Tevhid By: hafýz_32 Date: 09 Kasým 2010, 16:07:51
Tevhid; Anlam ve Mâhiyeti
· Tevhid; Anlam ve Mâhiyeti
· Ýlâh Kavramý
· Tevhidin Kýsýmlarý
a) Rubûbiyet Tevhidi, b) Ulûhiyet Tevhidi
· Tevhidin Yansýmalarý
· Evrendeki Tevhid
· Tevhid ve Allah’ýn Hâkimiyeti
· Tevhid ve Tâðutlarla Mücâdele
· Kur'ân-ý Kerim'de Tevhid Kavramý
· Kur’an’da Tevhidle Ýlgili Önemli Vurgular
· Amelde Tevhid
· Sorular
Bu üniteyi bitirdiðinizde aþaðýdaki amaçlara ulaþmanýz beklenmektedir:
* Kur’an’dan yola çýkarak ve kelime-i tevhidin anlamýný deðerlendirerek tevhidi açýklayabilmek ve güncel yorumlar ve açýlýmlar getirebilmek,
* Tevhidin, temel sýnýflandýrmasý olan ulûhiyet ve rubûbiyet tevhidini açýklamak,
* Ýlâh kavramýnýn anlamlarýný ifâdelendirerek bu kavramý izah edebilmek,
* Ýbâdet kavramýný, güncel yanlýþlýklarýyla deðerlendirerek açýklayabilmek,
* Tevhidin günlük hayatýmýza yansýmalarýný anlatabilmek,
* Tevhidi bozan durumlarý güncel örneklerle açýklayabilmek,
* Evrendeki tevhidi açýklayýp yorumlayabilmek,
* Allah’ýn hâkimiyeti ve tâðutla mücâdele etmeyi tevhid açýsýndan açýklayabilmek,
* Tevhidin amelle ilgili boyutunu izah edebilmek.
Tevhid; Anlam ve Mâhiyeti
Türkçede birlemek þeklinde ifade edilen tevhid, Arapça v-h-d kökünden türemiþ bir mastardýr. Tevhid sözlükte, bir þeyin bir olduðuna hükmetmek, onu bir olarak bilmek, bir þeyi diðerlerinden ayýrarak onu tek kýlmak, birlemek gibi anlamlara gelmektedir. Kavram olarak tevhid, mutlak anlamda Allah’ýn bir olduðuna, O’ndan baþka ilâh bulunmadýðýna, ortaðý ve benzeri olmaktan uzak bulunduðuna inanmayý ifade eder. Tevhid; Allah’ý zâtýnda, sýfatlarýnda, isimlerinde ve fiillerinde tek kabul etmek; eþi, benzeri, yardýmcýsý, ortaðý, babasý, oðlu olmadýðýna iman edip ibâdet ile de O’nu birlemektir. Yani ibâdeti O’ndan baþkasýna yapmamak ve yalnýz O’na tahsis etmektir.
Tevhid, en geniþ anlamýyla ‘bir’ Allah inancýnýn, insanlarýn düþündüðü bütün yanlýþ ilâh düþüncelerinden uzak bir dünya görüþünün, tek Yaratýcý, tek Rab tanýmanýn açýkça ortaya konulmasýdýr. ‘Tevhid’ ayný zamanda âlemlerin Rabbi Allah (c.c.) tarafýndan insanlara gönderilen Ýlâhî dinin adýdýr. Ýnsanlar ya Tevhid Dinine, ya da þirk dinlerine inanýrlar. Üçüncü bir yol yoktur insanýn hayatýnda. Þirk, nasýl insanlarýn kendi hevâ ve heveslerinden uydurduklarý bütün dinleri tanýmlýyorsa; Tevhid de Allah’ýn vahy yoluyla gönderdiði hak dini tanýmlar. Tevhid, hem inanç açýsýndan Allah’ý zâtýnda, sýfatlarýnda ve fiillerinde “bir”lemek, hem de ibâdeti yalnýzca Allah’a mahsus kýlmaktýr.
Tevhid, Allah’tan baþka ilâh olmadýðýna inanan mü’minlerin, bütün ilgi ve dikkatlerini Allah’a yöneltmeleri, Allah’a teslim olmalarý, mutlak kudret sahibi olarak O’nu görmeleri, O’nun gösterdiði yolda yürümeleri, O’nun istediði gibi O’na kulluk yapmalarýdýr. Tevhid ehline, yani þehâdet getirip mü’min olanlara; Allah’ý tevhid edip birleyen anlamýnda muvahhid denilir. Muvahhidler, tevhid gerçeðine bu bilinçle yönelirler ve bu bilince göre hayatlarýný sürdürürler. Tevhid ehli, yalnýzca “Allah vardýr” demekle kalmaz. Bunu demekle beraber, O’ndan baþka ilâh, O’ndan baþka yaratýcý, O’ndan baþka rýzýk verici, O’ndan baþka hüküm koyucu, O’ndan baþka rab olmadýðýna da inanýr. Ýþte bu inanç, Tevhid Dininin özüdür.
Tevhid’in Kapsamý: Bilindiði gibi tevhid inancý ve Ýslâm Dini, Tevhid Kelimesi ile özetlenmiþtir. Bu yüzden kim bu ifadeyi inanarak söylerse mü’min olur. Kelime-i Tevhid, Ýslâm’a giriþtir. Ýslâm’a girdikten sonra Ýslâm’a ait ne varsa hepsini peþinen kabul etme duyurusudur. Mü’min, bunlarý söyleyerek seçtiði dini ve bunun her türlü ilkesini, prensibini kabul ettiðini ortaya koymuþ olur. Allah’la ve diðer mü’minlerle bir antlaþmadýr, söz vermedir tevhid.
Mü’min, niçin Tevhid Kelimesini söylediðinin farkýndadýr. Bütün kalbiyle Allah’tan baþka hiçbir ilâhýn olmadýðýna inanýr, bunu diliyle ilân eder ve inandýðý þeyin gereðini yapar. Tevhid veya Þehâdet Kelimesi iki hüküm cümlesidir. Birinci bölümde önce “lâ ilâhe” (ilâh yoktur), sonra da “illâ Allah” (sadece Allah vardýr), yaygýn söyleyiþle “Allah’tan baþka ilâh/tanrý yoktur” denilir. Dikkat edilirse inanmanýn ilk þartý, bütün ilâhlarý/tanrýlarý, ilâh/tanrý düþüncelerini, ilâha/tanrýya benzetilen her þeyi kafadan ve gönülden silmek, sonra da tek Allah inancýný kabul etmektir. Önce nefy, yani reddetme, sonra da tasdik, yani kabul etme söz konusudur. Ýslâm açýsýndan son derece önemli bir durumdur bu. Çünkü Ýslâm’ýn üzerinde durduðu en önemli mesele, Tevhid inancýdýr. Ýnsanlar öncelikli olarak bu inancý benimsemekten sorumludurlar. Tevhid, yaratýlýþýn ve var olmanýn en önemli olayýdýr; yaratýlýþ amacýmýz olan sadece Allah’a kulluk yapma bilincidir.
Tevhid, ayný zamanda Kur’an’ýn üzerinde en çok durduðu konudur. Hz.Muhammed (s.a.s.)’in mesajý, Kur’an’ýn öncelikli konusu, insanlarýn þirk dinlerini terkederek, Tevhid dinini benimsemeleridir. Bu hem fýtrata (yaratýlýþa) uygun bir seçimdir, hem evrendeki teslimiyete (Ýslâm’a) katýlmadýr, hem de dünya ve âhiret kurtuluþudur. Ýslâm’ýn bütün yükümlülükleri, bütün prensipleri, emir ve yasaklarý; gönüllerine Tevhid inancý yerleþmiþ muvahhidler tarafýndan hakkýyla yerine getirilir. Ýnsanlýk ailesinin en öncelikli faaliyeti ve meselesi, Tevhid ile þirk arasýndaki seçimdir. Kendi özgür irâdesi elinde bulunan insan, Tevhid ile þirk arasýnda kendi isteði ile bir seçim yapacaktýr. Yaptýðý tercihin, yani seçtiði inanç ve hayat tarzýnýn sonucuna da katlanacaktýr.
Tevhid veya Þehâdet kelimesinin ikinci kýsmý, Hz. Muhammed’in Allah’ýn rasûlü (elçisi) olduðunu kabul ve ilân etmektir. Bunun anlamý da yalnýzca “O, Allah tarafýndan gönderilmiþ bir elçidir” demek deðildir elbette. O’nu Allah’ýn son rasûlü tanýdýktan sonra, O’nunla gönderilenleri, O’nun teblið ettiklerini, O’nun dediklerinin doðru olduðunu da kabul etmek demektir. Tevhid, ayný zamanda O’nun anlatýp uygulayarak gösterdiði yaþama biçimini seçmek, O’nun teblið ettiði Ýlâhî þeriati hayat prensibi haline getirmek anlamýna da gelmektedir. O’nu tek önder ve rehber kabul edip O’nun izinden gitmeye çalýþmak demektir. Rabbimiz, hükümlerini ve kullarýndan istediklerini rasulleri aracýlýðýyla insanlara bildirmiþtir. Kelime-i Tevhidi bilinçli þekilde söyleyen kimse, Allah’ýn hükümlerini kabul ediyor ve o hükümleri hayatýna uygulamaya karar veriyor, bu konuda her zorluða, her çeþit imtihana hazýr oluyor demektir.
Tevhid Kelimesi Ýslâm’ýn giriþ kapýsýdýr. Ancak, bu kapýdan içeri girenler, içeride olan her bir ilkeyi, her bir iman esasýný, her bir kulluk þartýný kabul etmiþ ve pratik hayatta uygulamaya söz vermiþ demektir.
Ýlâh Kavramý
Ýslâm kültürünün önemli kavramlarýndan biri de “ilâh”týr. Tevhid inancýný ve onun karþýtlarýný yeterince bilmek için bu kavramý iyi tanýmak gerekir. Tevhid Kelimesinin içinde yer alan bu kavram, iman ile þirk (ortak koþma) arasýndaki farký ortaya koyar.
Sözlük anlamý; kulluk edilen, mâ’bûd haline getirilen, kendisine yönelinen, alýþýlan, düþkün olunan demektir. Kendisinden türediði “elihe” fiili; yönelmek, düþkün olmak, kulluk yapmak, örtüp gizlemek, alýþmak gibi anlamlara gelmektedir.
Kavram olarak ilâh; kendisine ibâdet edilen, ma’bûd sayýlan þey, her þeyden çok sevilen, ta’zim edilen kutsal varlýk anlamýnda kullanýlmaktadýr. Tapýnýlan, kendisine ibâdet edilen, üstün sayýlan bütün ma’budlarýn ortak adý “ilâh”týr. Türkçede bunu “tanrý” kelimesi ile karþýlarýz. Ýslâmî ýstýlahta ilâh; tapýnýlan, kendisine ibâdet edilen demektir. Ýlâh; ibâdet edilmeye, yani kudret ve kuvveti önünde huþû ile boyun eðilip kulluk ve itaat edilmeye lâyýk, her þeyin O’na muhtaç olduðu bir varlýk demektir. Ýlâh kelimesi gizlilik ve esrârengizlik mânâlarýna da gelir, ki böylece ilâhýn görülmez ve ulaþýlmaz bir varlýk olduðu deðerlendirilsin.
Ýnsanoðlu, fýtratý gereði, her zaman bir ilâha inanma, sýðýnma ve ondan yardým istemeye muhtaçtýr. O bazý þeylerden korkar, bazý þeylere gücü yetmez ve baþkalarýndan yardým ister, bazý þeylere sýðýnýr, bazý þeyleri kendinden üstün görür. Bütün ümitlerin bittiði yerde, görmediði, tanýmadýðý bir gizli “ilâh”tan yardým ister. Çevresinde gördüðü hemen bütün olaylarýn kendi gücünün dýþýnda olduðunun farkýndadýr. Bu olaylarý bir gücün yaptýðýna, yarattýðýna inanýr. Bunlara benzer daha birçok sebepten dolayý insan sýðýnacak bir melce’ (sýðýnak, kucak) arar.
Peygamberlerin teblið ettiði Allah inancýndan uzak insanlar, yaratýlýþlarýnda ve pratik hayatlarýndaki “bir ilâha baðlanma” ihtiyacýný baþka þekillerde, bâtýl yollarla giderirler. Tarihte ve günümüzde dinsiz insan olmadýðý gibi, ilâhsýz insan da yoktur. Kimileri, hiçbir tanrýya inanmadýðýný söylese bile; onlarýn içerisinde, sýðýndýðý, baðlandýðý, yardým istediði, her þeyden çok sevdiði, her þeyden çok büyük saydýðý “bir þey” mutlaka vardýr. Ýþte o “þey” onun için bir tanrýdýr. Kur’ân-ý Kerim ilginç bir örnek veriyor: Birtakým insanlar kendi görüþlerini, kendi isteklerini, kendi emirlerini en üstün ve doðru görürler. Býrakýn bir dinin emrine uymayý, toplumda geçerli olan hiçbir kural onlarý baðlamaz. Bu tip insanlar, “kendi keyiflerine” uyarlar. Kendi arzularýndan (hevâlarýndan) baþka kutsal, kendi isteklerinden ve görüþlerinden üstün güç ve doðru kabul etmezler. Ýþte bu tür insanlar için Kur’ân-ý Kerim; “Gördün mü o kendi hevâsýný (istek ve arzularýný) ilâh/tanrý edinen kimseyi. Þimdi onun üzerine sen mi bekçi olacaksýn?”[9] demektedir.
Ýlâh zannedilen þey, insanýn kendi üzerinde büyük çapta etki ettiðini var saydýðý “güç”tür. Bu kimine göre ateþ, kimine göre Güneþ, bazýlarýna göre gök, bazýlarýna göre yýldýzlar veya burçlar, bazý kimselere göre madde, bazýsýna göre atalarýn rûhu, kimilerine göre tabiat (doða), bazýlarýna göre devlet erki, bazýsýna göre de iyilik ve kötülük tanrýlarýdýr.
Birçok ülkede tâðutlar, yöneticiler, özellikle diktatörler; tanrý gibi algýlanmýþ, karþý konulmaz üstün güce sahip, her dedikleri yapýlmasý gereken, kýzdýðý zaman gazabýyla herkesi cezalandýrabillen tanrýlar gibi düþünülmüþtür. Hatta birçok yerde bu diktatörler adýna dikilen heykellere insanlar taparcasýna saygý göstermektedirler. Karþýsýnda âyin þeklinde saygý duruþunda bulunmaktalar ve o heykeli kutsal kabul etmekte, yani putlaþtýrmaktalar.
Tarihte, Tevhid Dininden uzaklaþmýþ bütün toplumlarda farklý ilâh düþünceleri geliþmiþtir. Kimileri inandýklarý ilâhlarý adýna putlar ve mâbedler yapýp o putlara tapýnmýþlardýr. Bu putlarýn taþtan, tunçtan veya ahþaptan yapýlmasýnýn fazla bir önemi yoktur. Ýnsanlar, ilâhlarý adýna kendi elleriyle heykeller yapýp, sonra da buna, ilâhýmýz veya bizi ilâhýmýza götürecek aracýmýz diyorlar ve o heykelleri ilâh kabul ediyorlardý. “Beþerin böyle dalâleti var / Putunu kendi yapar kendi tapar.”
Kur’ân-ý Kerim’e göre, yer, gök ve ikisinde olan her þey bir olan Allah’ýndýr. Yoktan var eden yalnýzca O’dur. Bütün nimetler O’nun elindedir. Sonsuz güç ve kuvvet yalnýzca O’nundur. Bütün iþler yani kader O’nun elindedir. Yerde ve gökte olan her þey isteyerek O’na boyun eðmektedir. Her þey O’nu tesbih eder (O’na ibâdet eder, O’nu zikreder). Yerde ve gökte yalnýzca O’nun hükmü geçer. O’nun bir benzeri ve eþi yoktur. Hiçbir þey O’nun dengi olamaz. O’nun Rabliðinin, ilâhlýðýnýn, hükmünün ve yaratýcýlýðýnýn ortaðý ve yardýmcýsý yoktur. O hiçbir þeye muhtaç deðildir.
Ýnsanlar birçok ilâhlar düþünmüþlerdir, düþünebilirler de; ama “Allah” birdir ve O’nun hakkýnda baþka türlü düþünmek de mümkün deðildir. Allah, hem ilâhlýk (ulûhiyet), hem Rablik (rubûbiyet), hem hâkimlik (hâkimiyet), hem de meliklik (mülûkiyet) sýfatlarýna, iþlevine sahiptir.
Kur’an’da ‘ilâh’ kavramý, daha çok þu iki anlamda kullanýlmýþtýr: Birincisi, hak olsun bâtýl olsun, insanlarýn kendisine ibâdet ettikleri ma’bud; Ýkincisi, gerçek ibâdete lâyýk olan, âlemlerin Rabbi olan Allah.
Allah’a ait bir sýfatý veya sýfatlarý bir baþka varlýða veren, onu ilâh gibi düþünmüþ olur. Dinimizde bunun adý “þirk”tir. Allah’ýn yaratma, öldürme, diriltme, affetme, azâb etme, yoktan var etme, kutsal olma, nimet verme, hüküm koyma gibi sýfatlarý, baþka þeylerde, baþka varlýklarda var sayýlýrsa, onlar “ilâh” haline getiriliyor demektir. Bu baðlamda bir kimse; bir kiþiyi, bir kurumu veya bir baþka þeyi, “týpký tanrý gibi” diye düþünmesi, onu ilâh saymasýdýr. Ýlâh diye düþünülen þey, onu o þekilde kabul eden kiþiye göre; üstündür (müteâldir), en çok sevilendir, emirlerine ve hükümlerine mutlak uyulacak kiþidir, ondan daha büyük bir þey yoktur.
Günümüzde bu tür ilâh anlayýþýný çokça görmek mümkündür. Üzülerek söylemek gerekirse, bilimin bu kadar ilerlemesine raðmen insanlar hâlâ, geçmiþteki câhiller gibi sapýk ilâh inancýný terketmemiþlerdir. Bugün nice insan, atalarýnýn ruhunu, devlet yöneticilerini, kahramanlarý, devlet örgütlerini, uluslararasý kuruluþlarý týpký ilâh gibi görmektedir. Bu sahte tanrýlar için “bunlarýn gücü çok büyüktür, bunlara asla karþý gelinemez” diye inanýlmaktadýr.
Gazetelerin sayfalarýnda görülen “futbol ilâhý”, “müziðin ilâhý”, “sanat tanrýsý”, “seks tanrýçasý”, “ey falanca þarkýcý sana kul olayým”, “ey sevgili sana tapýyorum” gibi ifadeler iþte bu yanlýþ ilâh inancýnýn görüntüleridir. Yine bazý þarkýlarda geçen, sevgiliyi putlaþtýran sözler de bunun gibidir. Bazýlarý bir sporcuyu, bazýlarý da bir müzik veya film yýldýzýný kendisi için en üstün örnek sayar, onun peþinden gider, onu taparcasýna sever, ondan baþka üstün ve kutsal bir þey düþünmez. Ýþte bu bâtýl fikir, onu sapýk ilâh fikrine sürükler.
Rejimlerin, devlet adamlarýnýn, diktatörlerin, tek partilerin, kahramanlaþtýrýlan bazý ölülerin koyduklarý ilkeler ve kanunlar, yaptýklarý iþler ve uygulamalarý hakkýnda, “karþý gelinemez, deðiþtirilemez, itaat edilmesi zorunlu ilkelerdir” düþüncesi, onlarý ilâh saymanýn çaðdaþ görüntüleridir. Ýnsanlar bu gibi otorite sahiplerinde olaðanüstü bir güç var sanmaktalar, dolayýsýyla onlarda ilâhlýk sýfatlarý görmekteler.
Bazýlarýnýn, “birtakým kiþilerin veya gruplarýn fikirleri, ilkeleri, kanunlarý en üstündür, onlarýn üzerinde güç ve otorite yoktur” þeklindeki inançlarý, onlarýn dinleridir. Ayný konuda âlemlerin rabbi Allah’ýn insanlar için indirdiði hükümlere aldýrmamak, onlarý reddetmek, ya da onlarýn yerine kiþilerin ve kurumlarýn hükmünü kabul etmek; onlarý ilâh haline getirmenin göstergesidir.
Câhiliye döneminde cömertliðiyle meþhur Hâtem Tâî’nin oðlu Adiyy bir gün boynunda altýndan bir haç asýlý olduðu halde Peygamberimizi ziyarete geldi. Kendisine Adiyy b. Hatem’in geldiði haber verildi. Rasûlullah (s.a.s.) o sýrada 9/Tevbe sûresi 31. âyeti okuyordu. Adiy b. Hâtem, orada söylenenleri duyunca þöyle dedi: “Ben yahûdileri ve hýristiyanlarý tanýrým, onlar hahamlarýna ve papazlarýna ibâdet etmiyorlar ki...” Bunun üzerine Ekrem Rasûl þöyle buyurdu: “Evet, onlar (onlarýn önünde secde ederek) ibâdet etmiyorlar, fakat onlar halka bir þeyi helâl veya haram kýlýyorlar, halk da din adamlarýnýn bu hükümlerini kabul edip uyuyorlar. Ýþte onlarý ilâhlaþtýrýp rab haline getirmenin mânâsý budur.” Sonra Peygamberimiz onu Ýslâm'a dâvet etti, o da müslüman oldu.[10]
“Allah ve Rasûlü bir iþe hüküm verdiði zaman, mü’min bir erkek veya kadýna, o iþi kendi isteklerine göre seçme hakký yoktur. Kim Allah ve Rasûlüne karþý gelirse, apaçýk bir dalâlete/sapýklýða düþmüþ olur.”[11] Diyelim ki, herhangi bir konuda Allah’ýn koyduðu bir ölçü veya bir hüküm var. Buna karþýn ayný konuda baþka bir kiþinin, siyasî bir otoritenin, devletin veya baþka bir gücün tam aykýrý bir görüþü veya ölçüsü bulunmaktadýr. Bir insan Allah’ýn hükmüne raðmen onlarý benimser, inanýr veya peþinden giderse; iþte o kabul ettiði hükmü veya ölçüyü koyan kaynaðý ilâh haline getirmiþ demektir.
Örneðin, Allah (c.c.), Kur’an’da içki içmeyi yasaklýyor, fâiz alýp vermeyi haram sayýyor, kadýnlara örtünmeyi emrediyor, ama birtakým yöneticiler veya yetki sahipleri, içki içmeyi normal görüyor, “fâizsiz ekonomi olmaz” diyor, ya da birileri kadýnlarýn örtünmesini çaðdaþ kýyafet deðil diye yasaklýyor. Bazýlarý, “Allah’ýn ölçülerinin bir geçerliliði yoktur, bu zamanda uygulamak zordur, ama yöneticilerin koyduðu hüküm/kanun daha doðrudur, zamana daha uygundur, biz onlara inanýrýz” derse, iþte bu inanç baþkalarýný ilâh kabul etmektir.
Kim herhangi bir þeyi Allah sevgisinden fazla severse, bir þeye Allah’tan fazla saygý gösterir veya ondan bu denli korkarsa veya Allah’ýn dýþýnda herhangi bir þeye veya insana tapýnýrsa, ya da Allah’ýn hükmüne aykýrý olarak baþkalarýnýn ilkelerini daha üstün sayarsa, iþte o insan, bütün bunlarý ilâh haline getiriyor demektir.
Farklý ilâhlara inananlar bu inançlarýný zaman zaman ortaya koyuyorlar. ‘Falanca devletin, falanca uluslararasý kuruluþun veya falanca adamýn ilkeleri her þeyin üstündedir’ diyen veya diliyle demese de böyle inanan kimse, Allah’ý deðil onlarý ilâh tanýyor demektir.
Ýslâm’ýn ezelî, ebedî, deðiþmeyen ve evrensel ilkesi þudur: “Lâ ilâhe illâllah Muhammedü’r Rasûlullah (Allah’tan baþka tanrý yoktur. Hz. Muhammed Allah’ýn elçisidir).”[12]
“Allah ile birlikte baþka bir ilâh edinip tapýnma. O’ndan baþka hiçbir ilâh yoktur.”[13] “Ýnsanlar içinde Allah’tan baþkasýný O’na denk sayanlar var. Ki onlarý Allah’ý sever gibi severler. Ýman edenlerin Allah’a olan sevgileri daha büyüktür. Allah’a eþ koþarak kendi kendilerine zulmedenler, azâbý görecekleri zaman bütün kudretin ve gücün gerçekten Allah’ta olduðunu gözleri ile görür gibi bir bilselerdi.”[14]
Ýlâhlýk ve otorite birbirini gerektirir. Ýlâh denildiðinde, aklýmýza, hayatýmýz için kanun koyan, nizam ve hukuk belirleyen ve kayýtsýz þartsýz hâkimiyet sahibi Allah (c.c.) gelmelidir. Ýnsanýn fýtratýnda kendinden üstün bir varlýða yalvarma ve tapýnma ihtiyacý yatar. Her insan bir þeye tapar. Ýnsanlar fýtrattan gelen ilâh edinme ihtiyacýný sadece Allah’a yöneltmezse, baþka ilâhlara tapmýþ olurlar ki, bu da insaný küfre sokar. Kur’ân-ý Kerim’de öncelikle ve her þeyden önemli ve yoðun olarak Allah’ýn tek ilâh olduðu üzerinde durulur. Câhiliye döneminde, gerek Mekke müþrikleri, gerekse yahûdi ve hristiyanlar Allah’a inanýyorlardý; fakat Allah’ýn ilâhlýk vasýflarýný baþkalarýna da vererek, Allah’a karþý en büyük yalan ve iftira olan þirke düþmüþlerdi.
Ýlâhlýk vasýflarýnýn en önemlisi, Allah’ýn hayatýmýz için kanun koyan, nizam ve hukuk belirleyen olmasýdýr. Eðer kanun koyma, insanlar için hukuk belirleme Allah’tan baþkalarýna verilirse, bu onlara ilâhlýk vasýflarýný da vermek olur, ki bu da þirktir. Bu mânâda kanun koyucu olarak ilâhlýk taslayan tâðutlar tarih boyunca çýkmýþtýr ve çýkacaktýr. Günümüzde ve tarihte en çok görülen þirk çeþidi bunlara kulluk þeklinde olandýr. “Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandýklarýný ileri sürenleri görmedin mi? Zira tâðûta küfredip inkâr etmeleri kendilerine emrolunduðu halde tâðûtun önünde muhâkemeleþmek, onlarýn hükümlerini uygulamak istiyorlar. Hâlbuki þeytan onlarý büsbütün saptýrmak istiyor.”[15]; “Kim tâðûta küfredip onu inkâr ederek Allah’a iman ederse, muhakkak o, kopmasý mümkün olmayan sapasaðlam kulpa yapýþmýþ olur.”[16]
Kur’ân-ý Kerim bize bütün Peygamberlerin tevhid akîdesiyle gönderildiðini bildirir: “(Ey Muhammed!) Senden önce gönderdiðimiz her Peygambere; Benden baþka ilâh yoktur, Bana ibâdet/kulluk edin’ diye vahyetmiþizdir.”[17]; “Andolsun ki Biz, ‘Allah’a kulluk/ibâdet edin ve tâðuttan sakýnýn’ diye (emretmeleri için) her ümmete/topluma, bir peygamber gönderdik.”[18]
Tevhid’in Kýsýmlarý
Tanýmýndan da anlaþýlacaðý gibi, Tevhid üç kýsýmdýr:
1- Zât’ta tevhid: Allah’ýn (c.c.) zâtý yönünden tek olmasý, bir benzerden, ortaktan (þerikten) münezzeh/uzak olmasý demektir. Allah (c.c.) ayný zamanda insanlarýn bildiði gibi bir cisim, bir cevher (görünen bir varlýk), bir þeylerin bileþimi de deðildir. “De ki O Allah bir’dir.”[19]; “Gerçekten, sizin ilâhýnýz hakikaten bir’dir.”[20];“Allah’tan baþka ilâh yoktur.”[21]
2- Sýfatta Tevhid: Allah (c.c.) sýfatlarýnda da tektir, hiçbir varlýk O’na sýfatlarýnda ortak (þerik) veya denk deðildir. Allah’ýn sýfatlarý denildiði zaman, Allah’ý bize bildiren Ýlâhî özellikleri akla gelir. Allah’ýn sýfatlarý O’na aittir ve Kendisi gibi ezelîdir, baþlangýcý yoktur. Bazý sýfatlar sadece Allah’a aittir. Bu sýfatlar O’ndan baþka hiçbir yaratýkta olamaz. Örneðin, “Beka/sonu olmamak” sýfatý gibi. Allah’ýn sonu yoktur, O ölüýmsüzdür, varlýðý asla sona ermez. Allah (c.c.) bazý sýfatlarýný yarattýðý bazý varlýklara da vermiþtir. Meselâ, “hayat/diri ve canlý olma” sýfatý gibi. Canlýlar da hayat sahibidir, ama günün birinde onlarýn hayatý sona erer. Hayvanlar ve insanlar “görme” sýfatýna sahiptirler, ama onlarýn görmeleri sýnýrlýdýr, bazý araçlarla olmaktadýr. Allah’ýn görmesi ise týpký diðer sýfatlarý gibi mutlaktýr, bir aracýya, bir organa muhtaç deðildir.
3- Fiilde Tevhid: Allah’ýn yaratmasýna, bir þeyi yokluktan varlýða çýkarmasýna O’nun fiili denir. Yaratma yalnýzca Allah’a aittir. Çevremizde ve evrende gördüðümüz bütün olaylar ve oluþumlar, Allah’ýn yarattýðý sebeplere baðlý olarak meydana gelmektedir. Asýl yaratýcý Allah’týr. Âlemi, âlemin içindeki her þeyi, insaný ve insanla ilgili her þeyi yaratan O’dur. O’nun bu yaratmasýnda bir ortaðý, bir yardýmcýsý veya bunlara benzer bir þey yoktur. Var eden de O’dur, öldüren de O’dur, varlýðýn devamýný yaratan da O’dur.
Fiilde Tevhid, Allah’ýn tek yaratýcý olmasýna inanmaktýr; yaratma ve var etme sýfatýný baþka ilâhlara vermemektir. O’nun yaratmada bir yardýmcýsý olmadýðý gibi, âlete, araca, organa, zamana da ihtiyacý yoktur. “Bir þeyi dilediði zaman, O’nun emri, ona yalnýzca ‘ol’ demesidir; o da hemen oluverir.”[22] Tevhid, Allah’ý “ulûhiyyette/ilâhlýkta” ve “rubûbiyyette/rablikte” tek ve bir bilmenin ifadesidir. Allah (c.c.) hem yaratýcý olarak tek ilâhtýr, hem de evreni ve içindekileri yaratan, düzenleyen, idare eden ve insanlar için hükümler koyan bir Rabdir.
Kimileri “Allah vardýr ve yücedir” derler, ama O’na birtakým þeyleri eþ tutarlar. Bazý þeyleri Allah (c.c.) gibi düþünürler. Veya Allah’a ait sýfatlarý onlara verirler. Onlarýn týpký Allah gibi saygý duyulacak, emirlerine itaat edilecek, önlerinde boyun eðilecek yüce varlýklar olduðunu kabul ederler. Ya da “Allah büyüktür” dedikleri halde, hayatlarýna iliþkin temel hükümleri bir baþka makamdan alýrlar. Allah’ýn koyduðu helâl ve haram hükümlerini kabul etmezler, onlarýn yerine tâðutlarýn hükümlerini benimserler. Bu gibi kimseler Tevhid’e iman etmemiþ sayýlýr. Çünkü Hz. Allah, hem eþi ve benzeri olmayan tek ilâhtýr, hem de tek Rab’dir. Tek Rab olmanýn anlamý; yaratan, þekil verip terbiye eden, yöneten, tek sahip ve hüküm koyucu demektir. Ýlâhlýðý Allah’a yakýþtýrýp da rab’liði baþkalarýna tanýyanlar Tevhid’i bilmeyenlerdir. Böyle yapanlar þirk koþup müþrik olanlardýr.
Kur’an’ýn ifadesi açýk olmasýna raðmen, Allah’ýn hükümlerine zýt olacak þekilde, onlarý beðenmeyerek, “bana göre, bize göre, bizim sistemimize göre, çaðýmýza göre, falanca atamýzýn ilkesine göre, filanca bilim adamýna ve efendiye göre” gibi ölçüler Tevhid’e uymaz. Böyle bir inanca sahip olanlar, Allah’ýn Rabliðini tanýmayanlardýr. “…Dikkat edin, hükmün tamamý O’nundur…”[23] Burada söz konusu edilen nokta, Allah’ýn ölçülerine raðmen, sýrf onlarýn yerine geçmesi için hüküm koyma ve Allah’ýn dininin yerine baþka dinler uydurma mantýðýdýr. Bu Tevhid’e kesinlikle aykýrýdýr.
Öyleyse, Tevhid’e inanan bütün mü’minler, bu inanmanýn gereðine uymak zorundadýrlar. Allah’ý hem ilâhlýkta tek ve bir, hem de Rab olmada tek ve bir bilecekler. O’nun emrinin, O’nun hükmünün, O’nun büyüklüðünün üzerine hiçbir þey koymayacaklar. O’nu zâtýnda, sýfatlarýnda, fiillerinde “ehad/tek” olarak tanýyacaklar. Bazýlarýnýn yaptýðý gibi gökleri Allah’a, yeryüzünü de insanlara býrakmak Tevhid deðildir. Yani onlara göre “Allah, yer ve gökleri yarattý ve yönetmektedir. Tamam bu doðrudur; O Allah, gökleri yönetmeye devam etsin, canlýlarýn rýzkýný versin, sýkýþanlarýn da yardýmýna koþsun, ama yeryüzüne, toplumlarýn ve devletlerin yönetimine karýþmasýn. Toplumlara ve insanlara ait hükümleri biz O’ndan daha iyi biliriz” þeklinde düþünürler ve inanýrlar. Ýþte bu mantýk ‘þirk’ mantýðýdýr, tuðyandýr, tâðutluktur.
Dikkat edilirse, Ýslâm gelmeden önce câhiliye insanlarý “Allah yoktur” demiyorlardý. Allah’ýn var olduðuna inanýyorlardý, ama O’na putlarý ortak koþuyorlardý ve O’nun insanlar hakkýnda koyduðu hükümleri tanýmýyorlardý, ya da O’nun adýna kendileri hüküm koyuyorlardý.
“Mistisizm felsefesinin etkisinde kalan sufiler, tevhidi; tevhid-i küsûdî, tevhid-i þuhûdî, tevhid-i vücûdî olarak üçe ayýrýr. Bu üç tip tevhid anlayýþýndan birincisi olan “Lâ ilâhe illâllah” için kalabalýklarýn tevhidi, ikincisi olan “Lâ meþhûde illâllah” için seçkinlerin tevhidi, üçüncüsü olan “Lâ mevcûde illâllah” için ise zirvedekilerin tevhidi olduðunu söylerler. Lâ mevcûde illâllah söylemi ile bu anlayýþ, yeryüzünde Allah’ýn varlýðýnýn dýþýnda bir varlýðý kabul etmemektedir. Mistisizm buna “vahdet-i vücûd/varlýðýn birliði” adýný vermektedir. Yani kâinattaki tüm varlýklar Allah’ýn bir parçasýndan ve görüntüsünden ibârettir. Bu iddiada bulunan çok sayýda mutasavvýf yetiþmiþ olup bugün dahi bu anlayýþý savunanlar mevcuttur.”[24] Tevhidi, Allah’ýn ve Rasûlü’nün anlaþýlmasýný istediði gibi deðil; vahiy dýþý dýþarýdan gelen etkilerle oluþturan bu tevhid anlayýþý, tevhidden çok uzak bir sapýk görüþtür.
Tevhidin Pratik Görüntüleri
Bu muazzam görüntüyü ve Allah’ýn vahiy ile öðrettiði Tevhid’i beþ maddede daha açýk görebiliriz:
1- Kâinattaki Tevhid: Kâinattaki her varlýk bu inancý bize haber veriyor. Kur’an’da sýk sýk bu duruma dikkat çekilmekte, Allah’ýn sonsuz kudretinin eserine bakmamýz tavsiye edilmektedir. Kâinattaki her varlýk kendine ait bir özelliðe sahiptir ve her biri kendi görevini yerine getirmektedir. Bu durum, Tevhid’in göstergesidir.[25]
2- Siyasette Tevhid: Siyaset, idare etme, yönetme ve yönlendirmedir. Âlemlerin Rabbi Allah (c.c.), âlemleri yaratan ve idare edendir. O’nun hükmü hem kâinatta hem de insan hayatýnda geçerlidir. “O gökte de ilâhtýr, yerde de ilâhtýr.”[26] Allah’ý dünya ve toplum iþlerine karýþtýrmak istemeyen mantýk Tevhid’e aykýrýdýr ve tâðutluktur.
3- Toplumda Tevhid: Ýslâm ümmeti, Tevhid Dinine inanmakla tek bir ümmet, tek bir topluluk olmaktadýr. “Ümmetiniz bir tek ümmettir ve Ben de sizin Rabbinizim. O halde gereði gibi ibâdet edin.”[27] Öyleyse mü’minler, hayatlarýna Tevhid ilkelerini hâkim kýlarak birliklerini koruyacaklar, Allah’ýn ipine sýmsýký sarýlarak ayrýlýp parçalanmayacak ve vahdete ulaþacaklar. Mü’minleri, ancak Tevhid ilkelerine topluca sarýlma birleþtirir, bir araya getirir. Mü’minler, kendilerine Allah’ýn âyetleri geldikten sonra parçalanýp bölük pörçük olanlar gibi olamazlar.[28]
4- Kiþide Tevhid: Ýman edenler, Ýslâm’ýn kendilerinden istediði mavahhid tipli insan olmak, hayatlarýnýn her ânýnda Tevhid inancýný yansýtmak, kulluðu tek olan Rablerine yapmak durumundadýrlar. Muvahhid, bütün benliði ve duygularýyla Tevhid ilkelerine inanýr, mücâdelesini bu uðurda yapar.
5- Yürekte ve Dilde Tevhid: Mü’minler, Tevhid Dininin özeti olan Tevhid Kelimesini yürekten kabul ederler, inanýrlar, dilleriyle de inandýklarýný ortaya koyarlar. Sonra da bu inançlarýný fikirde, düþüncede, ahlâkta, ibâdette, sosyal hayatta ve her konuda gösterirler. Tevhid’in ilkelerini hayata hâkim kýlarlar.
“Lâ ilâhe illâllah” dedikten sonra, baþka ilâhlarýn peþine gitmezler, þirk olabilecek fikirleri kabul etmezler, ilâh zannedilenlelerin ve tâðutlarýn hükümlerine itibar etmezler. Allah’a raðmen insanlara hükmetmeye kalkýþanlara yüz vermezler. Ýbâdetlerini yalnýzca Allah’a yaparlar. Ýmanlarýndan asla taviz vermezler. Rabbimiz buyuruyor ki: “Allah’a dayan, vekil olarak Allah yeter… Allah bir adamýn göðsünde iki kalp yaratmadý…”[29]
Ýþte bu mânâda kim Kelime-i Tevhid’i kabul ederse, kim hayatýný bu inanç doðrultusunda yaþarsa, kimin son sözü “lâ ilâhe illâllah Muhammedu’r Rasûlullah” olursa, onun cennete gideceði umulur.[30]
Ýnsanlýk tarihi baþtan baþa bir Tevhid mücâdelesi tarihidir. Ýnsanlar þirk dinine girip saparak azdýkça, yoldan çýktýkça Allah’ýn peygamberleri onlarý Tevhid’e dâvet ettiler, kurtulmalarýný saðlamaya çalýþtýlar. Ýnsanlar Rablerine isyan etmeye, Allah (c.c.) da onlara elçi ve elçilerle beraber kurtuluþ dâvetini göndermeye devam etti.
Bugün de Allah’ýn son vahyi olan Ýslâm, O’nun kitabý Kur’an ve bunlarýn tebliðicisi Hz. Muhammed, bütün insanlýðý Tevhid’e dâvet ediyor. Çünkü gerçek kurtuluþ Tevhid’e uygun yaþamaktýr. Kur’an’ýn deyiþiyle; “…Darmadaðýnýk birçok düzme ilâhlar mý hayýrlýdýr, yoksa hepsine ve her þeye gâlip Kahhar (sonsuz güç sahibi) bir tek olan Allah mý?”[31]
Tevhidi kabul eden insan Allah’a þöyle söz vermiþ olur: “Ben ancak Senin emirlerine kayýtsýz þartsýz uyarým, Sana dayanýr ve Sana güvenirim. Cezalandýracak ve mükâfatlandýracak ancak Sensin. En güzel emir Senin emirlerin ve en mükemmel kanun senin kanunlarýndýr. Senin emirlerini alaya alan, yalanlayan ve haddi aþanlara karþý koyacaðým. Senin rýzân için yaþayacaðým, Senin emrine uymayan hiçbir fikri ve kanunu benimsemeyeceðim.”
Tevhid, yine, rubûbiyet ve ulûhiyet tevhidi olmak üzere ikiye ayrýlýr.
Rubûbiyet Tevhidi
Rubûbiyet tevhidini tam olarak anlayabilmek için, rubûbiyet kavramýnýn türediði “rabb” kelimesini iyi kavramak gereklidir. Rabb kelimesi, esas olarak terbiye anlamýna gelir. Terbiyenin yanýnda, ayný zamanda ýslah etmek, üzerinde tasarrufta bulunmak, taahhüt etmek, kemâle erdirmek, tamamlamak, efendisi olmak, sorumluluðunu yüklenmek, toplamak, baþkanlýk etmek, sahip olmak, bakmak, büyütmek, sözünü geçirmek, istediðini yapabilmek, yaptýrabilmek, rýzýk vermek gibi mânâlarý kapsar.
Allah Teâlâ, âlemlerin gerçek Rabbi olduðu için, rubûbiyet (Rablik) sadece O’na aittir. Bu konuda Allah’ýn tevhidi farzdýr. Bütün bu sýfatlarýyla rubûbiyet Allah'a aittir. Yukarýda sayýlan rubûbiyet sýfatlarýnda Allah'a ortak kabul etmek þirktir. Çünkü her yönüyle yaratan, rýzýk veren, her þeye sahip olan O’dur. Ýþleri idare eden, öldüren ve dirilten, fayda ve zarar vermeye gücü yeten, yükselten ve alçaltan O’dur.
Rubûbiyet tevhidi; göklerin ve yerin yaratýcýsýnýn sadece Allah olduðuna ve bütün kâinat iþlerini O’nun düzenlediðine inanmaktýr. Bu imanýn gereði olarak insan, sadece Allah’a kulluk/ibâdet etmeli ve O’na hiçbir konuda ortak koþmamalýdýr. Rubûbiyet tevhidi, fýtraten insanýn kalbine yerleþtirildiði için çoðu zaman müþrikler de dâhil olmak üzere (istisnâlar dýþýnda) bütün insanlýk tarafýndan kabul görmüþtür. Tarih boyunca çok az insan rubûbiyyet tevhidinde sapýklýða düþmüþtür. Mekke müþrikleri taptýklarý putlarýn rubûbiyet sýfatlarýný taþýmadýklarýný pekâlâ biliyorlardý. Fakat buna raðmen sahte ilâhlarýna saygý ve tâzim gösteriyorlardý. Bu konu Kur’ân-ý Kerim’de þöyle anlatýlýr: “Gökleri ve yeri yaratan, güneþi ve ayý buyruðu altýnda tutan kimdir?’ diye sorarsan, þüphesiz ‘Allah’týr’ derler.”[32]; “De ki: ‘Size gökten ve yerden rýzýk veren kimdir? O kulaklara ve gözlere mâlik bulunan kimdir? Ölüden diriyi, diriden de ölüyü kim çýkarýyor? Bütün iþleri kim idare ediyor?’ Hemen: ‘Allah’ derler.”[33]
Kur’ân-ý Kerim’deki bu âyet-i kerimelerden anlaþýlýyor ki, kiþi sadece bu tür bir tevhidi kabul etmekle Ýslâm dinine girmiþ olmaz. Çünkü, yukarýda geçen âyetlerde ifade edildiði üzere Mekke müþrikleri de Allah’ýn rubûbiyetini ikrar ediyorlar; yani yaratan, yoktan var eden, fayda ve zarar vermeye gücü yeten, duâlara icâbet eden vb. sýfatlara sahip yüceler yücesi Allah'a inanýyorlardý. Ne var ki, putlarýna/tanrýlarýna kendileri için þefaatçi olsunlar diye tapýyor, onlarý Allah’ý seviyormuþ gibi seviyorlardý. Doðal olarak bu halleriyle müþrik oluyorlardý.
Kur’an, ulûhiyet tevhidi olmadan, sadece rubûbiyet tevhidi ile kiþinin kurtuluþa eriþemeyeceðini açýkça belirlemiþtir. Ýnsanýn muvahhid bir müslüman sayýlabilmesi ve cehennem azâbýndan kurtulabilmesi için rubûbiyet tevhidi ile beraber ulûhiyet tevhidine de iman etmesi lâzýmdýr. O halde ulûhiyet tevhidi nedir?
Ülûhiyet Tevhidi
Ulûhiyet tevhidi, Allah'a, Onun belirlediði ibâdet þekilleri ile ibâdet etmektir. Ýbâdette Allah’ý birlemek, baþkasýný O’na ortak kabul etmemektir. Kalbin korkarak ve ümit ederek Allah'a baðlanmasýdýr. Ulûhiyet tevhidi; ibâdette, boyun eðmede, hüküm koymada, kesin itaatte tek ve ortaðý olmayan Allah’ý birlemektir.
Rubûbiyet ve ulûhiyet tevhidi beraber olmalýdýr. Bunlardan biri bulunmazsa kiþi muvahhid olamaz ve þirke düþer. Müþrikler, rubûbiyet tevhidini kabul ediyorlardý. Ancak bununla birlikte putlara tapýyorlar ve yeryüzünde Allah’ý tek hüküm koyucu olarak kabul etmiyorlardý. Ayný þekilde ehli kitap da, Allah’ýn yeryüzünü yarattýðýný kabul etmelerine raðmen O’na oðul isnat ederek ve helâl-haram kýlma yetkilerini din adamlarýna vererek þirke düþmüþlerdir. Ulûhiyet tevhidi çok önemlidir. Bütün peygamberlerin tebliðlerinde en çok vurguladýklarý husus ulûhiyet tevhididir: “Biz her kavme: ‘Allah'a ibâdet edin ve tâðuta kulluktan sakýnýn; sizin O’ndan baþka ilâhýnýz yoktur’ (diye teblið etmesi için) bir peygamber gönderdik.”[34]; “(Nuh): ‘Ey kavmim! Allah'a kulluk/ibâdet edin, sizin O’ndan baþka ilâhýnýz yoktur’ dedi.”[35]
Tevhidin þiarý, Lâ ilâhe illâllah’týr. Bu ifâde, ulûhiyeti Allah’tan baþka her þeyden kaldýrýp atmayý ve ulûhiyeti sadece O’na has kýlmayý içermektedir. “Böyledir. Allah, hakkýn ta kendisidir. O’nu býrakýp taptýklarý ise bâtýldan baþka bir þey deðildir. Doðrusu Allah yücedir, büyüktür.”[36]
Tevhidin en açýk tezâhürü, Allah’ýn emirleri ile, sevilen kiþi veya herhangi bir þeyin istekleri çatýþtýðýnda, Allah’ýn emirlerini tercih etmektir. “Ýnsanlar arasýnda Allah’ý býrakýp, O’na koþtuklarý eþleri ilâh olarak benimseyenler ve onlarý Allah’ý severcesine sevenler vardýr. Mü’minlerin Allah’ý sevmesi ise hepsinden kuvvetlidir.”[37]
Peygamberlerin görevleriyle ilgili âyetler, tevhid’in temelinin sadece Allah'a ibâdet etmek olduðunu açýkça beyan ediyor. Peygamberlerin gönderiliþlerindeki temel amaç, insanlarý Allah'a kulluða/ibâdet etmeye çaðýrmaktýr.
Tevhidin Yansýmalarý
Kur’ân-ý Kerim’in tevhid ile ilgili âyetlerine dikkatle baktýðýmýz zaman tevhid akîdesinin sadece fikrî, zihinsel ve felsefî bir telakki olmayýp; insan ve kâinat konusunda baþlý baþýna çok genel bir düþünce ve yaþam biçimi olduðunu açýkça anlarýz. Kavramlar arasýnda, insan hayatýný “tevhid” kavramý kadar çepeçevre kuþatan, çok boyutlu bir baþka kavram bulmak mümkün deðildir. Bundan dolayý tarih boyunca bütün Ýlâhî dâvetler, Lâ ilâhe illâllah esasýný açýklayarak iþe baþlamýþlardýr.
Evrendeki Tevhid
Kur’an’ýn insanlara kazandýrmaya çalýþtýðý dünya görüþüne göre kâinat ve kâinattaki bütün varlýklar yüce bir kuvvet olan Allah tarafýndan yaratýlmýþtýr. Evrendeki düzen de Allah tarafýndan yaratýlmýþtýr. Kur’an, evrendeki düzenin Allah tarafýndan takdir edilmiþ olduðunu açýkça beyan ediyor. Kur’an’daki birçok âyet, çeþitli ifade biçimleriyle insanýn dikkatini evrenin saðlam düzenine çekerek, evrenin yaratýcýsýnýn birlenmesi gerektiðini vurguluyor. “Biz gökleri, yeri ve ikisi arasýndakileri oyun ve eðlence olsun diye yaratmadýk.”[38]; “Gerçek þu ki, göklerde ve yerde her ne varsa O’nundur. Hepsi O’na boyun eðmiþlerdir.”[39]; “Göklerde ve yerde bulunan her þey, Rahmân’a kul olarak gelecektir.”[40]; “O (Allah), geceyi sizin için istirahat etmenize elveriþli, gündüzü de (geçiminizi saðlamanýz için) aydýnlýk yapmýþtýr. Þüphesiz bunda iþiten bir toplum için ibretler vardýr.”[41]
Bu âyetler, bütün evrende var olan düzeni; evrenin yaratýcýsý, idare edicisi ve evirip çevireni olan Allah’ýn birliðine apaçýk bir delil sayýyor. Bizden de, kâinatta var olan bu mükemmel düzen ve bu düzenin saðlamlýðý ve bütünlüðü üzerine düþünmemizi ve bu yolla tevhid fikrine ulaþmamýzý istiyor.
Tevhid ve Allah’ýn Hâkimiyeti
Tevhid, bütün beþeriyetin, sahte ilâh ve rablere baþkaldýrarak esâret zincirinden kurtulmasý ve Allah’tan baþkasýna kul olmamasý demektir. Bu yüzden, tevhid kavramý ayný zamanda, kullara kul olmanýn pençesinden kurtularak yalnýz Allah'a kul olmaya yönelmek ve bunun tabii neticesi olarak da Allah’ýn hâkimiyetini kabul etmek; Allah’ýn egemenliðinin dýþýnda her gücü, sultayý, otoriteyi, sistemi, fikri, ideolojiyi, dünya görüþünü, kýsacasý hangi kýlýf, örtü ve görüntü altýnda olursa olsun hâkimiyet/egemenlik iddiasýnda bulunan her kimseyi ve her þeyi reddetmek anlamlarýný da içerir.
“Rabb’in, yalnýz kendisine kulluk etmenizi... emretti.”[42] “Hüküm, hâkimiyet/egemenlik yalnýz Allah’ýndýr. O, yalnýz Kendisine ibâdeti/kulluk yapmanýzý emretmiþtir. Ýþte dosdoðru din budur.”[43] Bu âyetler þu gerçeði açýkça ortaya koyuyor: Allah'a inanmanýn, tevhid dinine dâhil olmanýn ve muvahhid sayýlabilmenin þartý, kiþinin Allah’ýn hâkimiyetini kabul ederek, O’nun isteðini, kendi dilediðine veya baþkalarýnýn isteklerine tercih etmek ve tüm diðer arzularý O’nun yolunda fedâ etmektir. Müslüman olmak, kýsaca Allah’ý kural koyucu sýfatlarýyla tek, emir verici olarak tek, yasak koyucu olarak tek ve insan hayatýna hükmedici olarak tek olarak kavramak, inanmak ve bu doðrultuda yaþayýp tavýr koymaktýr.
Tevhid ve Tâðutlarla Mücâdele
“De ki: ‘Ey kitap ehli! Bizim ve sizin aranýzda eþit olan bir kelimeye gelin: Yalnýz Allah'a ibâdet edelim; O’na hiçbir þeyi ortak koþmayalým; bazýmýz bazýmýzý Allah’tan baþka rabler edinmesin.’ Eðer yüz çevirirlerse: ‘Þâhid olun, biz müslümanlarýz’ deyin.”[44]; “Ýman edenler Allah yolunda savaþýrlar; kâfirler de tâðut yolunda savaþýrlar. O halde, þeytanýn dostlarýyla savaþýn; çünkü þeytanýn hilesi zayýftýr.”[45]
Sosyal bir hayat nizâmý olarak tevhid, halkýn bilgisizliði ve þuursuzluðu üzerine dayalý veya onlara zulmetmek üzere kurulan câhilî ve tâðutî sistemleri temelden deðiþtirecek plan ve projeler sunar. Tevhid, sýrf fikrî ve nazarî bir akîde deðil; eyleme yönelik, pratik çözüm yollarý sunan bir sistemdir. Tevhid akîdesi, yalnýzca tabiat ötesi/metafizik konulara izah getiren ve ahlâk ile ilgili konularda sözkonusu edilebilecek bir tasavvur deðil; þirk temeli üzerine oturmuþ tâðutî sistemlere karþý muvahhidlere planlý, programlý bir hareket mantýðý sunan, inkýlapçý bir baþkaldýrýdýr.
Tevhid akîdesi, pratik, eyleme dönük bir hareket ve câhiliyyeye, þirk temeline dayanan sistemlere bir baþkaldýrý ve de müstekbir, zâlim tâðutlara karþý siyasî, iktisadî, sosyal ve hukukî bir sistem olmasaydý, tarih boyunca bu akîdeyi kavimlerine sunan bütün peygamberlere karþý savaþ açýlýr mýydý?
Ýslâm güneþinin doðduðu sýralarda Mekke’de hayatlarýný sürdüren “Hanifler”in konumu, bu konuya ýþýk tutmasý bakýmýndan oldukça önemlidir. Peygamberimiz’e peygamberlik görevi verileceði dönemde Mekke’de Hz. Ýbrâhim’in þeriatý üzerine yaþayýþ sürdürdüklerini iddia eden Hanif dini taraftarlarý vardý. Bunlar, putlara tapmaktan vazgeçerek Hz. Ýbrâhim’in dinine girmiþlerdi. Bunlar, Allah’ý birliyor ve kavimlerinin putlarý adýna kestikleri kurbanlarý yemiyorlardý. Panayýrlarda tevhidin hakikati ile ilgili nutuklar söylüyorlar, putlarýn bâtýllýðýna dair deliller getiriyorlar ve onlara tapmamayý öðütlüyorlardý.
Ne var ki, Hanif dininden olduðunu iddia eden bu kimselerin savunduklarý düþünce, sadece zihinde taþýnan, salt fikir ve kuramsal inanýþ ve anlayýþ olmaktan öteye gitmiyordu. O yüzden müþrik Mekke toplumunda en ufak fikrî ve pratik bir etkinlikleri yoktu. O putperest toplumda ortaya koyduklarý fikirleri, sadece nazarî inanç biçimiydi. Bunun için de bu kimseler, þirk temeline dayalý o câhilî toplumda müþrik putperestlerle ayný ortamda, birbirleriyle fiilî olarak çatýþmadan yaþýyorlar ve bu konumlarý kendilerini fazla rahatsýz etmiyordu. Kokuþmuþ bu küfrî toplum düzeninin geleneði, göreneði, örf ve âdetlerinin pratik olarak içindeydiler. Bu yüzden, pratik yaþamdan uzak bulunan ve sadece nazariye olmaktan öteye gitmeyen tevhid akîdesine baðlý olmalarý, onlarý o haysiyetsiz yaþayýþ tarzýndan, câhilî ortamdan ve kokuþmuþ zulüm tasallutu altýnda zelil bir hayat sürdürmekten uzaklaþtýrmýyordu.
Ýslâmî dâvetin en önemli ve temel maddesi, tevhidin isbatý ve þirkin reddi olduðu için, câhilî Mekke atmosferinde, yerleþik þirk düzeni içerisinde gündeme gelen tevhid akîdesi, özel bir yaþam biçimini göstererek, inkýlabçý bir kimlikle iþe baþladý. Ýslâm’ýn siyasî, iktisadî ve sosyal bir sistemin ve hayatýn bütün alanlarýna hükmeden bir nizamýn adý olduðu net bir þekilde ilân edildi. Þirkin her çeþidinin çürütüldüðü deliller ileri sürüldü ve gâyet özlü bir þekilde insanlar tevhide dâvet edildi. Tevhid fikri anlatýlýrken, sadece zihinsel olarak Allah’ýn var oluþu deðil; O’nun tek oluþunun anlamý ve bu akîdeye olan ihtiyaç da anlatýldý. Ýþte Rasûlullah’ýn (s.a.s.) kavmine sunduðu tevhid anlayýþý ile Hanifler’in savunduklarý tevhid fikri arasýndaki temel fark bu noktada odaklaþýyor: Bir yanda hayatýn bütün alanlarýna hükmeden, hem zihinsel, fikirsel ve hem de pratiðe yansýyan bir akîde; diðer yanda sadece zihinde yer eden, sadece kalpte yer tutan ve pratiðe indirgenemeyen, hayata geçirilemeyen bir inanç...
Peygamberimiz’in, risâlet ile görevlendirildikten sonra yaptýðý ilk iþ, inanç ve amele dayanan, teorisi ve pratiði olan gerçek tevhid anlayýþýný yerleþtirmek olduðu için Mekke’nin egemen güçleri, idareyi ellerinde tutan müstekbirler, kendisine karþý savaþ baþlattýlar. Savunduðu bu saf akîde, Peygamberimiz’i kâfirlerle karþý karþýya getirdi. Kâfirler, kendine has, özel bir yaþam biçimi sunan bu akîdenin, kendi câhilî sistemleriyle asla uzlaþmaya girmeyeceðini, yeryüzünde tâðutî rejimlerle sürekli ve amansýz bir mücâdele içerisinde olacaðýný, kýsacasý küfre karþý devamlý bir savaþým vereceðini kesin bir þekilde anladýlar. Tevhidin, uygulamaya ve tâðutî düzenlere karþý baþkaldýrý ilaný olduðu anlayýþý, onlarýn neden, daha önce ayný akîdeyi savunan Hanifler’e karþý en ufak bir tepki göstermezken, Hz. Peygamber ve onunla beraber olanlara karþý þiddetli bir savaþýn içerisine girdiklerini açýkça ortaya koyuyor.
Kur’ân-ý Kerim’de Tevhid Kavramý
Kur’ân-ý Kerim’de “Ýlâh” kelimesi, toplam 147 yerde geçer. “Allah” lafzý ise, tam 2697 yerde kullanýlýr. "Lâ ilâhe illâllah" þeklindeki tevhid kelimesi/cümlesi Kur'an'da iki yerde[46] geçer. Ayný anlama gelen "Lâ ilâhe illâ Hû" þeklinde 30 yerde tekrarlanýr. “Ýman” kelimesi, deðiþik kullanýmlarla toplam 878, onun zýddý olan “küfür” sözcüðü 525 yerde, tevhidin zýddý olan “þirk” de 168 defa zikredilir. Sadece bu kelimelerin geçtiði, direkt olarak tevhidi anlatan âyetlerin sayýsýnýn toplam 4447 olduðunu deðerlendirdiðimizde, Kur’an’ýn her üç âyetinden ikisinin tevhidden bahsettiðini görmüþ oluruz. Bunun yanýnda, farklý ifadelerle tevhidin anlatýldýðý âyetleri de göz önünde bulundurduðumuzda, Kur'an'ýn Allah'ýn tek bir ilâh olduðuna inanmaya ne kadar önem verdiðini ve bütün Kur'ânî esaslarýn tevhid inancý esasýna dayandýðýný görürüz.
Tevhid, yaratýlýþtan bile öncedir.[47] “Lâ ilâhe illâllah” kelimesi, Ýslâm dininin temel rüknü olduðuna göre Tevhid olmadan Ýslâm dininden de bahsetmek mümkün olmaz. Bu yüzden Tevhidin ilk olarak açýklanmasý, teblið edilmesi ve beyan olunmasý gerekmektedir: “Senden önce gönderdiðimiz her peygambere; ‘Benden baþka ilâh yoktur, Bana kulluk edin’ diye vahyetmiþizdir.”[48] Aslýnda Kur’ân-ý Kerim Tevhidin, yani “Lâ ilâhe illâllah”ýn mânâsýný açýklamak üzere gönderilmiþtir. Tevhid akîdesinin, küçük bir þüpheye yer býrakmadan, saf ve katýksýz bir þekilde yerleþmediði bir kalpte hakiki imandan bahsetmek mümkün deðildir. Gerçek bir iman için de Allah’a imandan önce tâðutlarý tanýmamak, onlarý reddetmek gerekir.[49]
Mü’min olmanýn, Allah’ý kabul etmenin anlamý, Tevhid akîdesinin net olarak, saf, arý ve duru olarak insan kalbine yerleþmesi ve buna baðlý olarak insan hayatýnda, yani pratikte tezâhür etmesidir. Buna Allah’ýn insan hayatýna hükmetmesi de diyebiliriz. Ýnsanýn Allah’tan gayrý bütün sahte ilâhlarý reddetmesi, sadece Allah’ýn kopmak bilmeyen saðlam kulpuna yapýþarak diðer bütün iplerin kesilmesi... Ýþte Tevhidin rûhu budur.
O halde bize düþen, Tevhid akîdesini aslýndan öðrenmek ve yeniden ona dönmektir. Ancak bu þekilde câhiliyyenin bataklýðýndan kurtulabilir ve yeniden dünya toplumlarý arasýndaki izzetimizi kazanabiliriz. Kur’an Allah Teâlâ’nýn varlýðýný isbat etmeyi deðil; O’nun sýfatlarýný konu edinmiþtir. Bu âyetlerde özellikle Tevhid, yani Allah’ýn bir tekliði üzerinde durularak Allah’ýn þerîki ve benzeri olmadýðý ifâde edilmiþtir. Kur’an’a göre Tevhidin asýl mânâsý; Allah’ýn birliðine, dengi ve ortaðý olmadýðýna insanlarýn iman etmesidir.
Amelde Tevhid
Amelde tevhid, kulluða dair eylemlerin sadece Allah'a yöneltilmesi ve Onun rýzâsý için yapýlmasýdýr. Ýnançta tevhidin doðal olarak amele yansýyacaðýný, dolayýsýyla bir tek Allah'a iman eden ve O'na ait özellikleri baþka varlýklara tanýmayan insanýn kulluðunun da tevhid üzere olacaðý kaçýnýlmazdýr. Meseleye bu çerçeveden baktýðýmýzda, aslýnda inançta tevhid ile amelde tevhidin birbirini takip eden iki ayrý unsur olmayýp, ikisinin de ayný anda gerçekleþen ve birbirini tamamlayan unsurlar olduðunu görürürz. Þu âyette inançta tevhid ile amelde tevhidin birbirinden ayrýlmaz unsurlar olduðu açýk bir þekilde vurgulanmýþtýr: "De ki: 'Ben, yalnýzca sizin gibi bir beþerim. (Þu var ki) bana, Ýlâh'ýnýzýn, sadece bir Ýlâh olduðu vahyolunuyor. Artýk her kim Rabbine kavuþmayý umuyorsa, iyi iþ yapsýn ve Rabbine ibâdette hiçbir þeyi þirk/ortak koþmasýn."[50]
Tevhidin inanç ve amel boyutunun ayrýlmaz iki unsur oluþu nedeniyle, Kur'an'da inanca ve kulluða yönelik tevhid çaðrýsýnýn daha çok birlikte yapýldýðýný görürüz:
"Ýþte Rabbiniz Allah O'dur. O'ndan baþka ilâh/tanrý yoktur. O, her þeyin yaratýcýsýdýr. Öyle ise O'na kulluk edin, O her þeye vekîldir."[51]
"Allah'a kulluk edin ve O'na hiçbir þeyi þirk/ortak koþmayýn..."[52]
"Nûh'u rasûl/elçi olarak kavmine gönderdik. Dedi ki: 'O benim Rabbimdir. O'ndan baþka ilâh yoktur. Sadece O'na tevekkül ettim ve dönüþ sadece O'nadýr."[53]
"Muhakkak ki Ben, yalnýzca Ben Allah'ým. Benden baþka ilâh yoktur. Bana kulluk et; Beni zikir/anmak için namaz kýl." [54]
Kur'an'ýn indiriliþ amacý da "sadece Allah'a kulluk/ibâdet"in gerçekleþmesidir: "Elif lâm râ. (Bu,) Bir kitaptýr ki, hikmet sahibi, her þeyden haberi olan (Allah) tarafýndan âyetleri saðlamlaþtýrýlmýþ, sonra da güzelce açýklanmýþtýr. Tâ ki, Allah'tan baþkasýna kulluk etmeyesiniz."[55] Amelde tevhid, en vecîz þekliyle Kâfirûn sûresinde özetlenmiþ ve bu sûreye bu özelliðinden dolayý ikinci Ýhlâs sûresi de denilmiþtir: "De ki: 'Ey kâfirler! Ben sizin ibâdet etmekte olduklarýnýza ibâdet etmem. Siz de benim ibâdet ettiðime ibâdet etmiyorsunuz. Ben sizin ibâdet ettiklerinize asla ibâdet edecek deðilim. Siz de benim ibâdet ettiðime ibâdet edecek deðilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim de bana!"[56] Yine fâtiha sûresinde de kullukta tevhid en vecîz biçimiyle kulun kendi aðzýndan söylettirilir: "Ancak Sana kulluk ederiz ve yalnýz Senden yardým isteriz."[57]
Tevhidi ifade eden ve bu alanda özel bir yeri olan "ihlâs" kavramýna özellikle deðinmek istiyoruz. Bu kavramýn, þirkten uzaklaþarak ibâdetin sadece Allah'a yapýlmasýný ifade etmesi, inançta tevhidi de içine almakla beraber Kur'an'da yer alýþ þekliyle daha çok kulluðun bir þartý olarak amelde tevhidi anlatmasý bakýmýndan önemli bir yeri vardýr:
"De ki: 'Rabbim adâleti emretti. Her secde ettiðinizde yüzlerinizi O'na çevirin ve dini yalnýz Allah'a hâlis kýlarak/ihlâsla (muhlisîn) O'na yalvarýn."[58]
"Þüphesiz ki Kitab'ý sana hak olarak indirdik. O halde sen de dini Allah'a hâlis kýlarak (muhlisan) kulluk et. Dikkat et, hâlis din yalnýz Allah'ýndýr. O'nu býrakýp kendilerine birtakým dostlar edinenler: 'Onlara, bizi sadece Allah'a yaklaþtýrsýnlar diye kulluk/ibâdet ediyoruz' derler."[59]
Bütün bu izahlardan anlaþýldýðý üzere amelde tevhid, inançta tevhidin doðal bir sonucu olarak kulluðun da sadece Allah'a yöneltilmesi anlamýný içermektedir. Allah'ýn tek gerçek ilâh kabul edilmesine raðmen, eðer kullukta baþka maksatlar güdülüyorsa, bu durumda tevhidin temeli sarsýlmýþ olacaktýr.[60]
Ýnsanýmýzda Tevhid Problemi ve Sebepleri
Halkýn Sahih Ýnançtan Tâviz Verme Nedenleri
1- Cehâlet: Halk dini, hurâfeler ve dâvetçilerin uyarýsýnýn yetersizliði, ihmal, emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker eksikliði. Trafik polisi yok yolda, hýz düþkünü hýrslý kimselere, acemi þoförlere ve câhillere uygun ortam.
2- Siyâsî baský ve dayatmalar, yönlendirmeler, tâðûtî tavýr; devlet dini, resmî din teþkilatlarý, Bel’amlar, irtica/gericilik yaygaralarý ve laiklik. Derin devletin psikolojik ve her çeþit baský ve sindirmesi. Resmî din anlayýþý: “Lâ”sý olmayan bir din, redsiz akaid(!) Hâlbuki insanýn kurtulmasý için kutsal küfür olan tâðutu inkâr etmek, ona küfretmek[61], varsa iyi taraflarýný örtmek ve kabul etmemek gerekli idi. Bu kutsal küfrün yanýnda, çirkin iman da vardýr; imana þirk karýþtýrmak gibi: “Onlarýn çoðu Allah’a þirk koþmadan iman etmezler.”[62]; Yine imanýn yanlýþ yere yöneldiðinin örneði olarak þöyle buyruluyor: “(Ehl-i kitap) tâðuta ve cibte (bâtýl tanrýlara) iman ediyorlar…”[63]
Ýslâm’ýn hâkim olmadýðý rejimlerde tâðutî düzenin tüm kurum ve kuruluþlarý müþrik vatandaþ yetiþtirmek için bütün güçlerini sarfederler.
3- Rubûbiyet tevhidini yeterli görmek, Allah’ýn varlýðýnýn isbat ve kabulünü merkeze almak: Ateizm, komünizm, Darvinizm karþýtlýðýný yeterli görmek. Çiçek ve böcekle, arý peteðindeki Allah yazýsý ile tatmin olmak ve bunlarý aþýrý önemsemek.
4- Mürcie düþüncesi ve haksýz teslîm (insanlarý Ýslâm’a nisbet): Ýman ayrý, amel ayrý deyip ittibâ yoluyla þirki fark etmemek. Mistisizm felsefesi, Kur’an kavramlarýný te’vil, tahrif ve dejenere etmek. Mistik yaþayýþ; pasif tepki, kabuðuna çekilme, cihad edilecek þahýslarý ve zihniyetleri kendi hallerine terk edip sadece nefsiyle uðraþmak. Felsefî veya kelâmî tartýþmalar, cedel. Eski Türk dinlerinin kalýntýsý ve geleneðin (atalar dininin) mirasý.
5- Haksýz tekfîr; antitez akaidi, mezhepçilik, grupçuluk, baðnazlýk.
6- Egemen güçlerin yönlendirmesi, özendirmesi: Saðcý, muhâfazakâr, demokratik Ýslâm anlayýþlarý. Amerikancý, düzenci din yaklaþýmý, ýlýman Ýslâm, BOP vb. yaklaþýmlarýn çekim alanýna girmek. Kafalarýn ve gönüllerin iþgali, sömürü ve köleleþtirmenin kurbanlarý.
7- Dünyevîleþme, lüks, israf, þükürsüzlük ya da geçim sýkýntýsý. Cihadýn terki ve eylemsizlik. Ýlâhî emir ve tekliflerden kaçýnma, kâfirlere özenme ve benzeme.
8- Çevre þartlarý: Medya (özellikle TV), okullar (hatta din öðreten okullar ve kurslar), yaþama biçimleri, reklâm, dostluk iliþkileri… Kimlik problemi: Kimliksizlik ya da çok kimliklilik.
9- Aþaðýlýk duygusu, kendi dinine, Müslümanlara ve kendine güvensizlik, aþýrý eleþtiri.
10- Kibir, gurur, istiðnâ.
11- Dâvetçilerin örnek yaþayýþ sahibi olamayýþlarý, sadece laf üretmeleri, tevhidin sadece siyasî yönünden bahsedilmesi.
12- Bilgi kirliliði, gereksiz konular ve konuþmalar. Endâd edinme; futbol, tv. internet, müzik gibi uyutucu ve uyuþturucularýn etkisi.
13- Laiklik: Ýki veya çok dinlilik. Câmideki veya namaz kýlarkenki Ýlâh’la; sokaktaki, okul, iþ yeri, mahkeme ve meclisteki… ilâhýn farklýlýðý. Allah’ýn sadece göklerin (tabiat güçlerinin) hâkimi olduðu anlayýþý.
Ne Yapmalý?
Kur’an ve Peygamber ne yaptý, nereden baþladý ve hangi þeye en çok önem verdi ise biz de öyle yapmalýyýz. Her konuyu “tevhid”le baðlantýlý anlatmalýyýz. “Tevhid”i sadece siyasî çýkarým ve yorumlarla baðlantýlý gündeme getirmek yerine; onu parçalamamalý ve kendimiz de “tevhid ahlâký”na uymalý, hal dilimizle, her an ve herkese teblið edebilmeliyiz.
Sorular
1- Lâ ilâhe illâllah Muhammedün Rasûlullah ifâdesinin anlamý, aþaðýdakilerden hangisidir?
a) Allah’tan baþka ilâh yoktur.
b) Ben þâhitlik ederim ki, Allah’tan baþka ilâh yoktur ve ben yine þâhitlik ederim ki, Hz. Muhammed (s.a.s.) O’nun kulu ve elçisidir.
c) Allah birdir, O’ndan baþka tanrý yoktur.
d) Allah’tan baþka ilâh yoktur. Hz. Muhammed (s.a.s.) O’nun Rasûlüdür.
2- Kanun ve hüküm koyan, otorite ve güç sahibi, kendisinden yardým istenilen, ibâdet edilen, güvenilen, sevilen ve korkulan, itaat edilen ve emirlerine uyulan, ihtiyaçlarý gideren, duâya karþýlýk veren, belâlarý gideren gibi anlamlara gelen kelime aþaðýdakilerden hangisidir?
a) Rab b) Ýlâh c) Tâðut d) Bel’am
3- Aþaðýdakilerden hangisi “tevhid kelimesi”nin tanýmýdýr?
a) Allah’ýn tek yaratýcý, yaðmurlarý yaðdýran, tabiat güçlerine hükmünü geçiren ilâh olduðuna inanmaktýr.
b) Allah’ýn insanlara kesin olarak yapmalarýný emrettiði fiillerdir.
c) Hz. Muhammed (s.a.s.)’in hayatýný anlatan ilmin adýdýr.
d) Allah’ýn zâtýnda, sýfatlarýnda, isimlerinde ve fiillerinde tek olduðuna inanmaktýr.
4- Tevhidin sözlük ve terim anlamlarýný açýklayýnýz.
5- Ýlâh kelimesi, hangi anlamlara gelir?
6- Tevhidi kabullenen insan, Allah’a nasýl söz vermiþ olur?
Ynt: Tevhid By: ceren Date: 05 Aralýk 2018, 15:27:00
Esselamu aleyküm. Rabbým razý olsun bilgilerden kardeþim....
Ynt: Tevhid By: Sevgi. Date: 03 Ocak 2019, 01:41:09
Rabbim ilmimizi artýrsýn inþaAllah
Ynt: Tevhid By: ceren Date: 03 Ocak 2019, 14:08:57
Esselamu aleykum. Allaha inanan iman eden hakkiyla tevhid inancýný yerine getirip feyze eriaen kullardan olalim inþallah. ..
Ynt: Tevhid By: Bilal2009 Date: 03 Ocak 2019, 18:38:42
Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri tevhid yolundan ayýrmasýn Rabbim paylaþým için razý olsun
Ynt: Tevhid By: ceren Date: 07 Aðustos 2019, 16:48:10
Esselamu aleyküm.Rabbim bizleri ona sonsuz tevekkül içinde ona inanan onun emrinde tevhid inancýnda yaþayan kullardan eylesin inþallah.Rabbim razý olsun inþallah...