Kuran Ahlaký
Pages: 1
Kurani Davet Sistemi By: meryem Date: 25 Aralýk 2010, 19:05:55
Kur'ânî Davet Sistemi

Þimdi biz, Kur'ânî vaz ve nasihatin incelenmesine daha iyi baþlaya­bilecek ve onun Kitab-ý Mukaddes ile iliþkisini tesis edebilecek durum­dayýz. Biz orada sadece, yahudi tezi ile hýristiyan antitezin mutlu bir sentezde uzlaþtýðýný görmekle kalmayacaðýz, fakat üstelik yeni unsur­larýn oraya dahil olduklarýný ve onun zenginlik ve geniþliðini artýrdýk­larým göreceðiz. Bir çeþit genel istatistik yaparak [82]biz önce, sadece emrin otoritesi vasýtasýyla olandan baþka bir þekilde saiklenmemiþ olan Kur'anî buy­ruklarýn azlýðý karþýsýnda þaþýrmýþtýk. Yükümlülüðü sebepsiz saf þekli altýnda tesis eden: "Þunu yap çünkü öyle emredilmiþtir" þeklindeki bu Kant'çý formül, îslâmiyetin kutsal kitabýnda pek mutad deðildir. Bu­nunla birlikte, biz ona, hepsi Hicret sonrasý olan on kadar ayette rastlý­yoruz (=1OB)[83]Fakat, açýkça ifade edilmiþ bir saikin bulunmamasý, orada zýmni bir motifin mevcudiyetini hariç býrakmaz. Gerçektir ki iman, ne kadar sert ve gaddarca görünürlerse görünsünler [84] ilâhî emir­lere þartsýz bir itaati gerektirir [85] Bizzat bu inanç adýna, bu görünüþ al­týnda, iyi belirlenmemiþ olmakla birlikte, herhangi bir gizli nedenin bu­lunduðunun farzedilmiþ, faydalý herhangi bir neticenin istenmiþ olmasý da mümkündür [86]. Bizim nazarýmýzda keyfi ve diktatörce bir edaya bü­rünmek þöyle dursun, saiklenmemiþ ilâhî emir bize kendini, vicdanýmý­zýn toptan muvafakatini temin etmek için yeterince ikna edici bilim ve hikmet sýfatlarýyla sunmaktadýr[87] Bu mutlak emir türü bir yana býrakýlýrsa, Kur'ânî emirlerin oldukça farklý temellere dayandýðým, ancak onlarýn üç büyük sýnýfta toplanabile­ceðini göreceðiz: Batýnî Ýspatlar, Çevresel Nedenler ve Gai Sebepler.

Bu üç kategoriyi sýra ile inceleyelim ve onlarýn neden ibaret olduklarýný ve onlardan herbirisinin bütünün içersinde ne gibi bir yer tuttuklarýný görelim.

 A. Batýnî Ýspatlar:
 
Bir yükümlülüðü aklî olarak tesis etmek için, bu mükellefiyete mün­demiç olan bir ahlâkî deðere atýfta bulunmaya ben batýný isbat diyorum; bir emir veya onun uygulanmaya konmasý söz konusu olduðu zaman bu, müsbet bir deðerdir; bir savunma veya itaatsizlik söz konusu ise negatif deðerdir; bizatihi gerçek ve sahte, haklý ve haksýz þeklinde objektif bir de­ðer; yahut basiret ya da körlük, kalblerin temizlik ya da kirliliði olmak iti­bariyle sübjektif deðerdir. Deðerin konuya bu baðlýlýðýndan dolayý üç tarz mümkündür; ve ben bu baþlýk altýnda gruplayacaðýmýz göndermelerde, amelde bunlar­dan herbirine düþen payý tanýmak güç olmayacaktýr. Ya konu bu deðe­re kendi özel tabiatý itibariyle sahiptir veya o onu kendisinin onun so­nucu olduðu önceki bir duruma ya da onun sebebini oluþturduðu son­raki bir duruma borçludur. Baþka bir deyiþle, ister kendim öz manasý itibariyle sahip olduðu deðerler nedeniyle olsun, ister onun kendi men-þeinden anýmsamak suretiyle yansýttýklarýndan dolayý olsun, isterse te­min ederek aktüelleþtirdikleri sebebiyle olsun, biz konuya deðer biçi­yor, ona herhangi bir kýymet atfediyoruz. Hakikaten, bazan onu hali­hazýr durumu, belirlenmiþ kullanýmý içinde mülahaza etmek suretiyle, bazan onun seyrinin baþlangýcýna çýkmak suretiyle, bazan da doðrudan yahut uzak neticesine inmek suretiyle iki tarafýn oldukça derin ve ye­terince geniþ bir analizi sayesinde, bir fiilin veya bir kuralýn, bir tutu­mun ya da bir doktrinin deðeri hakkýnda tam manasý ile bir hüküm ve­rilebilir: Bütün durumlarda, burada ahlâkî bir hüküm söz konusu ol­masý itibariyle, bir yandan baþvurulan deðerin, ayný kaliteye sahip ol­masý ve öte yandan onun konu ile baðlantýsýnýn, sadece yaþamanýn ge­çirdiði itibarî bir münasebet deðil, tabii bir münasebet -ben analitik di­yeceðim- gibi kendini sunmasý gerekir. Az sonra atýfta bulunacaðýmýz âyetler, bu çift yönlü þarta cevap vere­cek tarzda seçilmiþlerdir. Onlar Kur'ân-ý Kerim'in va'z ve nasihat meto­dunun en önemli, en halis ve en objektif bölümünü meydana getirmekte­dirler. Orada ahlâka ahlâklýlýk yoluyla ve ahlâklýlýk için teþvik edilmekte-

dir. Orada, sahte ve kötünün yokluða intikal edeceðine ve onunla netice­leneceðine, gerçek ve iyinin hiçbir zaman telef olmaz semereler olarak kaldýklarýna ve onlarýn taþýdýklarýna imada dahi bulunulmamaktadýr (er-Ra'd, 13/17; Ýbrahim, 14/64'deki temsillerin durumunda olduðu gibi). Orada dikkat esas olarak veya münhasýran onlarýn Öyle olmak itibariyle asli karakterleri üzerine çekilmektedir. Eðer sert bir seçime teþebbüs etseydik, atýflarýmýzýn listesini isteyerek uzatmýþ olurduk. Ýlk önce, Kur'ân'da kelimenin dar anlamý ile yani onun tarafýndan zikredilen önceki Öðretimlerden baðýmsýz olarak, Kur'ânî öð­retime ait bulunan þeyi seçmeye kendimizi zorladýk [88]Daha sonra, biz yalnýzca bize göre herhangi bir mübhemiyet arzetmeyen âyetleri zabt et­tik [89]Nihayet, batým isbat baþka mülahazalara inhisar etmediði zaman, biz sadece asli unsurun ilk sýrayý iþgal ettiði âyetleri idhal ettik. Çoðu zaman Kur'ân-ý Kerim'in kendilerine dayanmak istediði ispat prensipleri bir yorum þekli altýnda kullanýlmýþlardýr. Bazan onlar bizzat emrin konusunu meydana getirmektedirler. O þekildeki, eþyayý onlarýn has ismiyle çaðýrmak suretiyle, o bunu ayný zamanda hem sebep ve hem de saiklenmiþ emir olarak kullanmaktadýr.

Bunu ifade ettikten sonra, ilkin, genel doktrinini va'z etmek suretiyle Kur'ân-ý Kerim'in burada, bizzat kendi aslî tabiatýndan olaný ve olmayaný göstermek, yanlýþ veya yanlý her doktrini lekeleyen hususlarý onun hakkýn­da red ve inkâr etmek ve onun gerçeðe tutkun zihinleri iknaya mahsus olan vasýflarýný beyan ve tasdik etmek hususlarýndaki ýsrarýný görelim. Bu, hiçbir þekilde, diye açýkça ilân ediyor o, irad getiren bir iþ deðildir; bu, kurucusunun ondan herhangi bir menfaat elde etmeyi tahayyül etti­ði bir kurum deðildir[90] Keza bu, cebir yoluyla kendini zorla kabul ettiren bir disiplin deðil, fa­kat nakl ve tebliðe yönelik bir mesaj, hür rýzaya teklif olunan bir oðretimDir [91] Ve sonra bu, þair[92] veya kâhin[93] yahut hayalcinin [94]eseri de deðildi*.

Bu, ne çýlgýnlýk [95] ne þeytanî vesvese [96] ne yalan düzmeler [97] ne de birta -kim ihtiraslý arzularýn ifadesidir [98] Bu size, doðru yönü gösteren" [99]ve sizi doðru veya eh doðru yola Ha­yan [100] ilâhî ýþýktýr [101]Bu, en güzel sözdür [102] Bu, saf tabiata [103] ve orta yola [104] uygun olan, ciddi ve kesin [105] müesses doktrindir [106] O, güzel geleneði sürdürmekte ve teyit etmektedir [107]O, adaleti [108]gerçeði1 [109]bedahati1 [110]ilmi [111]hikmeti [112] sarsýlmaz muh-kemliði [113] teþkil ve tesis etmektedir. O, kalblerin þifasýný [114]ruhlarýn yücelmesini [115] hayatý (kelimenin yü­ce anlamýnda) [116] saðlar. Genel doktrinin karakteristik özellikleri hususundakiler iþte bunlar­dýr. (=209A, 80B). Eðer þimdi de bütünden teferruata, genel doktrinden hükümlere ge­çersek, biz -ister bizzat kendileri için mecbur kýlýnmýþ olarak (çoðu za­man baþka bir yorum olmaksýzýn), ister özel eylemler tarafýndan hedef edinmiþ bir amaç olarak, isterse insan ruhuna saðlanacak bir deðer kay­naðý gibi teessüs etmiþ þekilde olsun- ayný þekilde baþlýca pratik faziletle­ri buluyoruz. Bu þartlan dolduran müsbet emirleri, hiç deðilse, þunlarý buyuran ve­ya yücelten müteakip âyetlerde bulmaktayýz: -Kendi ödevleri hakkmda aydýnlanmak ve baþkalarýna onlarmkini öð­retmek endiþesi [117] -Ahlâkî gayret [118] -Güzel örneðe uygunluk [119]-Orta yolu tutan dengeli eylemler [120]Doðruluk [121]-Ýyinin ve en güzelin yerine getirilmesine yarýþma [122]-En güzel eylemler [123]-En güzel sözler [124] -Samimiyet [125]Ýffet ve edebe uygunluk [126]-Kendi þahsî iþi için helâl yoldan kazanýlmýþ þeyleri kullanmak [127] -Cesaret, sabýr ve sebat [128]-Tatlýlýk ve alçak gönüllülük [129]-Yargýlarda ihtiyat [130] -Genel olarak iyilikseverlik [131]-Þeref, itaat, þefkat ve himmetle [132]birlikte, özelliMeebeveynlere karþý ihsan sahibi olmak [133]'-Eþlerimize iyi davranmak [134]                                                   |Ayný düþünce silsilesi içerisinde þunlar da okunacaktýr: V, 87. VI, 141. VIÝ, 31. Ancak, bu­rada formülleri, Allah'ýn aþýrýlýðý sevmediðini beyan eden dinî bir yorum izlemektedir. Böy­lece, ilk önce bizatihi deðer olarak vaz olunan ahlakî prensip, derhal bu yüce otorite tarafýn­dan yargýlanmakta ve kendisine deðer biçilmektedir. Bu bakýmdan, bizi þimdi meþgul eden kategoriye deðil, fakat daha çok ileride inceleyeceðimiz ilâhî müeyyide alanýna ait olmak iti­bariyle bu zikirleri atlamak zorunda kaldýk.-Onlara insanî bakým ve onlarla karþýlýklý müþavere[135] -Gelirlerimizle ölçülü olarak, ailelerimizin ihtiyaçlarýnýn karþýlan-ma-sýna yardým[136] -Boþanma halinde eþlere tazminat ödenmesi[137]-Akrabalara [138] yakýn veya uzak komþulara [139] garip yolculara [140] ge­nel olarak yoksullara [141] mecbur olunan yardým, en güzel ve helâl yoldan kazanýlmýþ þeyler üzerinden usulüne uygun olarak yapýlan infak[142] -Kýtlýkta, fakirler ve yetimlere destek olmak[143] -Kölelerin azadý [144]-Dürüstlük [145]-Eli açýklýk [146]-Hakbilirlik [147] (ne bir yana ne de öteki yana eðilmeyen) düþey terazi imajý [148]-Yakýnlarýmýzýn veya bizzat kendimizin aleyhine de olsa [149]gerekli her þahitliðin tam olarak yapýlmasý[150]-Emanetin sahibine iadesi [151]-Yapýlan taahhütlere, verilen söze ve edilen yemine sadakat[152]-Misafirperverlik ve baþkalarýný sevmek[153]-Hoþgörü ve cahillere karþý alicenaplýk[154] -Kötülüðü iyilikle savmak[155]-Ýyiliðe teþvik ve kötülükten alýkoymak[156]-Bu hususta mü'minler dayanýþma halindedirler[157]-iyi münasebet[158] ve merhamete[159] teþvik. . -Fazilet ve disiplinin hüküm sürmesi için herkesin iþbirliði yapmasý[160]-Sabýr ve inayete karþýlýklý tergib[161]-Saðlýklý birliðe baðlýlýk[162]-Tüm kutsal baðlarýmýzýn saðlamlaþtýrýlmasý[163]-Manevi kardeþlik için sevgi [164]ve onun için dua (cemaat zihniyeti)[165]-Gerçeði öðütlemek hususunda en basiretli ve en namuslu yöntemler[166]-Kýsacasý, (akýl ve nakil tarafýndan) tanýnan ve tasvip edilen tüm dav­ranýþ biçimleri[167]Ve ayný kategori içerisinde, Allah'a karþý olan ödevlerimizin sadece bazý örneklerini niçin zikretmeyelim?-Allah'a inanmak[168]-O'na itaat etmek[169]düðü gibi, bu ifadelerin, yakýcý bir güncelliði mevcuttur. Burada, günümüzün büyük sorunu hakkýnda taptaze, kýsa bir hitabeyi okuduðunuz intibaýna sahip olmuyor musunuz ? Ve yir­minci yüzyýlýmýzda, her zaman olduðundan daha ziyade kasýp kavuran cihanþümul çatýþma­nýn davalarýný tescil etmek suretiyle, daha iyi özetlemek mümkün müdür?-O'nun sözleri ve eserleri üzerinde derin tefekkür[170].-O'nu hatýrdan çýkarmamak[171]-O'nun nimetlerini tanýmak[172]-O'na güvenip dayanmak[173]-Her va'di O'nun iradesine baðlý tutmak[174]-O'nu sevmek[175]-O'na tapýnmak[176]Bütün bu emirler, bizzat kendi ifadeleri ile kanýtlanmýþlardýr (=67A, 91B).Ve iþte, onlarla Kur'ân-ý Kerim'in kendi yorumlarýný inþa ettiði falan uygulama veya filan kural Ýçin övgülerini formüle ettiði ve onlar vasýta­sýyla O'nun, onu bizzat eylemin içerisine tamamen hapsetmek ve ona baþ­ka perspektifler açmamak suretiyle, irade için güçlü bir manivela yarat­mak istediði malzemeler olan ahlâkî zikirler ve hatta adetâ þeref titrleri.-Ýyilik veya daha büyük hayýr[177]-Engin iyilik (Birr)[178]-Gerçek iyilik (zýt duygulara raðmen)[179]-Daha güzel[180]-Daha adil[181]-Daha deðerli[182]-Takvanýn ölçüsü[183]-însanseverliðin gereði[184]-Takvanýn gereði [185] -Minnet ve þükranýn gereði[186] -Þecaat ve gönül yüceliðinin gereði1 [187]-Zayýflar karþýsýnda fedâkârlýðýn icabý[188]-Ýster zihnen kendimizi onlarýn yerine koyarak olsun  [189]ister acý çeken cahil veya yolunu þaþýrmýþ olunduðu esnada, kendi öz geçmiþimizi hatýr­lamak suretiyle olsun [190], isterse bizzat kendimiz ilâhî müsamahaya baþ­vurmak zorunda kalarak, kendi insanî durumumuzun þuuruna ermemiz suretiyle olsun [191], kendilerine sempati duyduðumuz bahtsýzlara karþý þefkatin gereði.-Kalbleri temizleyecek veya onlarý daha temiz kýlacak mahiyette [192] -Ruhu açacak, onun gücünü artýracak [193]daha doðrudan ifade ede­cek ve gönlü daha etkili bir þekilde çarpacak [194] ruhu takviye edecek veya daha da saðlamlaþtýracak [195], ona huzur saðlayacak [196] þüpheleri gidereceks [197] ahlâksýzlýðý uzaklaþtýracak [198]takvayý saðlayacak veya ona daha çok yaklaþtýracak [199]gayri ihtiyarî bir haksýzlýk ve onun se­bep olacaðý vicdan azabýndan sakýndýracak [200]ve yeniden Allah'a bað­layacak [201] türden.Kýsacasý, kemmiyete oranla ne kadar nisbetsiz olursa olsun, deðeri ve­ren þey kalitedir[202] Analizini daha ileriye götüren Kur'ân-ý Kerim'in ahlâkî unsurlarý zih­ni ve manevî unsurlardan ayn olarak mülahaza etmekte kalmadýðý da vakidir. Onlarýn bizdeki dayanýþmasýndan ve karþýlýklý yankýlanmasýn­dan gücünü alan Kur'ân-ý Kerim, bizim karakterlerimizin, anlayýþlarýmý­zýn, inançlarýmýzýn ve hareket tarzlarýmýzýn bazýlarýný ötekilerle açýkla­mak ve kýymetlendirmekte tereddüt göstermiyor.iþte bu þekildedir ki, pratik faziletlerin deðerlerini kýsmen, onlarýn imaný yansýtmakta ve samimiyeti kanýtlamakta olmalarý vakýasmdan al­dýklarým görüyoruz[203] iman da sýrasýnda, onun mütevazi ve hususiyle hassas kalblerin imti­yazý olmasýndan kýymet elde etmektedir[204] Falan ruh hali veya zihnin filan tutumu, onlarýn bilginlere mahsûs ol­malarýndandýr[205] Genellikle Kur'ânî öðretim, insanlar arasýndan, gerçekten saðduyu sa­hibi, öðrenmeye, murakabe etmeye ve düþüncede derinleþmeye mukte­dir kimselere yönelik mahiyettedir[206]

Þu halde onun ihtarýna kulak vermek, hayatýn ilk tezahürüdür[207] Fa­kat, onun akidesine baðlanmak, basiretlilik [208] ve kâmil akýllýlýðýný isbat etmektir [209]Nihayet onu, Hz. Peygamber tarafýndan yaþanan þekli ile ya­þamak, ahlâkî büyüklüktür[210].Daha âlâsý; Onu müþterek uygulamaya koymak, dünyanýn en iyi top­luluðu olan bir cemaati meydana getirmektir[211]îþte ahlâkî övgü formülleri: (=64A, 66B).Fazileti bizzat kendi vasýtasýyla, ahlâkî kavramdan ve onun kendine has özelliklerinin analizinden sonuçlanandan baþka bir ispatlama olmak­sýzýn, bu öðretme tarzýný biz, ayný þekilde, kötü eylemleri yasaklayan ve­ya onlarýn iðrenç özelliklerini bildiren, olumsuz denilen ödevlerde de bulmaktayýz. îlkin, yasaðý ifade eden naslara atýfta bulunalým. Þu yasaklar bu türdendirler:                                             -Ýntihar etmek[212]-Namusa kastetmek veya bu suçun öncüsü olan fiillere müptelâ ol­mak[213]-Fuhuþ ve metres hayatý [214]veya herhangi baþka bir açýk ya da gizli ah­lâksýzlýðý yapmak[215]-Yalan söylemek [216]Oðünmek[217]-Kontrolsüz arzularýna tabi olmak [218] -inançsýzlarý taklit etmek[219] -Baþkalarýnýn mallarýna göz dikmek [220]Parayý yýðmak ve serveti aþýrý derecede sevmek [221] -Kibirli þekilde yürümek[222]-Edebe uygun gelmeyen þekilde giyinmek (kadýnlar için)[223] -Haram yoldan elde edilmiþ kazançtan yararlanmak ve temiz olma­yan (has manasý ve mecazi manasý ile) herþeyi kullanmak[224]-Çocuk öldürmeyi irtikap etmek (uðranýlan veya korkulan, gaddar bir kýtlýk sebebiyle dahi olsa)[225]-Ebeveynlerimizin ihtiyarlýðý için en küçük bir saygýsýzlýk göster­mek[226]-Eþlerimize kötü davranmak (eziyet, zorbalýk, mahrum býrakma...)[227] Eðer bu adalet yoluyla deðilse, Allah'ýn kesin olarak mukaddes kýldýðý" insan kanýný akýtmak[228]-Yeryüzünde felâketlere veya bozgunculuklara sebebiyet vermek[229] -Düþmanlarý karþýsýnda bile saldýrgan görünmek[230]-Rýzasý olmaksýzýn, baþkalarýnýn mallarýný (onlara zorla sahip çýkarak) kullanmak[231]-Onlarý deðerlendirmek maksadýyla en namuslu tarzda olaný müstes­na, yetimlerin mallarýna el uzatmak[232].Öksüzü itip kakmak[233]-Ona herhangi bir þiddet kullanmak[234]-Onu hor görerek muamelede bulunmak[235]-Yoksulu ihmal etmek[236] -Kendisinden bir þey talep edeni azarlamak[237]. -Onlara vermek üzere kötü þeyleri seçmek[238]. -Menfeat güden bir baðýþta bulunmak[239] -Yaptýðý iyilikleri baþkalarýnýn bilmesi için hatýrlatmak[240] -Yalan þahitlik yapmak[241] -Kendisine olan güveni herhangi bir þekilde kötüye kullanmak[242]-Baþkalarýnýn yanma izinsiz ve selâmsýz girmek[243]-Bir toplantýdan, baþkanýn izni olmaksýzýn çýkmak[244]-Hemcinslerimize iftirada bulunmak[245]-Onlarýn gizli þeylerini araþtýrmak[246]-Onlan karalamak ve onlarla alay etmek[247]

-Onlara, kendilerini tahkir edici bir lakab vermek [248]-Bir haksýzlýk veya bir tecavüze, onun lehinde iþtirak etmek[249]-Kutsal baðlarýmýzý koparmak ve bölücülük yapmak[250]-Allah'ý unutmak[251]-O'na imanda kusur etmek[252]

O'na iteatsizlik etmek[253]-O'na herhangi bir þeyi ortak koþmak[254]-O'nun adýný uygunsuz durumlara yol açacak þekilde uluorta kullan­mak[255]Bütün bu yasaklar, bizzat kendi baþlýklarý ile önceden ispatlanmýþ bu­lunmaktadýr. (=33A, 47B)Fakat, iþte, nihayet, nasýl Kur'ân-ý Kerim onun açýk isbatýný veriyor. Faziletin içinde ihtiva olunan müsbet deðerlere karþýlýk, biz burada fena­lýðýn içinde bulundurduðu karþý deðerin belirtilmesini bulmaktayýz. Yer­leþmiþ kurala zýt bir davranýþ veya yüce gerçeklere bir inanç noksanlýðý onlarýn, sujelerinin kaybýna yol açtýklarýndan dolayý deðil, fakat sýra ile veya ayný anda müteakip kusurlarý içerdiklerinden dolayý mahkum edi­leceklerdir:-Yolunu þaþýrmak[256]-Tasasýzlýk[257]-Karanlýklarýn içinde yürümek[258]-Sapma, doðru yoldan uzaklaþma[259]-Kötü yol[260]-Deðerlerin alt-üst olmasý[261]-Yüzüstü sürünmek[262]-Düþme, hýzlýca uçurumdan yuvarlanma[263]-Bilgisizce heva ve heveslerine kapýlmak[264]-Ýhtiraslarýna tapýnma[265]-Talihsiz mübadele[266]-Lanetlenmiþ bir arkadaþ seçimi[267]-Düþmanýn izinden gitme veya onunla ittifak[268]-Kötü unvan[269]-Zalimleri taklit[270]-Çirkin bir þeye benzeyiþ[271]-Çok çirkin ve iðrenç herhangi bir þeye benzemek[272]-Körlük[273]                                                                                              -Saðýrlýk [274]-Cehalet[275]-Beyinsizlik veya aklýn kötüye kullanýlmasý[276]-Eksik bilgi[277] -Sathi bilgi[278] -Temelden bilinmeyen þeyin reddi[279] -Bilimsiz ve meþalesiz tartýþma[280]-Ne sýhhati [281] ne delili  [282]ne de tecrübesi [283]hakkmda hiçbir bilgiye sa­hip olunmayan bir tezi savunma.-Kötü yargý[284] -Çürütülmüþ delil[285]. -Temelsiz[286] -Dayanýksýzlýk[287]-Aþýn dayanýksýzlýk[288]-Bilgisiz ve hatalý atalarý taklit[289].-Basit zanlara intisab[290]-Sahtelik[291]

-Gerçek-dýþýhk[292]-Mücerret isimler[293]-Yalan düzmeler[294]-Þeytan ameli[295]-Dalâlet[296]-Hafiflik, akýlsýzlarýn hal ve hareketleri[297]-Mübalaða, sýnýrlarý aþma[298]-Kötü eylem[299]-Hayasýz fiil[300]-Ayýp ve nankörce fiil[301]-Çirkin fiil (bizi bizzat kendi gözümüzde küçük düþüren)[302]-Dejenere olmuþ, düzensiz ve sefih gidiþat[303]-Zalim davranýþ[304] -Bizzat kendisine karþý adaletsizlik[305] -Münasebetsiz söz[306] -Suç, büyük günah[307]. -Kalbin günahý[308] -Bizzat kendisine ihanet[309] -Kalbin kirliliði[310]. -Murdar þey (ahlâkî bakýmdan)[311] -Ahlâkî zaafiyet[312]-Þüphecilik[313]. -Fýrsatçýlýk[314]-Menfeat düþkünlüðü315.[315] -Katý kalplilik[316] -Haksýz gurur[317]-Sahte alâka, her konuya yapmacýk hayranlýk[318]-Fiililer tarafýndan nakzolunan söz[319] -Dünyaya baðlýlýk[320].-Allah'tan uzaklaþma[321]Bu kusurlarýn toplamýndan, onlarýn þunlara sebebiyet verdiklerini Kur'ân-ý Kerim'le birlikte ifade etmekten baþka hangi daha tabii sonuç çý-kartýlabilir.Sadece, ruhun kararmasý veya gaybubeti deðil[322]. Yalnýzca, kalbin hastalýðý, maluliyeti deðil [323] Fakat, zihnin ölümüdür[324]. Daha âlâsý! Ýnançsýzlýkta dönüþsüz bir þekilde karar kýlmýþ olanlar, Kur'ân-ý Kerim tarafýndan, en bayaðý tür, yeryüzünde bulunan yaratýklarýn en aþaðýsý olarak görülmektedirler[325]îþte bunlar kýnama vasýflan hususunda yeterlidirler: (=247A, 171B).Kur'ân-ý Kerim, terbiyevî eserme temelde, iþte bu tür saf ahlakî dü­þüncelerden hareketle giriþmiþtir. O'nun fazileti þereflendirdiði ve fazilet­sizliði damgaladýðý lügatçenin zenginliði görülmektedir.Zimmî veya açýk bu delillendirmelerin bütünü, Kur'ânî va'z ve nasi­hatlerin ilk kategorisini meydana getirmektedir (620A, 455B).Þimdi ikinci kategoriyi inceleyelim.

 B. Çevresel Nedenler:
 
Þimdi, batýný isbatlardan harici müeyyidelere, adeta bu müeyyidelerin medhalini teþkil eden, fakat henüz onlardan birisini meydana getirme­yen, bir ara kuþaktan geçiþ suretiyle intikal ediyoruz. Hiç olmazsa bu hu­susta gayet bulanýk ve oldukça yaygm bir fikir verilebilir.Hemen belirtelim ki, burada biz bir kamu oyunu düþünmüyoruz.Eðer gayri meþru ise muhtemel bir dedikodu, bir ideali davranýþ kuralý ve modeli edinmiþ gerçek bir mü'mini asla endiþeye sürüklememelidir[326] O temellendiði zaman onun, daha ziyade kendi temelini hesaba katmasý gere­kecektir. Kýsacasý, kamu oyunun bu düþüncesinin, yani hemcinslerimizin

bizim hakkýmýzda iyi veya kötü bir izlenime sahip olacaklarý ve bizim on­larýn hayranlýðý veya kýnamalarýna konu olacaðýmýzý düþünmek suretiyle hissettiðimiz bu duygunun, ferdi irade üzerinde yaptýðý tesir nereye kadar uzanmaktadýr? Gayet açýktýr ki, bu endiþeler sadece toplumla temasta bu­lunduðumuz ölçüde ya da hiç deðilse davranýþýmýzýn müteakiben ona iz­har olacaðýndan þüphelendiðimiz zaman, üzerimizde müessir bir þekilde etkide bulunmaktadýrlar. Ya yalnýzlýkta? Hiç kimse orada olmadýðý ve onu hiç kimse bilmeyeceði zaman? Eðer eðitim yoluyla zihinlerimize iþlenmiþ bulunan idealler sonuçta bizde yeterince kökleþmiþ iyi alýþkanlýklar yarat-mýþlarsa, günlük iþimizi, þahitleri nazarý dikkate almaksýzýn, namuslu ve aþaðý yukarý otomatik bir þekilde yerine getirmemiz de mümkündür. Issýz adasýna atýlmýþ bulunan Robinson, sanki kendi ülkesindeymiþ gibi, içmek­ten imtina etmiþ olmalýdýr. Fakat eðer durum karýþýr, kötülük tahrik edilir, fenalýða meyil yeterince güçlü bir hal alýr ve sýrrýn hiç bir þekilde açýða çýk­mayacaðýndan emin olunursa, bu durumda gerek Adam Smith'in "tarafsýz gözlemcisi", gerek Bergson'un "sosyal ben"i ve gerekse insan toplumunun bütün bu hayalcileri ancak vasatý bir yardým saðlayacaklardýr.Kur'ân-ý Kerim bizi bambaþka bir çevreye, her yerde ve daima bizim­le birlikte hazýr olan, baþka bir canlý gerçek karþýsýna yerleþtirmek istiyor. Ben ne, Kur'ân-ý Kerim'in varlýðýndan bizi emin kýldýðý þu görünmez ve kutsal, asil kortejden; insana refakat eden ve "önünden ve ardýndan onu takip edenler"den, ne de "herkesin saðýnda ve solunda bulunan"[327] onun fiil­lerine göz kulak olmakla ve not etmeksizin "onun sözlerinden hiçbir þeyi ka­çýrmamakla" yükümlü bulunan, öteki daimi kontrol ekibinden söz etmek istemiyorum  [328]Ben Özellikle, O'nun tarafmdan "gizli ve açýk sözlerin, ge­cenin karanlýðýnda gizlenen kimselerin ve gündüzün ortaya çýkanlarýn ayný þe­kilde bilindiði"[329] Allah'tan Faili "hangi halde" olursa olsun, "her eylemde ta­nýk olarak hazýr bulunan"[330]Tann'dan bizim, büyük veya küçük toplantý­larýmýzda "konuþmalarýmýz boyunca daima hazýr ve nazýr"[331] olandan, herke­sin nezdinde "ona þah damarýndan daha yakýn olan" ve "nefsinin ona verdiði vesveseleri "[332]iþitenden söz etmek istiyorum"Allah yaptýðýnýzý bilir", "kalblerinizin içini bilir", .herþeyi bilir, "Allah fiillerinizde hazýr ve nazýrdýr", "...görür", "iþitir", "gözler" .iþte bu baþlýk altýnda rastladýðýmýz ifadeler genellikle bunlardýr.Fakat, bu gerçekleri hatýrlatmak suretiyle, Kur'ân-ý Kerim bizde, her­hangi bir ceza korkusunu veya herhangi bir mükâfat ümidini uyandýr­maya çalýþmamakta mýdýr?Metin seçimlerimizde, -üçüncü kategoriye ayýrmak için- açýk bir mü­eyyidenin baðlandýðý bu tür her uyarýyý bir kenara býraktýk[333]. Bununla birlikte, Kur'ân-ý Kerim okuyucusunun, imada bulunulan fikirleri ileriye götürmek suretiyle, bahis konusu olan hallere ve ayný þekilde vicdanlarýn inceliðine ve nihayet stilin nüansýna göre, onlar hakkýnda az veya çok canlý bir önseziye sahip olmasýna hiç bir þey engel deðildir. Basit bir iyi­liksever haberden bir müeyyidenin beyanýna kadar, az veya çok aðýr, teh­ditle az ya da çok nüaslanmýþ ihtarlar için bütün mevkiler bulunacaklar­dýr. Herhalde bu ara kuþaðý katederken, bütün bu derecelerden, tedricen ve aralýksýz bir biçimde geçeceðiz.Mamafih sözlerin hitab ettiði kimselerde varsayýlan farklý tutumlara karþýlýk olarak, biz orada dört ana merhaleyi belirlemeye çalýþacaðýz:

1- Çeþitli derecelere elveriþli olmakla birlikte, düzen ve disipline mü­sait, sarahaten mültefit tutum.Bu tutuma, tezahür etmekte olan ve mümkün bir eksikliðe en küçük bir imada bulunmayan bu iyi niyeti zikretmeye özen gösterecek derece­de sevimli ve takviye edici bir formül cevap verir. Bununla beraber, dik­katimizin Allah'ýn hazýr ve nazýrlýðý ve her þeyi bilmesine çekilmesinden geri kalýnmamaktadýr''[334]

Niçin?

Çünkü iyi bir mü'min, sadece onun tarafýndan ittihaz olunan istikâ­mette daimi surette tutunabilmek için demiyorum, fakat herhalde bu, iyiyi ve en güzeli getirmek için olmadýðý zaman, fiillerinin kalitesine, niyet­lerinin safiyetine göz kulak olmak için de, gerçekten ne ile çabalarýný des­tekleyeceðini, enerjisini besleyeceðini, ruhunu yükselteceðini ve ihtiyaç­larýný kendiliðinden artýracaðýný bu düþünce içerisinde bulur. Eylem sýra­sýnda Allah'ý düþünme vakýasýnýn mü'minler için tükenmez bir enerji kaynaðý olduðuna, onlarýn iradesi üzerinde etkisinin bulunduðuna, amellerini mükemmelleþtirmek ve bizzat kendilerini olgunlaþtýrmak maksadýyla onlarýn gücünü iki kat artýrdýðýna þüphe yoktur. Hatta bu­nun, bu istikrara eriþmek ve sürekli bir ilerlemeyi gerçekleþtirmek için en emin vasýta, en kýsa yol olduðu bile savunulabilir. Hz. Peygamber, onu mükemmelliðin tarifi haline getirecek kadar ileri gitmiþtir. "Ýhsan nedir?" diye O'na soruldu. "Ýhsan, diye cevap verdi O, sanki sen onu görüyor-muþsun gibi Allah'a itaat etmendir; zira, eðer sen onu görmüyorsan, O seni görüyor"[335]Bu tarz va'z ve nasihat tarafýndan tahrik olunan his, iþte bu þekilde bir takviye ve yapýcý güç duygusudur. Bu, yüce sevgimin bir çekiciliðidir.

2- Kanun karþýsýnda genellikle iyiliksever, ancak hata ihtimalini dýþa­rýda býrakmayan tutum.

Burada biz artýk cereyan etmekte olan ve teþvik edilmesi söz konusu bulunan iyi bir amelin temaþasýnda hazýr bulunmuyoruz. Biz henüz teh­dit eden bir kötülük karþýsýnda deðiliz. Biz olaðan þartlar içerisinde, fiil öncesine yerleþtirilmiþ bulunmaktayýz, irade için iki imkâný önceden keþ­federek, emir biraz mücerred bir þekil altýnda yani bizim müstakbel seçi­mimize hiç itibar etmeksizin verilmiþtir. Ve öðüt verici formül de sadece ayný karaktere bürünmekten baþka bir þey yapmamaktadýr. Bu açýkça, iyi­liksever çabanýn tenbih edilmesi deðildir, bu ayný þekilde kötü eðilimlerin defi de deðildir. O ikisi arasýnda çift yanlý þekilde, müphemiyet içerisin­de kalmaktadýr. Artýk þöyle okunmayacaktýr: "Allah sizin yaptýðýnýz iyili­ði görür". Henüz þu þekilde de okunmamaktadýr: "Kötülük yapmaktan sakýn". Ancak: "Ödev böyledir; Allah sizin yapacaklarýnýzý görecektir".[336]Böylece bütün konuþma ton deðiþtirmektedir. Onun alýþýlmýþ ve gü­lümser çehresi biraz ciddî, ancak þiddetli olmayan bir hal almaktadýr. Gö­rünüþe göre eþit þanslara sahip bulunan kararýn iki ihtimali, söze nötr ve ihtiyatlý bir karakterle, bir uçtan öteki uca kadar damgalarýný vurmuþlar­dýr. Ve bu ikilik, sýrasýnda, kendilerine öðüt verilenlerin onlarýn arasýnda bölünecekleri duygularýn ikiliðinde yankýsýný bulacaktýr. Veya daha ziya­de o, þevk ve korku arasýnda karmaþýk bir duyguyu, bir saygý, utanma ve daha bilmem ne karýþýmýný doðuracaktýr.

3- Prensip olarak el'an uysal; fakat bazý özel þartlarm mevcudiyetinin oraya herhangi bir deðiþikliði dahil etmeye elveriþli bulunmasý sebebiy­le, tonun daha ciddî bir hal almaya baþladýðý tutum.Gerçektir ki, tefsir temasý deðiþmemiþ olarak kalmaktadýr. O Önceki merhalenin mücerred ifadesini korumaktadýr. Fakat, henüz kuralý çiðne­meye bir eðilim varmýþ gibi, biz yükümlülüðün formülünün özellikle ya­sak tarafý üzerinde ýsrar ettiðini görüyoruz. Onu destekleyen uyarý ondan etkilenecek bir duruma gelsin, o derhal anlam deðiþtirsin, onun ihtiva et­tiði enerji dozu artýk az önceki ölçüde olmasýn, bundan böyle yasak un­sur ileriye itme unsuruna galebe çalsýn, bütün bunlardan daha tabii bir þey yoktur[337]içlerinden þüphesiz haya duygusunun üstünlüðü ele alacaðý, uyanmýþ duygularýn nisbetsizliði oradan kaynaklanmaktadýr. Bazý kötü projeler düþündüðümüz zaman, bizim Allah'ýn huzurunda olduðumuz düþünce­si gerçekten de zihnimize, bu kötü projeler üzerinde az veya çok güçlü bir geriye püskürtme yapmaksýzm gelemez. Bu düþünce bize hakim ol­duðu müddetçe, onun kudsiyeti önünde bizim yüzümüzü kýzartmaya el­veriþli herhangi birþeyi iþlemekten korkarýz[338]. Bazan hata veya ihmal edilecek midir? Bu þüphesiz hayatýn eðlencesi içersinde, bu kurtarýcý dü­þüncenin az çok gözden kaçýrýlmýþ bulunmasýndan olacaktýr[339] Fakat, Tanrýnýn hatýrlanmasý yeniden canlý bir hal alýr almaz, o bizde, bu utanç verici tasasýzlýk konusunda amirâne bir kederlenmeyi tahrik eder ve bu þekilde ilahî toplumda yeniden yerine kavuþulur[340] Görülüyor ki, bu üç merhale içersinde, dinî duygular vasýtasýyla bir ahlâkî eðitim söz konusudur; bu dinîduygular tabiatlarý icabý daha ile­ride ancak bizzat kendi kendilerinin yerlerini almaktan baþka bir þey yapmazlar, ilk merhalede, müsbet deðerlerin gerçekleþmesinde bizi oldukça ileriye itmesi için, bu mükemmel motor olan bizim sevgi duygu­muz uyandýrýlýr. Üçüncüsünde, düþmeye karþý bizi korumak ve tehlike karþýsýnda bizi durdurmak için, iyi bir fren olan, bizim haya duygumu­za etkide bulunulur, ikincisinde, iki gücün dengesi vasýtasýyla, kendi kendimiz üzerinde dikkatimizi toplarýz, kendimizi doðru istikâmette tutarýz.

4- Nihayet, inançsýzlarýn açýkça isyankâr tutumu.

 Birinci durumun tersine, burada biz, sadece herhangi bir özel kararla deðil, fakat kanuna karþý alýnmýþ kesin bir pozisyonla karþý karþýya bulu­nuyoruz. Bu defa alýþýlmýþ formüllere, iþlenmiþ o kadar çok suçlarýn zik­ri tekaddüm etmektedir ki, onlarýn þimþekler çaktýran tabiatý hakkýnda yanýlmak imkânsýzdýr [341]Bu yolla, onlarda tahrik edilmek istenilen duygu tam olarak riedir? Cezanýn korkusu olabilir mi? Fakat, inanç sýzlarýnki kadar kapalý bir vic­dan üzerinde bu tür bir ihtarýn ne gibi bir etkisi olacaktýr? Onlarýn duru­munun vehametinin þuurunda olan bir seyirci, onlar adýna ondan korka-bilir. Ancak, onlarýn açýsýndan, kendi suçluluklarýnýn basit bir müþahede­sinden, bir çeþit öne alýnmýþ yargýdan, onlarýn fiili mahkumiyetinin bir baþlangýcýndan baþka bir þey var mýdýr? Evet, benzeri bir uyan, onlarýn derhal kullanýmý için inançsýzlara hitap etmiþ olamaz. Bu daha çok, onla­rýn içerisine gömülü bulunan akýllý insana uzaktan gönderilmiþ bir çaðrý­dýr. Belki de döve döve kapý açýlacak, zihin serbestliðe kavuþacak, ölü ye­niden dirilecektir. Bu an için, kendilerine saðlanan, bir düþünme konusu­dur. Eðer onlara hâlâ herhangi bir düþünme þansý kalýrsa, onlar þüphesiz orada, kendilerini bekleyen ve herþeyin anlatmaya çalýþtýðý felâketlerin tehdidini göreceklerdir. Hangileri? Ne zaman? Nasýl? Þu ana kadar hiç­bir þey onu söylemiyor Ara kuþak böylece tamamlanmaktadýr: (=20A, 62B Bu son merhale ile biz, öz anlamý ile müeyyidenin eþiðindeyiz. '

 C. Gaî Sebepler
 
Tabii Sonuçlar:
 
Bu sonuncu katagoriyi ele alýrken, biz ilk önce, genel olarak "tabiî mü­eyyideler" diye adlandýrýlan þeyi nazar-ý itibara alan naslarýn nisbî sey­rekliðini gözlüyoruz: Tabiata kumanda eden aþkýn, iradenin gözle görü­lür müdahalesi olmaksýzýn, fizikî hayat rejimimizin saðlýk ve hastalýðý gi­bi, ahlâkî davranýþýmýzdan eþyanýn normal düzeni içerisinde düzenli ola­rak, neþ'et eden hoþ veya nahoþ sonuçlar.Bu düþünceler düzeni içerisinde biz iki isbat edici sebepler çeþidi ayýr-dedebildik: Ferdî veya Genel.Onlarýn uygulamaya konmasýndan sonuçlanan, ferdî iyilik tarafmdan saiklenen emirlerle ilgili olarak biz sadece dört âyet bulabildik [342]ki onlar þunlardýr:- "Sizi ayakta tutan mallarýnýzý (n yönetimini) sefihlere vermeyin." [343]. -"Açýklanýnca sizi üzecek þeyleri (merak saikiyle) sormayýnýz"[344].-"Tanýnmalarý ve böylece kötü sözler iþitmemeleri amacýyla"[345] mü'min ka­dýnlar edebe uygun þekilde giyinmek zorundadýrlar.-Nihayet, cimrilik ve israfýn mahkûmiyeti, bir defaya mahsus olmak üzere, onlarýn sýrasý ile "ayýplama" ve "sefalef'e maruz býrakmalarý vaký­asýnda yatmaktadýr[346].Saðladýklarý kabul edilen amme menfatinden haklýlýklarýný alan emir­ler biraz daha kalabalýktýrlar.-"Sen (kötülüðü) iyilikle (kelimenin tam anlamý ile: en güzel) Önle. Bu þekilde, seninle arasýnda düþmanlýk bulunan kimsenin bile sanki yakýn bir dost olduðunu (görürsün)."[347]-"îçki kumar yoluyla þeytan ancak aranýza düþmanlýk ve kin düþürmekten baþka bir þeyi amaçlamamaktadýr[348]Katili, zecretme sadece suçlularý hedef tutmalýdýr; zira "hepimizin ha­yatý söz konusudur"[349]-Bir orduya veya bir topluma hakim olan ihtilaf, onun hezimetine ve gücünün tükenmesine yol açar[350]-Barýþ zamanýnda silahlanma, "düþman yýldýrma" gayesine matuftur[351].-Çarpýþma esnasýnda uyanýk durmak ve namaz sýrasýnda bile silahla­rýný býrakmamak, bir baskýna uðramayý önlemek için bir ihtiyat tedbiri olarak kendini kabul ettirmektedir[352]-Fakat niçin cihad etmelidir? -Þüphesiz, "Allah hakký için". Ancak bu nihai gayeye eriþmek için âyetler oraya birçok ara hedefler dikmiþlerdir:

a)  Ýnançsýzlarýn þiddetini durdurmak, onlarýn saldýrgan gücünü kýr­mak[353]

b)Böylece yeryüzünde bozgunculuk ve kargaþanýn yayýlmasýna mani olmak[354]                                                                               

c) Dinî müesseseleri yýkýma karþý korumak [355]

d) Nihayet, saldýrganlarý cezalandýrmak ve mü'minlerin kalbini teskin etmek[356].                                                                               

Ýþte bizim, tabii müeyyidelere atýf olarak bütün bulduklarýmý z bunlar­dýr[357]Biz halen, orada ödevlerin kendi öz tabiatlarýna göre tavsiye edildikle­ri ve deðerlendirildikleri bizatihi gaye olan ahlâklýlýk safhasýndan olduk­ça uzaktayýz. Dini duygular, müteakiben kendi taraflarýndan oraya sevk etmek üzere müdahale ettiklerinde, biz henüz yakýn akrabalar arasýnda idik. Þimdi, artýk aileden olmayan bir üçüncüsü ile iþimiz vardýr. Bu, þüp­hesiz, zevkin aranýþý veya kazanca düþkünlük ya da kusurlarý gizlemek için ihtiyat tedbirlerinin maharetli bir hesabý deðildir. Fakat, pratik sað duyu, korunma içgüdüsü, meþru bir izzet-i nefs duygusu, insanlar arasýn­da karþýlýklý dostluk baðlarý yaratmak hususunda Övgüye deðer bir kaygý­dýr. Bununla birlikte, genel veya ferdî, meþru veya hatta övgüye deðer ol­sun, bu defa, ahlâkî kanunun davasýný savunan daima gerçekten menfaat deðil midir? Þu halde, Kur'ân-ý Kerim, bu þekilde anlaþtýrýlmýþ dahi olsa, alelade ahlâka, sýnýrlý olmakla birlikte, bir pay mý ayýrmaktadýr?Bölümün baþýnda iþaret ettiðimiz, zihnin kullanýmýna yapýlmýþ bir du­yuru ve iradeye teklif olunan bir amaç arasýndaki farký hatýrlayalým. Bi­zim bu konuyu geniþletmek fýrsatýmýz olacaktýr. (Müteakip bölüm).Fakat, beþerî vicdanýn ayrýlmaz unsurlarý arasýnda bu köklü ayýrmayý icra etmek hususunda bu kadar inatla ýsrar etmek nedendir? Gayet iyi an­lýyorum ki, ödev ve menfaatin çatýþmasýnda ben, sadece arzularýmýn de­ðil, fakat hayatým dahil en temel içgüdülerimi, ödevimin egemen buyru­ðuna kurban etmek zorundayým. Ancak çatýþma durumlarýnýn dýþýnda, bizzat kendisine içtenlikle ilgisiz kalýnabilir, en derin tabiatýnýn ihtiyaçla­rýna aldýrýþsýz davranýlabilir mi? Basiretli bir stoacý þunu itirafa mecbur­dur: Eðer bu onun için bir zorunluluk deðilse bile, hiç olmazsa bir tercih­tir. Esasen, Hz. isa'dan daha çok feragat zihniyeti ile meþbû olunabilir mi? Oysa ki, kendisini helak etmek üzere, farizilerin komplosundan haberdâr olduðunda, hemen oradan uzaklaþmamýþ mýdýr?[358] Ve ihanetin yaklaþtýðýný hissederek, kendisinden bu kâseyi uzaklaþtýrmasý için Al­lah'a yalvarmaya koyulmamýþ mýdýr?[359] içgüdü ve zihin, iman ve akýl, ödevim ve avantajýmýn hepsi ayný nok­taya doðru yöneldiði zaman; ruhumun bütün köþelerinden ayný haykýrý­þý, ayný çaðnyý, ayný emri iþittiðim zaman, benim sadece bir tek sese ce­vap verdiðimi, sade ve basit ödev vasýtasýyla hareket ettiðimi, kararýmda baþka faktörlerin ne birinci ne de ikinci derecede hiç bir rol oynamadýk­larýný söylemeye gururum ve hakkým var mýdýr? Onu nasýl tahkik edebi­lirim? Ahlâk konusunda þiddet taraftan olan Kant, insan þahsýna ne baþ­kasý ne de bizzat kendisi tarafýndan dokunulmaz bir hak ve þu hâle göre kendini savunma ödevi tanýmamakta mýdýr? Halbuki iradeye bir obje ve­rildiði, suret iyi bir madde ile doldurulduðu andan itibaren, onu ondan ayýrmak ve zihnin alakalarýndan kaçýrmak gayet güç bir hal almaktadýr. Ýradenin gayreti, bir çýrpýda bizim hatýralarýmýzý silecek, bir nefeste bizim ýþýklarýmýzý söndürecek bu büyülü güce sahip midir? Biz dikkatimizi zar­fýn üzerinde tesbit etmiþ olsak bile: Eðer muhteva deðerli kabul edilmiþ ise o kaçýnýlmaz olarak onun aðýrlýðýný artýracak, deðerini zenginleþtire­cek, nihayet o bizim müdrikemizi veya hassasiyetimizi etkilemek üzere kabuðu delip geçecektir. O andan itibaren, bizim için bu yeni unsurun oluþmasýný önlemeye asla imkân bulunmayacaktýr, takip edilecek bir baþ­ka amaç, hizmet edilecek bir ikinci efendi deðil -bu haksýz bir dönüþ ola­caktýr-, fakat ayný amaca doðru bizim muzaffer yürüyüþümüzde bir güç ve zindelik ilavesi diyorum. Artýk ödev yalnýzca saygý görmeyecek, ayný zamanda sevilecektir. En aslî ihtiyaçlarýmýzýn karþýsýnda, toptan bir þahsî menfaat kaygýsýn­dan feragat talep ve beyan etmek, beþerî zaafiyetimizi tanýmamak deðil midir? Paskal, bu gururu yeterince kýnamýþtýr.Bu tür bir tutumun imkânýný, tekâmülleri neticesinde bazý imtiyazlýlar için kabul edelim. Onun köprüsünü kahramanlarýn arkasý sýra kesmek ve bu konuda insanlýða sadece mutlak bir ümitsizlik býrakmak suretiyle baþ­lamak, akýllý bir ahlâký va'z etme yöntemi midir? Eðer þiddetli bir bükme ile, siz ona bütün geçmiþi ile olan baðýný kesmesini, henüz uygunluðunu tanýmadýðý kuru bir kaideye boyun eðmesini isterseniz, kendi iþleri ile meþgul olan bir kimse veya kendi zevklerine dalmýþ bulunan bir baþkasý, ödevi konusunda nasýl ikna edilebilir? Eðer üstelik ahlâksýz olma tehdidi altýnda, siz ona, onun nazarýnda emrinizi haklý çýkaracak türden olan her neye olursa olsun bir defa bile bakmasýný yasaklamaya kalkýþýrsanýz, ar­týk öðrencinize ilelebed her çeþit itimadý kaybettirmekten baþka bu eði­timden ne eldej edebilirsiniz? Adayýnýzý ahlâka alýþtýrmak için, ona ödev yolunun ayný zamanda ze­kâ, zevk-i selim, kurtuluþ ve zafer yolu olduðunu göstererek, onun bakýþ açýsýna kendimizi yerleþtirmek ve kendisini çekmek istediðimiz þeyin karþýlýðýný ona vermek suretiyle, baþlamak daha akla uygun ve daha in­sanî deðil midir? Yavaþ yavaþ o, doðruluðun faydasýný daha iyi tanýdýk­ça ve ihtirasýn þiddetinin yerine akl-ý selimin dengesini geçirdikçe, iyili­ðin tatlýlýðý, faziletin cazibesi ve kahramanlýðýn yüceliðinin zevkini tada­bilecek durumda olacaktýr. Ayný þekilde tedrici olarak, onda iyilikle belli bir uyuþma ve onun iradesi ile kural arasýnda bir tür özdeþlik hasýl ola­caktýr. Belki de nihayet o, ne bizzat kendi öz duygularýndan ne de tabi­atýn olaylarmdan ona tahsis edebilecekleri baþarý ya da inkisardan endi­þeye düþmeksizin, kendini tamamen ödev için ödeve vermek üzere, her çeþit yabancý saikle büsbütün alakasýný kesecektir.Ahlâký eðitimi bu tarzda anlamayý, modernler arasýnda en þiddetli olan batýlý filozof kabul etmek zorunda kalmýþtýr: "...hatta, bu neþ'eli ve hoþ bir hayat perspektifini þu yüce saikle (kanuna ve bizzat kendine say­gý) baðlamak, diye yazýyor o, faydalý bile olabilir... fakat ancak, öz anlamý ile itici olan gücü oraya yerleþtirmek için deðil, hayatýn karþýt taraftan cezbetmek üzere pýnldatmayý ihmal etmediði iðvalarý dengelemek için"[360] Ve ayný eserde ileride biz þunu okuyoruz: "Fakat, saadetin pren­sibi ile ahlâkýn ilkesinin bu ayýrýmý bir tezad deðildir ve saf pratik akýl sa­adete olan her arzudan vazgeçilmesini istemiyor... Hatta, bazý bakýmlar­dan, bu bir kendi saadetine ihtimam etme ödevi olabilir; bir yandan, çün­kü saadet, ödevini yerine getirme vasýtalarýný saðlar; Öte yandan saadet­ten mahrumiyet (meselâ fakirlik) ödevini çiðneme iðvalarmý da berabe­rinde getirir. *Ancak kendi saadetine çalýþmak asla doðrudan doðruya bir ödev olamayacaðý gibi, her ödevin ilkesi de hiçbir þekilde olamaz"[361]. Daha da açýk bir þekilde: "Þüphesiz iþlenmemiþ veya hatta bozuk bir ruhu ahlâkî iyilik yoluna sokabilmek için, onu þahsî avantajý vasýtasýyla, cez­betmek veya herhangi bir zarar korkusuyla korkutmak üzere bazý hazýr­lýk öðretimlerine ihtiyaç bulunduðu inkâr edilemez; fakat bu mekaniz­ma, bu kuþak herhangi bir tesir yapar yapmaz ruha saf ahlâkî belirlenme prensibini sunmak gerekir..."[362]

Böylece ahlâkî hayat, Önceden tabii olan tarafýndan iþgal edilmiþ bulu­nan bir alana ideali sokmak suretiyle baþlar. Gerçektir ki, bu ideal daima saha kazanmak ve ilk iþgal edenin yerini almak eðilimindedir; o sürekli olarak vicdanýn yegâne ve emsalsiz hakimi olmasý gerektiðini ve kendisi­ne herhangi bir ortak istemediðini ilan eder. Fakat, bu mümkün müdür? Ona hakký var mýdýr? Buna muvaffak olabilir mi? Bütün bunlar, bizi þim­di meþgul eden meselenin dýþýndadýr; þöyle ki, herþeye raðmen, bizim irademizden baðýmsýz olarak, istensin veya istenmesin, tabiatýn düzeni çoðu zaman bizim ahlâkî iþlerimize karýþýr, onlara aksülamelde bulunur ve bundan bizi az veya çok derin bir þekilde etkilemekten geri durmayan sonuçlarý doðurur. Az önce iþaret ettiðimiz birkaç örnek vasýtasýyla Kur'ân-ý Kerim'in aydýnlatmaya çalýþtýðý husus, iþte bu fiili hakikattir, "tyilik, diyordu Ýbn Abbas, kalbte ýþýk hasýl eder, yüzü aydýn-latýr, bede­ni güçlendirir, servetin bolluðu bize hemcinslerimizin sevgisini kazandý­rýr. Kötülük (tersine) çehreyi matlaþtýrýr, kalbi karartýr, bünyeyi zayýflatýr, serveti azaltýr ve bizi insanlarýn gönlünde menfur kýlar"[363] Gayrý Tabii Sonuçlar (veya ilâhî müeyyide): Ancak tabii müeyyide­ler evrensel deðildirler. Victor Causin ile birlikte hiçbir tahdit gözetmek­sizin þöyle diyecek kadar ileriye gitmemek gerekir: "Fazilet ve saadet, bahtsýzlýk ve fenalýk... sadece vicdanýn nazarýnda deðil, hayat ve tarih sahnesinde de zorunlu bir ahenk içerisindedirler. Kusurlu bir eylem, bir düþünce, bir arzu, bir duygu yoktur ki er veya geç ve hemen hemen da­ima derhal kendi adil ölçüsü ile cezalandýrýlmasýn. Faziletli her fiil, her düþünce, her çözüm ve her duygu için bunun aksi de gerçektir. Her fe­dâkârlýk kendi mükâfatýný beraberinde getirir"[364] Veya Th. Jouffrey ile birlikte: "Hürriyetimizin yolundan giderek gerçek amacýmýzýn takibin­den ayrýldýðýmýzda, kucaðýnda kendimizi geliþtirmeye çaðrýldýðýmýz tabii düzenin, kendisinin olmayan bir yola girmek üzere yoiunu terk edene duçar ettiði bütün cezalar vasýtasýyla biz, aralýksýz olarak, oraya geri gö-türülüyoruz"[365] dememelidir. Hayýr, eðer fizikî veya sosyal tabiatýn kanunu, bazý ödevleri uygun bir bahtiyarlýkla, birleþmeyi güçle, fedâkârlýðýtakdirle ve karþýlýk olarak al­kolizm ve sefihlik gibi bazý fena davranýþlarý layýk olduklarý sefaletle mü-eyyidelendirebilmiþse de, bütün faziletler ve kötülüklerin hesabý eþyanýn tabii düzeni içerisinde görülmez. Bundan çok uzaklarda kalýnmaktadýr.Faziletle saadet arasýnda analitik bir bað bulunmadýðýný beyan etmek suretiyle Kant daha hakkaniyetli görmüþtür. Mamafih elverir ki, saadet­ten, ahlâkî egzersize mündemiç bulunan ve Aristo'nun onun için "genç­liðe çiçeðinin eklenmesi gibi fiile eklenir" dediði özel sevinç deðil, fakat fiilden ayrý ve onunla arasýnda bir tabiat farký bulunan sonraki hazlar an­laþýlsýn.Hatta biz Kant'tan bile uzaða gidiyoruz. Hali hazýr tecrübe içerisinde bu baðýn neticede mevcut olduðunu görmeyerek, seçkin filozof onu, ora­da tabiatýn kanunlarýnýn lûtfu ilahîninküerle çakýþacaðý müstakbel bir dünyada var olmasý gereken ahlâkî kanunun bir postulatý yapýyor. Kýsa­casý, onun için, bu bað apriori sentetik bir baðdýr. Bize göre, sentetik mü­nasebet evet, ancak apriori deðil.Zira dinî öðretimler bir yana konulursa, taraftarlarýna verilen her mü­kafat için bütün þu düþünceler sýrf rasyonal ahlâkî kanun fikrine tama­men yabancý olmak üzere, ölümden sonraki bir varlýða ve hele ebediyen mutlu bir hayata izin vermeksizin onlara deðer, haysiyet ve tek kelime ile liyakat kazandýracak olan, mükemmel adil bir ahlâkî kanun pekâlâ tasav­vur edilir. Bu düþünceler, insaný kesinlikle düþman iki kýsma bölmek su­retiyle baþlamýþ bulunan formel bir ahlâka daha da yabancýdýrlar. Haki­katen, hissedilebilir olaný ahlâkî alandan acýmasýz bir biçimde sürüp at­týktan sonra, hangi prensib adýna, onun kaderi hakkýnda sonuçta yuma-þanmaya gidilmektedir? Kapýdan kovduktan sonra onu pencereden sok­mak ve ona meþruluk içerisinde yaþama hakkýný vermek nedendir?Eðer, ahlâkî kanunun içerisinde ifa olunan bu adaletin üstüne, irade­nin ve hassasiyeten iki düzenini simetrik kýlan, daha yüksek bir baþkasý­nýn konmasýný mecbur etmek için ýsrar edilirse, ikinci hayat ve müstakbelsaadet postulatlarýna intisap etmeksizin, gerektiðinde biz bunu kabul edebiliriz, iþlem gayet basittir. Ödeþmiþ olmak için, sadece bu terimler silsilesinin formülünü döndürmek gerekir. Ona karþý ödevlerimizin nor­mal olarak yerine getirilmesi hususundaki doðruluðumuzun toplum ta­rafýndan ödüllendirilmesini mi düþünüyoruz? Onun bize borçlu oldu­ðundan çok daha fazlasýný biz ona mecbur deðil miyiz? Þu halde fertlerin ve toplumlarýn her þeyi borçlu olduklarý kâinatýn yaratýcýsý hakkmda ne demeli? Hangimiz, Tann'nýn ellerinden varlýðýný, hasselerini, güçlerini, maddî ve manevî imkânlarýný ve elde mevcut tasarruflarýný peþin olarak almamýþtýr? Fakat, bu durumda, bir mükâfatý arzu etmek yerine, bizim iyi gidiþatýmýzýn, bir borcun ödenmesi, hatta onlarý kendisinden isteme­den önce Yaratýcýnýn bize lütuf ve ihsan ettiði sayýsýz nimetlerin bir þük­ran niþanesi olarak mülahaza edilmesi gerekmez mi?Böylece, bizim hareket tarzýmýzdan tabii ve otomatik olarak sonuçlan­mayan tüm gelecek reaksiyon, ahlâkî gerçeðin tesisinde apriori suretiyle bizzat kendi kendine bedihi veya zorunlu olarak ne isbat ve ne de iddia edilebilir. En nihayet, ceza düþüncesine uygulandýðýnda bu apriori mu­hakemenin herhangi bir geçerliliði olacaktýr; ve muhtemelen Kur'ân-ý Ke­rim onu bazan iþte bu münasebetle kullanmaktadýr. Hakikaten, bugün kendilerini mesut hisseden suçlularýn sonsuza kadar cezasýz olarak kal­mayacaklarý doðrudur. Ya yaratýlýþ boþunadýr veya adaletin bir "avdet"i muhakkak olacaktýr[366] "insan, kendisinin baþý boþ býrakýlacaðýný mý saný­yor?"[367]. Ancak gelecek bir saadet düþüncesinin fazilet düþüncesi ile iç­ten bir baðý bulunmadýðýndan ve armonilerini gerektiren aklî bir prensi­bin yokluðu karþýsýnda, onlarý koordine etmek ve aralarýnda maksatlý bir sentez tesis etmek için, bizzat kendi insiyatifi ile beþerî veya müteal, hür bir kanun koyucu müdahale etmediði müddetçe, bizim zihnimizde onlar ayrýdýrlar ve öyle kalacaklardýr.Kur'ânî ahlâk, zaten bütün dinî ahlâklar gibi, ilk önce ahlâkî olanla hissedilebilir olaný kesinlikle birbirinden tecrit ederek ve sonra da, ancak bir bakýma çok geç olarak, onlarý uzlaþtýrmaya geri dönmek suretiyle bu felsefî çeliþkinin içersine düþmemiþtir. Bu, ilk hamlede insaný, orada kalb ve ruhun irade ile iþbirliði yapmaktan geri durmadýklarý bütün yapýsý içe­risinde göz önünde bulunduran bir ahlâktýr. Üstelik, bu ahlâk için, ruhun ölümsüzlüðü ve Allah'ýn varlýðý postulatlar deðil, fakat bir hareket nok­tasýdýr; onlar ilkin bizzat kendileri için teessüs etmiþ bulunan ve sýrasýn­da müeyyideler sistemini tesis eden inançlardýr. Kur'ân-ý Kerim'in ve vahyolunmuþ bütün kitaplarýn, Allah'ý sadece yaratýcý ve kanun koyucu deðildir, ayný zamanda O, âdil ecr ve mükâfat vericidir. Oysa, aþikârdýr ki, bu tür anlayýþlarda, müeyyide tarzlarý üzerinde düþünme, daha tutar­lý bir geliþme bulacak ve çeþitli ihtiyaçlara âdil bir cevap saðlayacaktýr. Kendini büsbütün eylemlerine vermiþ bulunan insanýn, onlarýn sonuçla­rýna tamamen katlanmasýndan daha normal bir þey var mýdýr? Diðer ta­raftan onunla Tanrý'run ödevin kanununu tesis ettiði iradî fiil, ayný ilâhî düþünce içerisinde, onunla onun ecir ve mükâfatýn genel prensibini koydu­ðu fiile paralel bulunmaktadýr. (=11 A, 2B)[368] Daha da alasý, burada bir olgu olarak, bir va'd veya bir buyrultu ola­rak verilen, faziletin ve saadetin, fenalýðýn ve cezanýn bu baðlantýsý, hak­lýlarýn ve haksýzlarýn bu ayýrýmý kimi zaman, hakîm ve âdil bir Tanrý kavramýndan hareketle dedüktif bir muhakemenin zorunlu bir sonucu gibi sunulmuþtur. "Suçlulur" diye okuyoruz Kur'ân-ý Kerim'de, yoksa kendilerini hayatta ve ölümde, iman edip dürüst iþler iþleyenlerle bir tutacaðý­mýzý mý sanýrlar? Bu ne kötü bir muhakeme!"[369] "Biz, iman edip doðru-dü-rüþt iþler iþleyenleri yeryüzünde fesat çýkaranlar, yahut, kötülükten sakýnanla­rý kötüler gibi mi tutacaðýz?"[370] "Kendilerini Allah'a teslim etmiþ bulunan müslümanlan, mücrimler gibi mi tutacaðýz? Size ne oldu? Nasýl böyle hükme­diyorsunuz?"[371] Þüphesiz, zorunlu olmak için, bu dedüksiyonun genel mükâfat ve mücazat düþüncesiyle sýnýrlanmasý ve onun tarzlarýný belirlemek iddi­asýnda olmamasý gerekir. Meselâ, beþeri iradenin anlýk fiili veya hatta bu sýnýrlý hayatta sebatkâr çaba veya ebedî hayatta sonsuz bir ecir ve müka­fat arasýna rasyonal bir iliþki konulabilir mi?[372]. Fakat, eðer bu tür bir ecir ve mükâfat, bizzat o halde itibar olunan amellerimize borçlu deðilse ve öyle olamazsa, artýk o bir va'din, bir taahhüdün konusu olmaktadýr; O, Allah ve insan arasýnda akdolunan bir mukavelenin ivazýdýr[373] Elverir ki, hiç olmazsa bizim amellerimiz ahlâkî bakýmdan çok þeye deðsin, onlar saf ve kusursuz olsunlar, kýsacasý onlar Allah tarafýndan kabul edilmiþ ol­mak için istenen þartlarý doldursunlar; ki bu, bizim içinde bulunduðu­muz durumda, emin bir þekilde hakkýnda hüküm verilmesi imkânsýz bir þeydir.Ona göre doðrularýn cennete kabulünün sadece ilâhî inayetin bir ih­san olduðu Peygamberî formül [374] ve bu semavî mirastan bizim eylemle­rimize borçlu olan bir karþýlýk þeklinde söz eden Kur'ânî ifadeler [375]ara­sýndaki zahiri tezat bu nüanslarla açýklanmaktadýr.


[82] Ayný bir fikri açýklayan, her ayetlere atýf grubunu takiben, Mekkî nâslarý "A" harfiyle ve Me­denî naslarý da "B" harfiyle göstermek suretiyle, biz bunun hesabým yapacaðýz.

[83] el-Bakara 2/275; en-Nisâ 4/7,11,12,24, tekrar, 103; et-Tevbe 9/60; el-Mücadele 58/3; el-Müm-tehine 60/10(=lOB)

[84] en-Nisâ 4/66.

[85] el-Ahzâb 33/36.

[86] en-Nisâ 4/66.

[87] Bk. özellikle en-Nisâ 4/11, 12, 24; et-Tevbe 9/60; el-Mümtehine 60/10.

[88] Bu arada iþaret edelim ki, Islâmýn kendilerine sadece bir tasdik ve zorunlu bir tamamlamayý serdetmeyi istediði, islâm dininden önceki vahiyleri de Kur'an-ý Kerim, ayný objektif tavýrla sunmayý ihmal etmemektedir.

[89] Bu çeþit bir kuruntudan kaçýnmak için biz, ya mükâfat bakýmýndan bu sizin için daha avan­tajlýdýr, veya bu, sizin ruhunuz için, sizin iç varlýðýnýzýn kemâle eriþmesi için, daha büyük bir iyiliktir þeklindeki iki farklý yoruma elveriþli ifade olan: "bu sizin için daha hayýrlýdýr" de­mekten ibaret bulunan formülleri bu kategoriden çýkardýk. Ayný nedenle, bizzat kendisine karþý adaletsizliði mahkum eden formüîler arasýndan, muhtevasý, sadece ahlâki bakýmdan le­kelenme ve düþme vakýasýna deðil, fakat ayný þekilde kendini cezaya terk etme vakýasýný da ifadeye temayül edenleri de atladýk.

[90] el-En'âm 6/90; Yûsuf 12/104, el-Mü'minûn 23/72, ez-Zümer 38/86, eþ-Þûrâ 42/23, et-Tûr 52/40, el-Kalem 68/46{=7A)

[91] el-Bakara 2/256; Âl-i îmrân 3/20; el-Mâide 5/92,99; el-En'âm 6/90; Yunus 10/99,108; er-Ra'd 13/40; en-Nahl 16/82; Sad 38/87; ez-Zümer 39/41; eþ-Þûrâ 42/48; ez-Zuhruf 43/44; et-Teðâ-bûn 64/12; el-Mülk 67/52; el-Hâkka 69/48; el-Müddessir 74/54; el-Insan 76/29; Abese 80/11; en-Nâziât 81/11-27; el-Ðaþiye 88/21-22; (=17A, 4B)

[92] el-Enbiyâ 21 /5; eþ-Þu'ara 26/224; Yasin 36/69; es-Saffat 37/36; ei-Hâkka 69/41; et-Tûr 52/30;

(=6A)

[93] et-Tûr 52/29; el-Hâkka 69/42; (=2A)

[94] el-Enbiyâ 21/5; (=1A)

[95] el-A'râf 7/184; el-Mü'minûn 23/70; Sebe' 34/8^6; es-Saffat 37/36; ed-Duhan 44/14; et-Tûr

52/29; el-Kalem 68/2-51; et-Tekvîr 81/22; (=10A)

[96] eþ-Þu'ara 26/210; et-Tekvîr 81/25; <=2A)

[97] el-A'râf 7/203; Yûnus 10/15-37-38; Hûd 11/13-35; Yusuf 12/111; en-Nahl 16/101; el-Enbiya 21/5; el-Furkân 25/4; es-Secde 32/3; Sebe' 34/8-43; eþ-Þûrâ 42/24; ei-Ahkâf 46/8, et-Tûr 52/33; el-Hâkka 69/44; (=17A)

[98] en-Necm 53/3; (=1A)

[99] el-Bakara 2/2-5-97-137-150; Âl-i Imrân 3/20-103-138, el-En'âm 6/157; el-A'râf 7/52-158-203; et-Tevbe 9/18-33; Yûnus 10/57-108; Yusuf 12/111; en-Nahl 16/64-89-102; Tâhâ 20/135; en-Nur 24/54; en-Neml 27/2,77; el-Kasas 28/49,85; er-Rûm 30/3-5; es-Secde 32/3, el-Ahzâb 33/4; Sebe' 34/24; ez-Zümer 39/18; Fussilet 41 /44; ez-Zuhruf 43/24; el-Casiye 45/11-20; el-Fetih 48/28; en-Necm 53/2-23-30; es-Saf 61/9; el-Kalem 68/7; ed-Duhâ 93/7; Alâk 96/11.

<=3OA, 14B)

[100] el-Fatiha 1/5; el-Bakara 2/256, Âl-i Ýmrân 3/101; en-Nisâ 4/46; el-En'âm 6/39-126-153-161; en-Nahl 16/76, el-Isrâ 17/9; el-Kehf 18/1; Tâhâ 20/135; el-Hacc 22/67; el-Mü'minûn 23/73; en-Nur 24/46; er-Rum 30/30; Yasin 36/4-61; ez-Zümer 39/28; eþ-Þûra 42/52; ez-Zuhruf 43/43-61; el-Ahkâf 46/30; el-Mülk 67/22; el-Cinn 72/2; ct-Tekvîr 81/28; el-Beyyine 98/3-5;

(=2OA, 6B)

[101] en-Nisâ 4/174; el-Mâide 5/15; el-En'âm 6/104-122; el-A'râf 7/157-203; el-Enfal 8/16; îbra-him 14/1; en-Nûr 24/35-40; ei-Ahzâb 33/46; en-Neml 25/20; ez-Zümer 39/22; eþ-Þûrâ 42/52; el-Casiye 45/20; el-Hadîd 57/9; et-Tegâbün 64/8; (=12A, 5B)

[102] oz-Zümer 39/23; (=1A)

[103] er-Rûm 30/30; (=1A)

[104] en-Nahl 16/9; (=1A)

[105] el-Müzzemmil 73/5; et-Tânk 86/13-14; (=3A)

[106] ibrahim 14/27; (=1A)

[107] el-Bakara 2/135; Âl-i Imrân 3/95; en-Nisâ 4/26; el-En'âm 6/90; en-Nahl 16/123; el-Enbiya 21/92; el-Mü'minûn 23/52; es-Saffat 37/37; eþ-Þûrâ 42/13; (=6A, 3B)

[108] el-En'âm 6/115, en-Nahl 16/76; (=2A)

[109] el-Bakara 2/26*91-109-119-213; Âl-i tmrân 3/60-62-108; en-Nisâ 4/105-170; el-Mâide 5/48-83-84; el-En'âm 6/5-66-114-115; el-A'râf 7/181; el-Enfal 8/6-7-8; et-Tevbe 9/33; Yûnus 10/35-53-94-108; Hûd 11/17-102; er-Ra'd 13/1-19; en-Nahl 16/102, el-lsrâ 17/81-105; el-Kehf 18/25-56; Meryem 19/34; el-Enbiya 21/18; el-Hacc 22/6-62; el-Mü'minûn 23/70-90; en-Neml 27/48-53; Lokman 31 /30, es-Secde 32/3; el-Ahzâb 33/4; Sebe' 34/6-48-49; Fâtýr 35/24-31; es-Saffat 37/37; ez-Zümer 39/2, 41; el-Mü'min 40/5; Fussilet 41/42, 53; eþ-Þûra 42/17-24; ez-Zuhruf 43/30-78; el-Câsiye 45/6; el-Ahkâf 46/7-30; Muhammed 47/2-3; el-Fetih 48/28; Kâf 50/5; ez-Zâriyât 51/23; es-Saff 61/9; el-Hâkka 69/51; (=47A. 23)

[110] el-En'âm 6/57,157; Hûd 11/17; en-Neml 27/79; el-Ankebût 29/49; el-Mü'min 40/66; Mu­hammed 47/14; el-Hadîd 57/9; et-Talâk 65/11; el-Beyyine 98/1,4; (7A, 4B)

[111] el-Bakara 2/129,151,282; ÂI-i Imrân 3/164; en-Nisâ 4/113,166; Hûd 11/14; Tâhâ 20/14,114; el-Cum'a 62/2; (=2A, 7B)

[112] el-Bakara 2/129,151, 231, 269; Âl-i îmrân 3/164; en-Nisâ 4/113; Yûnus 10/1; el-Ýsrâ 17/39; Lokman 31/2; el-Ahzab 33/34; ez-Zuhruf 43/4; el-Kamer 54/5; el-Cum'a 62/2; (=5A, 8B)

[113] el-Bakara 2/256; Lokman 31/22; (=1A, ÝB)

[114] Yûnus 10/57; cl-îsrâ 17/82; Fussilet 41/44; (=3A)

[115] el-Bakara 2/129,151; Âl-i tmrân 3/164; el-Cum'a 62/2; Abese 80/3; eþ-Þems 91/9; (=2A, 4B)

[116] el-En'âm 6/122; el-Enfal 8/24; el-Furkan 25/22; (=2A, ÝB)

[117] et-Tevbe 9/122; en-Nahl 16/43; el-Enbiya 21/7; (=2A, ÝB)

[118] el-Beled 90/11-17; (=1A)

[119] el-Ahzâb 33/21; el-Ahkâf 46/35; el-Mümtahine 60/4; es-Saff 61/14; (=1A, 3B)       

[120]el-îsrâ 17/110; el-Ahkaf 46/67; (=2A)                                                                 

[121] eþ-Þûrâ 42/15; MA)                                                                                         

[122] el-Bakara 2/148; ÂI-i Imrân 3/114; el-Mâide 5/48; el-Mü'minûn 13/61; (=1A, 3B)

[123] Hûd 11/7; el-Kehf 18/7; el-Mülk 67/2; (=3A)

[124] el-tsrâ 17/53; (=1A)                                                                                           

[125] en-Nisâ 4/171; et-Tevbe 9/119; ez-Zümer 39/33; (=1A, 2B)                                   

[126] en-Nûr 24/30,31,33; el-Ahzab 33/32,33; el-Meâric 70/29,30; el-Müddessir 74/4; (=2A, 5B)

[127] eî-Bakara 2/168,172; el-Mâide 5/4,5; en-Nahl 16/114; (=1A, 4B)

[128] el-Bakara 2/177; el-Kehf 18/28; el-Müddessir 74/7; (=2A, ÝB)

[129] el-Furkan 25/63; (=1A)

[130] en-Nisâ 4/94; el-Hucurât 49/6,12. (=3B)

[131] en-Nahl 16/90. (=1A)

Ýhsan kelimesi " iyi etmek, bir þeyi en mükemmel bir þekilde yapmak müte-

addi fiilinden; veya " iyilik etmek lazým fiilinden gelmektedir.

[132] el-lsrâ 17/23,24. (=1A)

[133] el-En'âm 6/151; el-îsrâ 17/23; el-Ankebût 46/8; el-Ahkâf 46/15. (=4A)

[134] . el-Bakara 2/229,231; en-Nisâ 4/19; et-Talâk fo/2. (=4B)

[135] el-Bakara 2/23; et-Talâk 65/6. (=2B)

[136] el-Bakara 2/233,236; et-Talâk 65/7. (=3B)

[137] el-Bakara 2/229,236,241; el-Ahzab 33/49. (=4B)

[138] el-Bakara 2/177; en-Nahl 16/90; el-Isrâ 17/26. (=2A, ÝB)

[139] en-Nisâ 4/36; (=1B)

[140] el-Bakara 2/177; et-Tevbe 9/60; el-Isrâ 17/26. (=1A, 2B)

[141] el-Bakara 2/177; en-Nisâ 4/36; et-Tevbe 9/60; el-Isrâ 17/26; el-Meâric 70/24,25. (=2A, 3B)

[142] el-Bakara 2/267; Âl-i Imrân 3/92. (=2B)

[143] el-Beled 90/14,16. (=1A)

[144] el-Bakara 2/177; et-Tevbe 9/60; el-Beled 90/13. (=1 A, 2B)

[145] el-Bakara 2/282; el-En'âm 6/152; el-îsrâ 17/35. (=2A, ÝB)

[146] er-Ra'd 13/22. (=1A)

[147] el-Bakara 2/282, tekrar. en-Nisâ 4/58,127,135; el-Mâide 5/8; el-En'âm 6/152; el-Âraf 7/29; en-Nahl 16/90; eþ-Þûra 42/15; el-Hadîd 57/25. (=5A, 6B)

[148] el-îsrâ 17/35; er-Rahman 55/7,9. (=2A)

[149] el-Bakara 2/282,283; et-Talâk 65/2. <=3B)

[150] en-Nisâ 4/135; el-En'âm 6/152. (=1A, ÝB)

[151] el-Bakara 2/283; en-Nisâ 4/58; el-Meâric 70/32. (=1A, 2B)

[152] el-Bakara 2/177; el-Mâide 5/1; Yûsuf 12/20; ei-Meâric 70/32. (=2A, 2B)

Milletlerarasý münasebetlerde, Kur'an-ý Kerim'in bu ödevi hangi ýsrar ve hangi açýklýkla beyan ettiðine bilhassa dikkat ediniz: "Bir millet, diyor O, diðer milletten sayýca daha çok, daha güçlü ve müreffeh olduðu için {veya öyle olmasý maksadýyla) mî kendinize, yeminleri­nizi bozmaya ve onlarý aranýzda bir hile ve fesad mevzuu edinmeye izin veriyorsunuz? Al­lah bu farklýlýklarla sizi imtihan etmekten baþka bir þey yapmýyor..." (en-Nahl 16/92). Görül- düðü gibi, bu ifadelerin, yakýcý bir güncelliði mevcuttur. Burada, günümüzün büyük sorunu hakkýnda taptaze, kýsa bir hitabeyi okuduðunuz intibaýna sahip olmuyor musunuz ? Ve yir­minci yüzyýlýmýzda, her zaman olduðundan daha ziyade kasýp kavuran cihanþümul çatýþma­nýn davalarýný tescil etmek suretiyle, daha iyi özetlemek mümkün müdür?

[153] el-Haþr 59/9. (=1B)

[154] el-Ârâf 7/199; en-NÛr 24/22; el-Furkân 25/63,72. (=3A, ÝB)

[155] er-Ra'd 13/22; el-MüminÛn 23/96. (=2A)

[156] Âl-i îmrân 3/104,110,114; el-Ârâf 7/157,199. (=2A, 3B)

[157] et-Tevbe 9/71. (=1B)

[158] en-Nisâ 4/114. (=1B)

[159] Ayný ayet. (=1B)

[160] el-Mâide 5/2. (=1B)

[161] ei-Beied 90/17. (=1A)

[162] ÂI-i Imrân 3/103. (=1B)

[163] er-Ra'd 13/21. (=1A)

[164] es-Saff 61/9. (=1B)

[165] el-Haþr 59/10. (=1B)

[166] en-Nahl 16/125. (=1A)

[167] el-Bakara 2/228,232,233,234,235,240,263; en-Nisâ 4/5,8,114; el-Ahzâb 33/32. (=11B)

[168] el-Bakara 2/177, el-En'âm 6/136. (=1A, ÝB)

[169] en-Nûr 24/54. (=1B)

[170] el-Ârâf 7/185; er-Rûm 30/8; el-Ahzâb 33/29. (=3A)

[171] d-Ahzâb 33/41. (=1B)

[172]en-Nahl 16/78; el-Kasas 28/73; ez-Zuhruf 43/12,14; el-Vâkýa 56/63,64. (=4A)

[173] et-Tevbe 9/129; ez-Zümer 39/38. (=1A, ÝB)

[174] el-Kehf, 18/23. (=1A)

[175] el-Bakara 2/165; el-Mâide 5/54. <=2B)

[176] ei-Bakara 2/21; ez-Zâriyât 51/56. (=1A, ÝB)

[177] el-Bakara 2/263; en-Nisâ 4/58,59,128; el-Ârâf 7/26; et-Tevbe 9/120; el-lsrâ 17/55. (=2A, 6B).

[178] el-Bakara 2/177,189,269; ÂH îmrân 3/92.

[179] el-Bakara 2/221; en-Nisâ 4/19. (=2B)

[180] en-Nisâ 4/125; el-Mâide 5/50; Fussilet 41/33. (-1 A, 2B)

[181] el-Bakara 2/282; el-Ahzâb 33/5. (=2B)

[182] el-Ankebût 29/45. (=1A)

[183] el-Bakara 2/177; el-Hacc 22/32; ez-Zümer 39/33; el-Hucurât 49/3. (=1A, 3B)

[184] el-Bakara 2/236. (=1B)

[185] el-Bakara 2/180,241. (=2B)                                                                                 

[186] ÂH îmrân 3/123; el-lsrâ 17/24; el-Ahkâf 46/15; el-Vâkýa 56/70; Kureyþ 106/3,4. (=4A,1B)                                                                                                           

[187] Âl-i îmrân 3/186; eþ-Þûrâ 42/43; el-Ahkâf 46/35. <=2A, ÝB)                                   

[188] en-Nisâ 4/75. (=1B)                                                                                           

[189] en-Nisâ 4/9. (=1B)                    &n

Ynt: Kurani Davet Sistemi By: ceren Date: 25 Mayýs 2016, 21:33:05
Esselamu aleykum.Kur ani kerim allahin emir ve yasaklarýný bildirip herkesi islama davet eder.Allahin yolunda giden ve onun emrine itaat edip davetine tebligde bulunan kullardan olalim inþallah...
Ynt: Kurani Davet Sistemi By: Sevgi. Date: 31 Aralýk 2018, 03:10:26
Aleyküm Selam. Rabbim bu güzel bilgiler için Razý olsun. Rabbim ilmimizi artýrsýn

radyobeyan