Dini makale ve yazýlar
Pages: 1
Naz ve Niyaz By: Gulinur Date: 15 Kasým 2010, 12:07:36
   



Temkin

Naz Deðil Niyaz

Þimdi isterseniz aradaki bu münasebet dolayýsýyla, kalbî ve ruhî hayat açýsýndan da temkin mülâhazasý üzerinde bir nebze duralým. Sofîler, Allah’la münasebetleri nokta-i nazarýndan bir temkin mülâhazasý geliþtirmiþlerdir. Þöyle ki, bir sâlik, deðiþik basamaklardan geçerek, seyr ü sülûk meratibini tamamlayabilir. Evet, o, kalb ve ruh ufku itibarýyla Allah’a yükselirken, fenâfillâh, bekâbillâh ve maallâh olma istikametinde ahlâk-ý âliye-yi Ýslâmiyeye dair deðiþik disiplinleri kullanabilir. Bu disiplinler insanýn miraç ve urucunda birer basamak vazifesi görür. Buradaki uruc tabiri, kavs-i uruc, kavs-i nüzul þeklinde ele alýndýðýnda farklý mânâya gelse de, sofîler onu insanýn Allah’a yükselmesi mânâsýnda kullanagelmiþlerdir. Hatta urucunu tamamlayan bir insanýn tekrar halkýn içine inmesini de suud tabiriyle ifade etmiþlerdir. Evet, siz seyr ü sülûk-i ruhanîde kat-ý meratib etme adýna yüz tane disiplin ortaya koyabilirsiniz. Ancak belki de Muhyiddin Ýbn Arabî, Ýsmail Hakký Bursevî gibi bu mevzuda yed-i tûlâ sahibi olan ve ayný zamanda kalbî ve ruhî hayatý temsil eden zatlara göre bunlar yüz elli tanedir. Þimdi siz bütün bu meratibi katederek Allah’ýn izni ve inayetiyle belli bir noktaya ulaþabilirsiniz. Fenâfillâh, bekâbillâh, maallâh makamýna erip, bir þuhud ve vahdet mülâhazasýna sahip olabilirsiniz. Gayb-i mutlaka, hakikatü’l-hakaika ulaþma mülâhazalarý içinizde belirebilir. Ýþte bu noktada biz, insanlarý tecsim ve hayyize düþürmeme adýna, temkinin bir gereði olarak diyoruz ki, zevkî ve halî olarak yaþanan bütün bu hâller, insanýn ihsas ve ihtisaslarý açýsýndan basiretinin açýlmasýyla onun artýk meseleyi öyle görmesi ve öyle duymasýyla ilgilidir. Baþka bir ifadeyle, sâlikin yaþamýþ olduðu bu hâl, bir istiðrak, bir kalak ve bir heymanýn neticesidir.

Ýþte böyle bir noktaya ulaþmak, insanda naz mülâhazalarýný beraberinde getirebilir. Yani zirvelere ulaþan bir insan hiç farkýna varmaksýzýn tavus kuþlarýnýn çalým satmalarý veya hindilerin kabara kabara yürümeleri gibi kendini bir þey sanabilir. Ýþte sâlikin taakkul dünyasýnda, hatta tasavvur ve tahayyül âleminde nazlanmaya bâdi olabilecek hususlara girmemesi önem arz eder. Evet, kul hangi mertebede bulunursa bulunsun, Allah karþýsýnda kulluðunun þuurunda olmasý, Allah’ýn Mâbud-u Mutlak, Mahbub-u Mutlak ve Maksud-u bi’l-Ýstihkak olduðu mülâhazasýyla oturup kalkmasý çok önemlidir ve bu durum onun temkinini ifade eder. Yani insan zirvelerde bile olsa hep kulluk þuuru içinde bulunmalý, bazýlarýnýn yaptýðý gibi hislerini Zât-ý Ulûhiyet’e yakýþmayacak þekilde ifade etmemeli; ifade edip deðiþik hezeyanlara girmemelidir.

Zikredilen bu hususlar temkin adýna çok önemli olduðu gibi, Ýmam Sühreverdi, Muhyiddin Ýbn Arabî, Molla Câmî (rahmetullahi aleyhim) gibi çok önemli zatlarýn zahiren dinin temel disiplinlerine aykýrý gözüken bazý ifadelerini mâkul birer mahmil bularak yorumlamak da temkinin diðer önemli bir veçhesini teþkil eder. Çünkü böyle bir yaklaþým, insaný onlar hakkýnda suizanna düþmekten kurtarýr. O büyük kametler his, hâl ve zevke maðlup olmanýn neticesinde bunlarý söylemiþlerdir. Biz ise ne hissin ne halin ne de zevkin maðlubu insanlarýz. Biz býrakýn his ve zevkin maðlubu olmayý, nefsimize bile galebe çalmýþ deðiliz. Bu açýdan da, onlar hakkýnda temkinli olmalý ve suizanna düþmemeye dikkat etmeliyiz.

O halde insan, hangi mertebeye ulaþýrsa ulaþsýn, hangi zirvede bulunursa bulunsun, her zaman ayaðýný yere saðlam basmalý ve hep kulluðunun þuurunda olmalýdýr. Cenâb-ý Hak, en önemli ibadetimiz olan namazýn hatimesinde yani ibadetimizin miracý ve Allah’a ulaþma noktasý olan tahiyyatta Fahr-ý Kâinat Efendimiz’i (sallallâhu aleyhi ve sellem) bize þu ifadeleriyle tanýtýyor:

وَاَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ
“Þehadet ederim ki, Hz. Muhammed, Allah’ýn kulu ve Resûlüdür.” Bazý ulemaya göre bu meselenin miraçta gerçekleþtiðini düþünecek olursak, böyle bir yerde Cenâb-ý Hak kulluðu nazara vermiþtir. Yani Resûl-i Ekrem Efendimiz (aleyhi salavâtullahi ve selâmuh), zirveler zirvesine çýktýðý anda kendisine yine kulluðu hatýrlatýlýyor. Mebdeinde de:

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَىٰ بِعَبْدِهِ لَيْلًا مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا ۚ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ
“Þaný yüce, mukaddes, müberra ve münezzehtir o Allah ki, bir gece kulunu Mescid-i Haram’dan, Mescid-i Aksâ’ya götürdü.” (Ýsra sûresi, 17/1) buyrulurken de, Peygamber Efendimiz’in abd olmasýna vurgu yapýlýyor.

Dolayýsýyla temkin; her zaman abdiyetin, kulaktaki küpenin, boyundaki tasmanýn, ayaktaki pranganýn farkýnda ve þuurunda olma demektir. Hz. Mevlâna, Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm) için þöyle diyor: “Kul oldum, kul oldum, kul oldum! Ben Sana hizmette iki büklüm oldum. Kullar âzad olunca þâd olur; ben Sana kul olduðumdan dolayý þâd oldum.” Bu meseleyi Allah’la münasebetimiz açýsýndan Zât-ý Uluhiyet’e tevcih ederek, bin defa “Kul oldum, kul oldum, kul oldum” diyebiliriz. Ýþte bu bir temkin ifadesi, temkin soluklanmasýdýr ve velilere göre bir hâldir. Ýrþat ve teblið hayatýmýzdaki temkine gelince; din-i mübîn-i Ýslâm’ý dýrahþan çehresiyle insanlýða göstermeye çalýþmak, kusursuz bir temsil sergileyerek dilin söylediklerini temsille derinleþtirip enginleþtirmek ve söyleyeceklerimizi hiç kimsenin itiraz etmeyeceði,  kabul etmekten çekinmeyeceði bir üslûp ve formatla sunmak demektir. Tabiî ayný zamanda insanýn elde edilen netice ve semereyi asla kendinden bilmemesi ve ortaya koyduðu hizmet ve gayretler dolayýsýyla nazlanma gibi tavýrlar içine girmemesi de temkin adýna çok önemlidir.

Temkin Kaymasýna Düþmemek Ýçin

Evet, insan bir kýsým mazhariyetler karþýsýnda naza geçebilir. Meselâ, dünyanýn dört bir yanýnda Cenâb-ý Hakk’ýn eltaf-ý sübhaniyesinin bir sonucu olarak çok güzel hizmetler ortaya konmuþ olabilir. Fakat hakiki sebep siz olmadýðýnýz hâlde, bu güzel iþler bir þekilde size irca edilebilir. Böyle bir takdir ve teveccühte bulunanlar bu içtihat hatalarýnda þayet ifrata girmiyorlarsa inþaallah günaha girmiþ sayýlmazlar. Fakat kendisine teveccüh edilen zat, bu teveccühleri haklý görüyor ve –Allah korusun– “tam yerine oturdu” gibi bir mülâhazaya kapýlýyorsa kazanma kuþaðýnda kaybediyor demektir. Evet, insan takdir, teveccüh ve iltifatlar karþýsýnda niyaz zemininden kayýp naza girebilir. Dolayýsýyla temkin kaymasýna düþebilir. Meselâ, eðer hizmet eden bir insanýn zihninden: “Bakýn bizimle neler oluyor. Osmanlý devleti koskocaman bir cihan devleti olduðu hâlde bizim vardýðýmýz yerlerin öþrüne bile varamamýþ!” türünden düþünceler geçiyorsa, bu mülahazalar apaçýk bir þekilde ruhun ve latîfe-i rabbaniyenin kirlendiðinin bir göstergesidir ve temkine tamamen aykýrý düþüncelerdir. Ýnsanýn aklýna bu tür zararlý mülâhazalar geldiðinde hemen “Allahým ‘Deðildir bu bana layýk bu bende/Bana bu lütf ile ihsan nedendir?’ (M. Lütfî) Ben de anlamýþ deðilim bütün bu lütuf ve mazhariyetleri. Fakat bazen büyükler küçüklere külah giydirebiliyor.” demesini bilmelidir.

Evet, mazhar olunan bütün güzelliklerin o Zât-ý Ecell u Âla’nýn büyüklüðüne verilmesi gerekirken, ganimetten kendisine hisse ayýran adam gibi davranarak “bu ona ait, bu da bana ait, bu ona ait, bu da bana ait…” gibi bir düþünceye kapýlmak; “biz de öldük öldük dirildik, biz de koþtuk koþtuk didindik, biz de þunu yaptýk, biz de bunu yaptýk..” demek hizmet edenler hesabýna temkine aykýrý þeylerdir. Tabiî ki biz Allah yolunda cansiperane mücadele edecek, fenâ fi’l-hizmet, fenâ fi’l-mefkûre ve Hz. Pir’in ifadesiyle fenâ fi’l-ihvan olacaðýz. Hz. Pir’in ders halkasýndaki talebelerinin söylediðine göre o, Van’daki maðaradan aþaðý düþerken bile “Davam!” diye baðýrmýþtý. Sonra da sanki gizli bir el, maðaranýn aðzý daha içeride olmasýna raðmen, onu alttaki maðaraya itivermiþti. Zannediyorum o, Azrail aleyhisselâm gelip canýný alacaðý zaman bile “Davam!” diye inleyip sýzlamýþtýr.

Cenâb-ý Hak yaptýðýmýz hizmetlerle övünme gibi bir densizlikten bizi muhafaza buyursun. Çünkü bu, hizmet hayatýmýz ve hareket adýna temkinsizliðimiz olur. Bu mevzuda, temkin, her þeyi Allah’tan bilmektir. Evet,

“Her þey Senden, Sen ganîsin,
Rabbim Sana döndüm yüzüm!
Hem evvelsin hem âhirsin,
Rabbim Sana döndüm yüzüm!” deyip insan þöyle düþünmelidir: “Ben týpký suyun üzerindeki, güneþe bakan kabarcýklar gibi ancak Sana yüzümü dönersem tenevvür eder, aydýnlanýrým. Ancak o zaman güneþin akislerini göz bebeðimde saklarým. Aksine ben karanlýða gömülünce ne güneþ kalýr, ne de güneþin aksi.” Ýþte bu mülâhaza hizmete ait bir temkinin ifadesidir.




Alýntý



radyobeyan