Kuran Ahlaký
Pages: 1
Rauh By: meryem Date: 28 Aralýk 2010, 10:43:31
Rauh

Tüm kanun koyucu gücü saf akla atfeden Kant doktrinin tam aksi olan uçta, baþka doktrinler tecrübî ben'in hürriyeti davasýný savunmuþlardýr. Bu zýtlýk en çarpýcý ve hatta en isyankar ifadesini, sýrasý ile ahlâkî bir güzelIik duygusuna veya bir yaþama isteðine irca eden bir Guyau ya da bir Ni-etzche'de bulmuþtur. Bu sonuncu görüþ noktasýna göre, ahlâkî deðer ezelî ve ebedî þeylerin düzeni içerisinde mevcut deðildir; o onun vasýtasýyla in­sanýn üstün insan olmak için kendini aþtýðý beþerî bir yaratmadýr.Buna karþýlýk, yükümlülük kavramýný ve onunla birlikte hatta ahlâký tamamen ortadan silip atmak eðiliminde olan bu isyancý düþünceyi ifra­ta götürmeksizin ve kiþiye nisbetle ödev düþüncesinin yüceliðini tama­men kabul ederek, Fransýz filozofu Frederic Rauh, her ferdin kendi öz davranýþ kurallarýnýn faili olduðunu öne sürmüþtü[182]. Paradoks korkusu olmaksýzýn denebilir ki onlarý birbirinden ayýran mesafeye raðmen, bu düþünce Kant'ýnki ile rastlaþmakta ve belli bir ölçüde çakýþmaktadýr. Her ikiside, ödev kavramýndan, hiçbir özel emri içermeyen sadece onun ge­nel anlamýný almaktadýr. Fakat, çýkýþ noktasýndaki bu çakýþmadan sonra, görüþlerin ayrýlýðý derhal baþhyacaktýr. Alman filozofu hâlâ mantýðýn se­masýnda süzülür ve müþahhasa doðru yalnýzca merhaleli olarak ve bü­yük bir itiyatla inerken, "Ahlâkî Tecrübe" iâxý yazarý birden psikolojik ala­na atýlacaktýr. Bütün iradeler için geçerli olmak üzere iyi fiilin özünden olan bu düþünceden hareketle Kant, bu soyut prensipten daha az soyut bazý formülleri ve bunlardan daha da somut olan birtakým kurallarý do­ðurtmayý denemiþti. Nihayet, bir kere bu formülleri keþfedince o, onlarý, Leipniz Monadlarý gibi, bazýlarý ötekilere kapalý, sert ve hareketsiz kad­rolarý içerisine daimî þekilde hapsetti. Þu halde o, ödevlerin çatýþmasý so­runu ile karþý karþýya kalmýyordu; çünkü onun gözünde herþey, sanki her fiil sadece bir tek formül tarafýndan düzenlenmek zorundaymýþ gibi cereyan etmiþti.Her soyut kuralm somut bir gerçeði tek basma idare etmekteki güç­süzlüðünü beyan ettiði zaman Rauh, bu hususu daha doðru olarak gör­müþtür. Baþka birçok noktalara atýfta bulunmaksýzýn, bir plan üzerinde bir noktayý tespit etmek veya muhtevasýnýn bütününü hesaba katmaksý­zýn bir metindeki bir kelimeyi açýklamak imkânsýz olduðu gibi, hastanýn mizacnýý ve hastalýðýn bütün sürecini hesaba katmaksýzýn hekimlik san'atý bir ilacýn etkinliðini garanti edemezse, ayný þekilde ahlâkçý, özün­de zaman ve mekânla ilgili olan beþerî davranýþa olan mekânýn ve zamanm etkisini bir yana býrakamaz. Bizim fiilimiz gerçek dünya içerisine ka­týlmaya yönelik hakiki bir yaratmadýr. Þu halde sadece onun mantýkî ola­rak mümkün olmasý yeterli deðildir; onun ayrýca pratik olarak gerçekleþ­tirilebilir olmasý, ne ona tekaddüm eden olaylar tarafýndan engel oluna­cak ne de ondan sonuçlananlar tarafýndan reddolunacak þekilde kendisi­ni çevreleyen olaylarýn ortasýnda yerini bulmasý gerekecektir. O halde biz, herhangi bir kararý almadan önce, yalnýzca halihazýr geliþimi boyun­ca deðil, fakat ayný zamanda tarihî ve geleceði içerisinde objektif realite hakkýnda bilgi edinmek zorundayýz. Hepsi bu kadar da deðil. Ayný za­manda, bizim tabiat üzerine olan tepkimizi belirleyen psiþik faktörlerin çeþitliliðini de hesaba katmak gerekir. Bazýlarýný ötekiler vasýtasýyla ol­mak üzere bu iki faktörler serisini çoðaltmak suretiyle, her vak'a için el­de edilen sonuç daima oldukça orijinal bir üründür. Zamanýn geri dönül-mezliðini ilave ediniz, þu þaþmaz sonuca eriþeceksiniz: tarihte iki an asla birbirinin ayný olamaz. îþte böylece, ahlâkî hayatýn izafî karekteri açýklýða kavuþturulmuþ olmaktadýr.Ancak Kant'm hatasýndan kaçýnmasýný bilen filozofumuz, kendisinin tersine yanlýþlýða düþmesine engel olamamýþtýr. Onun ahlâkî Öðretim tar­zýna göre herþey, sanki hayatýn iki anýnýn birbirinin ayný olmamasý ayný zamanda onlarýn benzerliðini de ihtimal dýþýnda tutmakta ve onlarýn ara­sýnda hiçbir ortak ölçü býrakmamaktadýr; sanki ferdî unsurun yanýnda je­nerik unsur için hiçbir yer bulunmamaktadýr; sanki, geçen þeyin arkasýn­da hiçbir þey kalmaya elveriþli deðildir. Ayný þekilde o, bizim dikkatimi­zi anî olan üzerinde temerküz ettirmeye çaðýrmaktadýr; hatta o bizi açýk­ça kendimizi prensiplerden ve ideallerden kurtarmaya teþvik etmektedir. Bizim onlara boyun eðmemizin yerine, sürekli olarak onlarý tecrübeye tâ­bi tutmamýz gerekecektir[183]. Bu nedenle sadece karekterine, eðilimine ve emellerine göre herkesin ödevine kanun koymak gerekmemekte; fakat ayný þahsýn sürekli olarak davranýþ kurallarýný yeniden müzakere etmesi, bir an önce kurulmuþ olaný her an yýkmasý gerekmektedir.Bu, kapris ve keyfiliðe fazlaca tehlikeli þekilde atýlmak ve böylece ken­dimizi iki katlý olarak anarþik olan bir hayata teslim etmek deðil midir?Fakat, en önemli nokta bu deðildir. Biz, vicdana kýlavuzluk etmeye ye­tenekli güç olarak, bizzat tecrübenin prensibi hususunda kendimizi yok­lamak zorundayýz. Tecrübe, olaylara dayanýr; vicdansa, o "deðerlerden beslenir". Hangi büyülü ameliye ile bazýlarý ötekilere dönüþtürülebilir? Rauh þunu kabul etmelidir: hiçbir zaman bir deðer yargýsý —bu realite objektif veya sübjektif, basit ya da karmaþýk, geçmiþ, halihazýr veya gelecek han­gi þekil altýnda kendini gösterirse göstersin— basit bir hakikat hükmün­den çýkmaz.Geçmiþ ve þimdiki zamanla ilgili olarak, tecrübî anketimizin tüm meyvesi þu basit gözlemde özetlenmektedir ki, falan fiil mütemadiyen filan sonuç tarafýndan refakat veya takip olunmuþtur. Biz onu kayde­diyoruz, onu senet kabul ediyoruz; baþka hiçbir þey deðil, þüphesiz, fi­lan sonucun iyi veya kötü olduðuna hükmettiðimiz zaman, biz ayný þe­kilde onun sebebi olan fiil hakkýnda da karar vermeye götürülüyoruz ve hatta yetkili kýlmýyoruz. Fakat gerçekte sonucu bu þekilde yargýla­ma yetkisini bize veren nedir? Eðer tecrübemiz deðerlendirme ile ilgili böyle bir yargýya götürebiliyorsa, þayet o oraya "açýlýyorsa", o hiçbir þekilde kaynak deðil fakat sadece vesiledir. Bu þeyin meydana gelmiþ olmasýndan hiçbir zaman onun bizi tatmin etmesi veya bize karþý çýk­masý sonucu hasýl olmaz. Bu iki hüküm arasýnda tabiî bir bað olduðu­nu kabul edelim. Burada yine de önemli bir ayýrým yapmak gerekir: madem ki bizim iç gözlemimizin altýna düþmektedir, bizzat tahminî hükmümüz müþahede edilebilir bir gerçek, tecrübeye baðlý bulunan fi­zikî bir olaydýr; fakat bu hükmün konusunu oluþturan þey, tarif itiba­rýyla her tecrübeden kaçan ve onu sonsuz bir þekilde aþan bir deðerdir. Tecrübe sadece onu âdeta, þu tanýnabilir ve tükenmezin garip duygu­su ile nokta nokta budamaktan baþka birþey yapmamaktadýr. Deðer, mutlak nizama aittir; o geçici olana kaydedilmemiþtir, her ne kadar bu sonuncusu onu telkin edebilirse bile. Þu halde biz onu orada deþifre edemiyoruz.Ahlâkî fiilin yegâne alaný olan gelecekle ilgili olarak (bu, olan þeyin deðil fakat olmasý gerekenin düzeninden olduðundan; Öte yandan, ne geçmiþte,ve ne de kararýn bizzat icra olunduðu anda birþey yapmaya ka­rar vermek imkânsýz bulunduðundan), tecrübenin rolü daha da az ola­caktýr. Ýlkin, hemen hatýrlatmaya ihtiyaç vardýr ki, eðer þu ana kadar olaylar falan veya filan þekilde cereyan ettiyse, onlar yarýn ve daima ay­ný tarzda olacaklardýr diye benim sonuç çýkarmama izin veren þey, asýl anlamý ile tecrübe deðildir. Bu istintaç mantýkî temelini bizim tabiatýn is­tikrarlýlýðýna olan inancýmýzda bulur. Hesabýmýzýn vasatî nîsbetini karýþ­týrmaya elveriþli yeni sebeblerin adem-i müdahalesini talep ve iddia etmek zorunda olan büyük sayýlar kanunu için de bu böyledir. Nihayet, bütün tecrübî malumatýn ve onun doðal sonucu olan tüm postulatlarla, ben ne elde ediyorum? Bir projenin gerçekleþtirilmesinin pratik imkân (veya imkânsýzlýðý) hakkýnda ya da onu baþarmanýn ihtimaliyet derecesi hususunda bilgi edindim. Tasarladýðým þeyin araþtýrmaya deðer iyi oldu­ðunu kim bana söyler? Birçok mümkünler karþýsýnda onlar arasýndan belki de tabiat tarafýndan en az desteklenmiþ olan bir tanesini fiiliyata ge­çirmem için bana karar verdiren þey nedir? Gayet aþikârdýr ki, ötekilerin dýþýnda faaliyetimizin belli bir yönüne bahþettiðimiz tercih, bir gerçekten deðil fakat bir idealden ileri gelmektedirÞu halde, eðer bu ideal yalnýzca bizim deneysel ve deðiþken ben'imizin bir suduru ise, eðer o sadece bizim fiili veya kuvve halindeki duygumu­zun bir mutasý ise, o dahi geçici bir veri, bir anlýk bir olay haline gelmek­tedir. Fiilin baþhyacaðý esnada o artýk belki de olmayacaðýna göre, þu hal­de o gelecek bir olayý yöneteceðini hangi hakla öne sürmektedir? Binaena­leyh iki þeyden biri þöyledir: ya bizim irademiz, iç tahriklerine kapýlarak düþünmeden hareket edenlerin ve delilerin iradesi gibi, fiille çakýþan, onunla doðan ve ölen bir idealle yetinebilir. Veya tersine, o ona, yakýn ge­lecek için olduðu kadar hemen þu an için de onlar vasýtasý ile ona kendini zorla kabul ettiriceði hüccetlerini soracaktýr; yani o, ona kendisini yönet­me hakkýný vermeden önce, ondan belli bir istikrarlýlýk talep edecektir. Madem ki istikrarlý bir ideal, bizzat ahlâk konusunun tanýmýdýr, bu durum­da artýk biz deneysel ben'in ve saf tecrübenin alanýnda olmýyacaðýz. Ýmdi bir kanun asla tecrübe ürünü deðil fakat isbat veya iman konusudur. Ah­lâkî otoriteyi yapan "tecrübe", terimlerde bir çeliþki deðil midir?


[182] Daha önce Alman filozofu Fichte, ahlâkýn temel kuralý olarak, herkesin kendi kanaahna uy­gun olarak davranmanýn lüzumunu ve bunun zorunlu sonucu olarak da, vicdanýn asla alda-namiyacaðim vazetmiþtir. Ancak bu tabir, Kant'm bu öðrencisinin düþüncesinde, Rauh'taki kesinliðe sahip deðilmiþ gibi görünmektedir.

[183] Bk. Le Serine, Traile de Morale, .633-6.




radyobeyan