Sizden Gelenler (Peygamber Efendimiz )
Pages: 1
Mektup By: sidretül münteha Date: 08 Kasým 2010, 21:15:49
Mektup


Ya Habîballah bize imdâd kýl,

Son nefes dîdârun ile þâd kýl.

                   (Süleyman Çelebi)


Vakit, ahir zaman peygamberinden bin yýl önce.

Hümeyr ibni Redi, hemen bütün Ortadoðu’ya hükmeden bir hükümdar.

Kalabalýk sayýda vezir ve yardýmcýlarý ile kudretli bir ordusu var. Yolu bâtýl; ateþe tapýyor. Buna raðmen kendilerine pek kýymet verdiði, iþlerini danýþtýðý dört bin kiþi var ki hepsi has müslüman ve âlim.

Humeyr, bir gün maiyeti ile birlikte tantanalý bir halde Mekke’ye geldi... Fakat O’nun geliþi Mekkelileri alâkadar etmedi. Herkes iþinde ve her þey akýþýnda.

Bu aldýrýþsýz soðuk karþýlama hükümdarýn fena þekilde canýný sýktý. Vezirlerini huzura çaðýrdý ve halktaki bu kendinden eminliðin sebebini sordu.

Vezirler: 

– Buranýn insanlarý araptýr; asil kimselerdir efendimiz. Kâbenin korunmasý onlara verilmiþtir. Bundan dolayý deðerleri yükselmiþtir. Beytullah’ýn bakýcýsý olmanýn verdiði þerefle soðuk duruyorlar olabilir.

– Demek öyle!!!

Humeyr’in kafasýnda soysuz bir plân doðdu; Kâbe’yi yýkacak, halký öldürecek ve þehri askerine yaðmalatacaktý...

Ancak bu fikirle beraber ve ayný hýzla kafasýna bir þey daha girmiþti: Müthiþ bir aðrý... aðrýnýn þiddetinden burnundan ve gözlerinden kimsenin yanýna yaklaþamadýðý pis kokulu bir su akmaya baþladý. 

Günler ilerliyor; baþ aðrýsý, her an þiddetini arttýrýyordu. Bütün saðlýk arayýþlarý zavallý kalýnca; O, ülkeler hakimi Humeyr, yaþamaktan yana iyiden iyiye karamsarlýða düþtü. Ama yine de þifa aramaktan geri durmuyordu. Hastalýðýna bir çare bulmasý için baþ vezirine emir verdi; O da hekimlere.

Hekimler, o güne kadar görülüp, iþitilmemiþ bu hastalýðý iyileþtirmek için günlerce uðraþtýlar. Fakat bütün gayretler nafileydi. Emekler boþa gitmiþ; çare bulunamamýþtý. Bunun üzerine bir de ilim adamlarýna danýþýldý. Âlimler, bu amansýz dert için düþünmeye baþladýlar: “Bu hastalýk neden olmuþtu ve niçin çare bulunamýyordu?” Bir âlim, uzun uzun düþündükten sonra sebebi bulduðunu anladý. Baþvezire giderek:

– Hükümdar þayet sýrrýný bana açar ve sorularýmý cevaplandýrýrsa derdinin dermanýný söylerim, dedi.

Baþvezir çok memnun kaldý. Birlikte Humeyr’e geldiler. Vaziyet kendisine anlatýldý. Âlimin, sorularýný hiç bir gizli-saklý taraf býrakmadan açýklamasý bilhassa hatýrlatýldý. 

Hükümdar, zorlukla konuþuyor ve yanýndakiler dehþetli pis kokudan büyük sýkýntý çekiyorlardý.

Dörtbin kiþiden biri olan âlim sordu:

– Bu sýralarda Kâbe-i Þerif için aklýndan kötü bir þey geçti mi?

Hasta, derin ve uzun inleyip karþýsýndakileri boþ ve mânâsýz gözlerle süzdükten sonra dudaklarý kýpýrdadý.

– Evet! O’nu yýkmak istedim. 

Cümlenin baþý ve sonu arasýnda kurþundan dakikalar geçmiþti...

– Niçin yýkmak istemiþtin ki? Ne Mekkelilerin, ne de Kâbenin bize bir zararý olmadý!

– Evet olmadý ama; Mekke halký bana hürmet etmedi. Hatta hürmetin kýrýntýsýna bile rastlamadým. Halbuki her gittiðim yerde insanlardan büyük saygý görürdüm... 

– Burada göremeyince...

Pis kokulu sulardan yatak, yorgan ýslanmýþ her taraf batmýþtý. Hizmetçiler boþ yere koþuþturuyordu. 

– Mekkelilerden hürmet göremeyince üzerine titredikleri Kâbeyi yýkmak, halký öldürmek, mallarýný askerlerime yaðmalatmak istedim.

– Ve baþýna gelenler de bu niyetinle beraber geldi!

– Evet; niyetimle beraber baþýma korkunç bir aðrý girdi ve dünyamý zindan eden bu hastalýða yakalandým. 

Bu cümleden sonra odayý bir sessizlik kapladý... sanki âlimle hasta arasýnda upuzun ve kavuþulamaz çöller vardý. 

Humeyr merakla ve uzaktan âlimin yüzüne bakýyordu. Hastalýðý ile bu konuþulanlar arasýnda ne münasebet olabilirdi ki?...

– Hükümdarým tutulduðun hastalýðýn sebebi iþte bu fikrindir. Zira yýkmak istediðin o Kâbe’nin sahibi olan yüce Allâh, gizli niyetleri de bilir. O’nun yanýnda gizli aþikâr farký yoktur. 

Susmuþ ve dinlemeðe durmuþ çöl yeniden hýþýrdamaða, rüzgâr tok seslerle boþluðu yara yara koþmaya baþlamýþtý.

– Bilmez; hiç bilmezdim!

– Þifa bulman bu bozuk niyetinden vazgeçmene baðlýdýr. Eðer Kâbe için taþýdýðýn kötü düþünceden cayarak güzel niyetler beslersen iyileþirsin. 

Humeyr, derhal tövbe etti... âlim, bunun üzerine Kâbe-i Þerifi, yapaný yapýlýþ sebebini uzun uzun anlattý. 

Baþvezir ve âlim oradan kalkmadan hükümdar tekrar eski saðlýðýna kavuþtu. 

Ve üstelik Ýbrahim aleyhisselamýn dinini kabul ederek müslüman oldu. Beytullah’a karþý hürmet ve muhabbet duygularý ile baðlandý. Edep ve usülünü öðrenerek Kâbeyi ziyaret etti. Eski kibir ve gururunu terkedip alçak gönüllü bir insan oldu. 

Bir kaç gün sonra da bir sultan sofrasý hazýrlattýrarak büyük-küçük, zengin-yoksul bütün Mekkelileri yedirip içirdi. 

Bu ziyafeti verdiði gece rüyasýnda bir ses iþitti: 

– Mekke ahalisine itibar gösterdiðin gibi Beytullah’a da hürmet et; O’nu örtülere bürü!

Serin bir çöl gecesinde görülen bu rüyanýn sabahýnda Humeyr, Kâbe’ye hasýrdan bir örtü yaptýrarak örttü. Sevincine diyecek yoktu. Fakat gece rüyasýnda:

– Hasýr O’na layýk deðildir. Daha güzel örtü yaptýrmalýsýn! diye bir nida duydu. 

Bu sefer kumaþtan bir kýlýf diktirerek Kâbe-i Þerife giydirdi. Ama rüyasýndaki ses, bu kumaþýn da uygun olmadýðý ve deðiþtirilmesini istedi. Bunun üzerine devrin en pahalý kumaþlarýndan bir örtü diktirerek altýn ve gümüþlerle süsletip Kâbeye örttürdü.

Ayrýca, Kâbe-i Þerifin içinde bulunan putlarý dýþarý attýrarak kilitli bir kapý yaptýrdý; insanlarýn kirli halde Allâh’ýn evine yaklaþmalarýný yasak etti. 

Humeyr, bu güzel hizmetlerinden sonra Kâbe’nin anahtarýný Mekkelilere teslim ederek aydýnlýk Medineye doðru yola koyuldu. Medine o devirde çýplak; ne bir bitki var görünürde ne bir aðaç. Kum, taþ, tepe ve eriten güneþ sýcaklýðý. Ufuklar sýr vermiyor. Acaba gölgelenecek bir yer yok mu?

Humeyr, dörtbin kiþilik danýþmanlarýndan dört yüzünü alarak bütün Medine’yi kuþ bakýþý gören yüksek bir tepeye týrmandýlar. Gözler, ordunun konaklýyacaðý uygun bir yer arýyor... Ama uyanýk kalbli o dörtyüz seçme insan, baþka bir þeyi farkettiler. Elleri ile gözlerini güneþin göz kamaþtýran parlaklýðýndan koruyarak çevreyi incelerken sanki sessizliðin en derin noktasýndan kulaklarýna bir þeyler fýsýldanýyordu.Toprak bir çift söz söylüyor gibiydi...O, Mekke’den iþte bu Medine þehrine, buradan sonsuzluða geçecektir. Þüphe yok ki eski ilim sahiplerinin kitaplarýndan sözünü ettikleri yer burasýdýr...

Aralarýnda þu karara vardýlar: “Þartlar çetin ve aðýr; ama olsun; kavuþulacak þeref de o kadar yüksek ve mübarek. Biz burada yerleþerek son Peygamberi bekleyelim. Olurki O’nu görmek bahtýna ereriz.” Kararlarýný hükümdara açtýlar.

– Önceki alimlerden okuduðumuz bilgilere göre bu yer, en son ve en yüce Peygamberin gelip yerleþeceði bir kutlu mekândýr. Þerefli namý Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem, güzel dini ebedidir. O’nun ordusuna âlemlerin Rabbi yardým eder. O tâc ve burak, O, Kur’ân-ý Kerîm, o liva-i hamd ve minber ve O, Lâ ilâhe illallâh sözünün sahibidir. Buraya hicret edecek ve buradan ölümsüz âleme geçecektir. Biz bu büyükler büyüðünün gelmesini beklemek isteriz. Belki nur yüzünü görmek mümkün olur. Bu sebeple hükümdarýmýzdan izin dileriz...

Hükümdar, anlatýlanlarý heyecanla dinledi; büyük memnuniyet duydu. Ve:

– Ben de sizle kalacaðým, dedi.

Ancak bu karara asker ve teb’asý mani oldular.

Bir ismi de Tebi olan Humeyr, bunun üzerine Medine’de bu dörtyüz kiþi için evler yaptýrdý. Onlarý evlendirdi. Ýhtiyaçlarýný karþýladý ve içli bir baðlýlýk mektubu yazarak kendilerine teslim etti:

– “Humeyr Ýbni Redi’den en büyük Resul ve son Peygamber Abdülmuttalib oðlu, Abdullah oðlu Muhammed aleyhisselâm’a sunulan mektup:

“... ben, senin nübüvvetine, bildirdiðin Allâh’a getireceðin Kur’ân’a imân ettim. Dinin, yolun ve Ýbrahim Peygamber milleti üzereyim. Ýslâmiyet nâmýna teblið ettiklerinin hepsi þimdiden can baþ üzre kabulümdür. Olurki o saadetli zamanýna kavuþamazsam beni unutmamaný ve þefaatinden mahrum ve mahsun býrakmamaný diliyorum.”

Humeyr, mektubu mühürlü olarak âlimlerden Þâmûl’a verdi: iyi saklamasý için ricada bulundu ve vasiyetini yaptý:

– O mübarek Peygamber’i görme devletine erersen mektubumu kendilerine ver; þayet bu bahtiyarlýða eremezsen çocuklarýna teslim et ve dikkatle saklamalarýný güzelce tenbih eyle; onlar da kendilerinden sonrakilere ayný vasiyeti yapsýnlar ve böylece emanetimi babadan oðula aktara aktara Peygamberlerin efendisinin yüksek huzurlarýna takdim etsinler!..

Tebi, bu vasiyetinden sonra hazýr olanlarla vedalaþarak Medine’den ayrýlýp gitti ve bir zaman sonra da vefat etti.

Eshab-ý kiram; Allâh’ýn sevgilisine arkadaþ, dost ve yardýmcý olan o soylu insanlarýn bu dört bin âlimin nesebinden geldiði anlatýlýr.

Mektup, elden ele geçe geçe Þâmûl’un yirmi birinci torunu olan Eba Eyyub El Ensari’ye varacaktýr.

Bu sýralarda sevgili Peygamberimiz de Mekke’den Medine’ye hicret için yola çýkmýþlardý.

Medineliler o bayram havasýnda emaneti, bir ân önce sahibine ulaþtýrmasý için herkesin çok sevdiði Ebi Leyli’ye verdiler...

Ebi Leyli yollara düþtü, bir konak yerinde Beni Selim kabilesinin misafiri oldu. Resulullah da o ân oradaydý; ama Leyli, tanýyamadý. Peygamberimiz O’nu görür görmez:

– Ebi Leyli sen deðil misin? Buyurdular.

– Evet, benim; deyince

– Tebi’nin mektubu nerede? diye sordular.

Leyli þaþýrmýþtý: 

– Siz kimsiniz; diyebildi ancak. Mutlaka ulu biri olmalýsýnýz. Yüzünüzde büyüklük iþareti, sözünüzde huzur veren bir tatlýlýk var.

Eþi olmayan insanda rahatlatan bir tarifsiz tebessüm:

– Ben, Allâh’ýn Resulü Muhammed’im; mektubu getir. 

Ebi Leyli istenileni cebinden çýkararak tazimle uzattý... Yüce Peygamber, mektubu yanýndakilere okuttular ve:

– Merhaba Salih kardeþim, merhaba salih kardeþim, merhaba salih kardeþim!.. diye zamanlar ötesine seslenerek Humeyr ibni Redi’yi selâmladýlar.


ALINTI


radyobeyan