Kusur Defterini Yakmak By: reyyan Date: 15 Kasým 2010, 15:53:17
Kusur Defterini Yakmak
Mustafa Eriþ
Ýlk dönemin zâhid sûfîlerinden olan Ebû Said Harraz kuddise sýrruh hazretleri Baðdat’da doðup büyümüþ, ilmiyle, haliyle tanýnmýþ büyük bir Allah dostudur.
Adý Ahmed bin Ýsa, künyesi Ebu Said, nisbesi el-Baðdâdî, lakabý Harrâz’dýr.
Ayakkabý tamir ederek hayatýný kazandýðý için “Harrâz” lakabý ile anýlmýþtýr.
277/890 yýlýnda dâr-ý bekaya göç etmiþtir.
O, ihsan ve ikramýn sevgi doðurduðunu söyler, çevresine bu konuda örnek olurdu. Bu âlemde Allah’ýn sayýsýz ihsan ve ikramlarýna mazhar olan insanoðlunun gafletine ve dünyaya meyline ise çok üzülürdü.
Sayýlamayacak kadar çok nimetler içerisinde yaþayan insanýn Allah’a yönelme, Allah’a güzel kul olma konusundaki müstaðni haline taaccüb eder, þaþardý.
Allah’dan gafil olarak hayat süren, ömür tüketenlere hayret eder, duygularýný þöyle dile getirirdi:
“Bu âlemde Allah’tan baþka gerçek ihsan sahibi olmadýðýný bildiði halde bütün kalbiyle O’na yönelmeyene þaþarým.”
O’na göre, tasavvuf, zamana hâkim olmaktý.
Bu yüzden etrafýnda kendisi ile beraber bulunan sevdiklerine devamlý þu önemli hatýrlatmalarda bulunurdu:
“Hayatta en kýymetli þey saðlýk ve zamandýr.
Sen deðerli zamanýný en kýymetli þeylerden baþkasýna harcama!
En kýymetli þey de geçmiþ ile gelecek arasýnda bulunan, içinde bulunduðun þu andýr” derdi.
Ýnsanoðlunun hayatta en çok aldandýðý iki þey vardýr.
Sevgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in diliyle bunlar: “Sýhhat ve boþ vakittir.”
Ebû Said Harraz kuddise sýrruh hazretleri sevdiklerine bu iki konuyu sýk sýk hatýrlatarak onlarýn aldananlardan olmamalarýný isterdi.
O, müminin lügatinde “Lâ” (yok, hayýr, olmaz) lafzý bulunmamalý derdi. Çünkü inanan insan Allah ile kendisi arasýnda bulunan sayýsýz ihsan ve ikrama bir bakmalýydý.
Eðer kerem gözüyle bakarsa, kendisine vâkî olabilecek hiç bir isteðe “Lâ” (hayýr, olmaz) cevabý veremezdi.
Zira hiç bir þey onun deðildi. Mülk Allah’ýndý. O sadece bir emanetçi idi. Eline verilen bir takým malzemeler dünyanýn süsü olup bütün varlýk geçiçi idi. Ýnsan kendini böyle görmeliydi. Hayatý bu ölçülerde geçirenler ancak kâmil mü’minlerdi.
O, gerçek sûfînin, kâmil bir mü’minin, zaman zaman yalnýzlýðý (halveti) seçmesi gerektiði konusu üzerinde ýsrarla dururdu. Kendi iç dünyasýný, gönül âlemini kontrol altýna almasýnýn zarûretini bildirirdi.
Þüpheli þeylerden kaçýnmasýný (vera), darda kaldýðý zamanlar hariç hiç kimseden bir þey istememesini, kimseye dünyalýk birþey için yüzsuyu dökmemesini öðütlerdi. Bunlarý yapmayanýn sûfî deðil, belki yalancý olduðunu söylerdi.
Birgün kendisine, zaman zaman birbirleriyle çatýþan derviþlerden sorulmuþtu. Cevap olarak dedi ki:
“Onlarýn bu hali seyr ü sülûk sýrasýnda görülür.
Kemâle erenlerde böyle bir sýfat bulunmaz.
Çünkü kemâl ehli kimseler, halk arasýnda kýzacak ve darýlacak bir þey görmez.
Onlar her þeyi Hakk’tan bilir.”
Ona göre,
Allah’a dost olmak, insanlar arasýnda huzur bulmak için kusur defterini yakmak gerekti.
Ýnsanýn en büyük düþmaný nefsiydi. Kiþi nefsini iyi tanýmalýydý. Zira nefsini bilen ancak Rabbini bilebilirdi.
Ebû Said Harraz kuddise sýrruh hazretleri nefsin özelliklerini þöyle anlatýrdý:
“-Nefis, durgun ve temiz bir suya benzer.
Bu durgun ve temiz su, karýþtýrýlýnca dibinde tortu halinde bulunan mikrobu meydana çýkarýr.
“Nefsinin mertebesini anlamak isteyen, onu mihnet, meþakkat ve sýkýntý ile denemeli, hoþ fakat boþ arzularýna karþý çýkarak imtihan etmeli” derdi.
Nefsin bu özelliklerini bilmeyen Rabbini nasýl tanýyabilir?
Ve nasýl ma’rifet-i ilâhiyye iddiasýnda bulunabilirdi?
Nefis meþgul edilmezse onun insaný meþgul edeceðinden korkardý.
Bu yüzden mesleðini icrâ ederken diktiði ayakkabýyý bazan söker, yeniden dikerdi.
“Niye böyle yapýyorsun?” diye soranlara:
“Nefsimi meþgul etmek için. Çünkü ben onu meþgul etmezsem o beni meþgul edecek”diye cevap verirdi.
radyobeyan