Sizden Gelenler (Peygamber Efendimiz )
Pages: 1
Onunla gelen bereket By: sidretül münteha Date: 08 Kasým 2010, 21:42:33
Onunla Gelen Bereket


"ÜMMETÝM" DEDÝ SANA GÜN MUSTAFA

VER SELEVAT SEN DE O'NA BUL SAFA


Dar Mekke sokaklarýnda iki kiþi. Ebu Talib, bir çocuðun elinden tutmuþ olarak evnrin yolunda..

Bu çocuk, önce babasý, sonra annesi, sonra dedesi ölen; ve þimdi, amcasý Ebu Talib'e kalan kainatýn varlýk sebebi...

Amca, bir fakir adam.

Bütün serveti, üç beþ deve olmasýna mukabil, kalabalýk sayýda çoluk çocuðu var. Dürüst bir insan. Geçim sýkýntýsýnda ama cömert. Cahiliyet zamanýn çirkin adeklerine bulaþmamýþ güzel huylu biri. O da babasý gibi aðzýna içki koymamýþ.

Yoksulluðuna raðmen de kavminin reisi Böyle bir þeye o güne kadar tesadüf edilmiþ deðil. Bir insanýn milletinin baþýna geçebilmesi zengin olma þartýna baðlý.

Ebu Talib, babasýnýn vasiyetine tam tabi. Sözünün eri, Yeðenin gözü gibi koruyor. O'nu öz çocuklarýndan dahi çok seviyor. Öyle bir sevgi ki, gýpta etmemek mümkün deðil.

O, elini uzatmadan yemeðe baþlamýyor.

O, Gelmeden sofra kurulsa:

-Durun, iyor; oðlum gelsin! Sofraya uzanan eller, geri çekiliyor ve herkese beklemeye baþlýyor.

Onu yanýna almadan uyumuyor:

Sevgili Peygamberimiz:

-Sen hayýrlý ve mübareksin, diyerek iltifat ediyor.

Ne doðru... Hem hayýrlý, hem mübarek. Eðer sofraya ilk el uzatan bu mübarek çocuk olmamýþsa, yemek kifayet etmiyor ve hane halký aç kalkýyor. Ama ilk baþlayan o ise; yemek artýyor bile. Bir kase sütten mbiraz içse, kase, herkese yetene kadar tükenmiyor.

Efendimiz, her yaþta edeb timsali; sofra kurulduðunda Ebu Talib'in çocuklarý, hemen yemeðe baþladýklarý halde; O, vaktini bekleyerek sofra adabýna dikket ediyor. Bu sebeple Ebu Talib, yeðenine bazen de ayrý sofra kurduruyor.

Ýþte bu fakir evde O, sallallahü aleyhi ve sellem, geldikten sonra mala mülke bereket düþtü. Her þey artýyor, her þey çoðalýyor.

Ebu Talib'in evinde yokluk, yerini bolluða terkederken; Mekke baþka mbir hali yaþýyor. Kuraklýk ve kýtlýk, bir salgýn hastalýk gibi hurmalarý solduruyor, derelerin suyunu çekiyor, yeþil tarlalarý sarartýyor ve nihayet kilerleri, mutffaklarý tamtakýr ediyor. Daðlar ve ovalar, "su" diye inliyor gibi.

Bu arada her kafadan mbir ses geliyor. Her Mekkeli, aklýnýn erdiði kadar bir þeyler söylüyor:

-Hayýr, Lat olur mu? Ancak Uzza, bu kuraklýða çare bulur.

-Hayýr hayýr! En iyisi Menat'ýn önünde diz çökelim.

Konuþmalarý dinleyen bir ihtiyar, kalabalýðý titreten gür sesle:

-Yazýklar olsun! Aranýzda Ýbrahim Peygamber evladlarý varken; siz hala nelerden medet umuyorsunuz?

Ýhtiyarýn hakim sesi ahaliyi toparladý.Ne demek istediði belliydi.Doðru Ebu Talib'in kapýsýna geliyorlar:




-Ey Ebu Talip!Kýtlýðý görüyorsun.Çöl bile yaðmura hasret...Bir damla su yok.Çocuklarýmýz ölmeye,hayvanlarýmýz kýrýlmaya yüz tuttu.Gel,yaðmur duasýna gidelim.Neslinin bereketine belki yaðmur yaðar.,..
Ebu Talip,evden çýkýyor.Yanýnda güneþ yüzlü yeðeni.Önde Ebu Talip ve Sevgili Peygamberimiz,arkada kalabalýk,Beytullah yolundalar.Hava müthiþ sýcak.Gök cilalanmýþ gibi dupduru.Bulut namýna birþey yok.

Ebu Talib,sýrtýný Kabe duvarýna dayadý.Mübarek çocuk da bir eliyle Kabe'nin örtüsünü tutarken,öbür elinin þahadet parmaðýný cilalý mavi göðe doðru uzatýyor...Hayret,hayret,hayret.

O süpürülmüþ gibi bulutsuz olan göðü,bulutlar,yeme koþan kocaman kuþlar gibi bir anda dolduruyor.Ve þimþekler,yýldýrýmlar.Peþinden de þakýr,þakýr,þakýr yaðan yaðmur.Öldüren hasret bitip,dað-taþ suya kavuþuyor.Her taraftan derecikler koþturuyor.

...............

Ebu Talib'in çocuklarý,sabahlarý kalktýðýnda,saçlarý daðýnýk,gözleri çapaklý olduðu halde,Sevgili Peygamberimizin cennet kokan saçlarý taranmýþ,mübarek gözleri sürmelenmiþ olarak pýrýl pýrýl bir yüzle uyanýyor.

Ebu Talib'le aziz yeðeni bir sahradalar.Amca,bir ara susuzluktan mecalsiz kalýyor ve dudaklarýndan gayri ihtiyari:

-Su,susadým diye kelimeler dökülüyor.

Bunu iþiten merhamet sultanýna bir mucize.

Ebu Talib,anlatýyor:

-Susadým,deyince yeðenim,hemen dizleri üstüne yere oturdu.Oturur oturmaz,topuklarýnýn,kumlara deðdiði noktadan bir pýnar kaynamaya baþladý.Cenab-ý kibriya kenara çekiliyor,Ebu Talib,kana kana içerek susuzluðunu dindiriyor...

Devrin adetine göre,zaman zaman Mekke'ye "kaif" denen kimseler geliyor.Bu kaifler,ensanlarýn görünüþlerinden manalar çýkarýp istikballerine dair tahminlerde bulunuyorlar.Her geliþlerinde fakir-zengin,bütün tabakalardan halk,çocuklarýný getirerek onlarýn önündeki uzun zamaný bilmek,meçhul istikamet perdesini aralamak istiyorlar.

Bakýn yine þehrin meydanlýk yerinde bir kalabalýk var.Bir adamýn baþýna toplanmýþ olanlar,ondan çocuklarýna dair sýrlarý soruyorlar:

Bu adam,Ezd-i Þenue kabilesinden bir kaiftir.Oraya gelmiþ bütün herkese cevaplar veriyor.

Fakat kaif,birden deðiþiyor.Önündekilerin üstünden aþaðý bakýþlarý,dinleyenlerin en dýþýnda kendisini seyreden bir çocuða takýlýyor.

"Kaif"haberini duyan Ebu Talib de sair Mekke seçkinleri gibi,yeðenini alarak adama gidiyor. Vardýklarýnda etrafý çevrilmiþ; adam haratle anlatýyor. Amca-yeðen kalabalýðýn dýþýndan manzarayý seyrediyorlar. Ýþte tam bu sýrada, Sevgili Peygamberimizi görüyor.

Kaif, bir an baktýðý noktayý dikkat ve nüfuzla süzdükten sonra hareketlerinde deðiþikilik baþladý. Telaþla baþýndakileri savýyor. Belliki bir heyecana yapýlmýþ. Durum, Ebu Talib'in nazarýndan kaçmýyor. Ve sebebi de anlýyor. Amca, bir tedbirli adam; ne olur ne olmaz? Hiç kimseye belli etmeden yeðeni ile usulcacýk oradan ayrýlýyorlar.

Biraz sonra önündekilerden baþýný kaldýran yabancý þaþýrdý; Efendimizi soruyor. Cevap menfidir. Sorduðu çocuk biraz önce gitmiþtir.

Bunun üzerine kaif, konuþuyor; hazýr olanlar þahid...

-Vallahi O çocuðun þaný yüce olacaktýr.

.......................

Sevgili Peygamberimizin on yaþýnda iken, diðer baba bir amcalarý Zübeyr ile seferdeler.Kervan bir dere kýyýsýna geldiðinde azgýn bir deve ile karþýlaþýrlar: Hayvan, mümkün deðil, dereden kimseyi geçirmiyor. Her teþebbüs neticesiz kalýnca, bazýlarý geri dönme fikrini ortaya attýlar. Karþý kýyýya geçme ümidlerinin yavaþ yavaþ kýrýlmaya baþladýðý bu anda efendimiz imdada yetiþiyorlar. Develerinden inerek yol kesici hýrçýn deveye biniyorlar.

Devecik, yumuþak, uysal, itaatli.

Peygamberimiz, deminki huysuz devenin üstünde olduklarý halde önde, kervan arkada suyu geçiyorlar. Çümle yaratýlmýþlarýn Peygamberi, burada o deveden inerek hayvaný serbest býrakýyor ve tekrar kendi devesine binip hep beraber yola devam ediyorlar.

..................

Sevgili Peygamberimiz, sallallahü aleyhi ve sellem, on-onbir yaþlarýnda iken þakký sadr-göðüs yarýlmasý olayýný bir kere daha yaþadýlar.

Ýki melek, Peygamberimize gelerek, O'nu incitmeden yere uzatýp mübarek göðüzlerrini yardýlar. Efendimiz, hiç bir aðrý ve sýzý duymuyorlar.

Melekler, en makbul bedenden kin ve hasedi temizleyerek yerini rahmet ve rahmetle doldurdular.

Kin ve hasetten sonra bir de siyah bir kan parçasýný çýkaran melekller, bunun yerini nurla doldurup, mübarek çocuðu ayaða kaldýrdýlar.

O aný þöyle tasvir buyuruyorlar:

-Baktým, kendimde küçük-büyük bütün mahlukata karþý þefkat ve rahmet buldum.

Þakký sadrýn üçüncüsü ise vahiy ineceði zaman Hira daðýndaki maðarada vuku bulacaktýr.

....................

O'nun seçilmiþlern seçilmiþi, üstünlerin en üstünü olduðunu haber veren vak'alardan birine yine Ümmü Eymen delalet ediyor.

....................

....Mekke'de bir koca put var. Ýsmi "Bevane". Müþkirler, senede bir gün, bu putun karþýsýnda sabahtan akþama kadar saygý ile dururlardý.

Ebu Talib, Peygamberimizi de bu ayine getirmek istiyor. Ama, daha küçük yaþlarýnda böyle bir batýl ibadeti reddediyorlar. Amca va akraba larý, inciniyor. Israrlýlar. Israr ve ricalar yüzünden þöyle bir görünüp, kaybolmak üzere Bevane'nin yanýna kadar geliyorlar. Gelmeleri ile ortadan kaybolmalarý bir oluyor. Bir zaman sonra göründüðünde þaþkýn halde soruyorlar:

-Ne oldun, nereye gittin?

Bütün putlarý yerle bir edecek dinin Peygamberi her zor ve tehlikeli anda olduðu gibi yine korunmaktadýr. Kendileri buyuruyorlar:

-Ben puta yaklaþýnca uzun boylu biri geldi "Ya Muhammed, sakýn bu puta elini bile sürme ve bunlarýn merasiminde bulunma"

Sevgili Peygamberimize o yetimlik günlerinde hizmetle þereflenenlerden biri de Ebu Talib'in zevcesi Fatýma Hatun.

Yengesi, yetim ve öksüz inciye evlerine geldiði ilk andan itibaren, bir anne þefkati iele sahip çýkmýþ ve onu o kýrýk kalbli günlerinde yalnýz ve sahnipsiz býrakmamýþtýr.

Yüce Peygamber, sonraki yýllarda bu asil ve müþfik kadýný hiç unutmamýþ ve yengesini ihtiyar yaþýnda daima arayýp sorarak gönlünü hoþ tutmuþtur.

Efendimiz bir gün yengesinin vefat haberini alýnca üzüntülerini þu kýsa fakat derin muhabbet dolu kelimelerle dile getirdiler...

-Bugün annem öldü.

...bu sözler sana ne devlet ey Fatýma anne! Kainatýn seyyidinin seni annelik tahtýna oturmalarýndan büyük þans ne olabilir ki...

Peygamberimiz, daha sonra gömleklerini çýkartarak yengelerine kefen olarak sardýlar.

Aziz kadýn, kabristana getirildiðinde Peygamber efendimiz de orada hazýrlar. Ölü, kabre konmadan önce Resulullah mezara inerek yan taraflarý üzerine biraz uzandýktan sonrra dýþarý çýktýlar ve n'aþ defnedildi.

Eshab, hayrette. Her hal ve davranýþlarýna dikkat ettikleri Peygamberimizde o ana kadar böyle bir hareket görülmemiþtir.

Ey ALLAH'ýn Resulü! Þimdi gördüklerimizi bir baþkasý için yaptýðýna rastlamadýk, diye meraklarýný arz ediyorlar.

-O, benim annemdi. Çocuklarý açken önce beni doyurur, saçlarýmý tarardý. O, benim annemdi.

...ve devam buyuruyorlar:

-Ebu Talib'den sonra bu kadýncaðýz kadar bana iyilik eden olmamýþtýr. Ahirette cennet elbiselerinden elbise giymesi için gömleðime sardýrdým. Kabre ýsýnmasý, kendini yalnýz zannetmemesi maksadýyla oraya uzandý, mahþer gününe kadar beni hep yanýnda yatýyor görecek...

ALINTI

radyobeyan