1729. (3) Sa’d ibn Ebî Vakkas’ýn seferi: Ýbn Sa’d’e göre (II/l, s.3) bayraktarlýðýný el-Mikdâd ibn ‘Amr el-Bahrânî’nin yaptýðý beyaz bir liva’ verilmiþtir.
1730. (4) Resulullah (AS)’ýn el-Ebvâ’ya karþý yapmýþ olduðu sefer: Bayraktarlýðýný Hamza’nýn yaptýðý beyaz bir liva’ verilmiþtir (Ýbn Sa’d, II/1, s. 3). Ayný bilgi Taberî’de de yer alýr.
1731. (5) Resulullah (AS)’ýn Buvât’a karþý yapmýþ olduðu sefer: Bayraktarý Sa’d ibn Ebî Vakkâs olan beyaz liva’ (Ýbn Sa’d, II/l, s. 4).
1732. (6) Kurz el-Fihri’yi takip için Resulullah’ýn çýktýðý sefer: Ali ibn Ebî Tâlib’in bayraktarlýðýný yaptýðý beyaz livâ (Ýbn Sa’d, II/l, s. 4).
1733. (7) Resulullah’ýn Zu’1-Uþeyre seferi: Hamza’nýn taþýdýðý beyaz liva’ (Ýbn Sa’d, II/l, s.4).
1734. ( 8 ) Resulullah’ýn da katýldýðý Bedir savaþýnda, bayraktarlýðýný Mus’ab’ýn yaptýðý beyaz liva’. Ayrýca el-Ukâb denilen ve Ali’nin taþýdýðý, ayrýca Sa’d ibn Mu’âz el-Ensârî’nin bayraktarlýðýný yaptýðý iki siyah râye, Resulullah’ýn huzurunda tutulmuþtur (bk. Ýbn Hiþâm, s. 432-433). Ýbn Sa’d’e göre (II/1, s. 8 ) ise üç tane liva’ olup, Muhacirlere ait ve daha büyük olaný Mus’ab’ýn elinde, Ensâr’dan Hazreçlilere ait olan el-Hubâb el-Munzir’in elinde, yine Ensâr’dan Evslilere ait olan livâ ise Sa’d ibn Mu’âz’ýn elinde bulunuyordu. Mekkeli düþmanlarýn da üç adet livâ’larý vardý: Bunlardan birini Ebû ‘Azîz ibn Umeyr, birini en-Nadr ibn il-Hâris ve üçüncüsünü de Talha ibn Ebî Talha taþýmaktaydý. Bu bayraktarlarýn her üçü de Abdu’d-Dâr’larýn kabilesine mensup idiler (Ýbn Sa’d, II/l, s. 8 ).
1735. (9) Resulullah’ýn Benû Kaynukâ’ya karþý çýktýðý seferde Hamza beyaz bir livâ taþýmýþ ve râye’ye yer verilmemiþtir (Ýbn Sa’d, II/l, s. 19).
1736. (10) Karkaratu’l-Küdr’e karþý Resulullah’ýn çýktýðý sefer: Bayraktarlýðýný Ali’nin yaptýðý ve rengi konusunda elimizde net bir bilgi bulunmayan bir livâ taþýnmýþtýr (Ýbn Sa’d, II/l, s. 21).
1737. (11) Resulullah (AS)’ýn Uhud seferinde üç adet mýzrak getirilerek, bunlara üç ayrý liva’ baðlanmýþtýr; Evslilerinkine Useyd ibn Hudayr, Hazreçlilerinkine el-Hubâb ibn el-Munzir ve Sa’d ibn Ubâde, Muhacirlerinkine ise ‘Ali ve Mus’ab bayraktarlýk yapmýþtýr (Ýbn Sa’d, II/l, 26-27). Ayný kaynaða ait bir baþka rivayete göre (s. 28), Resulullah (AS), Bedir’de yenilmelerine raðmen Mekkeli müþriklerin Abdu’d-Dâr’lardan tevarüs ettikleri sancaktarlýðý sürdürdüklerini görünce, “bizim bu konuda daha sadýk davranmamýz gerekir” diyerek, sancaðýný Mus’ab’a vermiþtir. Bu sahabe þehit düþünce, Müslümanlarýn cesaretlerini yitirip daðýlmamalarý için, Mus’ab’a benzeyen bir melek sancaðý taþýmaya devam etmiþtir (a.g.e., s. 29). Ýbn Hiþâm’a göre (s. 566-567), Mus’ab þehit edilince, Resulullah liva’yý Ali’ye vermiþtir... Uhud’da savaþýn kýzýþtýðý bir sýrada, Resulullah Ensâr’ýn râye’si altýna oturmuþ ve Ali’ye “Râye’yi ilerletmesi” emrini göndermiþtir.
1738. (12) Resulullah (AS)’ýn Hamrâ’ul-Esed’e düzenlediði sefer: Daha bir gün önce Uhud savaþýnda kullanýlmýþ olan livâ, çekildiði mýzraktan indirilmeden buraya gelinmiþti. Bayraktarlýðýný Ebû Bekir ya da Ali yapmýþtýr (Ýbn Sa’d, II/l, s. 34).
1739. (13) Ebû Salime’nin Katan’a karþý düzenlediði sefer: Bir liva’ kullanýlmýþtýr (Ýbn Sa’d, II/l, s. 35).
1740. (14) Resulullah’ýn ikinci kez Bedir’e düzenlediði seferde, Ali bir livâ taþýmýþtýr (Ýbn Sa’d, II/l, 42).
1741. (15) Resulullah’ýn el-Mureysî’ye karþý düzenlediði seferde Muhacirlerin râye’sini Ebû Bekir, Ensâr’ýnkini ise Sa’d ibn Ubâde taþýmýþtýr (Ýbn Sa’d, II/l, s. 45).
1742. (16) Hendek savaþý: Düþman, Mekke’den hareket ederken livâ’sýný Abd ed-Dâr’larýn kabilesinden Osman ibn Talha’ya emanet etmiþti (Ýbn Sa’d, II/l, s.47). Elimizde Resulullah’ýn bayraðý ile ilgili bilgi bulunmamaktadýr.
1743. (17) Resulullah (AS)’ýn Gâbe seferinde bir mýzraðýn ucuna çekilen livâ’yý Mikdâd ibn Amr taþýmýþtýr (Ýbn Sa’d, II/1, s. 58).
1744. (18) Abdu’r-Rahmân ibn Avf’ýn Dûmetu’l-Cendel seferi: Resulullah, “kumandanýn sarýðýný bizzat kendi eliyle sarmýþ,” daha sonra Bilâl’e, livâ’yý kendisine emanet etmesini emretmiþtir (Ýbn Hiþâm, s. 992).
1745. (19) Resulullah (AS)’ýn Hayber seferi: Ali’nin taþýdýðý beyaz râye kullanýlmýþtýr (Ýbn Hiþâm, 756). Bir gün kalelerden birine hücum etmesi için bir birlik gönderen Resulullah, râye’sini Ebû Bekir’e emanet etmiþ, ama sefer baþarýsýzlýkla sonuçlanmýþtý. Ertesi gün râye’yi Ömer’e emanet etmiþ ve yine bir sonuç alamamýþtý. Nihayet üçüncü gün onu Ali’ye verdi ve bu defa zafer gerçekleþti (a.g.e., s. 761-762). Çok deðerli bilgiler veren Ýbn Sa’d ise (II/l, s. 77), Resulullah (AS)’ýn Hayber’e vardýðýnda birçok râye daðýttýðýný belirtir. O zamana kadar sadece liva’ kullanýlmaktaydý. Râye’ler ise ancak Hayber savaþýndan sonra ortaya çýkmýþtýr. Resulullah’ýn siyah renkli râye’si, hanýmý Ayþe’ye ait bir kaftan ya da sýrt atkýsýndan (bürd) dikilmiþti ve bu râye’ye Ukâb deniliyordu. Beyaz renkli livâ’sýný Ali’ye emanet etmiþti. Hazreçli el-Hubab ibn el-Munzir’e ve Evsli Sa’d ibn Ubâde’ye verdiði râye’ler de mevcuttu. Ýbn Sa’d (II/1, s. 80-81), kalelerden birini fethetmeyi baþaran Ali’ye verilen râye’nin hikâyesine de kýsaca deðinmektedir. Ancak, ayný olayla ilgili olarak Taberî, “râye” ve “livâ” terimlerini birlikte kullanmaktadýr. Râye’lerin ilk kez Hayber savaþýnda ortaya çýkmasýyla ilgili olarak, Sarahsî’ye de (Þerhu Siyeri’l-Kebîr, 5. bölüm) bakýlabilir. Ýbn Kesîr’e göre (Bidâye, VIII, 293), Resulullah’ýn Ukâb adý verilen siyah râye’si Ayþe’nin mirt’inden (bürd ile eþanlamlý bir kelime, kaftan) yapýlmýþtý. Mirt denilen bu beze müreccel de deniliyordu. Lisânu’l-Arab adlý Arapça sözlüðe göre (bk. Râ-Hâ-Lâm maddesi), bu iki kelime hem “müreccel”, hem de (noktasýz olarak) “murahhal” þeklinde okunmakta ve yün ve ipek karýþýmý, bir dokuma türü olan hazz yerine kullanýlmaktadýr; bu kumaþýn üzerinde, yük develerinin sýrtýna vurulan semerler (rahl) gibi çeþitli desenler bulunmaktadýr. Kettânî, et-Terâtîbu’l-Ýdâriyye (I, 321-322) adlý eserinde, el-Kudâ’î’nin el-Ýnbâ’ýndan naklen, Resulullah’ýn Râyet’ul-Ukâb’ýnýn siyah yünden yapýldýðýný belirtir. Ayný yazarýn, Ýbn Cumâ’a’nýn Muhtaru’s-Sîre adlý eserinden naklettiðine göre, Resulullah’ýn râye’si siyah ve kare þeklindeydi ve üzerinde desen olarak numre mucmele (sýk noktalar ?) bulunuyordu.
1746. (20) Mu’te seferi: Resulullah, beyaz renkli livâ’yý Zeyd ibn Hârise’ye emanet etmiþti (Ýbn Sa’d, II/l, s. 93). Ýbn Hiþâm hem livâ (s. 795) hem de râye (s.794, 795, 796) terimini kullanmaktadýr. Taberî ise sadece râye’den söz eder.
1747. (21) Mekke’nin Fethi sýrasýnda Resulullah, Kudeyd’e vardýðý zaman, farklý kabilelere ait askeri kýtalara ayrý ayrý livâ’lar teslim etti. Resulullah’ýn râye’si Sa’d ibn Ubâde’nin elindeydi. Ancak, Resulullah onun Mekkelileri kýlýçtan geçirmekle tehdit ettiðini duyunca, râye’yi onun elinden alarak oðlu Kays ibn Sa’d ibn Ubâde’ye verdi... Resulullah’ýn çadýrý el-Hacûn’a kurulmuþtu. Zubeyr ibn el-Avvâm oraya kadar kendi râye’si ile beraber gidip onu oraya dikti (Ýbn Sa’d, II/1, s. 97-98). Ýbn Kesîr (Bidâye, VIII, 293), Sünen adýný taþýyan dört hadis kitabýný kaynak göstererek, Mekke’nin fethedildiði gün Resulullah’ýn livâ’sýnýn beyaz renkli olduðunu belirtmektedir.
1748. (22) Resulullah, Huneyn’de Ordunun fecir vaktinden itibaren yerlerini almalarýný emretmiþ ve livâ ve râye’leri daðýtmýþtý: (Askerlerin sayýsýnýn çokluðu nedeniyle) çok sayýda bayrak vardý. Örneðin, Muhacirlerden Ali’nin elinde bir livâ, Sa’d ibn Ebî Vakkas ve Ömer’in elinde de birer râye bulunuyordu. Hazreçlilerden el-Hubâb ibn el-Munzir’in elinde bir livâ ve yine ayný kabileden Sa’d ibn Ubâde’nin elinde de bir baþka livâ vardý. Evslilerin livâ’sý, Useyd ibn Hudeyr’in elindeydi; Evs ve Hazreçlilerin her boyu (batn’ý) için bir livâ ya da bir râye mevcuttu. Ayný þekilde, Arabistan’daki çeþitli kabilelere ait kýtalarýn her birinde, ünlü kiþilerin taþýdýðý livâ ve râye’ler mevcuttu (Ýbn Sa’d, II/1, s. 108). Makrizi’nin el-Ýmtâ’ adlý eserinde (I, 405) ifâde ettiðine göre ise, Muhacirlerin râye’leri siyah, Evs ve Hazreçlilerden oluþan Ensâr’ýn râye’leri ise yeþil ve kýrmýzý idi..
1749. (23) ‘Ali’nin Tayy’lara karþý düzenlediði seferde siyah bir râye ve beyaz bir liva’ mevcuttu (Ýbn Sa’d, II/1, s. 118).
1750. (24) Tebûk’de Resulullah: Ensâr’a ve diðer kabilelere mensup birliklerin her birinde bir liva ya da bir râye bulunmaktaydý (Ýbn Sa’d, II/1, s. 119).
1751. (25) Ali’nin Yemen’e düzenlediði sefer: Resulullah ona bir liva vermiþ, kendi eliyle de sarýðýný sarmýþtýr (Ýbn Sa’d, II/1, s. 122).
1752. (26) Usâme’nin Filistin seferi: Bureyde ibn el-Huseyb el-Eslemî’nin taþýdýðý bir liva mevcuttu (Ýbn Sa’d, II/1, s. 136).
1753. (27) Medine mescidinde büyük bir kalabalýðýn toplandýðý bir gün, siyah bir râye görülmüþ ve hadisi nakleden râvînin sormasý üzerine, kendisine Amr ibn el-As’ýn askerî bir seferden dönmekte olduðu cevabý verilmiþtir (Ýbn Mâce, 24. kitap, 20. bölüm).
1754. (28) el-Berâ ibn ‘Azîb þöyle anlatýr: “Bir râye taþýyan amcama rastladým. Nedenini sormam üzerine, Resulullah (AS)’ýn kendisini ‘Öz babasýnýn hanýmý ile nikâhlanan birini ölümle cezalandýrmak üzere gönderdiði’ cevabýný verdi.” (Ýbn Hanbel, IV, 297). Burada söz konusu edilen kimsenin bir tek kiþi mi, yoksa diðer üyelerin daha sonra kendisiyle buluþacaðý bir birlik komutaný mý olduðunu bilemiyoruz.
1755. Biz burada, herkesin bildiði, ancak kaynaklarýn bayrak sorunu gibi küçük bir ayrýntýya girme gereði duymadýklarý, bilinen diðer askerî seferlerden bahsetmedik.
1756. Ayrýntýlarýný yukarýda verdiðimiz bu 28 askerî sefer arasýndan, 9, 19, 21 ve 22 numaralarý ile gösterilmiþ olanlar özellikle dikkatimizi çekmektedir. Zira, Hayber savaþýndan önceki seferlerde râye diye bir þey olmadýðý, sadece livâ’dan söz edildiði; Hayber seferi sýrasýnda ise hem livâ hem de râye’lerin bulunduðundan söz edilmektedir Belki de bunun nedeni, savaþçýlarýn sayýsýnýn nispeten çok sayýda (yaklaþýk 1600) olmasý ve çok sayýda hisarýn bulunmasý nedeniyle askerin geniþ bir alana yayýlmasý idi. Bayraklarýn sayýca çok olmasýna Ýbn Sa’d de deðinmiþtir. Fakat ayný yazar, 15. sýrada anlatýlan savaþta durumun aksi yönde olduðunu ifade etmektedir; 8. sýrada verilen bilgi de, biraz keyfî gibi gözükmekte ve o sýrada cereyan eden olaylarýn akýþýna ters düþmektedir. Zîra ordu içinde çeþitli kökenlere mensup, ancak büyük bir yekün teþkil eden kimseler olduðu zaman, her topluluðun kendisine ait farklý bir grup oluþturmasý ve ayrý bir bayraða sahip olmasý gerekiyordu. Ýbn Sa’d’ýn da bizzat kabul ettiði gibi (III/1, 151), Resulullah sürekli olarak, Muhacirlerle Ensâr ve Ensâr içinde de Evs ve Hazrec arasýnda bazý hassasiyetlerin oluþabileceði kaygýsýný taþýyordu.
1757. l ve 2 numaralarda gördüðümüz gibi, ayný nesne, bazý kaynaklar tarafýndan livâ, bazýlarý tarafýndan ise râye olarak adlandýrýlmaktadýr. Bu durum, her iki terimin de aslýnda eþanlamlý olduðunu, birbirlerinin yerine kullanýlabileceðini ve henüz Hayber dönemindeki teknik anlamý kazanmadýðýný, ancak savaþtan sonra baþ komutanýn livâ edinme, ordudaki farklý birliklerden her birinin ise râye edinme hakkýný elde ettiklerini kanýtlamaktadýr.
Livâ ve Râye Arasýndaki Fark
1758. Livâ sözcüðü aslýnda sarýlýp dürülen, yani teþhire ihtiyaç duyulmadýðý zaman, üzerine baðlandýðý bir tür mýzraða sarýlarak kaldýrýlan kumaþ parçasý demektir. Râye sözcüðünün aslý ise “görmek”ten gelir ve kendisine ya da düþmana ait kuvvetlerin merkezini gösteren þeye, yani itibarî olarak komutanýn bulunduðu yere iþaret eder. Arapça’da “bayrak” anlamýna gelen baþka eþanlamlý kelimeler de vardýr. Ancak biz, Resulullah’ýn hayatýyla ilgili eserlerde bunlara rastlamadýk; bunlarla vakit kaybedecek de deðiliz. Belki þöyle denebilir: Bayrak, gerekli görüldüðü zaman göndere çekiliyor ve kullanýlmadýðý zaman gönderle birlikte dürülüp kaldýrýlýyorsa buna livâ denmekte; her kullanýmdan sonra, bayrak takýlý bulunduðu gönderden çýkarýlýyorsa, buna da râye denmektedir. Belki de o devirde livâ ya da râye kullanmak, Devlet Baþkaný ya da Ordu komutanýnýn zevk ve eðilimine kalmýþ bir husustu. Bu bayraklarýn boyutlarý da, doðal olarak baþkomutan ya da ona baðlý alt kademelerdeki komutanlara ait olmalarýna göre deðiþiyordu.
Çeþitli Bilgiler
1759. a) Sa’d ibn Mâlik Ebu’1-Kanûd el-Ezdî adýnda bir kimse, Ýslâm’a girdiðini göstermek üzere Medine’ye gelmiþ ve Resulullah da onu kabilesine baþkan tâyin ederek, ona üzerinde beyaz bir hilâlin bulunduðu siyah bir râye teslim etmiþtir (Ýbn Hacer, Ýsâbe, Nº 4083, Kettânî, Terâtîb, I, 320).
1760. b) Resulullah (AS), Ebû Zur’a et-Tumâlî’ye (ya da es-Sumâlî) kendisini kabile baþkaný olarak tâyin ettiðini göstermek üzere bir râye vermiþtir. Burada söz konusu edilen þey, 1x1 zira’ ölçülerinde beyaz bir ruk’a (deri parçasý ?) idi (Kettânî, a.g.e., I, 320, Ýbn Minde’den naklen).
1761. c) Kettânî, en-Nesâî ve Ebû Dâvud’dan naklen, Mekke’nin fethedildiði gün Resulullah’ýn livâ’sýnýn sarýmtýrak beyaz renkte (ebyad’ul-asfar) olduðunu beyân etmektedir (I, 321). Ben en-Nesâî’de böyle bir kayda rastlamadým; Ebû Dâvud’daki (Kitâbu’l-Cihâd, 69. bölüm) anlatýmda ise, bayraðýn sadece beyaz olduðu belirtilmektedir. Ýbn Mâce de ayný görüþtedir (Sünen, 24. bölüm, 20. fasýl). Kettânî (a.y.), Ebû Dâvud’dan naklen, Resulullah’ýn râye’sinin “siyahýmsý sarý” (safra’ul-aðbar) olduðunu söylerken, Ebû Dâvud’a ait metinde (a.y.) iki farklý anlatým yer almaktadýr: Bunlardan birine göre râye, siyah, kare þeklinde ve numra (noktalý ya da farklý renklerde çizgili) denilen bir kumaþtan yapýlmýþtý. Diðer anlatýma göre “Onun râye’si sarý idi”; Ebû Dâvud iki anlatýmý birbirine karýþtýrmamakta ve bayraklarýn rengini ayrý tutmaktadýr. Kettânî (a.y.) Ýbn Cumâ’a’nýn Muhtâr’us-Sîre adlý eserine dayanarak, Resulullah’ýn livâ’sýnýn koyu siyah (aðbar’ul-esved) renkte olduðunu beyân etmektedir. Ancak ben, hadisi teyit etmek için, söz konusu esere (elyazmasý ?) ulaþma imkâný bulamadým.
1762. d) Ýbn Abbâs’a göre, Resulullah’ýn livâ’sý üzerinde “Kelime-i Tevhîd” yazýlý idi (Kettânî, a.g.e., I, 322; ancak yazarýn kaynaklarýnýn doðrulanabilirliði biraz zor görünüyor).
1763. e) Resulullah’ýn râye’lerinden birinin adý Ukâb (kartal), diðerininki ise Rîbe idi (Kettânî, a.g.e.).
1763/1 f) Abdu’r-Rahman ibn ‘Avf, Dûmetu’l-Cendel’e gönderilmiþti. Resulullah, onun sarýðýný bizzat kendisi sarmýþ ve Bilâl’e, ona bir liva vermesini emretmiþti. Daha sonra da kendisine askerî seferle ilgili bazý talimatlar vermiþti (Ýbn Hiþâm, s. 991-92).
Sonuç
1764. Burada bir araya getirilen bilgilerden çýkarýlacak sonuca göre, Resulullah zamanýnda orduya mahsus, farklý renklerde en az iki çeþit bayrak bulunuyordu. Bir kimseyi kabilesine baþkan olarak tâyin ederken, Resulullah ona bir bayrak teslim ediyordu. Muhtemelen, kabileye ait birliðin savaþ sýrasýnda merkezî hükümetin ordusuna katýlmasý durumunda, bu bayrak onlarý diðer kabilelerin askerlerinden ayýrt ediyordu; ama, barýþ zamanlarýnda da bu bayrak, kabile baþkanýnýn hemen yaný baþýnda çekili dururdu.
1765. Muhtemelen Resulullah’ýn seferden sefere deðiþmeyen özel bir bayraðý vardý. Pek tabii olarak, bu bayraðý, kendisinden baþka birinin komuta edeceði seferlere çýkýlýrken kimseye teslim etmezdi.
1766. Büyük bir ordu içinde, çeþitli kabilelere mensup farklý kýtalarý temsil eden bayraklarý saymazsak, baþkomutanýn sancaðýnýn yaný sýra, öncü, sað kanat, sol kanat, merkez, artçý kuvvet, süvari gibi farklý birlikleri yöneten komutanlardan her birinin flamalarý olduðunu düþünmek gayet doðal ve makuldür.