Muhammedi Edep By: Gulinur Date: 02 Ocak 2011, 14:26:40
MUHAMMEDÝ EDEP
Resûlullah Efendimiz'in ahlâký ile ahlâklanmak (Muhammedî edeb) ve Cenâb-ý Hakk'a karþý lâyýkýyla edeb sahibi olabilmek niyâzýnda olan bir mü'min nasýl bir yol izlemelidir?
■ ■ ■ Efendim ibâdet, tâat, insanlýk bunlarýn hepsini deðerlendirirken meþhur Cibril hadîs-i þerîfinden hareket etmek lazým Ýmân, Ýslam ve ihsan. Bir insan Ýmân'ý takliden söyler kalbi kabul ederse mü'min olur. Ýnandýðý Allahýna teslim olmak niyâzýnda bulunursa Allah'ýn Ýslam þartlarý da bellidir, o teslimiyeti göstermek üzere hem ibâdet tâat'ý hem de itâati haram helâl çerçevesinde yerine getirir. Fakat bu kâfi deðildir. Allah Teâlâ madem ki bu kâinâtý muhabbet üzere yarattý, bu Muhabbetini idrak etmek üzere'de insaný yarattý. Kendisi muhabbet üzere yaratýr da insan bu muhabbetten nasýl yüz çevirir? Dolayýsýyla Allah Teâlâ'nýn emirlerine ve yasaklarýna "Emretti mecburuz. Yoksa yapmazsak bizi yakar. Yapalým ki Cennet'e girelim" diyerek Resûlullah (Sallâllâhu Aleyhi ve sellem) Efendimiz'in edebine ulaþýlmaz. Ancak ahlâk'ý taklîd eder bir insan. Taklîd de tatkik derecesine göre birþey getirir. Hiçbir zaman hakîkatý olmaz. Çünkü taklîd tefekkürü öldürür. Tefekkür lazýmdýr. Peki hangi tefekkür? Allah Teâlâ'nýn hislerini tashih ettiði, düzelttiði, kalplerindeki hisleri düzgün olan ve Allah'ýn aklýyla akýllanan bir dimaða sahip olmak lazýmdýr. Yoksa hindi gibi düþünmeye tefekkür denilmez. Peki bu nasýl elde edilir? Yakýnlýkla. Yakýnlýk için ne lazýmdýr? En önce bizden isteneni yapmak. Fakat bizden istenileni yapmakla yakýn olunmamýz mümkün deðildir. Hadîs-i þerîfte iþaret edilen nâfileler vardýr. Nâfile burada lüzumsuz mânâsýnda deðildir. Cibril hadisindeki ihsan mertebesine iþarettir. Yani "Ya Rabbî! Sen bunu bana emrettin, ben kýlarým. Resûlullah'ta bundan evvel dört rekat daha kýlmýþ. Aman ne demek! Hemen kýlayým.Baþka ne yapabilirim Ya Rabbî?" demek ihsan þartýdýr. Ýnsan ancak öyle bu muhabbetin tezahürüne mazhar olur. Ýþte bir insan bu mertebeye eriþirse, eriþmeye gayret ederse, buna meyil ederse (en önce buna meyil hâli zaten baþlar) sonra o meyili muhabbete dönüþür, o muhabbeti aþk'a dönüþür. Ýþte o zaman bu edebe sahip olur. Yoksa Arapça'da bir tabir vardýr; 'fe-illa lâ' yani böyle olmazsa, olmaz. Yahut 'Fe-illa felâ', yani böyle olmazsa yok, istisnasý bile yok. Allah'ýn Resûlü'nün edebinden nasiplenenlere bakarsanýz hepsinin yakîn kullar olduðunu görürsünüz. Ama onlarýn yakýnlýklarýný ve o yakýnlýðý muhafaza eden hem de yakýnlýða sevkeden cevher olarakta hep edebi görürsünüz. Edebe riâyet etmiþlerdir ve hep edeb çizgisi üzerinde bulunmuþlardýr. Sahâbe-i kirâm hazerâtý tamamiyle bir edeb abidesidir. Edeple fethetmiþtir. Mesela Mekke'li müþrikler anlatýyor iþte, "Hiçbir saray'da hiçbir Sultan'ýn katýnda böyle Sultan'a tâbi olan, bu kadar muhabbet edilen bir baþka Sultan ve saltanat sahibi görmedik. Konuþmaya baþladýðý zaman yer-gök susuyor adetâ. Ve o konuþmaya baþladýðýnda yanýndaki ashâbý taþ kesiliyor, kýpýrdayamýyorlar bile" diyerek Resûlullah Efendimiz karþýsýndaki sahâbî'nin edebinden etkilenen insanlarý ve hatta imânla müþerref olan insanlarý nazarýmýza veriyorlar. Dolayýsý ile Allah Resûl'üne edeb, sevenler için þarttýr. Sevmek için þarttýr. Ve ihsan mertebesi olarak sâdece emir-yasaklar veya "Resûlullah yapmýþ, biz de yapalým" deðil, "Gerçekten ben ona nasýl kavuþurum? Nasýl ona vasýl olurum?" diye bir dert sahibi olmasý lazýmdýr. Dolayýsý ile bu derdin dermâný, bu muhabbetin de vesilesinin edeb olduðunu unutmamak îcâb eder. Hepsi birbirine baðlý hem birbirini besleyen hem de birbirini çaðýran, davet eden hasletlerdir.
Hepsi birbirine baðlý zincirin halkalarý gibi. O olmazsa bu olmaz, bu olmazsa o olmaz gibi sanki…
■ ■ ■ Arzu ederseniz örnekleyerek meseleye alalým: Mesela bir insanýn kendi ilmîyle alakalý düþünelim. Zâhir ilmin kendine ait zâhir bir edebi vardýr. O zâhir ilmin edebini yaparsa kiþi ilme'l yakîn'den ayne'l yakîn'e yükselir. Ayne'l yakîn'e geldiði zaman o ayne'l yakîn'in gerektirdiði baþka bir edebi vardýr. O edebi yerine getirirse Hakke'l yakîn'e yükselir. Hakke'l yakîn'in de edebi vardýr. "Mâ zâgal basaru ve mâ tegâ" [Necm: 17]. Sidre-i Müntehâyý rýkk'a eden Hazreti Fahr-i Âlem için ne buyuruyor Allah? Bakýþlarýnda bile Allah kefil. "Mâ zâgal basaru ve mâ tegâ." Haddini aþmama, Allah'ýn ona tayin ettiði hudûdu idrak etme. Muhteþem bir nefis terbiyesi vardýr orada. Kendi cüzzî iradesinin nerede baþlayýp nerede bittiðini, küllî irade'ye hangi hususta teslim olacaðýný tek tek tefrik edebilme. Çünkü Allah Teâlâ'ya hakkýyla kul olanlarý Allah Teâlâ, hem nefsine arif hem kendine arif eylemiþtir. Bu Âdet-i Sübhânîye'leridir. Hakke'l yakîn'in bile edebi vardýr. Efendimiz Sallâllâhu Aleyhi ve sellem'in sâdece mirâc'ýn o ilk tahiyyat kelâmýndaki selamlaþma bahsine bile baksak, o mertebedeki edebin de olduðunu, hatta o mertebedeki edebin çok daha önemli ve çok daha zor olduðunu düþünmek îcâb ediyor. Dolayýsýyla her makâm'ýn kendine ait bir edebi vardýr.Hani ahlâk o edebi tahsil için vardýr. Ýlme'l yakîn gibidir ahlâk. Bunun âyne'l yakîn'e ve Hakke'l yakîn'e geçmesi de yani ilme'l yakîn olarak edeb 'ahlâk' ismini alýr. Buna riâyet ederse onda kendi edebi olur, âyne'l yakîn olur.Allah'ýn kendi edebinden giydirmesine de o saha'nýn edebi denir ki Hakke'l yakîn mertebesidir yani Allah'ýn kendi edeplendirmesi.
Fatih ÇITLAK
radyobeyan