Peygamberimizin Hayatý
Pages: 1
Hendek muharebesi By: hafiza aise Date: 06 Ocak 2011, 15:05:45
Hendek Muharebesi
 
HENDEEK MUHAREBESÝ


(Hicret 'in 5. senesi 29 Þevval/Milâdî Ocak 627)

Uhýýd Harbinden iki yýl sonra vuku bulan Hendek Muharebesi, Ýslâmî geliþmenin önündeki engellerin büyük ölçüde bertaraf olmasýnda büyük rol oynamýþ mühim muharebelerden biridir.

Düþman saldýrýsýný kolayca önlemek maksadýyla Resûl-i Ekrem'in emriyle Medine etrafýnda hendekler kazýlmasý sebebiyle Hendek Savaþý adýný alan bu muharebenin bir diðer adý da "Ahzab"týr. Bu adý, Kureyþ müþrikleriyle birlikte Yahudiler, Gatafanlar ve daha birçok Arap kabilesinin ve topluluðunun Medine üzerine yürümek için bir araya gelmiþ olmalarýndan dolayý almýþtýr.

Hatýrlanacaðý gibi, Resûl-i Ekrem Efendimiz, Yahudi kabilelerinden biri olan Benî Nadir'i Medine'den sürmüþtü. Onlar da kuzeye giderek Hayber, Þam ve Vadi'1-Kura gibi mühim yerlere yerleþmiþlerdi.

Bunlar, Medine'den kovulmuþ olmanýn acýsýný, gittikleri yerlerde Peygamberimiz ve Ýslâmiyet aleyhinde menfî propaganda ve tahriklerde bulunmak, civar halkýný Müslümanlar aleyhinde kýþkýrtmak suretiyle dindirmeye çalýþýyorlardý.

Benî Nadir Yahudilerinin, kýþkýrtmalarý, teþvikleri ve öncülük etmeleriyle meydana gelmesine sebep olduklarý hâdiselerden biri de, iþte bu Hendek Muharebesidir.

"Medine üzerine topluca yürüyüp, Hz. Resûlullah ve Müslümanlarýn vücudunu ortadan kaldýrmak" menhus fikrini, bu Yahudiler ortaya attýlar. Zâten, Kureyþ müþrikleri de böyle bir þeyi her zaman düþünüyor ve böyle bir teþebbüse her zaman hazýr bulunuyorlardý. Zîra, onlar, Uhud Savaþýndan galib çýkmalarýna raðmen, Ýslâmî geliþmeyi durduramadýklarýnýn, Müslümanlarýn gittikçe çoðalmasýna engel olamadýklarýnýn ve Re-sûl-i Ekrem Efendimizin nüfuz sahasýnýn geniþlemesine mâni olamadýklarýnýn çok iyi farkýnda idiler. Ticaret kervanlarýna hemen hemen bütün yollar kapanmýþ durumdaydý."4 Ýktisadî yönden kendilerini yok olmakla karþý karþýya getirecek bu duruma seyirci kalmak istemiyorlardý. Rahat hareket edebilmeleri için de, Medine'deki Ýslâm Devletinin nüfuzunu kýrmak arzu ve emelini taþýyorlardý.

"Medine üzerine birlikte yürüyüp, Hz. Resûlullahýn bayraktarlýðýný yaptýðý îman ve Ýslâm hareketini yerinde boðma" teklifi, daha evvel belirttiðimiz gibi, Benî Nadir Yahudilerinin liderleri durumunda olanlardan geldi.315

Müþriklerin lideri Ebû Süfyan, "Siz bu iþte samimî misiniz?" diye sordu.

Dessas Yahudîler, "Evet!.." dediler, "Biz, Muhammed'le çarpýþma hususunda sizinle anlaþalým diye geldik."

Ebû Süfyan bundan memnun oldu:

"Öyle ise hoþ geldiniz, sefa geldiniz! Muhammed'e düþmanlýkta bize yardýmcý olanlar, yanýmýzda en sevgili, en makbul kimselerdir!"

Sonra da samimiyetlerini ölçme babýnda þu teklifte bulundu:

"Ama," dedi, "siz bizim ilâhlarýmýza tapmadýkça, size pek güvenemeyeceðiz!"

Menhus gayeleri uðrunda her türlü aþaðýlýðý iþleyen Yahudi heyeti, derhâl putlar önünde secdeye vardýlar.Böylece, Medine üzerine yürüyüp, Hz. Muhammed'in (s.a.v.) bayraktarlýðýný yaptýðý îman ve Ýslâm hareketini yerinde boðma kararýnda birleþip anlaþtýlar.

Yahudilerin Bile Bile Hakký Gizlemeleri

Mekke'ye gelen heyet, Yahudi âlimlerinden müteþekkildi. Müþrikler, hazýr ayaða gelmiþken, onlardan bir hususu da öðrenmek istiyorlardý. Kendi aralarýnda, "Gelenler, bilgi sahipleri ve Ehl-i Kitap'týrlar. Biz mi, yoksa Muhammed mi daha doðru yoldadýr; bunu kendilerine bir soralým." diye konuþtular.

Bunun üzerine Ebû Süfyan, onlara, "Ey Yahudî cemaati!.." dedi, "Sizler, kendilerine ilk semavî kitap inmiþ, ilim ehli kimselersiniz. Muhammed'le anlaþamadýðýmýz meseleyi açýklýða kavuþturunuz: Bizim yolumuz mu, onun dini mi daha hayýrlýdýr?"

Aleyhlerinde olan hakký gizlemeyi meslek edinen Yahudiler, "Allah için söylenecekse, siz hakka ondan daha yakýnsýnýz!" demekte tereddüt göstermediler!

Bu sözler, haliyle müþrikleri fazlasýyla sevindirdi. Derhâl bu kararlarýnýn tahakkuku için hazýrlanmaya baþladýlar.

Nazil Olan Âyet

Yahudilerin müþriklere söyledikleri, gerçek dýþý beyanlardý; hakký bile bile gizliyorlardý. Bunun üzerine inen âyet-i kerîmelerde meâlen þöyle buyuruldu:

"Bakmadýn mý, þu, kendilerine kitaptan biraz nasîb verilenlere?.. Kendileri haça, Þeytan'a inanýyorlar; diðer küfredenler için de, 'Bunlar, îman edenlerden daha doðru bir yoldadýr.' diyorlar.

"Bunlar, Allah'ýn kendilerine lanet ettiði kimselerdir. Allah kime lanet ederse, artýk ona hakikî hiçbir yardýmcý bulamazsýn.

"Ýþte, onlardan kimi ona (Muhammed'e) îman etti, kimi de ondan yüz çevirdi. Çýlgýn bir ateþ olarak Cehennem yeter bunlara!.."136

Diðer Kabilelere Yapýlan Davet

Benî Nadir Yahudileri, Mekkeli müþriklerden, beraber hareket etmek üzere kesin söz aldýktan sonra, Gatafanlarla da, Hayber'in bir yýllýk hurma mahsûlünü kendilerine vermek þartýyla anlaþtýlar.337 Ayrýca, civarda bulunan diðer Arap kabî-lelerine de propagandacýlarýný gönderdiler. Onlarý da Medine üzerine yürümek için ayaklandýrdýlar.

Bu arada, lýarbte baþrol oynayacak olan Mekkeli müþrikler de, Arap kabilelerinden bazýlarýný harbe iþtirak için kiraladýlar. Böylece, Yahudîlerin propaganda, tahrik ve teþvikleriyle Mekkeli müþriklerden, civardaki Arap kabilelerinden, Gatafanlar ve Ahabiþ kabilelerinden büyük bir ordu teþkil edildi.

Her zaman olduðu gibi hedef ve gaye tekti: Medine üzerine yürüyüp, Peygamber Efendimizin vücudunu ortadan kaldýrmak ve Müslümanlarý yok etmek!..

Adý geçen kabileler, bu menfur gaye ve hedef etrafýnda, Hz. Resulullah'a ve Ýslâmiyete düþmanlýk derecelerine göre toplanmýþlardý.

DÜÞMAN ORDUSU

Kureyþ müþriklerinin sayýsý, Ahabiþ ve onlara katýlan kabilelerle birlikte dört bindi. Yahudîlerin teþvik ve kýþkýrtmalarý ile bir araya gelenlerin sayýsý ise altý bindi. Böylece, düþman ordusunun sayýsý 10 bini buluyordu. Müþrik ordusuna Ebû Süfyan b. Harb komuta etmekte idi. Orduda, 300 at, 100 deve vardý.338 Bunlar dýþýnda diðer kabilelerden meydana gelen altý bin kiþilik kalabalýðýn at ve deve sayýsý kesin bilinmemektedir. Bütün küfür birlikleri birleþince, komuta yine Ebû Süfyan'da kaldý."9

Peygamberimizin Haber Almasý

Huzaa Kabilesi, eskiden beri Resûl-i Ekrem Efendimizle dost geçinen bir kabîle idi. Bu dostluðun baþlangýcýný Abdûl-muttâlib'le olan anlaþma ve ittifaklarý teþkil ediyordu.

Ýþte, Kureyþ müþriklerinin ciddî bir hazýrlýk içinde bulunduklarý hakkýndaki raporu, bu kabileden bir süvari, normal olarak 12 günde alýnan yolu fevkalâde bir sür'atle tam dört günde katederek Medine'ye, F'eygamber Efendimize ulaþtýrdý.

MEDÝNE'DE HAZIRLIK

Haberi alan Peygamber Efendimiz, vakit geçirmeden derhâl Ashab-ý Kiram'ý toplayarak kendileriyle istiþare etti.

Resûl-i Ekrem, "Medine dýþýnda düþmanla çarpýþalým mý? Yoksa Medine'de kalarak müdafaa savaþý mý yapalým?" diye sordu.

Görüþmeye sunulan bu teklifle ilgili muhtelif fikirler serd-edildi. Bu arada Selman-ý Fârisî, "Yâ Resûlallah!.. Biz, Fars topraðýnda düþman süvarilerinin baskýnlarýndan korktuðumuz zamanlarda, etrafýmýzý hendeklerle çevirip savunurduk." diye konuþtu.

Teklif hem Hz. Resûlullah, hem sahabîler tarafýndan mâkul karþýlandý ve ittifakla þu karar alýndý:

Medine'de kalýnacak ve þehrin etrafýnda hendekler kazýlmak suretiyle düþman saldýrýsýna karþý konulacak. Böylece, muhasarada kalmak, açýk arazide vuruþmaya tercih edildi.Peygamber Efendimizin böyle bir taktiði tercih etmesi altýnda, harbte az insanýn öldürülmesi, az kan akýtýlmasý gibi mühim bir gaye de yatýyordu. Aslýnda bu, Resûl-i Ekrem Efendimizin bütün harblerde gözden uzak tutmadýðý bir prensipti.

HENDEK KAZI ÝÞÝNE BAÞLANMASI

Ýttifakla þehrin dahilden müdafaasýna karar verilince, hendek kazý iþine Resül-i Ekrem Efendimizin emir ve tavsiyeleri üzerine derhâl baþlandý. Peygamber Efendimiz, nerelerin kimler tarafýndan kazýlacaðým bizzat tâyin ve tesbit etti. Þehrin güneyinde oldukça sýk bahçeler vardý. Düþmanýn buradan geçebilme ihtimali çok zaîf idi. Geçmeyi göze alsa dahi, yayýlarak deðil de, birer kol hâlinde geçmeye mecbur olacaðýndan durdurulmasý ve bozguna uðratýlmasý için küçük bir askerî müfreze bile kâfi gelirdi. Doðu istikametinde ise, Peygamber Efendimizle anlaþma hâlinde bulunan Benî Kurayza ve diðer Yahudiler ikamet ediyorlardý. Bu sebeple hendek kazý iþi, tamamen açýk arazi olan þehrin kuzey tarafýnda yapýlýyordu. Yapýlan tesbitler bunu gerektiriyordu.

Bütün Müslümanlar, hattâ az çok eli iþ tutabilecek çocuklar bile canla baþla hendek kazý iþini sürdürüyorlardý. Kazý iþine bizzat Resûl-i Kibriya Efendimiz de katýlýyor, bir an evvel tamamlanmasý için Müslümanlarýn þevk ve gayretlerini her zaman canlý tutuyordu. Gönüllü Müslümanlar, bütün gün çalýþýyorlar, geceyi geçirmek içinse evlerine dönüyorlardý. Buna karþýlýk Resûl-i Ekrem Efendimiz, bir tepecik üzerinde kurdurduðu çadýrýnda* gece gündüz kalýyordu. Hem çalýþmalara bizzat katýlýyor, hem de çalýþanlara nezaret ediyor ve murakabesini sürdürüyordu.Kâinatýn Efendisi, toza topraða, sýcaða, açlýða aldýrmadan yaptýðý çalýþmalarýnda, zaman zaman Müslümanlarýn, "Yâ Re-sûlallah!.. Bizim çalýþmamýz yeter. Sen ne olur, çalýþma da istirahat buyur." tekliflerine muhatab oluyordu. Ancak Efendimiz, "Ben de çalýþarak, bu sevaba ortak olmak istiyorum." cevabýný vererek gayret ve sevaba nâiliyet arzusunu dile getiriyordu.

Zaman zaman da kazý ve zembille toprak taþýma esnasýnda, Abdullah b. Revaha'nýrý, "Allah'ým!.. Sen bize doðru yolu göstermemiþ olsaydýn, biz ne sadaka verebilir, ne de namaz kýlabilirdik! Üzerimize yürüyen kâfirler, bizim çekindiðimiz fitne ve fesadý yapmak istedikleri ve bizimle karþýlaþtýklarý zaman, Sen kalblerimize, sabýr ve sekînet indir, ayaklarýmýza sebat ver!"340 mealindeki kýt'alarý terennüm ediyordu. Haliyle, bu, gönüllü mücahidlerin gayretlerini artýrýyordu.

Müslümanlar bütün gün durmadan dinlenmeden kazý iþine devam ediyorlardý. Resûl-i Ekrem, onlarýn bu hâllerine þefkat ve merhametle bakýyor ve, "Allah'ým!.. Âhiret hayatýndan baþka taleb edilecek bakî bir hayat yoktur. Sen, Ensâr ve Muhacirlere maðrifet eyle!" diye dua ediyordu.

Çalýþan Müslümanlar da, Hz. Resûlullah'ýn bu samimî duasýna, þu içli mukabelede bulunuyorlardý:

"Hayatta olduðumuz müddetçe Allah yolunda cihad etmek üzere Muhammed'e (s.a.v.) bîat etmiþ kimseleriz."341

PEYGAMBERÝMÝZÝN SERT KAYAYI PARÇALAMASI

Kazý iþi devam ediyordu.


Hendek Savaþýnýn yapýldýðý yer ve Yedi Mescidler

Bir ara sahabîler sert bir kayayla karþý karþýya geldiler. Onu parçalamaya uðraþýrken, balyoz, kazma kürek gibi bir sürü âletleri kýrýldý. Yine de onu parçalamaya muvaffak olmadýlar.

Durumu, kýldan dokunmuþ çadýrýn içinde o sýrada dinlenmekte olan Resûlullah Efendimize haber verdiler: "Yâ Resûl-allah!.. Karþýmýza kazý esnasýnda ak bir kaya çýktý. Onu bir türlü parçalayamadýk! Eîu husustaki emriniz?.."

Peygamber Efendimiz, Selman-ý Fârisî'nin balyozunu aldý. "Bismillah!" diyerek kayaya bir darbe indirdi. Kayanýn üçte birini yerinden kopardý ve, "Allahü Ekber! Bana Þam'ýn anahtarlarý verildi. Vallahi, ben þu anda Þam'ýn kýrmýzý köþklerini görüyorum!" buyurdu. Sonra, yine "Bismillah!" deyip kayaya balyozla ikinci darbeyi indirdi. Kayanýn üçte biri daha parçalandý. Yine, "Allahü Ekber! Bana, Fars'ýn anahtarlarý verildi! Vallahi, þu anda ben, Kisrâ'nýn Medayin þehrini ve onun beyaz köþklerini görüyorum!" buyurdu. Ondan sonra üçüncü defa yine, "Bismillah!" deyip balyozla vurdu; kayanýn geri kalan kýsmýný da yerinden kopardý. Yine, "Allahü Ekber! Bana, Yemen'in anahtarlarý verildi! Vallahi, þu anda ben, San'a'nin kapýlarýný görüyorum!" buyurdu.342

Resûl-i Kibriya Efendimizin haber verdiði bütün fetihler, Hz. Ömer ile Hz. Osman zamanýnda bir bir gerçekleþti. Bunlarý gören Ebû Hüreyre (r.a.), Müslümanlara, "Bu fetihler, sizin için bir baþlangýçtýr. Vallahi, Allah, fethedeceðiniz veya Ký-yamet'e kadar fetholunacak þehirlerin hepsinin anahtarlarýný önceden Muhammed'e (s.a.v.) vermiþtir." derdi.343

ORDUYA VERÝLEN ZÝYAFET

Hendek kazý iþini bir an evvel bitirmek için durmadan dinlenmeden çalýþan Müslümanlar, doðru dürüst yiyecek bir þeyler de bulamýyorlardý. Zîra, o yýl Arabistan'da þiddetli bir kýtlýk ve kuraklýk hüküm sürüyordu; Medine de bu kýtlýk çemberinin içindeydi. Kazý iþi devam ediyordu.

Bir gün, Hz. Cabir b. Abdullah, evine vararak, hanýmýna, "Resûlullah'ý (s.a.v.) son derece acýkmýþ gördüm. Baþkasý olsaydý bu açlýða dayanamazdý. Evde yiyecek bir þey var mý?" diye sordu.

Hanýmý, "Vallah, yanýmda þu oðlaktan ve þu bir sa'* arpadan baþka bir þey yok." dedi.

Hz. Cabir oðlaðý kesti, hanýmý ise arpayý el deðirmeninde öðütüp un yaptý. Eti çömleðe koydular, hamuru da mayaladýlar. Et çömleðini tandýra koyup piþmeye býraktýlar.

Hz. Cabir evinden ayrýlacaðý sýrada hanýmý, "Sakýn, beni Resûlullah'a ve yanýndakilere karþý utandýrma!" diyerek, yemeklerinin azlýðýný nazara vermek istedi.

Hz. Cabir, Resûl-i Kibriya Efendimizin yanýna vardý.

"Yâ Resûlallah!.." dedi, "Azýcýk yemeðim var. Yanýna bir veya iki kiþi al da yemeðe gidelim!"

Resûl-i Ekrem, "Yemeðin ne kadardýr?" diye sordu.

Hz. Cabir, "Bir sa' arpadan yapýlmýþ ekmek ve kesilmiþ bir oðlak." dedi.

Bunun üzerine Efendimiz, "Hem çok, hem de güzel bir yemek!" diye buyurdu ve ilâve etti: "Hanýmýna söyle: Ben gelinceye kadar, tandýrdan et çömleði ile ekmeði çýkarmasýn!" Daha sonra Hz. Cabir'in gözleri önünde, "Ey hendek halký!.. Kalkýnýz; Câbir'in ziyafetine gideceðiz." diye seslendi. Muhacir ve Ensâr'dan orada bulunanlarýn hepsi kalktý.

Hz. Câbir, þaþkýn þaþkýn evine döndü. Hanýmýna, "Allah senin iyiliðini versin! Resûlullah (s.a.v.), yanýndakilerin hepsiyle yemeðe geliyor! 'Ýnnâ lillah ve innâ ileyhi raciûn!' Þimdi ne yapacaðýz?" dedi.

Hanýmý, "Resûlullah (s.a.v.), yemeðimizin ne kadar olduðunu sana sormadý mý?" dedi.

Hz. Cabir, "Evet, sormuþtu. Ben de söylemiþtim."

Bunun üzerine hanýmý, "Mahçub olacak sensin, ben deðil!" diye konuþtu ve sordu: "Onlarý sen mi davet ettin, yoksa Resûlullah mý?"

Hz. Cabir, "Resûlullah (s.a.v.) davet etti." diye cevap verince, hanýmý, "O, senden daha iyi bilir!" dedi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, kalabalýk ashabýyla Hz. Cabir'in evine geldi. Onlara, "Birbirinizi sýkýþtýrmadan içeri giriniz." diye emretti.

Sahabîler, 10'ar 10'ar içeri girdiler.

Resûl-i Kibriya Efendimiz, ete ve ekmeðe bereket duasý yaptý. Sonra ev hanýmýna, "Bir ekmekçi kadýn çaðýr da seninle birlikte ekmek yapsýn. Çömleðinizden de kepçe kepçe al! Sakýn çömleði tandýrdan çýkarma!" dedi.

Nebîyy-i Muhterem Eifendimiz, bundan sonra, mübarek elleriyle tandýrdan ekmeði çýkarýp parçaladý ve üzerine et koyarak ashabýna sunmaya baþladý. Davetliler yiyip doyuncaya kadar ziyafet böylece devam etti.

Hepsi yediði hâlde et ve ekmekten hiçbir þey eksilmiþ deðildi!

Resûl-i Ekrem, ev hanýmýna, "Bu kalaný da hem kendin yersin, hem de hediye edersin. Çünkü, bütün halk açlýk çekiyor." buyurdu.

Misafirlere karþý yüzde yüz mahcub olacaðýný düþünen Hz. Câbir'in, bütün bu olanlarla ilgili þehâdeti ise þöyle:

"Allah'a yemin ederim ki, gelenler bin kiþiydi. Hepsi de doyup kalktýlar. Buna raðmen çömleðimiz hâlâ olduðu gibi

kaynamakta, hamurumuzdan da olduðu gibi ekmek yapýlmakta idi! Ondan biz yedik, konu komþuya da hediye ettik!"'44


334 Ýbn-i Hiþam, Sîre, c. 3, s. 225.
335 ibn-i Hiþam, A.g.e., c. 3, s. 225.
336 Nisa, 51-52, 55.
337 ibn-i Hiþam, A.g.e., c. 3, s. 226.
338 Ýbn-i Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 66.Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 66.
239 Ibn-i Sa'd ve Taberî'nin rivayetine göre, kýldan kurulan bu çadýr, bir Türk çadýrý idi (Ýbn-i Sa'd, Tabakat, c. 4, s. 83; Taberî, Tarih, c. 3, s. 45).
340 Ýbn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 70-71; Ahmed Ýbn-i Hanbel, Müsned, c. 4. s. 282.
341 Ýbn-i Sa'd, A.g.e., c. 2. s. 70.

342 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c. 4, s. 303.
343 Taberî, Tarih, c. 3, s. 46.

 

 


radyobeyan