Fakirullah By: armaðan Date: 23 Nisan 2009, 14:10:06
Anadolu'da yetiþen büyük velîlerden. Ýsmi, Ýsmâil, babasýnýnki Kâsým'dýr. Fakîrullah diye tanýnýr. 1656 (H.1067) senesinde Siirt'in Tillo kasabasýnda dünyâya geldi.
Dedesi Molla Abdülcemâl, Peygamber efendimizin amcasý Hazret-i Abbâs'ýn torunlarýndandýr. Zâhirî ilimlerde âlim olup Tillo'da müderristi. Oðlu Mevlânâ Kâsým'ý yetiþtirerek âlim olmasýna vesîle oldu. Kâsým da babasýnýn vefâtýndan sonra yerine geçerek talebe okutmaya baþladý. 1656 (H.1067) senesinde Receb-i þerîfin ilk Cumâ gecesi, yâni Regâib gecesi bir oðlu dünyâya geldi. Ýsmini Ýsmâil koydu. Annesi ona, besmelesiz süt emzirip, yemek yedirmedi. Babasý Mevlânâ Kâsým onu küçük yaþta yetiþtirmeye, ilim öðretmeye baþladý. Ýsmâil Fakîrullah yirmi dört yaþýna kadar zâhirî ilimlerde âlim ve bâtýnî ilimlerde mütehassýs bir velî olarak yetiþti. Ýbâdetlerinden büyük bir lezzet alýr, zevk ile yapardý. Anne ve babasýnýn hukûkunu gözetir duâ ve rýzâlarýna kavuþmak için çok gayret gösterirdi.
1660 senesinde babasý Mevlânâ Kâsým hazretleri vefât edince, yerine geçerek müderrislik yapmaða baþladý. O sene evlendi. Ýsmâil Fakîrullah hazretleri haramlardan çok sakýnýr, hattâ þüpheli korkusuyla mübahlarýn dahî fazlasýndan kaçýnýrdý.
Tarlasýný abdestli eker biçer, hasadýný kaldýrýr, öþrünü verdikten sonra un hâline getirmek için el deðirmeninde bizzat kendisi çalýþýrdý. O undan hamur yoðurup ekmek yapar, böylece yiyeceklerine hiçbir þüphe karýþmamasýna çok dikkat ederdi. Üzüm baðýnýn iþlerini dahî kendisi görür, olgunlaþan üzümleri hayvanlarýn hakký geçer korkusuyla bizzât kendi sýrtýnda taþýrdý. Yiyecek olarak tâze veya kuru üzüm ile iktifâ ederdi. Her Cumâ günü gusl abdesti almayý yaz, kýþ hiç aksatmazdý. Gecelerini hep ibâdetle, gündüzlerini oruçlu olarak geçirirdi. Allahü teâlâyý bir an unutmaz, gâfil olmazdý. Rabbini hatýrlamak onun gýdâsý ve en büyük zevkiydi. Kýrk yaþýna kadar böyle devâm etti. Kýrk yaþýndayken latîf mîzâcý deðiþip kýrk gün yemedi, içmedi ve konuþmadý. Kendinden habersiz olarak yattý. Kýrk gün sonra mübârek gözünü açýp bir tas su içti ve ekþi nar isteyip ekmekle yedi. Ondan sonraki günler her çeþit yemekten orta derecede yiyerek kýrk sekiz yaþýna kadar böyle devâm etti.
Kýrk sekiz yaþýnda olduðu 1702 senesi Þâban ayýnýn ilk Cumâ gecesiydi. Akþam namazýndan sonra komþularýndan birine tâziyeye gitmiþti. Yatsý olmadan câmiye gitmek için ayrýlan Ýsmâil Fakîrullah hazretleri karanlýkta evin avlusuna çýktý. Avluda, içinde su olmayan on beþ metre derinliðinde içi boþ ve aðzý açýk bir kuyu vardý. Ýsmâil Fakîrullah, karanlýkta bu kuyuyu takdîr-i ilâhî fark edemeyerek içine düþtü. Fakat Allahü teâlânýn korumasý ile bir þey olmadý ve incinmedi. Sâdece sol kaþýnýn üzerinde ince bir sýyrýk vardý. Burada kendisini Allahü teâlânýn celâl sýfatýyla imtihân ettiðini anlayan Ýsmâil Fakîrullah, bu kadar yüksekten bir sýyrýk ile kurtulmasýna hamd ederek Allahü teâlâya secdeye kapandý, hulûs-ý kalp ile rabbine sýðýndý.
O anda etrâfýnda mânevî bir meclis kuruldu. Hýzýr aleyhisselâm, Abdülkâdir Geylânî, Cüneyd-i Baðdâdî hazretleri gibi pekçok velînin rûhlarý orada hazýr oldular. Kuyunun içi geniþleyip yemyeþil bir nûra gark oldu. Evliyâlýkta Gavs makâmý denilen derecelere kavuþtuðu müjdelendi. Kendisine muhabbet þerbeti içirdiler. Böylece zamânýn velîlerinin sultâný oldu.
O, bu hâldeyken saatler geçti. Câmide yatsý namazýný kýlmak için bekleyen cemâat, Ýsmâil Fakîrullah hazretlerinin gelmediðini görünce evinden ve komþularýndan soruþturdular. Bulamayýnca da aramaya baþladýlar. Dokumacýlýk yapan bir usta, kuyunun içinden tatlý bir sesin geldiðini fark edince komþularýna haber verdi. Herkes kuyunun baþýna mumlarla birikti ve kuyuya inerek Ýsmâil Fakîrullah'ý çýkardýlar.
Ýsmâil Fakîrullah, kuyuda içtiði muhabbet þerbetinin tesiriyle sekiz sene istigrâk hâlinde, dünyâyý unutarak kendinden geçip, devamlý mest olup, kaldý. Ýnsanlardan tamâmen uzlet edip, haným ve evlâdýndan bile ayrý kalmaya baþladý. Sâdece büyük oðlu Abdülkâdir Efendi huzûruna girip hizmetiyle þereflendi.
Ýsmâil Fakîrullah, bu istigrâk hâlindeyken söylediði bir kasîdede kuyuda olanlarý þöyle anlattý:
"Allahü teâlânýn aþký ile kendimden geçmiþ bir haldeyken, duvarý mermer taþlarla örülmüþ kuyuya düþtüm.
On beþ metre kadar derin olduðu hâlde, kendimi bir karýþ yerden düþmüþ gibi hissettim.
Düþtüðüm an, kuyudan ilâhî yeþil bir nûr yükseldi. Öyle ki, verdiði aydýnlýðý birçok nûrlar veremezdi.
O gece, benim için Kadr gecesi kadar kýymetlidir. Çünkü, Allahü teâlâ bana orada pekçok lütuf ve ihsânlarda bulundu.
Bu lütfun bereketiyle okyanuslarýn dibinde ve semâvâtta bulunan her þey gözlerimin önüne getirilerek gösterildi.
Allahü teâlâ bana o gece öyle büyük nîmetler ihsân etti ki, onu, daha önce yaþýyan evliyâsýnýn çoðuna vermedi.
Bir anda etrâfýmda kurulan mânevî mecliste, Hýzýr ve Ýlyas aleyhimesselâm, Abdülkâdir Geylânî, Ahmed Rýfâî veCüneyd-i Baðdâdî hazretleri bana çok ikrâmlarda bulundular ve müjdelerverdiler.
Þeyh Hamza Kebîr hazretleri elinde yeþil âsâsýyla, arkasýnda da ona mensûb olanlarýn hepsi geldi ve hâlimin güzelliðine hayrân kaldý. Yanýnda yýldýz gibi parlayan oðlu Þeyh Mücâhid, Þeyh Mûsâ ve Þeyh Muhammed Radî de vardý.
Çok sevdiklerimden ve makamlarý yüksek olan Þeyh Bürhân, Þeyh Alemeyn ve Halil Ferd dahî yanýma gelerek bu meclisin sonuna kadar bana izzet ve ikrâmlarda bulundular. Önlerinde Þeyh Hasan'ýn bulunduðu Fatîriyyûnlar da ziyâretime geldi. Hepsi cübbelerini giymiþlerdi.
Ayrýca Veysel Karânî hazretleri, Þeyh Hasan Hutvî, Þeyh Mustafa Kürdî ve Þeyh Neccâr bin Neccârî de hazýr oldular.
Hâlid bin Velîd hazretleri elinde demir bir âsâ ile teþrîf buyurdu. Hepsi de bana ihsân edilen nîmetlere hayrân oldular.
Etrafýma saf saf dizilip ellerinde ilâhî þerbetle dolu kadehler tutuyorlardý. Ben ise, onlarýn ortasýnda ve bakýþlarý altýnda olduðum hâlde, Allahü teâlânýn zikri ile meþgûl olup tefekkür ediyordum. Hepsi de, ellerindeki þerbeti içmemi bekliyorlardý."
Ýsmâil Fakîrullah hazretleri, istigrâk hâlini býraktýktan sonra dostlarýyla görüþmeðe baþladý. Onlara, Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin yoluna çok benziyen kendine mahsûs "Üveysiyye" yolunun âdâbýný öðretmeye baþladý. Pekçok talebeleri arasýnda ençok sevdiði ve hizmetine müsâade ettiði Ýbrâhim Hakký hazretlerinin babasý olan Molla Osman ile Molla Muhammed'di. Bu talebeleri kendisine on sene hizmet etmekle þereflendiler. Molla Osman, hocasýÝsmâil Fakîrullah hazretlerinin teveccühlerine kavuþmasý ve onun duâsýný alýp talebesi olmakla þereflenmesi için henüz küçük olan oðlu Ýbrâhim Hakký'yý da getirtti. O da hizmet etmeye baþladý. Molla Osman ile Molla Muhammed hocalarýna hizmetin onuncu yýlýnda bir hafta içinde vefât ettiler. Cenâze namazlarýný hocalarý kýldýrdý.
Onlardan sonra daha küçük yaþta olan Ýbrâhim Hakký, Ýsmâil Fakîrullah'a hizmet etmeye, onun hasta kalplere þifâ olan sözleri ile olgunlaþmaya ve yetiþmeye baþladý.
Tillo kasabasýnýn kuzey tarafýnda dört saatlik mesafede bir kale vardý. Þirvan Beyi bu kaleyi müdâfaa ediyordu. Van Paþasý itâatsizliði sebebiyle Þirvan Beyine cezâ vermek için bin kadar askerle kaleyi kuþattý. Topa tutmak istiyordu. Þirvan Beyi durumu hazret-i Fakîrullah'a bildirerek Paþaya mâni olmasýný istirhâm etti ve duâ talebinde bulundu. Bunun üzerine Fakîrullah hazretleri paþaya bir mektup gönderdi.Mektupta:
"Ümmet-i Muhammed'in fukarâsýna merhamet edesin. Baðlarýný yaðma etmeden çekip gidesin. O âsî olan beyin cezâsýný âhirete býrakasýn." yazýyordu.
Mektup paþaya ulaþtýðýnda kuþluk vaktiydi. Paþa mektubu okudu, fakat Ýsmâil Fakîrullah'ýn ricâsýna aldýrýþ etmeyip:
"Ben buraya sultânýn emriyle gelmiþim. Kaleyi, bu âsî beyin baþýna yýkmalýyým." diyerek söz tutmadý.
Paþa, topçularýna ateþ emri verdi. Atýlan toplardan bir tânesi kale duvarýna çarpýnca parçalandý. Parçalardan biri geri teperek paþanýn atýna isâbet etti. O anda altýndaki at öldü. Arkasýndan gökyüzünde bulutlar toplanmaya, kýsa bir müddet sonra da þiddetli ve iri iri dolu yaðmaya baþladý. Ýki saat aralýksýz yaðan dolu, kale dýþýnda ne kadar insan varsa periþan etti. Doludan hayvanlar kaçacak, sýðýnacak yer aramaya baþladýlar. Askerler, kaçan atlarýný yakalamak için peþinden koþtu. Bu sýrada kabarýp büyüyen seller askerlerin çadýrlarýný söküp götürdü.
Bu hâdiselerden sonra paþanýn aklý baþýna geldi.Yakaladýklarý atlardan birine binip yanýna sekiz asker alarak Tillo'nun yolunu tuttu. Maksadý Fakîrullah hazretlerinin huzûruna kavuþmaktý. Akþama doðru kasabaya giren Paþa, Molla Osman ileFakîrullah hazretlerinin huzûruna çýktý. Paþa kan ter içinde, periþan bir haldeydi. Boynu bükük bir vaziyette Ýsmâil Fakîrullah'tan özür dilemeye baþladý, fakat hiç iltifât görmedi. Sâdece; "Ey zâlim! Sen Allahü teâlâdan korkmaz mýsýn?" buyurdu.
Paþa sýtmaya tutulmuþ gibi titremeye baþladý ve Molla Osman'ýn iþâreti ile geldiði gibi periþan bir halde huzurdan çýktý. O gece Molla Osman'ýn hücresinde kaldý. Sabaha kadar hiç uyumadýlar. Bir ara Paþa dedi ki: "Ben, Sultan AhmedHanýn sohbetinde bulunur, hizmetiyle þereflenirdim. Yemin ederim ki, sizin hocanýz gibi heybetli bir zât görmedim." "Bir musîbet, bin nasîhattan daha tesirlidir." sözüne uygun olarak sabahleyin geldiði gibi geri gitti. Hocamýzýn himmeti ve duâlarý bereketiyle Þirvan Beyi, bu kuþatmadan kurtuldu. Paþa da, Allahü teâlânýn sevdiði bir velî kulunun sözünü dinlememenin cezâsýný fazlasýyla çekti.
Mevsim sonbahardý. Evlerin damlarýnda bulgurlar serilmiþ, kurutuluyordu. Ayýn on ikinci gecesi mehtaplý bir havada herkes Cumâ gecesi yatsý vaktini bekliyordu. Vakit girince Erzurumlu Ýbrâhim Hakký minâreye ezân-ý Muhammedî'yi okumak üzere çýktýðýnda Tillo'nun doðu tarafýnýn yaðmur bulutlarý ile kaplanmýþ olduðunu ve herkesin kendi zâhirelerini damlardan toplamak için acele ettiklerini gördü. Ezân-ý þerîfi aceleyle okudu. Hocasýnýn bulgurlarýný toplamak için yardýma gitmek istiyordu. Minâreden aþaðý indiðinde hocasý erkek çocuklarýný, torunlarýný, hizmetçilerini toplamýþ bekliyorlardý. Onlara; "Efendim! Yukarý mahalledekiler yaðmur yaðabilir korkusuyla bulgurlarýný topluyorlar." dedi. Hizmetçilerden biri yavaþça; "Biz de o tedbire baþvurmak istedik. Fakat hocamýz bize mâni olup; "Bulguru, yaðmuru býrakýp câmiye gidiniz, Cumâ gecesine tâzim edip hürmet gösteriniz." buyurdu." dediler.
Hep birlikte câminin sofasýnda yatsý namazýný kýldýlar. Sonra gökyüzünü incelemeye koyuldular. Tillo üzerinde bulut ikiye ayrýldý. Evlerin bulunduðu kýsýmda zerre kadar bulut kalmadý. Biraz sonra þiddetli bir yaðmur baþladý. Tillo'nun etrâfýnda seller aktýðý halde kasabanýn üzerine bir damla bile düþmedi. BöyleceAllahü teâlâ, o sevdiði kulunun hürmetine kasabanýn halkýna aydýnlýk ve rahatlýk ihsân eyledi.
Bir bahar günüydü. Aklî dengesini kaybetmiþ deli bir bey, otuz kadar hizmetçisiyle Ýsmâil Fakîrullah'ý ziyârete geldi. Dergâhýn kapýsýndan izin almadan içeri girip edebi gözetmeden, Fakîrullah'a; "Güzel câným! Seni nasýl bulacaðýmý merak eder, dururdum. Meðer ki buradasýn. Allah rýzâsý için bir kalk da güzel boyunu göreyim. Sonra bu tatlý cânýmý sana kurban edeyim." dedi.
O mübârek zât Allahü teâlânýn ism-i þerîfini duyar duymaz ayaða kalktý. Bey ise hemen Ýsmâil Fakîrullah'ýn ellerine sarýldý, öpmeye baþladý, sonra düþüp bayýldý. O da hizmetçilerine iþâret edip; "Bu emîri misâfir odasýna götürüp yatýrýnýz. Üzerine de çok yorgan örtünüz, uyusun ve aklý baþýna gelsin." buyurdu.
Ýsmâil Fakîrullah'ýn emrini derhal yerine getirdiler. Günlerdir uyku uyumayan bey, altý yorgan altýnda altý saat uyudu. Bu sýrada Ýsmâil Fakîrullah bir tabak içinde kuru üzüm getirtti. Üzümlere Kur'ân-ý kerîmden bâzý âyet-i kerîmeler ve duâlar okudu. Sonra da talebelerindenErzurumlu Ýbrâhim Hakký'ya; "MollaÝbrâhim! O mecnûnun yataðýnýn baþ ucuna otur. Uyandýðýnda ne isterse onu sana verelim, gel, götür." buyurdu. Bunun üzerine misâfirin odasýna girdiðinde o da uyandý ve; "Ben, Þeyh'in önünde tabak içinde bulunan kuru üzümleri isterim." dedi. Fakîrullah hazretlerinin huzûruna gidip, durumu arz etti. Tabaðý verdiler, götürdü. Hepsini yiyip bitirdi. Sonra kalkýp abdest aldý. Aklý baþýna geldi. Altmýþ gündür namaz kýlmayan mecnûn, o günün öðle namazýný kýldý. O gece talebelerle berâber kaldý. Sabahleyin Fakîrullah hazretlerinin huzûruna, vedâ etmek üzere gitti. Fakat cesâret edip içeri giremedi. Utancýndan içeri bile bakamayýp, ayak üzerinde kararsýz bir halde durdu. Bir müddet sonra kapýnýn eþiðini öpüp, sürûr ile memleketine gitti. Fakîrullah hazretlerinin himmeti ve duâsý bereketiyle aklý baþýna gelip beyliðini devâm ettirdi.
Bir yaz günü Sýhranlý Þeyh Ali Efendi isminde mübârek bir zât elli iki talebesiyle hacdan geldi. Öðleye yakýn Ýsmâil Fakîrullah hazretlerinin huzûruna girdi. Ali Efendi içeriye girince selâm vermedi, konuþmadý, el öpmedi, müsafehâ yapmadý. Edeple bir köþeye oturdu, baþýný önüne eðip öðle namazýna kadar huzurda kaldý. Namazdan sonra da Allah'a ýsmarladýk demeden, selâm vermeden huzurdan ayrýldý ve bizim kaldýðýmýz odaya geldi. Yine selâm vermeden, konuþmadan, baþýný önüne eðip oturdu. Ýkindiye kadar Molla Osman ile murâkabe yaptýlar. Akþam iftarýnda her yemekten birer lokma veya kaþýk aldý. Molla Osman, Ali Efendiye çok hürmet gösterdi ve hizmet etti. Gece Molla Osman ile sabaha kadar murâkabe edip iç âlemlerine daldýlar. O geceyi de böyle ihyâ ettiler. Sabahleyin yine Ýsmâil Fakîrullah'ýn huzûru ile þereflendi. Yine sessizce oturdu, dinledi ve bir müddet sonra ayaða kalktý. Ýsmâil Fakîrullah da ayaða kalkýp ona duâ etti. Hacý Ali Efendi el öpüp, konuþmadan dýþarý çýktý. Ýsmâil Fakîrullah'ýn talebeleri de Ali Efendiye hürmet edip, elini öptüler. Atýna bindirerek Tillo'dan çýkýncaya kadar arkasýndan gidip onu uðurladýlar. Orada uðurlayanlarla vedâlaþtý ve talebeleriyle memleketine gitti. Eve gelince Ýbrâhim Hakký babasýna; "Efendim! Bu nasýl misâfirdir ki, herkesten çok izzet ve hürmet bulmuþtur?" dedi.
Babasý da; "Bu misâfir diðerlerine benzemez. Kâmil, olgun bir velî olup gönül sâhibidir. Bizim muhterem hocamýzýn hal ve þânýna yakýn bir derecesi vardýr. Zîrâ bu hâlini merâk ettiðin zât; "Uzun zamandan beri âlemi dolaþýrým. Çok memleketler gezdim. Elli seneden beri pekçok evliyâyý ziyâret ettim. Zâhirde bilinmeyen evliyâ ile mânevî meclislerde görüþtüm. Ancak bu mübârek zâtýn cümlesinden üstün derecelere sâhip, Gavs-ý âzam makâmýnda olduðunu müþâhede ettim. Bu muhterem hocamýzýn vücûd-i þerîfiniAllahü teâlânýn aþký yakmýþtýr. Buraya gelip Ýsmâil Fakîrullah hazretlerinin mübârek yüzünü gördüðümde, kendimi onun gönül aynasýnda gördüm. Ýþte benim seyâhatim tamam oldu ve murâdýma kavuþtum." dedi."
Ýbrâhim Hakký babasýna; "Bu hiç konuþmayan misâfir, bunlarý size ne zaman söyledi?" diye sordu. Cevâbýnda; "Biz kalplerimizle konuþtuk. Hatta bundan baþka daha pekçok hikmetler üzerinde uzun uzun sohbet ettik." dedi.
Tillo'ya üç saat mesâfedeki bir köyde Ýsmâil Fakîrullah'ýn çok sevdiði bir talebesi vardý. Onun baðýnda misbak üzümü bulunurdu. Bu çeþit üzüm, diðerlerinden yirmi gün önce olgunlaþýrdý. O kimse ilk olgunlaþan üzümleri bir sepete doldurup, hiç kimseye vermeden getirip önce Ýsmâil Fakîrullah'a ikram etmeyi âdet edinmiþti. O sene bir hafta sonra geldi ve geç gelmesinden dolayý özürler dileyerek þunlarý söyledi:
"Muhterem efendim! Âdetim üzere ilk olgunlaþan üzümü zât-ý âlinize getirirdim. Bu sene de üzümleri toplayýp yola çýktým. Yolda komþu köyden çoban bir dostumla karþýlaþtýk. Bu tarafa geldiðimi anladý ve benimle bir müddet yol aldý. Bir su kenarýna geldiðimizde; "Gel þu suyun yanýnda biraz istirahat edelim." dedi. Oturduk. Konuþma sýrasýnda:
"Anan-baban hayrýna þu sepetten bir-iki salkým üzüm ver de yiyeyim!" dedi. Vermemek için ne kadar mâzeret gösterdiysem baþ edemedim. Nihâyet isteðini yerine getirmek için sepeti önüne koydum. Yarýsýna kadar yedikten sonra beni azarlayýp hakâret etti ve; "Allah sana mal vermiþ, fakat akýl vermemiþ. Çoluk-çocuðunu bundan mahrûm edip, malýný lâyýk olmayanlara bu kadar zahmet çekerek götürüp vermen doðru mudur? Benim akýlsýz dostum, þeyh olmak kolay mýdýr? Þeyhin bir sürü dostu vardýr. Ona herkes izzet ve ikramlarda bulunur, üzüm getirirler. Onu, senin bir sepet üzümüne muhtaç mý sandýn. Zaten yarýsý bitti. Gel þu yarým sepet üzümü bu fakir çobana ver ki, sevâbý ananýn-babanýn canýna deðsin." deyip üzümü tamâmiyle aldý.
Ben de mecbur kaldým, üzümü verip boþ sepetle köye dönmeye karar verdim. Oturduðumuz yerden bir yokuþu týrmanýyordum. Bir ara; "Ýmdât! Kurtarýn!" feryadýný iþittim. Geri dönüp baktýðýmda, o çobaný kendi köpeði yatýrýp altýna almýþ sivri diþlerini sâhibinin boðazýna geçirmiþti. Süratle koþtum, çobaný köpeðin elinden kurtardým. Fakat çok geç kalmýþtým. Çoban çok yara almýþ, beni hocama hizmetten alýkoymanýn cezâsýný bulmuþtu. Köyü halkýna haber verdim. Yarasýna bâzý ilâçlar, merhemler yaptýlar. Yara iyi olmaya yüz tuttu. Bu sebeple hizmetinizden bir hafta geciktim. Kusurumun affýný istirhâm ediyorum efendim."
Fakîrullah hazretleri bu talebesinin özrünü kabûl buyurup ona; "Allahü teâlânýn yolunda olana, Allahü teâlâ yardýmcýdýr. Cenâb-ý Hak sana hayýrlý karþýlýklar ihsân eylesin." diyerek duâ etti.
"Bir gün Tillo'ya bir saat yakýnlýkta bulunan köylerin birinden, Kur'ân-ý kerîmi ezberlemiþ, fýkýh ilminde âlim bir þahýs geldi. Bu zât, Ýsmâil Fakîrullah hazretlerinin bâzý hâl ve hareketlerini, dînin emirlerine uymuyor sanarak beðenmezdi. Huzurdayken ona:
"Ey Þeyh! Sen niçin câmiye gitmiyorsun?" diye sordu. O hilim deryâsý, yumuþaklýk denizi olan Fakîrullah hazretleri lütfederek; "Ey hâfýz! Bizim bu dergâhýmýz mescid niyetiyle yapýlmýþtýr ve burada dünyâ kelâmý konuþmak mekrûhtur." diye cevap verdi.
O zât; "Peki, niçin cemâat sevâbýna kavuþmak istemezsin." diye tekrar sordu. Fakîrullah; "Beþ vakit namazda evlât ve talebelerim cemâat olup, farzlar onlarla berâber edâ ediliyor." diyerek cevap verdi.
"Ezâna niçin riâyet etmiyorsun?" sorusuna da; "Bu mescidin minâresi þu kerpiç kadar taþtýr. Onun üzerinde beþ vakitte de ezân okunuyor. Burada okunan ezân-ý þerîfe icâbet ediyorum. Cumâ namazýný ise gidip câmide kýlýyoruz." buyurdu.
O zât; "Niçin çok cemâatin fazîletine kavuþmak istemezsin." diye sorunca; hocam, tebessüm ederek; "Kuyu hâdisesinden önce cemâatin çokluðunu canýma minnet bilir ve o sevâba kavuþurdum. Ancak kuyu hâdisesiyle kalabalýkta huzûrum kaçýyor, huzursuz oluyorum. Bundan dolayý mâzurum. Allahü teâlâdan bu sevâbtan beni mahrûm etmiyeceðini umarým. Çünkü, sevgili Peygamberimiz; "Müminin niyeti, amelinden hayýrlýdýr." buyurdu. Bu hadîs-i þerîften ümitliyiz." O zât edebe riâyet etmeyerek sorduðu bu sorulardan aldýðý cevap üzerine huzurdan ayrýlýp gitti. O gece evinde yatýp uyudu. Fakat sabahleyin uyandýðýnda Kur'ân-ý kerîmi ve fýkýh ilmini tamâmen unuttuðunu fark etti. Ýkinci günü abdest almayý ve namaz kýlmayý da unuttu. Üçüncü gün ise göz nîmeti elinden alýnýp kör oldu. Dördüncü günde aklý baþýna gelip, yanýna birkaç kiþi alarak doðru Fakîrullah'ýn huzûruyla þereflendi. Merhamet menbâý olan Fakîrullah Efendi, onu, kör olarak görünce çok aðladý ve gözünün açýlmasý için duâ etti. Mübârek elini gözünün üzerine sürdü. O anda Allahü teâlânýn izni ile gözündeki perde kaldýrýldý ve eskisi gibi görür hâle geldi. Ýsmâil Fakîrullah'dan çok özür diledi, hatâsýnýn affý için yalvardý.
Ona; "Sen o gün doðruyu söyledin. Emr-i mârûf eyledin. Allahü teâlâ gayretini makbûl eylesin." diyerek o zâtýn gönlünü aldý. Hâfýz efendi de haddini bilip bu büyük velînin Allahü teâlâ katýnda makbûl biri olduðunu anladý. O gece talebelerin odasýnda yattý. Sabahleyin kalktýðýnda unutturulan bütün ilimlerin hatýrýna yeniden geldiðini gördü. Sevinçten uçuyordu. Allahü teâlâya hamdü senâ edip þükür secdesine kapandý. Hocamýza duâlar ederek oradan ayrýldý.
Tillo'da medfûn büyük velî Þeyh Hamza-ý Kebîr'in neslinden bir hanýmýn Fakîrullah hazretlerine karþý hürmetsizliði ve hakkýnda kötü düþünceleri vardý. Erkek çocuða sâhib olmayan bu haným rüyâsýnda dedesi Þeyh Hamza-ý Kebîr ve Þeyh Ýbrâhim el-Mücâhid hazretlerinin bir yere doðru gittiklerini gördü. Yanlarýna gelerek, gittikleri yeri sordu. Onlar da Þeyh Ýsmâil Fakîrullah'ýn ziyâretine gittiklerini, çünkü onun büyük bir velî olduðunu söylediler. Daha sonra; "Ona su-i zan besleme. Huzûruna varýp tövbe et. Bir erkek çocuðunun olmasý için duâ iste." dediler.
Ertesi gün büyük bir sevinçle Fakîrullah hazretlerinin evine varýp gördüðü rüyâyý hanýmýna anlatarak tövbe etti. Ýsmâil Fakîrullah hazretleri hanýmýndan durumu öðrenince onu affetti ve erkek çocuk vermesi için Allahü teâlâya yalvardý. Bir müddet geçtikten sonra o hanýmýn dileði yerine geldi ve bir oðlu oldu.
Ýsmâil Fakîrullah hazretleri tevekkül sâhibi olup, kazâya rýzâ gösterirdi. Allahü teâlâdan gelen derd ve belâlarý sevgilinin kemendi olarak kabûl eder, severek karþýlardý. Bütün yaptýðý iþleri Allahü teâlânýn rýzâsý için yapar, dünyâya hiç meyletmezdi. Dînin emirlerinden kýl ucu kadar ayrýlmazdý.
Orta boylu, buðday benizli, çok güzel bir görünüþü vardý. Kaþlarý yay gibi olup, arasý açýktý. Gözlerinin görünümü güzel, yüzü nûrlu ve mütebessimdi. Burnu düz ve ince olup diþleri beyaz ve saðlamdý. Sakalýnýn tamâmý ak olup, sünnet-i þerîfe uygun uzunluktaydý. Avucunun içi yumuþak, parmaklarý uzundu. Teri güzel kokardý.
Ýsmâil Fakîrullah hazretleri, sultânýn adâlet ve insâf üzere olmasý ve düþmana gâlip gelmesi için duâ ederdi. Çocuklarýna dînî ilimleri öðretir ve akrabâlarýna ziyârete giderdi. Ziyâretine gelemiyenlerin kusurlarýna bakmaz, gelenlere dînin emirlerini bildirir, yasaklardan sakýnmalarýný emrederdi. Tebessüm ederek konuþur, suâl soranlarýn cevaplarýný gâyet açýk olarak îzâh ederdi. Ziyâretine gelenlerin yüzüne, bir geldiðinde, bir de giderken bakardý. Edebinden karþýsýndakinin yüzüne pek bakmazdý.
Çoðu zaman vecd hâlinde bulunur, baþýný önüne eðip, gözlerini yumar, sessiz kalýrdý. Bütün bid'atlerden sakýnýr, sünnetleri eksiksiz yapardý. Beþ vakit namazýný kendi dergâhýnda ezân ve cemâatle edâ ederdi. Ýþrâk, kuþluk, evvâbin ve teheccüd namazlarýna devâm ederdi. Pazartesi ve Perþembe günleri oruç tutardý. Her Cumâ günü namazdan önce Kehf sûresini okurdu. Her sözü, hareketi, ahlâký ve tavrý Peygamber efendimize uygundu. Temizliðe çok dikkat eder, gösteriþe süse bakmazdý. Mührünün taþý Yemenî, þekli bâdemî, halkasý gümüþtü. Her an öleceðini düþündüðü için zemzemle yýkanmýþ kefenini ve diðer buhur ve levâzýmý bir sandýkta hazýr bulundururdu. Cumâ akþamlarý odasýnda buhur yakarlardý. Abdest ve gusl etmek için beyaz topraktan yapýlmýþ dört ibriði vardý. Yanýnda devamlý misvak ve tesbih bulundururdu.
Kitaplarý pekçoktu. Odasýnda kendi hattý ile yazdýðý Kur'ân-ý kerîmi vardý ve yazýsý çok güzeldi. Ayrýca, Tefsîr-i Meâlim-üt-Tenzîl, Mesâbih-i Þerîf kitaplarýný kendi el yazýsýyla yazmýþtý. Babasýnýn elyazýsýyla yazdýðý dört cildlik Ýhyâ-ý Ulûm ve iki cild Envâr-ý Fýkh-ý Þâfiî kitaplarý, dedesinin yazdýðý dört ciltlik Kâmus-ý Ekber, birer ciltlik Þifâ-i Þerîf ve Þir'at-ül-Ýslâm kitaplarýný yanýndan ayýrmazdý.
Hayâtýný insanlara ilim öðretmek, onlara dîn-i Ýslâmý anlatmakla geçiren Ýsmâil Fakîrullah hazretlerinin son günlerini talebesi ve yerine býraktýðý halîfesi Erzurumlu Ýbrâhim Hakký hazretleri Mârifetnâme isimli kitabýnda þöyle anlatýr:
O temiz rûh, beden sarayýna girip yeryüzüne indi. Kemâle gelip olgunlaþtý. Allahü teâlâyý tanýdý. Ýnsanlar tarafýndan da tanýndý. Ezelî ihsânlara kavuþup sonsuz feyzlere menba oldu. Ýki cihâný da gönül aynasýnda görüp, yalnýz Rabbine döndü. O'nun emirlerine sarýldý. Böylece bu dünyânýn zevk ve safâsýna aldanmayýp, hakîkî âlemde huzurlu olmanýn yolunu tuttu. Bu dünyânýn zulmetinden usanýp bir an önce ebedî âleme kavuþmayý arzuladý. Diðer canlýlar gibi nöbetini savmak istiyordu. Zîrâ pâk rûhu beden mezarýnda mahpus gibi kalmýþtý. Yaþý sekseni geçince 1734 (H.1147) senesinde bir hafta kadar hiç kimse ile görüþmeyip mânevî âlemin sýrlarýna ulaþýp bu âlemi seyreyledi. Ýnsanlar onu hastalýktan dolayý böyle kendinden geçmiþ sandýlar. Ancak Cumâ gecesi yatsýdan sonra o hâlden bu his âlemine döndü. Evlât ve torunlarýný yanýna çaðýrýp ilim öðrenmelerini ve sâlih ameller ile uðraþmalarýný vasiyet eyledi. Üzerindeki emânetlerin sâhiplerine verilmesini istiyerek oradakilerle vedâlaþtý. Sonra Yâsîn-i þerîf okumalarýný emretti. Yâsîn-i þerîf okunurken odanýn içine öyle güzel kokular doldu ki, sanki ûd ve anber yakýlmýþtý. Çocuklarý ve torunlarý üzüntü içindeydiler. Onun için ise o gece bayram ve sürûr gecesi oldu. Yâsîn-i þerîfin "Selâmûn kavlen..." âyet-i kerîmesi okunurken "Allah" diyerek cânýný Hakka teslim eyledi.Mübârek rûhu gidip, latîf cismi kaldý.
O huzur sâhibi bu fânî dünyâyý býrakýp, hakîkî âleme gidince evlâtlarý babalarýnýn vasiyetini yaptýlar, sabaha kadar yýkayýp kefenlediler. Çevre köylere haberler gönderdiler. Sabahleyin herkes geldi, çok cemâat toplandý. Oðlu Abdülkâdir Efendi imâm olup cenâze namazýný kýldýrdý. Mezârý talebeleri Molla Osman Efendi ile Molla Muhammed Efendinin türbeleri önüne kazýldý ve oraya defnedildi. Mezârý üzerine büyük bir sanduka ve güzel bir türbe yapýldý. Günlerce yakýn çevreden gelenler ziyâret edip, kabri baþýnda Kur'ân-ý kerîm okudular.
Ýsmâil Fakîrullah hazretleri buyurdu ki: "Allahü teâlâya tevekkül et, iþini O'na teslim et. Ýbrâhim aleyhisselâm, Allahü teâlâya öyle tevekkül etti ki, ateþe atýldýðý hâlde Cebrâil aleyhisselâm dâhil hiç kimseden yardým istemedi. Cebrâil aleyhisselâm kendisine; "Bir ihtiyâcýn var mý?" diye sorunca, "Sana yok, O'na var." dedi. "O'ndan iste." deyince, Ýbrâhim aleyhisselâm; "O hâlimi biliyor, O bana yetiþir, istememe gerek yok." buyurdu. Yûsuf aleyhisselâm, zindandaki arkadaþýndan yardým isteyince, Rabbi kendisine; "Âciz bir mahlûka dayandýn ve baþýndan geçenleri ona anlattýn, ihtiyâcýný ona söyledin. Hâlbuki veren ve vermeyen benim. Fayda ve zarar veren de benim."
Tevekkül etmek, teslim olmak, sabretmek ve rýzâ göstermek, Allahü teâlâya varan yolun esaslarýdýr.
Sabrýn baþlangýcý çok acý, sonu bal gibi tatlýdýr.
Allahü teâlâdan râzý olandan, Allahü teâlâ da razýdýr. Kazâya rýzâ, evliyânýn þânýndandýr.
Sevgiliden gelen belâ, bahþiþtir. Bahþiþi kabûl etmemek hatâdýr.
Molla Ýbrâhim! Allahü teâlâya bütün arzularýný sana kolayca vermesi için yalvardým ve duâ ettim. Allahü teâlânýn, bütün maksatlarýna kavuþturmasýna ümid ederim.
Allahü teâlâ bir kulunun mârifet sâhibi olmasýný isterse, kendi nûrunu o kulunun kalbine koyar ve kul o nûr ile Rabbini tanýr.
Mârifet, iki dünyâ saâdetidir. Muhabbet ise göz bebeðidir. Muhabbet, mârifetin meyvesidir. Mârifet ise ezelî hidâyettir.
Âþýklarýn kalpleri, Allahü teâlânýn nûru ile aydýnlanýr. Konuþurlarsa, dudaklarýndan nûr saçýlýr.
Allahü teâlâ gibi sevgilisi olan, baþkasýna nasýl bakar. Allahü teâlâ gibi habîbi olan, baþkasýna nasýl güvenir. Allahü teâlâ gibi dostu olan baþkasýndan nasýl korkar. Allahü teâlâ gibi sâhibi, ahbâbý olan, baþkasýyla nasýl meþgûl olur! Allahü teâlâ gibi güzeli olan, baþkasýna nasýl gönül verir. Nitekim Allahü teâlâ meâlen; "Beni sevdiðini söyleyip de kalbinde benden baþkasý olan, iddiâsýnda yalancýdýr." buyurdu.
Allahü teâlâyý seven, Peygamber efendimizi de sever. Peygamber efendimizi seven O'na salevâtý çok okur, sünneti ile amel eder.
Ýbâdetlerin en üstünü müslümanlara din ilmi öðretmektir. Ýlimlerin en üstünü de namaz ilmidir. Çünkü o, müminin mîrâcýdýr. Sen farzlarý vaktinde, sünnetleri ile berâber kýl. Mümkünse cemâati de kaçýrma.
Dünyâ, çocuklarýn oyuncaðýdýr, hayâldir, bâtýl bir rüyâdýr; harâbdýr... Herþeyi býrak Allah'a dön.
Yemeði ve içmeði azaltmak sýhhat ve rahatlýktýr. Uykuyu azaltmak huzûr ve sürûrdur. Susmak açýk bir hikmet ve güzel bir haslettir. Dilin susmasý, kalbin susmasýna, kalbin susmasý Rabbin mârifetine yardýmcý olur.
BENÝ AFFEDÝN
Fakîrullah hazretlerinin akrabâlarýndan Abbâs isminde yaþlý biri huzûruna geldi. Aðzý eðilmiþ, dudaðýnýn bir tarafý kulaðýna ulaþmýþtý. Sol yüzün cildi kat kat kýrýþýp dudaðýyla kulaðý arasýnda buruþup görünmez olmuþtu. Sað yüzünün cildi de aksine gerilip, açýlmýþtý ve güneþte kalan def gibi gergin ve parlak olmuþtu. Konuþtuðu da anlaþýlmýyordu.
O merhamet menbâý olan mübârek Ýsmâil Fakîrullah, akrabâsýnýn o hâlini görünce aðladý. Sonra da mübârek eliyle aðzýný mesh etti. Fâtiha sûresini okudu, el kaldýrýp, duâda bulundu. Bundan sonra Allahü teâlânýn izniyle aðzý düzeldi, eski hâline geldi. Fakîrullah hazretlerinin elini öptükten sonra:
"Hocam, beni affetmeni istirhâm ediyorum. Bu gece arkandan uygun olmayan sözler sarf ederek gýybetini yapmýþtým. Uyuduðumda gâibden bir sille gelip, bir vuruþta aðzýmý bu hâle getirdi. Tövbeler olsun." deyip tekrar tekrar af diledi. Merhameti bol olan Ýsmâil Fakîrullah da; "Bize karþý olan kusurun bizden yana helâl olsun. Hak teâlâ sana hidâyet versin. Bundan sonra sakýn bir kimseyi gýybet etmeyesin. Müminin mümini gýybet etmesi kesin olarak haramdýr. Bizi gýybet etme ki, bizim gibi zelîl kulun sâhibi, azîzdir ve intikam alýcýdýr. Dikkatli ol." buyurdu.
ÝÞÂRETLENEN GÜMÜÞ
O civardaÝsmâil Fakîrullah hazretlerine muhabbeti olan zengin bir bey vardý. Bir gün hizmetçilerinden birine, bir kese dolusu gümüþ para verip, Ýsmâil Fakîrullah hazretlerine hediye götürmesini istedi. Hizmetçi; "Peki." deyip yola koyuldu. Yolda o büyük velînin, Allahü teâlânýn sevdiði kullardan olup olmadýðý hakkýnda tereddütlere düþtü. Ýsmâil Fakîrullah'ý imtihân etmek maksadýyla keseden bir gümüþ çýkardý. Bir tarafýný kendi göreceði kadar iþâretledikten sonra; "Ýsmâil Fakîrullah eðer Allahü teâlânýn velîlerinden ise bu iþâretlediðim gümüþü bana versin." diye kendi kendine söylendi.
Uzun yolculuktan sonra Tillo'ya gelip, Ýsmâil Fakîrullah'ýn huzûruna çýktý. Beyinin hürmet ve selâmýný bildirdikten sonra hediyesini takdim etti. Fakîrullah hazretleri hayýr duâdan sonra keseyi açtý. Ýçinden bir gümüþ para çýkarýp hizmetçiye hediye etti. Hizmetçi gümüþe dikkatle baktý ve yolda iþâretlediði para olduðunu görünce çok þaþýrdý. Bu zâtýn, normal insanlardan olmadýðýný, Allahü teâlânýn katýnda yüksek derecelere sâhib olduðunu anladý.
1) Mârifetnâme; s.520
2) Sefînet-ül-Evliyâ; c.2, s.152
3) Tezkiret-ül-Ahbâb fî Menâkýb-ýl-Aktâb
4) Ýslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.16, s.318
Ynt: Fakirullah By: Sems Date: 16 Þubat 2010, 18:42:02
Çok güzel bir ömür geçirmiþ ve çok mübarek bir zatmýþ o ne müthiþ tir ki okurken mest oldum.
Ynt: Fakirullah By: ceren Date: 15 Ekim 2020, 22:01:23
Esselamu aleyküm.Ömrünü Ýslam yolunda harcayan Allah dostlarýnýn yolunda gidip hem bu dünyasýný hem ahiretini kurtaran kullardan olalým inþallah...
Ynt: Fakirullah By: Sevgi. Date: 16 Ekim 2020, 04:08:30
Aleyküm Selâm. Allah'ýn sevdiði kul rýzasýna uygun þekilde yaþýyan olmalýdýr. Büyüklerimizde öyle yapmýþ. Bizlere düþen ise bu güzel hayatlarý kendimize örnek almaktýr.
Bilgiler için Allah razý olsun
Ynt: Fakirullah By: Bilal2009 Date: 17 Ekim 2020, 12:30:03
Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri Ýslam a hizmet edenlerin yolundan ayýrmasýn Rabbim paylaþým için razý olsun
radyobeyan