Tasavvuf ve metodu By: sidretül münteha Date: 01 Aralýk 2010, 21:27:55
TASAVVUF ve METODU
Tasavvufî terbiye ve bu terbiyenin mahiyeti bazý kesimlerce gereði gibi anlaþýlamadýðýndan ehli tasavvuf son derece aðýr ithamlara maruz býrakýlmýþtýr. Gayesi, nefsin putlarýný yýkarak, Tevhid üzere Hz. Allah’a (c.c.) kulluk vazifesini yerine getirmek olan tasavvuf, nebevî bir yol olup, temelini de Hz. Rasûl-i Kibriya Efendimiz kurmuþtur. Peygamber Efendimiz, Ashab-ý Kiramý vahyin zahiri bilgileri ile donatýrken, o vahyi, idrak edecek manevi ilimlerle de ruhlarýný terbiye etmiþtir. Ashabýn kýsa sürede yüksek seciye sahibi olmasý da, ruhlarýnda meydana gelen bu terbiyeden kaynaklanmaktadýr. Efendimiz (a.s.)’dan sonra bu manevî terbiye, vârîs-i nebi olan Allah dostlarý ile devam etmektedir.
Efendimiz zamanýnda kelam, fýkýh, tefsir, hadis usulü vb. ilimler aslen var olmasýna raðmen münhasýr olarak isimlendirilmemiþ idi. Efendimizin ve Ashabýn yaþadýðý hayat biçimi olan Tasavvuf da, bu ilimler gibi varlýðý mevcut olmasýna raðmen, henüz onun da müstakil bir ismi yoktu. Diðer ilimlerle beraber bu manevî ilim yolu, tasnif dönemi içerisinde, tasavvuf ismi ile tarihteki yerini almýþtýr.
Mezhepler belli metotlarla nasýl ki kendi sistemini geliþtirmiþ ise tasavvuf da kur’an ve sünnet üzere bir terbiye metodu olarak kendi sistemini geliþtirmiþtir. Burada dikkat etmemiz ve son derece hassasiyet göstermemiz gereken husus, Kur’an ve Sünnetin hükümlerini zedeleyici tevhid’den uzak batýl anlayýþ ve ahlâklardan kaçýnmaktýr. Nebevî yola uygun olmayan her türlü yaþayýþ biçimi, adý nefis terbiyesi de olsa, yanlýþtýr.
Çünkü batýl yollar ile hakka ulaþýlmaz. Ýnsan Hz. Allah’a ancak Hak olan yollarla kavuþabilir. Tevhidi yaþayýþ biçimini zedeleyen bütün yaþayýþ þekillerinden uzak olmak, Hz. Allah’a kul olmanýn gereðidir.Tasavvuf ehlinin takip ettiði metotla elde etmek istediði husus, nefsin putlaþtýrdýðý heva ve hevesleri terk ederek, Hz. Allah’tan (c.c) baþka bütün sevgileri kalpten nehyetmektir. Bu gayeyi taþýmayan her yol yanlýþtýr. Ýþte Hak üzere olan ehli tasavvufun takip ettiði metodun temeli Kur’an ve sünnettir. Bu ilahi iki temel kaynaða dayanmayan her yol batýldýr.
Ehil olmayan kiþilerin, doðrularý batýla tebdil ederek hareket etmeleri, hak yollarý terk etmemizi gerektirmez. Ýnsan, hilkati gereði doðruya da yanlýþý da meyil edecek fýtrattadýr. Kur’an-ý mübînde, zalim ve cahil olarak vasýflandýrýlan insan, bu cehaletinde o kadar ileri gitmiþtir ki, ilahlýk iddiasýnda bulunacak sefihliði göstermiþtir. Yine, Peygamber Efendimiz hayatta iken yalancý peygamberler zuhur etmiþ ve dünyayý paylaþarak idare etmeyi teklif edecek kadar þaþkýnlýk göstermiþlerdir. Büyük bir cehalet sergileyip ilahlýk ve peygamberlik iddiasýnda bulunan insanlar bile var iken, liyakat sahibi olmadýðý halde kendisinin Allah dostu olduðunu iddia edenlerin çýkmasý ise kaçýnýlmaz bir durumdur. Bu insanlarýn batýl iddialarda bulunmalarý sebebiyle, bizlerin de Hak üzerinde þüpheye düþmesi ise daha büyük bir cehalet olur.
Tasavvuf, öz olarak Rasûlullah Efendimizin yaþadýðý ahlâk-ý Hüdayý, nefis ve ruhlara sirayet ettirerek yaþamak demektir. Daha da açýk bir ifadeyle, kendimize ait yanlýþ ahlâklarý terk edip, Peygamber Efendimizin ahlâklarýný kazanmaktýr. Ashab-ý Kiram, itaatlarýnýn güzelliði ile kendi ahlaklarýný terk ederek, Efendimizin ahlaký ile yüksek bir dereceye kavuþtular. Bugün her mümine düþen, Ashab-ý Kiram’ýn Peygamber Efendimize karþý gösterdiði, yüksek itaat ahlâkýný, ayný metotla yerine getirmesidir. Tasavvuf bunun metot haline getirilmiþ ismidir. Aslýnda bu, bütün müminlerin farkýnda olmasalar bile içerisinde olduðu bir durumdur. Fakat ehl-i tasavvuf bu görevi daha da itina ile yerine getirme gayreti içerisindedir.
Burada, tasavvufî terbiyenin diðer bir yönünü izah etmek de yerinde olacaktýr. Çünkü, ehl-i tasavvufa yapýlan ithamlarýn temelinde tasavvufî terbiyenin metoduna vukûfiyetin yeterli olmayýþý bulunmaktadýr. Ýmam-ý Rabbani’nin (k.s.), tasavvufî anlayýþý ortaya koyan þu sözlerine yer vermek gerekmektedir. Þöyle buyuruyor: “Tarikat þeriata yardýmcý bir amildir.” Burada nefis terbiyesinde takip edilen yolun þeriata yardýmcý bir amil olarak nitelendirilmesi, dinî emirlerin her hangi bir noktasýnda, bir noksanlýðýn olmasýndan dolayý söylenmemiþtir.Tasavvuf terbiyesinde, dinin her hangi bir emrinde tekamül söz konusu deðildir. Burada ki tekamül, insanýn ahlakî olgularýndadýr.
Hakikat þudur ki, tasavvufa haksýz ithamlarda bulunan kiþiler Efendimiz (a.s)’ýn hayatýný görmedikleri, onun dinî yaþayýþlarýndan, takvasýndan haberdar olmadýklarý için bu iddialarý yapmaktadýrlar. Tasavvufu, Ýslam’ýn emirlerinden baþka emirler ortaya koyuyormuþ gibi algýlamaktadýrlar. Halbuki tasavvuf, Ýslam’ýn insanlara sunduðu emirlerini, nasýl daha iyi ve tam olarak yetine getirilebileceklerini öðretir.
Ayet-i kerimelerde ve hadis-i þerifler de, kalbinde kibir olan kiþinin cennete giremeyeceði vurgulanmaktadýr. Þu halde kibir; bir müminin, cennete girmesine engel bir ahlaktýr. Bir insan, Ýslam’ýn kerih gördüðü kibrin, kalbinde olup olmadýðýný nasýl bilebilir? Mutmain olmayan her kalpte kibrin varlýðý bir hakikattir. Öyleyse bu kibirden nasýl kurtulabiliriz? Bu kötü ahlaklardan kurtulma yollarýný bize gösteren ise tasavvuf yoludur. Görüldüðü gibi tasavvuf, dinimizin herhangi bir emrinde deðiþikliðe sebebiyet vermez. Bilakis tasavvuf, bu emirleri yaþamaya engel olan nefsin kötü ahlaklarýný terbiye ederek, müminin nefsini, peygamberî edebi yaþayacak nefisler haline getirir.
Namaz kýlmanýn farz olduðunu bilmeyen hiçbir mümin yoktur; fakat, namaz kýlanlarla kýlmayanlara baktýðýmýzda ise bildikleri halde, kýlmayanlarýn daha fazla olduðunu görürüz.
Ýnsanýn, Hz. Allah (c.c)’a itaatine, namaz kýlmasýna ve diðer ibadet ve taatllarý yerine getirmesine engel teþkil eden istek ve arzularýn itidal hale getirilmesi gerekmektedir.Terbiye de, bu yanlýþ istekler üzerinde meydana gelmektedir. Rasûlullah efendimizin getirdiði dini emirlerin hiç birinde, ne bir deðiþiklik, bir eksiltme ve ne de bir artýrma söz konusu olamaz. Örneðin: Cimrilik, Cenab-ý Hakk’ýn sevmediði, nefs-i emmareye ait bir ahlaktýr. Ýþte nefis terbiyesi cimri olan bu insana Rabbimizin sevdiði cömertlik ahlakýný kazandýrýr.
“Namaz müminin miracýdýr.” Yani insan namaz kýlarken Cenab-ý Hakk’ýn huzurunda imiþ gibi namaz kýlmalýdýr. Fakat hepimiz, namazda bu huþûyu gereði gibi yerine getiremediðimizden yakýnýrýz. Huþûnun elde edilmesinde sadece farzlarýn yerine getirilmesi kifayet etmiþ olsaydý, her kýlanýn namazý, müminin miracý mesabesinde olurdu. Ýnsanýn kendisine ait olan bu kötü ahlaklar, gerek namazýn ve gerekse diðer bütün ibadetlerin Allah-ü Azimü’þ-þân hazretlerine ulaþmasýna engel olur. Ýbadetlerin þartlarý olan farzlarý yerine getirmez isek zaten o ibadet fasit olmuþ olur. Öyleyse yapmýþ olduðumuz ibadet ve taatlarýn Rabbimize yükselmesine engel olan unsur, kötü ahlaklarýmýzdýr.
Tasavvufî metotla iþte bu kötü ahlaklar terbiye edilmektedir. Ahlak ile iman arasýndaki kuvvetli bað; Efendimiz (s.a.v)’in, “Ýman bakýmýndan en üstününüz ahlaký en güzel olanýnýzdýr.” hadisiyle ifadesini bulmuþtur.
Muzaffer YALÇIN