Mevlana Celaleddin-i Rumi By: selsebil Date: 20 Nisan 2009, 18:31:18
Tanýnmýþ büyük evliyâdan. Asýl adý Muhammed, lakabý Celâleddîn, ünvâný Mevlânâ'dýr. Hüdâvendigâr, Sultân-ül-Âþýkîn, Sultân-ül-Mahbûbîn, Molla-yý Rûm ve Molla Hünkâr gibi lakaplarý da vardýr. Babasý, Sultân-ül-Ulemâ (Âlimlerin Sultâný) ismiyle meþhûr Muhammed Behâeddîn Veled hazretleridir. Soyu hazret-i Ebû Bekr'e ulaþýr. Annesi sâlihâ ve evliyâ bir haným olan Mü'mine Hâtun, Ýbrâhim Edhem hazretlerinin neslindendir. 1207 (H.604) senesi Rebîulevvel ayýnýn altýncý günü Horasan'ýn Belh þehrinde doðdu. 1273 (H.672) senesi Cemâziyelâhir ayýnýn beþinci günü Konya'da vefât etti. Kabr-i þerîfi Konya'nýn en meþhur ziyâret yerlerindendir.
Mevlânâ Celâleddîn, küçük yaþta ilim tahsîline baþladý. Âlim ve evliyâ bir zât olan babasýnýn terbiye ve himâyesinde yetiþti. Mânevî olgunluklara kavuþtu. Henüz beþ yaþýnda iken kendisinden bir takým hârikulâde ve olaðanüstü hâller görüldü. Kirâmen kâtibîn meleklerini görür, evliyânýn ruhlarýyla konuþurdu. Melekler ve Allahü teâlânýn ricâl-i gayb ismi verilen velî kullarýnýn rûhlarý kendisini ziyâret ederlerdi. Zâhiren tanýmadýðý bu kimselerin böyle sýk sýk görünmelerinden dolayý, mübârek benizleri sararýp solardý. Babasý Sultân-ül-Ulemâ, ondaki bu hâlin, meleklerin ve velîlerin oðlunu ziyâreti sebebiyle olduðunu bildiði için memnûn kalýrdý. Ancak, aklýna bir noksanlýk gelmesin diye, talebelerinden birkaçýný oðluyla meþgûl olmalarý için vazîfelendirip; "Oðlum Muhammed'e görünenler, Allahü teâlânýn çok sevdiði velî kullarýdýr. Þefkat ve merhâmetleri sebebiyle oðluma görünüp, onunla sohbet ediyorlar. Kendi hâllerini ona öðretiyorlar, melekler âlemini gezdirip gösteriyorlar. Her ne kadar bunlar iyi þeyler ise de, o daha küçüktür. Kendisini zaptedemeyip, aklýna bir ârýza gelmesinden korkarým. Bunun için sizler, onun heyecanlanmasýna engel olun." derdi.
Sultân-ul-Ulemâ hazretlerinin talebelerinden Bedreddîn anlatýr: "Hocam Muhammed Behâeddîn Veled'in mübârek el yazýsý ile yazýlmýþ bir sayfada þu notlarý gördüm: "Belh'te, oðlum Celâleddîn Muhammed beþ yaþýnda iken, Cumâ günleri bizim evlerin damlarý üzerinde dolaþýr, dâimâ Kur'ân-ý kerîm okurdu. Belh'in büyüklerinin oðullarý da, her Cumâ hazýr bulunur, onunla sohbet ve ülfet ederlerdi. Namaz vaktine kadar onun yanýnda kalýrlardý. Bir gün onlarýn arasýnda bir çocuk, ötekine; "Gel bu damdan öteki dama atlayalým." deyip, bunun için de bahse tutuþuyorlar. Oðlum onlara gülümseyerek; "Ey kardeþler! Bu türlü hareketi, kedi, köpek ve diðer canlýlar da yapar. Allahü teâlânýn þerefli kulu olan insana, hiç böyle þeylerle uðraþmasý yakýþýr mý? Eðer rûhânî kuvvetiniz ve candan isteðiniz varsa, geliniz göklere uçalým, Melekût âleminin konaklarýný dolaþalým." diye cevap verir. Hemen o anda gökyüzüne doðru uçarak, o topluluðun gözünden kaybolmaya baþlar. Çocuklar bu hâl karþýsýnda feryâd edip çýðlýk koparýrlar. Nihâyet herkesle birlikte ben de bu hâdiseyi iþittim. Çocuklarýn yanýna gittim. Biraz sonra Celâleddîn'in rengi uçmuþ, mübârek vücûdunda da bir deðiþme olduðu hâlde tekrar dönüp geldi. Bütün çocuklar, Celâleddîn'e sarýlýp tebrik ettiler. Oðlum onlara dönüp; "Sizinle konuþtuðum anda yeþiller giymiþ, bâzý kimseler beni aranýzdan aldý. Gökyüzünün tabakalarýnda dolaþtýrdý, melekler âleminin görülmemiþ þeylerini bana gösterdiler. Sizin çýðlýðýnýz kulaklarýma gelince, tekrar beni buraya getirdiler. Eðer sizin üzüntünüz ve babamýn bana olan þefkat ve muhabbeti olmasa idi, bu alçak âleme geri dönmezdim." dedi.
Sultân-ül-Ulemâ Behâeddîn Veled hazretleri mübârek oðlu Mevlânâ Celâleddîn'in terbiyesiyle meþgul iken, Belh civârýndaki bâzý hasetçiler onun hizmetlerini çekemeyip sultâna þikâyet ettiler. O da kimseye zarar dokunmasýn diye bir takým yakýnlarýyla birlikte Belh'ten ayrýlýp Niþâbur'a gitti. Niþâbur'a geldiklerinde evliyânýn büyüklerinden Ferîdüddîn-i Attâr hazretleri kendilerini karþýladý. Onlara izzet ve ikrâmlarda bulundu. O sýrada küçük yaþlarda bulunan Mevlânâ Celâleddîn bir rüyâ gördü. Rüyâsýnda nûr yüzlü bir pîr, kendisine altý dallý bir gül fidaný verdi. Mevlânâ Celâleddîn rüyâsýný babasýna anlattýðýnda o; "Altý dallý gül, senin altý ciltlik bir kitap yazacaðýna iþârettir." buyurdu. O anda orada hazýr bulunan Ferîdüddîn-i Attâr da; "Altý dallý güle kavuþuncaya kadar bu kitap ile meþgûl olursunuz." diyerek; Mantýk-ut-Tayr isimli kitabý Celâleddîn'e hediye etti. Meðer rüyâda görülen ve kendisine gül veren kimse, Ferîdüddîn hazretleri imiþ.
Ferîdüddîn Attâr hazretleri, Mevlânâ Celâleddîn'de ilâhî nûrlar ve fýtrî, yaratýlýþtan gelen bir takým kâbiliyetleri görmüþ ve ona dua etmiþti.
Bir müddet Niþâbur'da kalan Behâeddîn Veled hazretleri ve Mevlânâ Celâleddîn, daha sonra yakýnlarýyla birlikte Baðdât'a gelip Mustansýriyye Medresesine yerleþtiler. Sultân-ül-Ulemâ burada oðlu Mevlânâ Celâleddîn'in ve talebelerinin terbiyesiyle meþgul oldu. Behâeddîn Veled hazretleri bâzý gecelerde oðlu Mevlânâ Celâleddîn'den su isterdi. Mevlânâ Celâleddîn de yataðýndan kalkar su aramaya giderdi. Geceleyin medresenin kapýsýna gelince kilitli kapý kendiliðinden açýlýr, Mevlânâ Celâleddîn de Dicle'den kabýna suyu doldurur, babasýnýn odasýna getirirdi. Medreseye geliþinde kapý kendiliðinden kapanýr kilitlenirdi. Bir defâsýnda kapýcý bu hâdiseye vâkýf oldu. Bâzý kimselere de söyledi. Mevlânâ'nýn babasý bunu duyunca, o kapýcýyý çaðýrýp; "Bu hâli kimseye açma, yoksa helâk olursun." buyurdu. Bunun üzerine kapýcý Mevlânâ Celâleddîn'in kerâmetini gizleyeceðine söz verip Sultân-ül-Ulemâ'nýn talebeleri arasýna katýldý.
Sultân-ül-Ulemâ Behâeddîn Veled hazretleri daha sonra Baðdât'tan, Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevvereye geldiler. Hac ve Peygamber efendimizin kabr-i þerîflerini ziyâretten sonra Þam'a ve Erzincan'a, oradan da Lârende'ye (Karaman'a) gelip yerleþtiler.
Sultân-ül-Ulemâ, Lârende'de (Karaman'da) Emîr Mûsâ'nýn kendisi için yaptýrdýðý medresede, baþta oðlu Mevlânâ olmak üzere yedi sene kadar talebe okuttu. Yüzlercesine icâzet (diploma) verdi. Þöhreti her tarafa yayýldý.
Mevlânâ Celâleddîn, din ve fen ilimlerinde yetiþip bülûð, evlenme çaðýna erince, babasý onu Hoca Þerâfeddîn Lâlâ Semerkandî'nin kýzý Gevher Hâtunla evlendirdi. Mevlânâ Celâleddîn'in bu evliliðinden oðlu Sultan Veled dünyâya geldi. Daha sonra Mevlânâ'nýn annesi Mü'mine Hâtun ve aðabeyi Muhammed Alâeddîn, Lârende'de vefât ettiler.
Bu sýralarda Mevlânâ Celâleddîn'in babasý Sultân-ül-Ulemâ'nýn ismi Selçuklu Devletinin her köþesinde duyulmuþtu. Konya'da oturan Sultan Alâeddîn Keykûbâd onu Konya'ya dâvet etti. Bu dâvet üzerine Behâeddîn Veled hazretleri Lârende'den ayrýlýp Konya'ya yerleþmek üzere yola çýktý. Kervan Konya'ya yaklaþtýðýnda sultan onu büyük bir hürmet ile karþýladý. Atýnýn dizginlerinden tuttu. Saygý ve sevgi ile ellerinden öptü. Atýn dizginleri sultanýn elinde olduðu hâlde þehre girdiler. Behâeddîn Veled ve yanýndakiler, Konya'da Altun Han Medresesine yerleþtirildiler.
Mevlânâ Celâleddîn burada da tahsîline devâm etti. Konya'da iki seneyi doldurduklarý sýralarda babasý Sultân-ül-Ulemâ Hakk'ýn rahmetine kavuþtu. Babasýnýn vefâtýndan sonra Mevlânâ Celâleddîn; babasýnýn halîfesi, vekîli Seyyid Burhâneddîn Tirmizî'nin ders halkasýna girdi. Dokuz sene kadar husûsî ve umûmî sohbetleriyle iyice yetiþip olgunlaþtý.
Mevlânâ Celâleddîn'in çocukluk yýllarýnda, terbiyesiyle meþgul olan ve kendisini çeþitli ilimlerde yetiþtiren Seyyid Burhâneddîn Tirmizî hazretleri, babasý Sultân-ül-Ulemâ'nýn ileri gelen talebesiydi. Tirmiz þehrinde yaþardý. Bir gün talebeleriyle sohbet ederken birden; "Eyvah! Eyvah! Hocam Sultân-ül-Ulemâ vefât etti. Haydi namazýný kýlalým." diyerek, talebeleriyle gýyâben hocasýnýn cenâze namazýný kýldýlar. Ondan sonraki gecelerden birinde, rüyâsýnda hocasýný gördü. Hocasý Sultân-ül-Ulemâ; "Burhâneddîn! Oðlum Celâleddîn Muhammed'e ilim öðretmeye devâm et!" emri üzerine yollara düþtü. Konya'ya geldi. Bu sýrada Mevlânâ, Lârende'de bulunan kayýnpederinin yanýna gitmiþti. Hocasýnýn Konya'ya geldiðini duyunca, derhal döndü ve tahsîline devâm etmeye baþladý. Seyyid Burhâneddîn, zâhirî ilimlerde kemâl derecesine yükselen Mevlânâ'yý mârifet, Allahü teâlâyý tanýma ilminde de en yüksek seviyeye çýkarmak için Mevlânâ Celâleddîn'e riyâzet, nefsin isteklerini yapmama ve mücâhede, nefsin istemediði ve ona zor gelen þeyleri yaptýrmaya baþladý. Bir müddet sonra Halep ve Þam'a gidip, oradaki âlimlerden de ilim öðrenmesi gerektiðini Mevlânâ'ya anlattý. Böylece onu Halep ve Þam'a gönderdi. Kendisi de Kayseri'ye gitti.
Hocasýnýn emri üzerine Mevlânâ ilim tahsîli için Þam'a giderken, Nusaybin'de hýristiyan papazlarýnýn toplantýsýna rastladý. Papazlar sihir yapýp âdet dýþý bâzý þeyler gösteriyorlardý. Mevlânâ'yý görünce, bir oðlaný havaya uçuruverdiler. Mevlânâ bu iþe ilgi göstermeyip murâkabeye, Allahü teâlâyý düþünüp kalbini uyanýk bulundurarak, gâfil olmama hâlini muhâfazaya vardý. Oðlan, havada olduðu yerde kaldý. "Beni kurtarýn, yoksa düþüp öleceðim." dedi. Papazlar ne yaptýlarsa bir çâre bulamadýlar. Nihâyet oðlan; "O yanýnýzdaki zâtýn murâkabesi yüzünden ben bu hâle düþtüm. Onun yardýmý olmazsa, muhakkak helâk olurum." dedi. Papazlar ister istemez Mevlânâ'ya yalvardýlar. Mevlânâ; "Onu bir þey kurtaramaz, ancak Kelime-i þehâdet kurtarýr." buyurdu. Oðlan bunu duyunca, hemen Kelime-i þehâdet getirdi ve kolayca yere indi. Mevlânâ'nýn ellerini öptü. Bu hâli gören papazlarýn hepsi müslüman olmakla þereflendi.
Mevlânâ hazretleri, Halep'te el-Halâviyye ve Þam'da el-Makdisiyye Medresesinde bulundu. Muhyiddîn-i Arabî, Kemâleddîn bin Adîm, Sâdeddîn-i Hamevî, Osman Rûmî, Evhadeddîn Kirmânî, Sadreddîn-i Konevî gibi zamânýn âlim ve velîleriyle sohbet edip, onlardan da ilim öðrendi. Onlarýn teveccühlerini kazanan Mevlânâ Celâleddîn, Þam Medresesinde zaman zaman Hýzýr aleyhisselâm ile görüþtü. Tasavvuf ilminde bir müþkili olursa Hýzýr aleyhisselâm ortaya çýkýp meselelerini hallederdi. Tefsîr, hadîs, fýkýh, mantýk, usûl, meânî, edebiyât, matematik, fen, týp gibi pek çok zâhirî ilimlerde mütehassýs oldu. Gündüzleri ilim öðrenir, gecelerini ibâdet içinde, Allahü teâlâyý zikrederek ve Kur'ân-ý kerîm okuyarak geçirirdi. Seher vakitlerinde tövbe ve istiðfâr ederek çok aðlar, gözyaþlarý sel gibi akardý. Allahü teâlânýn muhabbetiyle yanar, O'na kavuþmak arzusuyla tutuþurdu. Tasavvuf ilminde de yüksek derecelere kavuþan Mevlânâ Celâleddîn Muhammed Rûmî, hocalarýndan icâzet, diploma alýp, önce Kayseri'ye hicret eden Seyyid Burhâneddîn hazretlerini ziyâret etti. Onun feyz ve teveccühlerine kavuþup, duâsýný aldý. Oradan berâberce Konya'ya döndüler.
Seyyid Burhâneddîn hazretleri, Mevlânâ'nýn dört senelik Halep ve Þam tahsîlinde bir hayli ilerlemiþ olduðunu gördü. Tasavvuf yolunda riyâzete ve mücâhedeye devâm ettirdi. Mübah olanlarý azaltýp, zarûret mikdârý kullanýrdý. Ona; "Karnýnýz aç olsun. Bunun için de çok oruç tutunuz. Çünkü oruç, hikmet hazînelerinin anahtarýdýr. Oruç tutmak; kalp gözünün açýlmasýna, kalbin rikkate gelmesine sebeb olur." buyurdu. Mevlânâ hazretlerinin, on beþ gün aðzýna hiç lokma koymadýðý zamanlar olurdu. Nefsinin istediklerini yapmamak için kapýda köpekler için hazýrlanan yemek artýklarýnýn yanýna gider, nefsine; "Ey nefs! Bana istediklerini yaptýrýp, rûhumu emrin altýna almak mý istiyorsun? Arzunun yerine gelmesini istiyorsan, önce yemek artýklarýný yemen lâzým! Ya ye veya beni bu hâlimle kabûl et!" diyerek nefsiyle mücâdele ederdi. Böylece nefsinin isteklerini hiç yapmaz, onu rûhuna köle ederdi ve bu halde aylar birbiri ardýndan geçer giderdi.
Mevlânâ hazretlerinin iyice olgunlaþtýðýný anlayan Seyyid Burhâneddîn hazretleri ona; "Evlâdým! Þimdiye kadar bildiðim ne varsa hepsini sana öðrettim. Bundan sonra senin daha da olgunlaþman, pek büyük mertebelere kavuþman, Tebrizli Þems'in (Þems-i Tebrîzî'nin) gelmesine baðlýdýr. Onun þefkat kanatlarý altýnda aþamadýðýn engelleri aþar, mânevî hâllere kavuþursun. O, seni tasavvufun en mahrem noktalarýna çeker, sen de ona, ayný âlemi anlatýrsýn. Bu þekilde birbirinizi tamamlar ve yeryüzünün en büyük iki dostu olursunuz. Bense Kayseri'ye gidip ömrümün sonlarýný orada geçiririm." buyurdu. Mevlânâ hazretleri hocasýna, Kayseri'ye gitmeyip berâber kalmalarý için çok ýsrâr ettiyse de kabûl ettiremedi. Mevlânâ, Seyyid Burhâneddîn hazretlerini Kayseri'ye uðurladý. Kayseri'de bir müddet yaþayan Seyyid hazretleri, bir gün abdestini alýp hizmetçisine; "Git kapýyý kapa ve dýþarýda, Seyyid Burhâneddîn vefât etti, diye baðýr." buyurdu. Hizmetçi dýþarý çýkýnca, Seyyid hazretleri secdeye kapanarak; "Yâ Rabbî! Seni ve Resûlünü çok seviyorum. Sana kavuþmak arzum son haddine ulaþtý. Beni bu sevgime ve arzuma baðýþla. Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah." dedi ve rûhunu teslim etti. Hizmetçinin haberi üzerine Kayseri bir anda anababa gününe döndü. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerine haber salýndý. Cenâze hazýrlýklarý yapýlýp kefenlendi. Namazý kýlýnýp, defn iþleri halledildi. Mevlânâ hazretleri haberi iþitince Kayseri'ye geldi. Hocasýnýn kabri baþýnda Kur'ân-ý kerîm okuyarak mübârek rûhuna baðýþladý. Seyyid hazretlerinin kitaplarýný Mevlânâ'ya teslim ettiler. Bu kitaplar arasýnda Þems-i Tebrîzî'nin hazýrladýðý meþhûr Makâlât isimli eser de vardý.
Mevlânâ hazretleri o sýralarda Konya'ya yerleþmiþ bulunan zamânýn en büyük kelâm ve tasavvuf âlimlerinden olan Sadreddîn-i Konevî hazretlerinden de ilim öðrendi. Onun feyz ve teveccühlerine kavuþtu. Mânevî yolda yüksek derecelere ulaþtý.
Hocasý Sadreddîn-i Konevî hazretleri anlatýr: "Rüyâmda Fahr-i kâinât efendimizi gördüm. Yanlarýnda Eshâb-ý kirâm ile medreseyi teþrîf etmiþlerdi.Sofanýn ortasýna oturdular. Bu sýrada Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî de oraya gelip uygun bir yere oturdu. Peygamber efendimiz Mevlânâ'ya çok iltifât ettiler ve hazret-i Ebû Bekr'e dönerek; "Yâ Ebâ Bekr! Ben Celâleddîn ile diðer peygamberlerin arasýnda öðünürüm. Çünkü onun öðrendiði ilim, iþlediði amelin feyz ve nûru ile ümmetimin gözleri aydýn olur. O benim oðlumdur." buyurdular. Mevlânâ'yý sað tarafýna oturttular. Peygamber efendimiz bu rüyâ ile, talebelerimden Mevlânâ'nýn derecesinin yüksekliðine iþâret buyurdular. Bu durumu diðer talebelere hatýrýný gözetip, ilminin yüksekliðini anlamalarý için anlattým."
Bir gün büyük bir ilim meclisi kurulmuþ ve Konya'nýn büyükleri orada toplanmýþlardý. Sadreddîn-i Konevî de orada bir seccâde üzerinde oturuyordu. Mevlânâ içeri girince seccâdeye oturmasýný teklif etti. Bunun üzerine Mevlânâ; "Terbiyesizlik edip sizin seccâdenize oturursam, kýyâmette bunun hesâbýný nasýl verebilirim?" deyince, Sadreddîn hazretleri; "Senin oturmakta fayda görmediðin seccâde bize de yaramaz." buyurup, seccâdeyi oradan kaldýrdý.
Mevlânâ Celâleddîn hazretlerinin hocalarýndan biri de Þems-i Tebrîzî'dir. Þems-i Tebrîzî, Tebriz þehrinde Ebû Bekr-i Tebrîzî'nin talebesi idi. Þems-i Tebrîzî evliyâlýkta yüksek makamlara ve derecelere yükseldi. Lâkin daha yüksek mânevî makamlara kavuþmak istiyordu. Þems-i Tebrîzî seyahat ettiði yerlerde, uðradýðý memleketlerde iyi bir dost bulabilmek için duâ ederdi. Israrla yaptýðý bu duâlarýn netîcesi olarak rüyâsýnda, Konya'da bulunan Celâleddîn-i Rûmî'ye gidip onun yetiþmesinde yardýmcý olmasý îcâbettiði bildirildi. Þems-i Tebrîzî, Allahü teâlâya þükrederek; "Böyle dosta caným fedâ olsun." dedi. Konya'ya gelip, Þekerciler Hanýna indi. Günlerini orada geçirirken, bir gün kapýda oturmuþ, Allahü teâlânýn mahlûkâtý hakkýnda tefekkür ediyordu. O sýrada Mevlânâ hazretleri talebeleriyle oradan geçerken, kapý önünde tefekkür hâlinde duran, kýyâfetinden yabancý olduðu anlaþýlan Þems-i Tebrîzî hazretlerine baktý, ona selâm verdi ve yoluna devâm etti. Kendi kendisine de; "Bu yabancý bir kimseye benziyor. Buralarda böyle birisini hiç görmedim. Ne kadar da nûrlu bir yüzü var." diye düþünürken, âniden atýnýn yularýný bir elin tuttuðunu gördü. Mevlânâ hazretleri, atý durduran elin sâhibinin o yabancý olduðunu görünce; "Buyurunuz! Bir arzunuz mu var?" dedi. O kimse; "Ýsminizi öðrenmek istiyorum?" deyince, o da; "Celâleddîn Muhammed." diye cevap verdi. Bunun üzerine Þems-i Tebrîzî; "Bir suâlim var. Acabâ Muhammed aleyhisselâm mý, yoksa Bâyezîd-i Bistâmî mi büyüktür?" diye sordu. Böyle bir soruyu ilk defâ duyan Mevlânâ hazretleri; "Elbette ki Muhammed aleyhisselâm efendimiz büyüktür. Bütün mahlûkât ve Bâyezîd, O'nun hürmetine yaratýldý." buyurdu. Bu cevâbý bekleyen Þems-i Tebrîzî; "Peki Muhammed aleyhisselâm; "Biz seni lâyýkýyla bilemedik yâ Rabbî!" dediði hâlde, niçin Bâyezîd-i Bistâmî; "Sübhânî." "Benim þâným ne yücedir." diye söyledi. Bunun hikmetini söyler misiniz?" diyerek tekrar sordu. Mevlânâ hazretleri buna da þöyle cevap verdi: "Peygamber efendimizin mübârek kalbi öyle bir deryâ idi ki, ona ne kadar mârifet, aþk-ý ilâhî tecellî etse, ne kadar muhabbet, Allahü teâlânýn sevgisi dolsa onu içine alýr, onu kuþatýrdý. Hattâ daha çoðunu isteyip; "Yâ Rabbî! Verdiðin bu nîmetleri daha da artýr." derdi. Fakat, Bâyezîd-i Bistâmî'nin kalbi, o kadar geniþ olmadýðý için, ilâhî feyzlere tahammül edemeyerek tecellî ile dolup taþardý". Bu îzâhata hayrân kalan Þems-i Tebrîzî; "Allah!" diyerek yere yýðýldý. Bayýlmýþtý. Mevlânâ hazretleri, hemen atýndan inerek Þems-i Tebrîzî'yi kucakladý, ayaða kaldýrdý. Bu nûr yüzlü zâta o kadar ýsýnmýþtý, kalbinde o kadar muhabbet hâsýl olmuþtu ki, ayýlýnca büyük bir hürmet ve edeple evine götürdü. Bu zâtýn, ilk hocasý Seyyid Burhâneddîn hazretlerinin geleceðini söylediði Þems-i Tebrîzî olduðunu öðrenince; "Ey Muhterem efendim!Gerçi evimiz size lâyýk deðil ise de, zât-ý âlînize sâdýk bir köle olmaya çalýþacaðým. Kölenin nesi varsa efendisinindir. Bundan böyle bu ev sizin, çocuklarým da evlâtlarýnýzdýr." diyerek hizmetine koþmaya baþladý.
Gece-gündüz hiç yanýndan ayrýlmayýp, onun sohbetlerini büyük bir zevk içinde dinliyordu. Ondan hiç ayrýlmýyor, talebelerine ders vermeye, insanlara câmide vâz ü nasîhate gitmiyordu. Yanlarýna da, hizmetlerini görmek üzere, büyük oðlu Sultan Veled girebilirdi. Her gün Þems-i Tebrîzî ile sohbet ederler, Allahü teâlânýn yarattýklarý üzerinde tefekkürde bulunurlar, namaz kýlarlar, cenâb-ý Hakký zikrederek muhabbetlerini tâzelerlerdi.
Bir gün Þems-i Tebrîzî hazretleri, havuzun baþýnda Mevlânâ ile sohbet ediyordu. Mevlânâ bir hizmet için oradan ayrýldý. Þems-i Tebrîzî de Mevlânâ'nýn kitaplarýný havuza attý. Bir deðnek ile de suyun dibine bastý. Mevlânâ hazretleri oraya geldiðinde kitaplarý suda görünce çok üzüldü ve "Diðerleri ne ise, Ferîdüddîn-i Attâr hazretlerinin hâtýrasý olan Mantýk-ut-Tayr kitabý ýslanmasaydý." diyerek âh etti. Bunun üzerine Þems-i Tebrîzî hazretleri, kolunu sývayarak havuza soktu. Kitabýn birisini sudan çýkardý. Çýkan kitap Mantýk-ut-Tayr idi ve hiç ýslanmamýþtý.
Bu hâdise, diðer bir rivâyette de þöyle anlatýlýr: Bir gün, Mevlânâ havuz kenarýnda idi. Yanýnda kitaplar vardý. Þemseddîn gelip, kitaplarý sordu. Mevlânâ; "Sen bunlarý anlamazsýn." dedi. Þemseddîn, kitaplarý suya attý. Mevlânâ; "Ah! Babamýn bulunmaz yazýlarý gitti!" diyerek çok üzüldü. Þemseddîn, elini uzatýp herbirini aldý. Hiçbiri ýslanmamýþ görüldü. Mevlânâ; "Bu nasýl iþtir?" deyince, Þems; "Bu zevk ve hâldir. Sen anlamazsýn." buyurdu. Mevlânâ, Þems-i Tebrîzî'nin bu kerâmetini görünce ona olan baðlýlýðý daha da artýp, sarsýlmaz bir kale gibi oldu. Mevlânâ'nýn oðlu Sultan Veled, onlarýn hâllerini þöyle anlatýr: "Ansýzýn Þems-i Tebrîzî hazretleri gelip babam ile görüþtü. Babamýn gölgesi, onun nûrundan yok oldu. Onlar birbirlerine öyle muhabbet gösterdiler ki, etraflarýnda kendilerinden baþkasýný görmüyorlardý. Þems-i Tebrîzî, babama mârifetten, Allahü teâlânýn zâtýna ve sýfatlarýna âit ince bilgilerden ve O'na muhabbetten bahsediyor, babam da bunlarý büyük bir haz ile dinliyordu. Eskiden herkes babama uyardý, þimdi ise, babam Þems'e uyar oldu. Þems, babamý bu muhabbete dâvet ettikçe, o da, Allahü teâlânýn muhabbetinden yanýp kavrulurdu. Babam artýk onsuz yapamýyor, yanýndan bir an ayrýlmýyordu. Bu þekilde aylarca sohbet ettiler. Böylece babam, pek büyük mânevî derecelere yükseldi."
Mevlânâ Celâleddîn ile Þems-i Tebrîzî hazretlerinin zâhirî ve bâtýnî çalýþmalarý devâm ederken, onlarýn bu sohbetlerini hazmedemiyen ve Mevlânâ'nýn kendi aralarýna katýlmamasýna üzülen bâzý kimseler, Þems-i Tebrîzî hakkýnda uygun olmayan sözler söylemeye baþladýlar. Bu söylentiler, Mevlânâ'nýn kulaðýna kadar geldi. Diyorlardý ki: "Bu kimse Konya'ya geleli, Mevlânâ bizden tamâmen uzaklaþtý. Gece-gündüz hep birbirleriyle sohbet ediyorlar da, bizlere hiç iltifât göstermiyorlar. Yanlarýna oðlu hâriç kimseyi de almýyorlar. Mevlânâ, Sultân-ül-Ulemâ'nýn oðlu olsun da, Tebrîz'den gelen, ne olduðu belli olmayan bu kimseye gönül baðlasýn. Onun için bize sýrt çevirsin. Hiç Horasan topraðý ile Tebriz'in topraðý bir olur mu? Elbette Horasan topraðý daha kýymetlidir." Bu söylentilere Mevlânâ; "Hiç topraða îtibâr olunur mu? Bir Ýstanbullu, bir Mekkeliye gâlip gelirse, Mekkelinin Ýstanbulluya tâbi olmasý hiç ayýp sayýlýr mý?" diyerek cevap verdi. Fakat söylentiler durmadý. Þems-i Tebrîzî hazretleri artýk Konya'da kalamayacaðýný anladý. O çok kýymetli dostunu, o mübârek ahbâbýný býrakarak Þam'a gitti.
Þems-i Tebrîzî'nin gitmesi, Mevlânâ'yý çok üzdü. Günler geçtikçe ayrýlýk acýsýna sabredemiyordu. Ayrýlýk, kendisinde tahammül edecek bir hâl býrakmýyordu. Þems'in ayrýlýk hasreti ve muhabbeti ile yanýyordu. "Þems, Þems!" diyerek ciðeri yakan kasîdeler söylüyor, göz yaþlarýyla dolu yazdýðý mektuplarý Þam'a, Þems-i Tebrîzî hazretlerine gönderiyordu. Ona bir mektubunda; "Ey gönlümdeki nûr, gel! Ey gönlümde ona arzu olan gel. Ey sevgi ve samîmiyetini ispat eden gel. Gelirsen ne mutluluk ve ferah. Gelmezsen ne hüzün ve akla durgunluk. Gel, sen güneþ gibisin uzak ve yakýn olduðunda. Ey uzaktakilere yakýn olan gel." diye yazýyordu.
Eðer bir kimse, Mevlânâ hazretlerine; "Þems'i gördüm." diye yalan söylese, ona müjde için üzerindeki elbisesini verirdi. Bir defâsýnda birisi; "Þems-i Tebrîzî'yi Þam'da gördüm. Sýhhati yerindeydi." dedi.Mevlânâ, ona elinde bulunan ne varsa hepsini verdi. Orada bulunan diðer bir kimse; "O, Þems-i Tebrîzî'yi görmedi, yalan söylüyor." deyince, Mevlânâ da; "Ona verdiðim bu elbiseler, sevdiðimin yalan haberinin müjdesidir. Onun hakîkî haberini getirene canýmý veririm." diye cevap verdi. Böylece aylar geçti. Zamanla þehirdeki fitne ortadan kalktý. Þems-i Tebrîzî'ye olan düþmanlýktan, vazgeçildi. Mevlânâ hazretleri artýk dayanamayacaðýný anlayýnca, oðlu Sultan Veled'i Þam'a göndermeye karar verdi. Oðlunu çaðýrýp;
"Süratle Þam'a varýp, filanca hana gidersin. Þems-i Tebrîzî hazretlerinin o handa bir genç ile sohbet ettiðini görürsün. O genci küçümseme sakýn! O, Allahü teâlânýn sevdiði evliyânýn kutuplarýndan biridir. Selâmýmý ve duâ isteðimi kendilerine bildir. Ýçinde bulunduðum þu vaziyetimi, hasretimi dile getir. Buraya acele teþriflerini tarafýmdan istirhâm et!" dedi. Sultan Veled hemen hazýrlýklarýný tamamlayýp yola çýktý. Þam'da, babasýnýn târif ettiði handa Þems-i Tebrîzî'yi bir gençle konuþuyor buldu. Durumu dilinin döndüðü kadar anlattý. Konya'da bu hâdiseye sebeb olanlarýn tövbe ettiðini ve Mevlânâ'dan özürler dilediklerini de sözlerine ekledi. Bunun üzerine Þems-i Tebrîzî, Konya'ya tekrar gitmeye karar verdi. Hemen yola çýktýlar. Sultan Veled, Þems hazretlerini ata bindirdi, kendisi de arkasýndan yaya yürüyordu. Þems-i Tebrîzî, Sultan Veled'in ata binmesi için ne kadar ýsrâr ettiyse, o; "Sultânýn yanýnda, hizmetçinin ata binmesi bizce yakýþýk olmaz. Hizmetçilerin, efendisi arkasýnda yürümesi gerektiðini öðrendik." diyerek ata binmedi. Sultan Veled, Konya'ya yaklaþtýklarýnda, babasý Mevlânâ'ya haberci gönderip, Konya'ya girmek üzere olduklarýný bildirdi. Mevlânâ hazretleri müjdeyi getirene o kadar çok hediye verdi ki, o kimse zengin oldu. Konya'da tellâllar baðýrtýlarak, Þems'in Konya'ya teþrif etmek üzere olduðu bildirildi. Konya'nýn, baþta sultan olmak üzere, ileri gelen vezirleri, hâkimleri, zenginlerinin yanýsýra, bütün halk yollara döküldü. Büyük bir bayram havasý içinde, mübârek velî Þems-i Tebrîzî hazretlerini karþýlamaya çýktýlar. Öðleye doðru Þems-i Tebrîzî ile Sultan Veled göründüler. Sultan Veled, atýn yularýndan tutmuþ, Þems de atýn üzerinde baþý önünde aðýr aðýr ilerliyorlardý. Bu muhteþem manzarayý seyredenler büyük bir heyecana kapýldýlar. Mevlânâ koþarak ilerledi, atýn dizginlerine yapýþtý. Göz göze geldiler. Þems'in attan inmesine yardým eden Mevlânâ, üstâdýnýn ellerini sevinç gözyaþlarý arasýnda doya doya öptü. Bu arada yanýk sesli hâfýzlar Kur'ân-ý kerîm okumaya baþladýlar. Herkes büyük bir haz içinde Kur'ân-ý kerîmi dinledikten sonra, sýra ile Þems-i Tebrîzî hazretlerinin ellerini öptü. Sonra Mevlânâ'nýn medresesine geldiler. Þems-i Tebrîzî, Sultan Veled'in kendisine gösterdiði hürmeti ve yaptýðý hizmetleri Mevlânâ'ya anlattý. Bundan çok memnun olduðunu bildirerek; "Benim bir serim (baþým, bir de sýrrým vardýr. Baþýmý sana fedâ ettim. Sýrrýmý da oðlun Sultan Veled'e verdim. Eðer Sultan Veled'in bin yýl ömrü olsa da hepsini ibâdetle geçirse, ona verdiðim sýrra yâni evliyâlýkta ilerlemesine sebeb olduðum derecelere kavuþamaz." dedi.
Mevlânâ Celâleddîn ile Þems-i Tebrîzî, eskisi gibi yine bir odaya çekilip sohbete baþladýlar. Hiç dýþarý çýkmadan, yanlarýna oðlundan baþka kimseyi almadan, mânevî bir âlemde kendilerinden geçtiler. Halk, Þems gelince Mevlânâ'nýn sâkinleþeceðini, aralarýna katýlýp, kendilerine nasîhatte bulunacaðýný, sohbetlerinden istifâde edeceklerini ümîd ederken, tam tersine eskisinden daha fazla Þems'e baðlandýðýný ve muhabbetinin ziyâdeleþtiðini gördüler.
Þems-i Tebrîzî hazretleri, Mevlânâ'yý evliyâlýk makamlarýnýn en yüksek derecelerine çýkarmak için elinden gelen bütün tedbirlere baþvuruyordu. Ona her türlü riyâzet ve mücâhedeyi yaptýrdý. Bir gün; "Her kim; "Âlimler, peygamberlerin vârisleridir." hadîs-i þerîfinin sýrrýna vâkýf olmak isterse, Mevlânâ'nýn hareketlerine, ahlâkýna, davranýþlarýna baksýn. Onun gibi olmaya çalýþsýn. Onu sevsin. Onda enbiyâ ve evliyânýn bütün âdet ve vasýflarý toplanmýþtýr. Her fende emsâlsizdir. Kýsaca ben ona ulaþmýþ olmasaydým, mahrûm olurdum. Fakat Mevlânâ'nýn sýrrý, âlemde gizli kaldý, onu kimse keþfedemedi." buyurdu. Günler bu þekilde devâm ederken, halk, Mevlânâ'nýn hiç görünmemesinden dolayý yine Þems'e kýzmaya baþladý. Söylenenleri, Þems-i Tebrîzî iþitince, Sultan Veled'e; "Ey evlâdým! Hakkýmda yine sû-i zan etmeye baþlandý. Beni, Mevlânâ'dan ayýrmak için söz birliði etmiþler. Bu seferki ayrýlýðýmýn acýsý çok derin olacak!" buyurdu.
1247 senesi Aralýk ayýnýn beþine rastlayan Perþembe gecesiydi. Mevlânâ ile Þems hazretleri yine odalarýnda sohbet ediyor, Allahü teâlânýn muhabbetinden ve çeþitli evliyâlýk makamlarýndan anlatýyorlardý. Bir ara kapý çalýndý ve Þems hazretlerini dýþarý çaðýrdýlar. Dýþarýda bir grup kimse, bir anda üzerine hücûm ettiler. Þems-i Tebrîzî hazretlerinin; "Allah!" diyen sesi duyuldu. Mevlânâ hemen dýþarý çýktý, fakat hiç kimse yoktu. Yerde kan lekeleri vardý. Derhal oðlu Sultan Veled'i uyandýrýp durumun tetkîkini istedi. Yapýlan bütün araþtýrmalarda, Þems-i Tebrîzî hazretlerinin mübârek cesedini bulamadýlar. Bir gece Sultan Veled, rüyâsýnda Þems-i Tebrîzî'nin cesedinin bir kuyuya atýldýðýný gördü. Uyanýnca yanýna en yakýn dostlarýndan birkaçýný alarak, gördüðü kuyuya gittiler. Cesed hiç bozulmamýþtý. Cesedi alýp Mevlânâ'nýn medresesine defnettiler.
Þems-i Tebrîzî hazretlerinin bu ayrýlýðýna, Mevlânâ pek üzüldü. Ayrýlýðýn verdiði hasret ile nice beyitler, kasîdeler söyledi. Evliyâlýk hâllerini, derecelerini nazým ile öyle güzel anlattý ki, o zamâna kadar öylesini hiç kimse söyleyemedi. Hazret-i Ali'den gelen feyz ve bereketleri, vilâyet yolunu, onun kadar açýklayan bulunmadý. Þems-i Tebrîzî'ye olan muhabbetinden dolayý eserinde "Þems" ve "Hâmûþ" kelimelerini mahlas olarak kullandý. Dîvânýna Dîvân-ý Þems dendi.
Mevlânâ hazretleri, bundan sonra talebeleri arasýna karýþmaya, onlara ders vermeye, câmilerde nasihat etmeye baþladý. Pek çok velînin yetiþmesine sebeb oldu. Bunlarýn arasýnda en meþhûru, Hüsâmeddîn Çelebi idi. Ýnsanlarýn hasta kalplerine, tatlý, serin þerbetler vererek þifâ olmaya çalýþtý.
Ýlim ve fazîleti sebebiyle az zamanda, o derece þöhret buldu ki, ilim talebesi, her taraftan huzûruna kavuþmak için cân atýyordu. Her zaman etrafýnda dört-beþ yüz dinleyici bulunurdu. Evine gidip gelirken bile, etrâfýný sarýp, çeþitli suâller sorar, müþkillerini çözerlerdi.
Mevlânâ, Kitap ve sünnetten zerre kadar ayrýlmayarak, tasavvufta emsâlinden üstün oldu. Binlerce talebesi vardý. Onlarý büyük bir îtinâ ile yetiþtirmeye çalýþtý. Zamanla talebe sayýsý arttý, medreseler çoðaldý. Büyük âlimler yetiþti.
Mevlânâ Celâleddîn Muhammed Rûmî'nin talebelerinin en önde gelenlerinden biri, Selâhaddîn Zerkûb idi. Selâhaddîn, önceleri kuyumculuk yapardý. Bir gün Mevlânâ, Selâhaddîn'in dükkanýnýn önünden geçerken, içerden, altýna þekil vermek için vurulan her çekicin; "Allah, Allah!" diye ses çýkardýðýný kalp gözüyle anladý. Bu hâl çok hoþuna giderek, dükkan sâhibi olan Selâhaddîn'i medreseye dâvet edip, iltifâtlarda bulundu. Selâhaddîn, Mevlânâ'nýn sohbetlerinden çok haz duyduðundan kuyumculuðu býraktý. Artýk her gün medreseye gidiyor, hocasý Mevlânâ'nýn sözlerini sahrâda susuz kalan kimse gibi, damlasýný telef etmeyerek âdetâ içiyordu. Mevlânâ da bu yeni talebesini çok sevip, bütün feyz ve teveccühlerini onun üzerine çevirdi. Selâhaddîn'i, kýsa zamanda evliyâlýk derecelerine yükseltti. Ona olan sevgisinden dolayý oðlu Sultan Veled'e Selâhaddîn'in kýzýný isteyerek nikâh yapýp akrabâ oldu. Selâhaddîn, on sene Mevlânâ hazretlerinin sohbetiyle ve hizmetiyle þereflendi. Mevlânâ'nýn saðlýðýnda vefât etti. Selâhaddîn'in vefâtýna çok üzülen Mevlânâ hazretleri, talebelerinden Çelebi Hüsâmeddîn'in üzerinde çok durarak, onu kendisine vekîl olacak þekilde yetiþtirdi. Çelebi Hüsâmeddîn'in, Mevlânâ'ya en mühim yardýmý Mesnevî'yi yazmasý oldu. Mevlânâ hazretleri, mânevî bir aþkla edebî deðeri yüksek Ýslâm ahlâkýnýn üstünlüðünü anlatan ince bilgiler ve Allah sevgisiyle dolu beytler söyledi. Mesnevî'nin ilk on sekiz beytini kendisi yazdý, diðer beyitleri ise, kendisi söyleyerek Çelebi Hüsâmeddîn'e yazdýrdý. Böylece daha bir benzeri yazýlmamýþ olan Mesnevî-i Þerîf meydana geldi.
Mevlânâ bir gün meclisinde bir gencin, bir ihtiyârýn üst tarafýnda oturduðunu gördü. O gence bir þey söylemeden, hazret-i Ali'nin sabah namazýna giderken önünde yürümekte olan yahûdî bir ihtiyarý, yaþýna hürmeten geçmediðini, bu sebeple namaza geç kalýnca, birinci rekatýn rükûunda Cebrâil aleyhisselâmýn Resûlullah'ýn sýrtýna lutf ile dokunup durdurduðunu ve hazret-i Ali'nin yetiþtiðini anlatýp; "Yahûdî ihtiyara hürmet edilince, müslüman ihtiyara daha çok hürmet edilir. Hele ömrünü dîne uymakla geçirmiþ ihtiyarlara saygý ve hürmet gösteren gençlerin, Allahü teâlâ katýnda ne kadar yüksek mertebe kazanacaðýný düþünmelidir." buyurdu. Bu nasîhatý dinleyen genç, mükemmel bir ders alýp, bir daha büyüklerin üst tarafýna oturmadý.
Bir yerde büyük bir cemiyet tertîb edilmiþti. Ýlim sâhibi biri; "Bugün Mevlânâ, bu mecliste ne söylerse, karþý gelip, ters cevap vereceðim." dedi. Oradakilerin nasîhatlerine raðmen, o sözünde ýsrar etti. O sýrada Mevlânâ kapýdan içeri girip, söze baþladý: "Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah, söylüyorum. Bana karþý çýkýyorsan çýk, ters cevap verebiliyorsan ver." buyurdu. Bu hâli gören o kibirli adam, tövbe edip Mevlânâ'nýn elini öptü, sâdýk talebelerinden oldu.
Sultan Rükneddîn'in hanýmý anlatýr: "Bir gün Mevlânâ hazretleri âniden aramýzda peydâ olup; "Acele bu evden çýkýn, çabuk olun, evi boþaltýn!" buyurdu. Biz hemen evden çýktýk. Çýkar çýkmaz ev yýkýldý. Hepimiz kurtulduk. Mevlânâ'nýn bu kerâmetinin bir þükrânesi olarak, Sultan Rükneddîn, bin altýný Mevlânâ'nýn medresesinde okuyan talebelere daðýttý.
Bâzý beyler, Sultan Rükneddîn'i Aksaray'a dâvet ettiler. Mevlânâ; "Gitme!" dedi. Ýkinci dâvette sormadan gitti ve orada öldürüldü.
Ýmâm Ýhtiyârüddîn anlatýr: "Birgün Mevlânâ ile ikimiz Hüsâmeddîn Çelebi'nin baðýna gidiyorduk. Ben, Mevlânâ'nýn ardýndan yavaþ yavaþ giderken, onun bir arþýn kadar yüksekten havadan gittiðini gördüm. Hayretimden kendimden geçmiþim. Ayýldýðýmda gördüm ki, Mevlânâ hazretleri gitmiþ. Acele ederek kendilerine yetiþtim. Kulaðýma eðilerek; "Ýnsanoðlu bir kuþtan daha mý âciz ki, havaya kalkmasýna hayret ediyorsun?" buyurdu. Baða vardýk. Sohbet esnâsýnda Mevlânâ, Hüsâmeddîn Çelebi'ye; "Ýsterim ki, Þeyh Ziyâeddîn'in dergâhý bizim Hüsâmeddîn Çelebi'nin olsun." buyurdu. Hüsâmeddîn Çelebi; "Efendim! Baþkalarýnýn makâmýnda gözüm yoktur." dedi. Mevlânâ; "Ýyi ama benim gönlümden öyle geçti." buyurdu. Sonra sohbet bitti. Ertesi sabah þehirden gelenler, Þeyh Ziyâeddîn'in, dergâhýnda âniden öldüðü haberini getirdiler. Ýki-üç gün sonra da Hüsâmeddîn Çelebi oraya müderris tâyin edildi."
Hanýmý anlatýr: "Bir gün Mevlânâ evden kayboldu. Hiçbir yerde bulamadýk. Bir ara uyumuþum. Uyandýðýmda Mevlânâ'yý namaz kýlarken gördüm. Mübârek ayaklarý tozlu idi. Sonra ayakkabýlarýný çevirmek istedim, onlarda kýrmýzý kumlar gördüm. Sorduðumda; "Mekke'de bir velî dostum vardýr. Biraz onunla sohbet ettim. O kum, Hicaz'ýn kumudur." buyurdu. Bu kadar kýsa zamanda oralara gidip gelmek nasýl olacaðý aklýma geldi. Hemen anlayýp; "Allahü teâlânýn velî kullarý gönül gibi, bir anda her yeri dolaþabilir." buyurdu. Böylece tayy-i mekâný târif ettiler. Yâni kýsa zamanda uzak yerlere gitmeyi ve çok iþ yapmayý anlattýlar."
Mevlânâ'yý çok sevenlerden biri, vefât etmeden yaptýðý vasiyyetinde; kabrine Mevlânâ hazretlerinin gelip, Kur'ân-ý kerîm okumasýný istirhâm etti. O zât vefât edince vasiyyeti Mevlânâ'ya bildirdiler. Mevlânâ da memnun olup, onun kabrinde Kur'ân-ý kerîm okudu. Vefât eden kiþinin çocuklarýndan biri, rüyâsýnda babasýnýn çok iyi bir hâlde olduðunu görünce; "Babacýðým! Bu dereceye nasýl vâsýl oldunuz?" diye sordu. Babasý da: "Beni kabre koyunca Münker ve Nekir melekleri suâl sormaya gelirken, oraya güzel yüzlü bir melek geldi. Onlara; "Allahü teâlâ bu zâtý Mevlânâ'ya baðýþladý. Onu býrakýnýz! dedi. O günden beri hamdolsun hâlim iyidir." diye cevap verdi.
Mevlânâ'nýn mübârek hanýmý anlatýr: "Mevlânâ hazretleri, bir gün namaza durdu. Sükûnet ve tevâzu içinde tâzim ve hürmetle Kur'ân-ý kerîm okuyor, bir taraftan da gözlerinden yaþlar akýtýyordu. Evde bulunanlarla birlikte Mevlânâ'nýn bu hâlini görüyor, hayretle ona bakýyorduk. Namazdan sonra her zamanki gibi tesbihini çekip cenâb-ý Hakk'a uzun uzun yalvarýp yakararak duâsýný yaptý. Onun bu hâli bana çok tesir etti, aðlamaya baþladým. Sonra; "Ey efendi! Dünyâda ve âhirette biz günahkârlarýn ümîdi sensin. Bu kadar çok ibâdetinle, böyle korkar, aðlar, yalvarýrsan, biz bu tenbel hâlimizle kýyâmet gününde ne yaparýz?" diye sordum. Yemîn ederek; "Allahü teâlânýn bana verdiði nîmetlerin, ihsânlarýn yanýnda benim yaptýðým ibâdet, yalvarýþlar ve bütün hareketlerim, ziyâde kusûr ve nihâyetsiz eksiklikten baþka bir þey deðildir. Bütün bu korku ve yakarýþlarýmla; "Ey Kerîm olan Allah'ým! Benim gibi bir âcizin, bir çâresizin kuvveti ve tâkatý ancak bu kadardýr, mâzur buyur yâ Rabbî!" demek istiyorum. YoksaO'na lâyýk bir ibâdeti kim yapabilir?" buyurdu.
Mevlânâ hazretleri, müslim veya gayr-i müslim herkese karþý yaptýðý iyi muâmele ve güler yüz ile her tarafta meþhûr oldu. O zamanlar Ýstanbul'da bulunan meþhûr bir hýristiyan papaz, merâk edip Mevlânâ'yý görmek istedi. Yollara düþüp Konya'ya geldi. Konya'da yaþayan hýristiyanlar onu karþýladýlar. Yolda giderken Mevlânâ'yý gördüler. Papaz süratle yetiþip, Mevlânâ'ya çok tâzim ve hürmet gösterdi. Mevlânâ da onu iyi karþýladý. Papaza, papazýn yaptýðýndan daha fazla iltifatta bulundu. Papaz ve orada bulunan diðer hýristiyanlar, Mevlânâ'nýn bu iltifât ve güzel ahlâký ve bu olgunluðu karþýsýnda dayanamayýp, Kelime-i þehâdet getirip müslüman oldular.
Mevlânâ, bir gün oðlu Sultan Veled'e: "Oðlum! Eðer Cennet'te olmak istersen, herkes ile dost geçin, hiç kimseye kin tutma, herkese tevâzu göster. Zîrâ alçak gönüllü olmak asýl sultanlýktýr." buyurdu.
Mevlânâ, ezân-ý þerîf okunmaya baþladýðý zaman, ya ayakta durur veya dizi üstüne oturarak huþû içinde dinlerdi. Bitince de ezân-ý þerîf duâsýný okuyup, salevât-ý þerîfe söylerdi. Sonra namaza kalkar, talebelerine, namazý vaktinde kýlmalarýný tavsiye ederdi. Buyururdu ki: Belh þehrinde bir kimse vardý. Her ne zaman ezân okunmaya baþlasa bütün iþini býrakýr, iki dizi üstüne gelerek otururdu. Ezâný, mütevâzî bir hâlde dinler, bitince salevât-ý þerîfe getirir, ezân duâsýný okurdu. Sonra araya bir iþ karýþtýrmadan hemen namazýný kýlardý. Bu kimse devamlý böyle yapar, hiç bu âdetini bozmazdý. Nihâyet bir gün vefât etti. Cenâzesini teneþirde yýkarken ezân-ý þerîf okunmaya baþladý. Cenâze birden doðruldu, ezân bitinceye kadar diz üstü oturarak hareketsiz bekledi. Sonra tekrar yattý. Cenâzeyi kabre koyduklarýnda, suâl melekleri geldiler. Bu sýrada onlara Allahü teâlâdan; "O kulum, ismim anýldýðý zaman, ismimi aziz tutarak hürmetle beklerdi. Siz de onu ziyâret edip aziz tutun." hitâbý geldi.
: Mevlana Celaleddin-i Rumi By: selsebil Date: 20 Nisan 2009, 18:37:01
Mevlânâ, baþkalarýndan bir þey istemeyi talebelerine yasak ederek; "Baþkasýna el açýp bir þey isteyen, bizim talebemiz deðildir. Ona dünyâda da âhirette de þefâat etmeyiz ve ondan uzak dururuz. Biz, talebelerimize dâimâ vermeyi, ihsân ve ikrâmlarda bulunmayý, herkese karþý tevâzu üzere bulunmayý, tatlý sözlü, güler yüzlü olmayý tavsiye ediyoruz. El açýp istemek bizim yolumuzda yoktur." buyurdu.
Sultân Veled anlatýr: "Ben, beþ yaþýnda idim. Bir gün babamýn, talebelerine þöyle dediðini duydum: "Ben yedi yaþýmda iken, nefsim tamâmiyle rûhuma tâbi oldu. Nefsî isteklerimden kurtuldum." Bunu dinleyen talebelerden biri; "Efendim! Biz, sizi devamlý nefsinizle mücâhede eder hâlde görüyoruz. Bu sözünüzü nasýl anlamak icâbeder?" dedi. Bu suâle; "Nefs, yaratýklarýn içinde en ahmak olanýdýr. Hep kendi zararýný ister. Onun yakasýný býrakmaða gelmez. Çünkü en büyük düþman nefstir. Büyüklerimiz, ölünceye kadar nefsle mücâdele etmiþtir. Biz de öyle yaparýz." cevâbýný verdi.
Önceleri Mevlânâ hazretlerinin büyüklüðünü anlayamayan, onun devamlý aleyhinde söz söyleyen biri bir gün rüyâsýnda gördüklerini anlattý: "Rüyâmda Karatay Medresesindeki dershânenin ortasýnda, Peygamber efendimizi oturur hâlde gördüm. Sanki güneþ gökten inmiþti. Nûrundan gözler kamaþýyor, Eshâb-ý kirâm da hizmet ediyorlardý. Ben huzûruna doðru ilerleyip kendilerine selâm verdim. Selâmýmý aldýlar ve yanlarýnda bulunan tabaktaki yahniden bir parça sundular. Yahniyi alarak; "Yâ Resûlallah!Etlerin en lezzetlisi, en güzeli hangisidir?" diye sordum. Buyurdu ki: "Etlerin en iyisi, kemiðe bitiþik olanýdýr." O anda uyandým. Her tarafýmý nûr kaplamýþtý. Büyük bir sevinç içinde Karatay Medresesine gittim. Dershânenin ortasýnda, Peygamber efendimizi gördüðüm yerde Mevlânâ hazretleri oturuyordu. Hayretle yanlarýna yaklaþtým ve selâm verdim. Selâmýmý tebessüm ederek aldý. Daha ben rüyâmý anlatmadan: "Sevgili Peygamberimiz; "Etlerin en iyisi, kemiðe bitiþik olandýr." buyurdu." dedi. Mevlânâ'nýn rüyâmdan haberdâr olduðunu anlayýnca, düþüp bayýldým. Ayýldýðýmda büyük bir sevgiyle ellerini öpüp, talebeliðe kabûl edilmemi taleb ettim ve sarsýlmaz bir îtikâd ile kendisine baðlandým."
Bir kimse rüyâsýnda Resûlullah efendimizi görüp, huzûruna vararak hürmetle selâm verdi. Peygamberimiz, mübârek yüzlerini öbür tarafa çevirdiler. O zât, öbür tarafa dolanýp tekrar selâm verdi. Yine mübârek yüzlerini çevirip, iltifât etmediler. O zât çok üzülerek aðlamaya baþladý ve sebebini suâl etti. Peygamber efendimiz; "Sen, bizim dostumuz olan Celâleddîn Muhammed Rûmî'den yüz çeviriyorsun. Hâlbuki o, bizim çok sevdiðimiz evlâdýmýzdýr." buyurdular. O kimse korku ile uyanýp hatâsýný anladý. Kendi kendine; "Ey bedbaht! Þimdiye kadar yarasa gibi güneþin ziyâsýndan kaçtýn. Bundan sonra bâri Mevlânâ hazretlerinin huzûruyla þereflenip dünyâda ve âhirette saâdete kavuþ." dedi. Hemen Mevlânâ'nýn medresesine doðru, onun talebesi olmak için büyük bir ihlâs ile yola koyuldu. Kapýya geldiðinde, Muhammed ismindeki talebeyle karþýlaþtý. Talebe, ona; "Beni hocam Mevlânâ hazretleri gönderdi. Bize kalbinde sevgi hâsýl olan bir kimse geliyor, onu kapýda karþýlayýn." dediler. "Haydi içeriye buyurun!" dedi. O kimse içeri girip Mevlânâ'nýn elini öpüp, talebesi olmakla þereflendi.
Konya eþrâfýndan Muînüddîn Pervâne, þehrin ileri gelenlerini yemeðe dâvet etti. Dâvetliler arasýnda Mevlânâ hazretleri de vardý. Herkese yemekler geldi. Mevlânâ'ya husûsî olarak altýn bir tabak içerisinde, bir kese altýn konulmuþ ve üzerine pirinç pilavý doldurulmuþ bir hâlde arz olundu. Mevlânâ, tabaðý görünce yüzünü çevirdi ve elini uzatmadý. Ev sâhibi yemesi için; "Helâl lokmadýr, buyurunuz efendim." diye ýsrâr edince, Muînüddîn'e; "Altýn tabak içinde altýn kesesi saklýyarak bizi imtihan mý ediyorsun? Bir de yememiz için ýsrâr ediyorsun, bu size yakýþýr mý?" dedi. Bu sözleri duyan ev sâhibi, pek mahcûb olarak Mevlânâ'nýn ellerine sarýlýp öptü ve kendisini talebeliðe kabûl etmesini istirhâm etti. Mevlânâ'ya öyle baðlandý ki, onun mânevî yardýmlarý ile en önde gelen sâdýk talebelerinden oldu.
Emîr Ahmed anlatýr: "Mevlânâ'nýn ismini ve vasýflarýný iþiterek ona âþýk olmuþtum. Memleketim Diyarbakýr'dan Konya'ya gitmeme, annem ve babam müsâde etmiyorlardý. Her geçen gün ona olan kavuþma arzum artýyor fakat nasýl gideceðimi bilemiyordum. Bir gece iki rekat namaz kýlýp, Allahü teâlânýn sevgili kullarýný vesîle ederek çok duâ ve niyâzlarda bulundum. Sonra En'âm sûre-i þerîfini okuyarak uyudum. Rüyâmda Mevlânâ hazretlerini gördüm. Sîmâsý bana anlatýlanlara aynen uyuyordu. Bizim eve gelmiþti. Onu görünce koþarak huzûruna yaklaþtým ve hürmetle ellerinden öptüm. Beni kucaklayýp alnýmdan öptü. Eline aldýðý bir makas ile alným üzerinden bir mikdâr saçýmý keserek; "Bu, Mesnevî âlimi olacak." buyurdu. Uyandýðýmda, saçlarým ve makas yastýk üzerinde duruyordu. Bu rüyânýn tesiri altýnda idim. Annem ve babam, ýsrârlarýma dayanamýyarak izin verdiler. Doðruca Konya'ya gittim ve Mevlânâ'ya talebe olmakla þereflendim. Mesnevî üzerinde çalýþmamý emir buyurdular. Kýsa zamanda Mesnevî hakkýnda sorulan her soruyu cevaplandýracak hâle geldim."
Kârî, Kur'ân-ý kerîmi ezbere bilen Muhammed anlatýr: "Hacca gidip vazîfemizi yaptýktan sonra Konya'ya dönmüþtük. Hacý arkadaþlarýmýzdan bir delikanlý, diðer arkadaþlarýmý zaman zaman Mevlânâ'ya götürüyor, onun sohbetlerine katýlmayý teþvik ediyordu. Onun bu hâline þaþýyorduk. Birgün kendisine sebebini sorduðumuzda; "Hacca giderken bir konakda uyumuþum. Uyandýðýmda kâfilenin beni unutup gittiðini gördüm. Çok üzüldüm, zîrâ yolu bilmiyordum. Cenâb-ý Hakk'a yalvararak göz yaþlarý arasýnda yaptýðým duâlardan sonra, herhangi bir istikâmete doðru yürümeye baþladým. Bir müddet gittikten sonra, kendimi büyük bir sahrâda buldum. Ýleride bir çadýr vardý. Yanýna vardýðýmda, içeride heybetli birinin helva piþirdiðini gördüm. Durumumu ona anlattým ve bu helvayý kime piþiriyorsun? diye sordum. Bana; "Bu helvayý Sultân-ül-Ulemâ'nýn oðlu Mevlânâ için piþiriyorum. Her gün buradan geçip gider. Birazdan gelmesi lâzým. Sabredersen onu görürsün." dedi. Hakîkaten biraz sonra Mevlânâ geldi. Ýkrâm edilen helvadan bir mikdâr yedi, ayrýca bana da verdi. Sonra kendisine durumumu arzedince, kerem sâhibi Mevlânâ hazretleri bana tebessüm ederek; "Hiç merak etmeyiniz, yalnýz gözünüzü yumup biraz sonra açýnýz." buyurdular. Ben gözlerimi yumdum. Açtýðýmda kendimi kâfilenin yanýnda buldum. Ýþte benim Mevlânâ hazretlerini çok sevmemin ve arkadaþlarýma tavsiyede bulunmamýn sebebi budur." dedi.
Mevlânâ'yý çok sevenlerden biri, ticâret maksadýyla Ýstanbul'a gitmek için izin istedi. Mevlânâ hazretleri de; "Ýstanbul'a gitmenize izin verdim. Yalnýz Ýstanbul'da þu adreste bir kilise var. Ýçinde þu vasýflarda birini bulacaksýn. Ona benden selâm söyle." buyurdu. Tüccâr; "Peki!" diyerek yola çýktý. Ýstanbul'da iþini hallettikten sonra, emredilen adrese gidip kiliseyi buldu. Ýçinde târif edilen kimse vardý. Ona, Mevlânâ'nýn selâmýný söyledi. O kimse ile konuþurlarken, bir köþede Mevlânâ hazretlerini murâkabe hâlinde oturuyor gördü. Hayretinden aklý gidip oraya düþtü bayýldý. Kendisine geldiðinde, kilisede sâdece selâm getirdiði kimse vardý. Ayrýlmak için izin istediðinde, o zât da; "Mevlânâ'ya benden selâm söyleyiniz." diye tenbihte bulundu. Tüccar oradan ayrýlýp, uzun bir yolculuktan sonra Konya'ya geldi. Doðruca Mevlânâ'nýn huzûruna gitti. Ýstanbul'daki kimsenin de kendisine selâmý olduðunu söyledi. Mevlânâ'ya bunu söylerken, Mevlânâ'nýn önünde o Ýstanbullunun diz üstü oturduðunu gördü. Yine hayretinden aklý baþýndan gidip, orada bayýldý. Ayýldýðýnda, Mevlânâ; "Ey tüccar! Bu gördüklerini, saðlýðýmda kimseye söyleme." buyurdu. Bunun üzerine tüccar, bütün malýný Ýslâmýn yayýlmasý için harcadý ve Mevlânâ'nýn huzûruna gelip talebesi olmakla þereflendi. Dünyâ ve âhiret saâdetine kavuþmaya çalýþtý.
Deyr-i Eflâtun yâni Eflâtun Kilisesinde bir kimse vardý. Üzerine râhip elbisesi giyer, kiliseye gelenlere Ýslâmiyetin üstünlüðünü anlatýr, konuþtuðu kimselerin müslüman olmasýna vesîle olmaya çalýþýrdý. Bu arada Mevlânâ hazretlerinin talebelerine de çok saygýlý davranýrdý. Bir gün kendisine; "Senin, Mevlânâ'nýn yakýnlarýna bu kadar hürmetli olmanýn, iltifât göstermenin sebebi nedir?" diye sordular. O da cevap olarak; "Biz Mevlânâ'nýn pekçok kerâmetlerini gördük. Ýsterseniz size içlerinden birini anlatayým. Bir gün biz kýrk papaz, cümlemiz Mevlânâ'ya bir suâl sormak için giderken, kendisiyle bir fýrýnýn önünde karþýlaþtýk. Ýçimizden biri; "Kur'ân-ý kerîmde, Meryem sûresinin yetmiþ birinci âyet-i kerîmesinin meâlinde; "Ýçinizden, hiçbiri istisnâ edilmemek üzere, mutlaka Cehennem'e varacaktýr. Bu, Rabbinin katýnda kesinleþmiþ bir hükümdür." buyruluyor. Bu âyet-i kerîmeye göre, müslüman olsun kâfir olsun, herkesin Cehennem'den geçeceði bildiriliyor. Mâdem ki herkes Cehennem'e girecek, o zaman Ýslâmiyetin üstünlüðü nereden belli olacaktýr?" dedi. Mevlânâ; "Evet. Âyet-i kerîmede bildirildiði gibi, herkes Cehennem'e uðrayacaktýr. Müminler Cehennem'e uðradýðýnda, Cehennem'in ateþi ona tesir etmiyecektir. Hattâ Cehennem; "Ey mümin, çabuk geç, nûrun ateþimi söndürüyor." diyecektir. Ayný ateþ, Allahü teâlânýn emriyle kâfiri yakacaktýr. Ateþ, ayný ateþtir. Ýsterseniz deneyelim ve þimdi size bunu göstereyim." dedi. Bizden, üzerimize giydiðimiz gömlekleri çýkarmamýzý istedi. Çýkarýp, kendisine verdik. O da hýrkasýný çýkarýp, bizimkilerin içine sardý. Öylece fýrýnýn içine attý. Biraz sonra fýrýnýn kapaðýný açýp, elini alevlerin içine soktu. Biz hayretle hâdiseyi tâkib ediyorduk. Sonra içerden hýrkayý alýp önümüze koydu. Hýrkada en ufak bir yanýk izi yoktu. Ýçini açtýðýnda, bizim gömleklerimizin hepsinin yanýp kül olduðunu gözlerimizle gördük. Sonra Mevlânâ bize dönerek; "Ey râhipler! Ýþte gördüðünüz gibi, biz ateþe böyle uðrarýz. Siz de böyle uðrarsýnýz." deyince, hepimiz insâf edip, Kelime-i þehâdeti getirerek müslüman olduk. Her birimiz de, bundan sonra Ýslâmiyetin yayýlmasý için çalýþacaðýmýza, hýristiyanlarýn doðru yola gelmesi için uðraþacaðýmýza söz verdik. Ýþte benim Mevlânâ'nýn talebelerine hürmet ve iltifât etmemin sebebi budur."
Bir gün Kâdý Sirâceddîn ismindeki bir hoca, talebelerine; "Bugün Mevlânâ'ya gidip, onu soru yaðmuruna tutalým. Öyle sorular hazýrlýyalým ki, hiç birisine cevap veremesin." dedi. Talebeler soru hazýrlamaya koyuldular. Kendisi de çalýþmaya baþladý. Bir ara Kâdý Sirâceddîn'in yanýnda Mevlânâ hazretleri tecessüm etti. Kâdý Sirâceddîn'in yüzüne dikkatlice bakýp oradan kayboldu. Kâdý, talebelerine; "Mevlânâ buraya geldi." deyince, talebeler; "Biz görmedik efendim." dediler. Bu hâl, Kâdý Sirâceddîn'in zihnine takýldý, düþüncelere daldý. Bir saat kadar sonra Mevlânâ hazretleri tekrar orada göründü. Bunu kâdý ve talebeleri gördüler. Hepsine selâm verdi ve oradan ayrýldý. Biraz sonra kâdý talebeleri ile namaz kýlmak için büyük odaya geldiklerinde duvarlarda bir takým yazýlar gördüler. Ýncelediklerinde, Mevlânâ'ya soracaðý sorular ve bu sorularýn cevaplarý geniþ olarak, yazýlmýþ idi. Kâdý Sirâceddîn ve talebeleri, hayretlerinden dona kaldýlar. Böyle büyük bir âlim ve velînin hakkýnda besledikleri kötü düþüncelerine piþmân oldular. Hep birlikte gidip Mevlânâ'nýn talebesi olmakla þereflendiler.
Malatyalý Selâhaddîn Efendi anlatýr: "Gençliðimde Ýskenderiyye'ye ticâret için gitmiþtim. Gemimiz bir girdaba yakalandý, kurtulmamýz imkânsýzdý. Korku içinde idik. Herkes adaklar adamaya baþladýlar. Tövbeler ettiler. Helâllaþmaya baþladýlar. Bu arada bana, kurtulmak için duâ etmemi ricâ ettiler. Konyalý olmam hasebiyle, aklýma bir anda Allahü teâlânýn evliyâ kullarýndan Mevlânâ hazretleri geldi. Hemen; "Yâ hazret-i Mevlânâ! Ýmdâdýmýza yetiþmen için yalvarýyorum." diye seslendim. O anda, herkesin gözü önünde, gelip gemimizin yanýbaþýnda göründü. Gemiye yapýþýp girdaptan kurtardý ve kayboldu. Ýskenderiyye'den sonra Konya'ya gittik. Mevlânâ'nýn huzûruna çýktýðýmýzda bize; "Elhamdülillah. Allahü teâlânýn sevdiði kullarýndan birine tâbi olanlar, dünyâda da âhirette de halâs olup, kurtulurlar." buyurdu. Bunun üzerine hepimiz Mevlânâ'ya talebe olmakla saâdete kavuþtuk."
Tebrizli bir tüccar, ticâret için Konya'ya gelmiþti. Konyalý tüccarlara; "Burada evliyâdan bir kimse var mýdýr? Bir müþkilim var, onu soracaðým." dedi. Orada bulunanlar, Mevlânâ'nýn kerâmetlerinden bahsettiler. Seni ona götürelim dediler. Tebrizli, Mevlânâ'nýn nâmýný önceden duymuþtu. Kabûl edip hemen Mevlânâ'nýn dergâhýna gittiler. Tüccâr huzûra çýktýðýnda; "Efendim, namazýmý kýlýyor, Allahü teâlânýn emirlerini yapýp, yasaklarýndan kaçýnýyorum. Hayýr-hasenâtýmý yapýyor, kimseye zararým olmuyor. Ancak, kalbimde ibâdetlere karþý bir soðukluk var. Huzûrum yok. Sebebini de bir türlü bulamýyorum. Bana yardým etmenizi istirhâm ediyorum." dedi. Mevlânâ, þöyle bir murâkabeden sonra: "Ey Tâcir! Sen, Magrib'de bir yol üzerinde, Allahü teâlânýn velî kullarýndan biriyle karþýlaþtýn. Onun dýþ görünüþünü beðenmedin hattâ hakâret gözüyle baktýn. Sendeki huzursuzluðun sebebi budur. Ýsterseniz þuraya bakýn." diyerek, karþýdaki duvarý gösterdiler. Tüccar duvara baktýðýnda, bir anda duvardan pencere gibi bir boþluðun meydana geldiðini ve bu boþluktan o velî kulun yine bir yol kenarýnda oturduðunu gördü. Mevlânâ sözüne devâm ederek; "Bu huzursuzluðunuzun çâresi de, o kimseye gidip, ondan özür dileyip, affýna kavuþmaktýr." buyurdu. Mevlânâ, tâcire daha birçok nasîhatler yaptýktan sonra; "Muhakkak onu bul, hakkýný helâl ettirip duâsýný al. Bizim de selâmýmýzý söyle." dedi. Tâcir; "Peki efendim!" deyip yol hazýrlýklarýný yaptý ve yola koyuldu. Araya araya o mübârek zâtý buldu. Çok özür dileyip Mevlânâ'nýn selâmýný söyledi. Affetmesini, hakkýný helâl etmesini istirhâm eyledi. Bunun üzerine o mübârek zât; "Öyle bir kapýya sýðýnmýþsýn, öyle bir kimseden yardým taleb etmiþsin ki, reddetmek mümkün deðil. Seni Mevlânâ hazretleri hürmetine affettim. Kendisini görmek istersen þuraya bak." deyince, tâcir iþâret edilen yerde Mevlânâ'yý gördü. Bu hâle gözleriyle þâhid olan tâcir, o kimseyle vedâlaþýp, Konya'ya geldi ve Mevlânâ'nýn talebesi oldu.
Mevlânâ hazretleri her halleriyle insanlarý doðru yola teþvik eder, vâz ve nasîhatlarýyla hasta kalplere þifâ olan sözler söylerdi. Bir gün talebelerine; "Ey bizi sevenler! Sevgili Peygamberimizin gittiði Ehl-i sünnet yolundan yürüyüp, bu yolu ihyâ etmelidir. Allahü teâlânýn sevdiði ameller, ibâdetler ile, helâl yollardan çoluk-çocuðunun ihtiyaçlarýný kazanarak, râzý olunan kullar zümresine dâhil olmalýdýr. Hep helâli istemeli, helâlinden yiyip, helâlinden içmeli ve helâlinden giymelidir. Söylediklerimiz, dinlediklerimiz, düþündüklerimiz hep helâl olmalý. Her hareketimizi Peygamber efendimizin hâl ve hareketlerine uydurmalýyýz. Herkes, bir sanata sâhib olmalý ve din ilimlerini iyi öðrenmelidir. Talebelerimden bunu husûsen istiyorum. Bizim yolumuzda olanlara, kýyâmet günü yardýmcý olur, yüzlerinin ak olmasýna çalýþýrýz. Ancak, edebe riâyet etmeyenler ve Ehl-i sünnet yoluna muhâlefet edenler, kýyâmet günü bizi göremeyeceklerdir." buyurdu.
Bir gün huzûruna birbirlerine dargýn iki kiþi getirdiler. Onlara barýþmalarýný söyledi sonra da; "Allahü teâlâ, bâzý insanlarý su gibi latîf, mütevâzî, dâimâ aþaðýya akýcý ve yumuþak huylu, bâzýlarýný da toprak, taþ gibi sert mizaçlý yarattý. Su, topraða karýþýr, meyvelerin büyümesini, canlýlarýn içerek hayatlarýnýn devâm etmesini saðlar. O sulardan rûhlara ve bedenlere gýdâ temin edilip, menfaat saðlanýr. Su topraða gitmezse, topraktan ve sudan lâyýkýyla istifâde edilmez. Ey Nûreddîn! Bu arkadaþýn toprak hükmünde olup, yerinden kalkmaz ve barýþmaz ise, sen su gibi tevâzu üzere olup, anlaþ. Herkes bilir ki, iki küs olan kimseden hangisi öbüründen önce davranýrsa, Cennet'e ötekinden önce girecektir. Daha çok sevap kazanacaktýr. Dolayýsýyla, bu barýþtan her ikiniz de istifâde etmiþ olacaksýnýz." buyurdu. Bunu dinleyen iki küs kimse, daha çok sevap kazanmak gayretiyle hemen barýþtýlar.
Bir kimse, geçim darlýðýndan þikâyette bulundu. Bunun üzerine Mevlânâ hazretleri o kimseye; "Eðer sana, âzâlarýndan birini kesip, yerine bin altýn verelim deseler râzý olur musun?" diye sordu. O da; "Hayýr, râzý olmam." diye cevap verdi. Bunun üzerine Mevlânâ hazretleri; "Ey kardeþim! Mâdem ki râzý olmazsýn, niçin geçim sýkýntýsýndan þikâyette bulunursun? Fakirim diyorsun, bu kadar altýndan daha kýymetli âzâlarýn var iken, vücûdun sýhhatte ve âfiyette iken, niçin bunlarý sana bedâvadan ihsân eden Allahü teâlâya þükretmiyorsun? Allahü teâlâ; meâlen "Nîmetlerimin kýymetini bilir, emrettiðim gibi kullanýrsanýz onlarý arttýrýrým." (Ýbrâhim sûresi: 7) buyurdu.
Mevlânâ hazretleri bütün iþleri ihlâs ile, Allahü teâlânýn rýzâsý için yapmak lâzým olduðunu, bir misâl ile þöyle izâh ettiler: "Niþâburlu bir ilim talebesi ile bir tüccar yol arkadaþý oldular. Çok fakir olduðundan talebenin ayakkabýsý yoktu. Yalýn ayak yürürken, tüccar bir çift ayakkabý verdi. Sonra tüccar, talebeye ikide bir; "Ey talebe! Yolun düzgün yerinden yürü... Sivri taþlara basma... Ayaklarýný sürüme... Dikenli yerlerden gitme.. Ayakkabýyý eskitme..." diye tembih ediyordu. Bu tenbihler talebeyi usandýrdý. Sonunda talebe dayanamayýp ayakkabýlarý çýkardý, tüccarýn önüne býraktý ve; "Ben senelerce yalýn ayak seyâhat ederim. Kimse bana bunun için bir þart koþmuyordu. Þimdi verdiðin bu ayakkabýlar için sana mahkûm olamam." dedi. Ýþte burada olduðu gibi, yapýlan hayýr-hasenât karþýlýksýz olmalý Allahü teâlânýn rýzâsý için yapýlmalýdýr. Ancak böyle olursa makbûl olur.
Devlet memurlarýndan bir kimse, zaman zaman Mevlânâ hazretlerini ziyâret eder, vazîfesinden ayrýlarak devamlý onun hizmetiyle þereflenmek istediðini bildirirdi. Mevlânâ da, vazîfesini býrakmamasýný ister, ona nasîhatler ederdi. Bir gün ona þu menkýbeyi anlattý: "Abbâsî halîfesi Hârûn Reþîd zamânýnda bir zâbýta âmiri vardý. Hýzýr aleyhisselâm ile her gün görüþüp sohbet ederlerdi. Zâbýta âmiri bir gün vazîfesinden istifâ etti. Zâhid olup insanlardan ayrý yaþamaya, kimseyle görüþmeyip tek baþýna ibâdet yapmaða baþladý. Fakat istifâ ettikten sonra Hýzýr aleyhisselâm kendisine hiç uðramaz oldu. Bu duruma zâbýta âmiri çok üzüldü. Her gün sabahlara kadar cenâb-ý Hakka yalvarýp, gözyaþý döktü, tövbe istigfâr etti. Bir gece rüyâsýnda Hýzýr aleyhisselâmý görüp yalvardý. "Ey vefâlý dost! Ben seninle devamlý olarak sohbet etmek maksadýyla dünyâ makamlarýndan istifâ ettim. Uzlete çekilip, yalnýz baþýma ibâdet etmeye baþladým. Böylece sana kavuþurum sandým. Hâlbuki tam tersine seninle artýk hiç görüþemedim. Beni, mübârek cemâlinize hasret býraktýnýz. Acabâ bunun hikmeti nedir? Yoksa bir kusûr mu iþledim? Bu þekilde daha ne kadar hasretinizle yanacaðým?.." gibi sözlerle yanýp yakýlarak aðladý. Zâbýta âmirinin bu acýnacak durumuna dayanamayan Hýzýr aleyhisselâm; "Ey azîz dostum! Benim sana görünüp sohbet etmemin sebebi, yaptýðýn ibâdetler, hayýr hasenât ile deðildi. Senin o mühim vazîfeni yapýp müslümanlarýn iþlerini hak ve adâlet ile idâre ettiðin için gelip seninle sohbet ediyordum. Hâlbuki, sen bu kýymetli vazîfeyi býrakýp, müslümanlara hizmeti terkettin. Hattâ onlarý adâleti olmayan biriyle baþbaþa býraktýn. Sâdece kendi menfâatin için bir köþeye çekildin. Kendi menfaatini müslümanlara tercih ettin. Þimdi o yerine geçen þahýs, müslümanlara zulüm ve gayr-i meþrû iþler ile elem vermektedir. Þu anda onlar sýkýntý ve üzüntü içindeler. Bunlara hep sen sebeb oldun. Elbette senin þahsî menfaatinin, müslümanlarýn umûmî menfaatleri yanýnda bir kýymeti yoktur. Çünkü uzlete çekilip abdest almayý, namaz kýlmayý, oruç tutmayý, zikir etmeyi herkes yapabilir. Fakat makâmý ile müslümanlara hizmet etmeyi herkes yapamaz. Bunun için artýk senin yanýna gelmiyorum." dedi. Zâbýta âmiri bunlarý dinledikçe gözyaþlarý sel oldu ve; "Çok doðru... Çok doðru..." dedi. Uyanýnca, istifâ etmekle ne büyük bir hatâ yaptýðýný anladý. Sabah olunca derhal hükümdârýn huzûruna çýkýp, eski vazîfesini yeniden istedi. Hükümdâr anlayýþla karþýlayýp, onu tekrar eski vazîfesine tâyin etti. Ýþte bu zâbýta âmirinin vazîfesi müslümanlar için ne kadar kýymetli ise, senin vazîfen de o derece mühimdir. Bunun için, benim hizmetime gelmenden çok, vazîfene devâm etmen önemlidir. Çünkü senin vazîfen, pekçok müslümaný ilgilendiriyor. Onlarýn baþýnda senin gibi adâletli ve emîn bir kimsenin bulunmasý lâzýmdýr. Böylece onlar da huzur ve refah içinde yaþasýnlar. Bizim rýzâmýz bundadýr. Ýstifâ edip bize hizmette bulunmana aslâ rýzâmýz yoktur."
Bir gün birkaç kiþi gelip Mevlânâ hazretlerine; "Efendim! Allahü teâlânýn velî kullarý vefât edince, tasarruf hakkýna sâhib olurlar mý? Hayatta olduklarý gibi insanlara yardým edip, sýkýntýlarýný giderirler mi?" diye sordular. Mevlânâ hazretleri de; "Cenâb-ý Hakk'ýn evliyâ kullarý âhirete intikâl ettiklerinde, dünyâdakine oranla daha çok tasarrufa sâhib olurlar. Dünyâdaki tasarruf hududlu, âhiretteki ise hududsuzdur." buyurdu. Oradakiler; "Dostlarýnýza ve talebelerinize dünyâdaki gibi âhirette de ihsân ve merhamet eder misiniz?" deyince, Mevlânâ; "Ey dostlarým! Kýlýç kýnýnda iken kesmez. Kýnýndan çýktýðý zaman keser. Bize þefâat hakký verilirse, elbette biz de sizlere þefâat ederiz." buyurdu.
Mevlânâ hazretleri kendisine vedâlaþmak üzere gelmiþ bulunan ve nasîhat isteyen sevdiklerine; "Kardeþlerim! Aklýnýz bir servet ve bir makâma baðlý kalmasýn. Yalnýz kalp gözlerinizin açýlmasýný düþünün. Birbirlerinizi çok seviniz. Çünkü düþmanlar pusudadýr." buyurdular.
Talebelerinden biri, Mevlânâ hazretlerine incir getirmiþti. Mevlânâ hazretleri inciri aldý ve; "Hayli güzel incir, fakat kemiði var." buyurdu ve yere býraktý. Talebe; "Ýncirin nasýl kemiði olur?" diye hayret etti ve yavaþça incirleri alýp gitti. Bir zaman sonra tekrar bir sepet incirle dönüp geldi ve sepeti Mevlânâ hazretlerinin önüne koydu. Mevlânâ hazretleri bir tane alýp yedi ve; "Bu incirin kemiði hiç yoktur." buyurdular ve incirleri orada bulunanlara daðýtmasýný emrettiler.
Herkes bu duruma þaþakaldý. O talebe dýþarý çýktýðýnda oradakiler ona gidip inciri nereden topladýðýný sordular. O da; "Vallahi bir dostum vardý. Onun bahçesine uðradým. Bahçývaný baðda bulamadým. Ýzni olmaksýzýn bir sepet toplayýp Mevlânâ hazretlerine getirdim. Fakat niyetim bahçývaný gördüðümde topladýðým incirlerin bedelini ödemekti. Mevlânâ hazretleri velîlik nûru ile bunu anladý ve yemedi. Ýþte incirin kemiði buydu. Bu defâ doðruca o dostun baðýna vardým. Ondan iyi incir satýn alýp bedelini ödedim ve helâllaþtým. O da kabûl etti. Ýþte Mevlânâ hazretleri bunu kabûl edip iltifâtlarda bulundu.
Bir gün Mevlânâ hazretlerine kötü huylu ve kötü tabiatlý kimselerden soruldu. Bunun üzerine þu ibretli hâdiseyi anlattý: "Bir gün bir akrep bir ýrmaðýn kenarýnda dolaþýyordu. Birdenbire bir kaplumbaða akrebin yanýna gelip ona; "Burada ne yapýyorsun?" dedi. Akrep; "Ben ýrmaðýn öte yanýna geçmek için bir çâre arýyorum. Çünkü benim bütün yavrularým ýrmaðýn öte yanýndadýr." diye söyledi. Kaplumbaða da þefkati ve yabancýya iyi davranmasý sebebiyle onu en yakýn bir akrabâsýymýþ gibi sýrtýna alýp su üzerinde yüzmeye baþladý. Irmaðýn ortasýna gelince akrebin sokmak arzusu uyandý. Kaplumbaðanýn sýrtýnda iðnesini dokundurdu. Kaplumbaða; "Ne yapýyorsun?" diye sordu. Akrep; "Hünerimi gösteriyorum. Sen bana iyilik edip yarama merhem koydun. Ben de sana iðnemi sokuyorum. Benim göstereceðim þefkat de ancak budur." dedi. Bunun üzerine kaplumbaða hemen suya daldý. Akrep de boðulup gitti." Mevlânâ hazretleri bundan sonra þu beytleri okudu: "Câhil, yakýnlýk gösterse de sonunda câhilliðinden ötürü seni incitir." Sonra da; "Ahmaðýn sevgisi, ayýnýn sevgisine benzer. Onun kini sevgi, sevgisi kindir. Haydi kötü nefsi öldürün. Bu hususta ihmal göstermeyin. Onu diri býrakmayýn. Çünkü o akreptir." buyurdular.
Bir kýsým insanlar Mevlânâ hazretlerine gelip; "Bâzý kimseler mescidde dünyâ lafý ediyor." diye þikâyette bulundular. Bunun üzerine Mevlânâ hazretleri; "Her kim altý yerde dünyâ sözü ile meþgûl olursa otuz yýllýk temiz ve kabûl olmuþ ibâdeti reddedilir ve boþa gider. Bu altý yerin birincisi mescid, ikincisi ilim meclisi, üçüncüsü cenâze, dördüncüsü mezarlýk, beþincisi ezan vakti, altýncýsý Kur'ân-ý kerîm okunurkendir. Bunlarýn herbirisinin geniþ açýklamalarý vardýr." buyurdu.
Bir gün Selçuklu Sultaný Ýzzeddîn Keykâvus, Mevlânâ hazretlerini ziyârete gelmiþti. Mevlânâ hazretleri ona gerektiði gibi iltifat etmedi. Sultan bu hâle þaþtý ve tevâzu gösterip; "Mevlânâ hazretleri bana nasîhatte bulunsun." dedi. Bunun üzerine Mevlânâ hazretleri; "Sana ne nasîhat vereyim? Sana çobanlýk emretmiþler, sen kurtluk ediyorsun. Sana bekçilik emretmiþler sen hýrsýzlýk yapýyorsun. Allahü teâlâ seni sultan yaptý, sen þeytanýn sözü ile hareket ediyorsun." buyurdu. Bu aðýr nasîhat üzerine Sultan aðlayarak dýþarý çýktý. Medresenin kapýsýnda baþýný açýp tövbe etti ve; "Yâ Rabbî! Mevlânâ hazretleri bana sert sözler söyledi ise de senin için söyledi. Ben zavallý kul da bu alçak gönüllülüðü ve yakarýþý gösteriyor ve sana yalvarýyorum. Bana merhâmet et." dedi ve piþmanlýkla oradan ayrýldý.
Bir zaman Selçuklu vezîri Muînüddîn Pervâne, Mevlânâ hazretlerini ziyârete geldi. Fakat Mevlânâ hazretleri onu karþýlamaya çýkmadý. Vezir büyük bir sýkýntýyla Mevlânâ'nýn kapýsýnda beklemeye baþladý. Sultan Veled babasý adýna vezîre mâzeretler beyân edip özür diledi ve; "Efendim! Babam dedi ki, çok defâ benim Allahü teâlâ ile iþim ve hâllerim olur. Vezirler ve dostlar beni her zaman göremezler. Onlar kendi hâlleri ve iþleri ile meþgul olsunlar. Biz gider kendilerini buluruz." buyurdu. dedi. Vezir bu sözler üzerine baþýný iki eli arasýna alýp düþüncelere daldý. Bu esnâda Mevlânâ hazretleri çýkageldi. Vezir hemen ayaða kalkýp; "Efendim niçin bize geç görünüyorsunuz?" dedi. Mevlânâ hazretleri buna hiç ses çýkarmadý. Vezir; "Ben þöyle bir þey düþündüm. Sanki bana; "Ey Pervâne! Muhtaç bir kimsenin beklemesi büyük zahmettir. Bunu öðren ve hiç kimseyi kapýda bekletme." demek istediniz öyle deðil mi?" dedi. Mevlânâ hazretleri tebessüm edip; "Güzel düþünmüþsün. Ama öteden beri âdettir. Birinin kapýsýna çirkin bir dilenci gelse, onun karanlýk benzini görmemek ve sesini iþitmemek için eline bir þey tutuþturulup yolcu edilir. Ne var ki, güzel huylu, hoþ biri geldiðinde; "Ekmek piþinceye kadar biraz sabret ve bekle." derler. Bizim de geç gelmemizin sebebi sizin muhabbet ve sevginizin bize hoþ gelmesi ve bunlarý daha çok iþitmek içindir. Vezir sevildiðini anlayýp gözyaþlarýný tutamadý. Sevinçli olarak oradan ayrýldý.
Mevlânâ hazretleri çok ibâdet ederdi. Yine bir gece sabaha kadar namaz kýlmýþtý. Yakýnlarý kendisine; "Bu nasýl namazdýr?" dediler. Mevlânâ hazretleri onlara; "Allahü teâlânýn yenilmez arslaný hazret-i Ali namaz vakti olunca titrer ve rengi solardý. Ona; "Ey Ýmâm! Neyin var?" diye sorulduðunda, o; "Kur'ân-ý kerîmde meâlen; "Biz emâneti, göklere yere ve daðlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler (mesuliyetinden) korktular. Onu insan yüklendi." (Ahzâb sûresi: 72) buyruldu. Emânet vakti geldi." derdi. Namaz sözle anlatýlamayacak bir þekilde Allahü teâlâ ile konuþmaktýr. Hazret-i Ali'nin hâli böyle olunca bizlerinki nasýl olmalýdýr?" buyurdular.
Buyurdular ki; "Sünnet-i seniyyeye harfiyen uymak lâzýmdýr."
"Helâl kazanýp helâlden yemeli, giyinmeli, çalýþmalýdýr. Her hareketi Resûlullah efendimize uydurmalýdýr."
"Dargýnlar barýþmalýdýr. Önce davranan önce Cennet'e girer."
"Tenhâda yalnýz kalýnca da günahtan sakýnmalýdýr."
"Nefsi maðlûb etmek için, onu rahatsýz etmelidir. Ýstediði þeyi vermemelidir. En tesirlisi, gündüzleri oruç tutmak, geceleri az uyuyup namaz kýlmaktýr."
Gururlu olmayýnýz, nefsinizle mücâdele, riyâzet ediniz. Peygamberimiz hep riyâzet çekmiþ, zenginlik istememiþ, arpa ekmeðini bile doyuncaya kadar yememiþtir."
"Hakîkî bir âlime, rehbere teslim olmalýdýr."
Mevlânâ Celâleddîn Rûmî hazretleri 1273 senesinde hastalandý. Hasta iken baþkalarýna olan borçlarýný gönderdi. Onlardan bâzýlarý "biz helâl etmiþtik" dedilerse de tekrar gönderip almalarýný saðladý. "Elhamdülillah bu tehlikeden kurtulduk." diyerek kul hakkýna çok dikkat etmek lâzým geldiðine iþâret etti.
Mevlânâ hazretleri hasta döþeðinde yatmakta iken yedi gece çok þiddetli derecede zelzele oldu. Birçok evler ve baðlarýn duvarlarý yýkýldý. Herkes bu durumdan korkup feryâd etmeye baþladý. Bu sýrada Mevlânâ hazretleri; "Evet zavallý toprak yaðlý bir lokma istiyor. Bunu vermek lâzým." buyurdu ve sonra da; "Ben size, gizlide ve açýkta Allahü teâlâdan korkmayý, az yemeyi, az uyumayý, az söylemeyi, günahlardan çekinmeyi, oruca, namaza devâm etmeyi, dâimâ þehvetten kaçmayý, halkýn eziyetine ve cefâsýna dayanmayý, aþaðý ve sefih kimselerle düþüp kalkmaktan uzak durmayý, kerîm olan sâlih kimselerle berâber olmayý vasiyet ederim. Çünkü insanlarýn hayýrlýsý, insanlara faydasý dokunandýr. Sözün hayýrlýsý da az ve öz olanýdýr. Hamd, yalnýz Allahü teâlâya mahsustur." buyurdu.
Mevlânâ hazretleri bir ara talebelerinin önde gelenlerinden Sirâceddîn'i yanýna çaðýrdý ve ona bir duâ öðretti. Bunu hoþ ve sýkýntýlý zamanlarda okumasýný tenbih etti: "Yâ Rabbî! Beni sana ulaþtýrmaya vesîle olan Mevlânâ'ya hasret çekiyorum. Sana vesîle olan saðlýðý, sýhhati seni bol bol tesbîh etmek, anmak için istiyorum. Yâ Rabbî! Bana, ne senin zikrini unutturacak, sana olan þevkimi söndürecek, seni tesbih ederken duyduðum lezzeti kesecek bir hastalýk, ne de beni azdýracak, þer ve kötülüðümü arttýracak bir sýhhat ver. Ey merhamet edenlerin en merhametlisi, merhametinle bu duâmý kabûl et."
Mevlânâ hazretlerinin hastalýðýnda, yanýna hocasý Sadreddîn-i Konevî ve þehrin ileri gelen âlimleri geldiler. Ziyâret esnâsýnda Mevlânâ'ya; "Allahü teâlâ âcil þifâlar versin. Ýnþâallah en kýsa zamanda sýhhat bulursunuz? Zîrâ siz, âlemin rûhusunuz, âlem sizinle hayat bulur." dediler. Mevlânâ onlara; "Bundan sonra cenâb-ý Hak, size þifâlar, sýhhat ve âfiyetler ihsân eylesin. Artýk bizim iþimiz bitmiþtir. Rabbimle aramýzda, kýldan yapýlmýþ bir gömlek kaldý. Kýsa zamanda o gömleði de çýkarýp nûru nûra ulaþtýrýrlar. Artýk bana duâ ediniz." buyurdu.
Mevlânâ hazretlerinin vefâtý sýrasýnda medresede bulunan bir kedi feryâd etmeye baþladý. Bunu hasta yataðýnda iþiten Mevlânâ; "Bu kedicik niçin feryâd ediyor biliyor musunuz?" Orada bulunan dostlarý ve talebeleri; "Siz bilirsiniz efendim." dediklerinde; "Bu günlerde siz, hakîkî âleme, asýl vatana göç edeceksiniz. Biz çâresizleri yetim býrakacaksýnýz... Bizim hâlimiz ne olacak?.. diyor." buyurdu.
Dostlarý, talebeleri; "Efendim! Zât-ý âlinizden sonra kime tâbi olalým. Yerinize kimi býrakacaksýnýz?" diye sordular. Mevlânâ hazretleri de; "Hüsâmeddîn Çelebi'ye tâbi olunuz. Onu yerime vekil býrakýyorum." buyurdu. Oradakiler bu suâli üç defâ sordular. Üçünde de ayný cevâbý aldýlar. "Cenâze namazýnýzý kim kýldýrsýn?" diye sordular. Ona da; "Hocam Sadreddîn Konevî hazretleri kýldýrsýn." buyurdular.
Hüsâmeddîn Çelebi anlatýr: "Mevlânâ hazretlerinin son günüydü. Fevkalâde yiðit bir delikanlýnýn, hocam Mevlânâ'nýn bulunduðu yerde belirdiðini gördüm. Mevlânâ, kalkýp bu delikanlýyý karþýlayarak, bana; "Döþeði kaldýrýn." buyurdu. Ben hayret ettim. Çünkü hocam hasta idi. O delikanlýnýn yanýna varýp; "Siz kimsiniz ki, hocam hasta yataðýndan kalkarak sizi karþýladý?" diye sordum. O da; "Ben Azrâil'im. Rabbimizin emrini yerine getirmek, Mevlânâ'yý öbür âleme dâvet etmek için geldim." dedi. Mevlânâ da; "Rabbimiz, beni kendi hazretine dâvet ediyor. Artýk gitmek zamânýdýr. Yâ Azrâil! Çabuk ol! Beni Rabbime çabuk kavuþtur!" deyip Kelime-i þehâdet getirdi. Cemâziyelâhirin beþine rastlayan Pazar günü ikindi vaktinde fânî hayâta gözlerini yumdu."
Mevlânâ hazretleri vefât edince, Ýmâm-ý Ýhtiyârüddîn gasl eyleyip yýkadý. Gasl ânýnda gördüklerini þöyle anlattý: "Mevlânâ'nýn mübârek cesedini yýkamaya baþlayýnca, üzerime öyle bir ayrýlýk acýsý çöktü ki aðlamaktan kendimi alamadým. Yýkamak þöyle dursun, zerre kadar hareket etmeye kâdir olamadým. Yüzümü yüzüne dayayýp aðladým. Yardýmcýlarým hiç ses çýkarmýyor, bana mâni olmuyorlardý. Bir ara dayanamadým. Vücûduna sarýlarak aðlamak istedim. O anda Mevlânâ'nýn eli bileðimi sýkýca tuttu. Korkumdan aklým baþýmdan gitti. Bayýlmýþým. Kulaðýma uðultu hâlinde, sâhibini göremediðim sesler geliyordu; "Nûr, nûra karýþtý. Âþýk, Mâþuka kavuþtu. Bunda endiþe edecek bir þey yoktur. Çünkü, Allahü teâlânýn velî kullarý için, hiçbir korku yoktur ve onlar mahzûn da olmazlar. Müminler ölmezler, belki fânî âlemden, sonsuz âleme naklolunurlar." Bu sözler beni kendime getirdi."
Þerâfeddîn-i Kayserî anlatýr: "Sadreddîn-i Konevî hazretleri, talebesi Mevlânâ'nýn cenâze namazýný kýldýrmak için ilerlediði zaman, ona birden bire bir hýçkýrýk gelip kendinden geçti. Bir müddet sonra kendine gelip namazý kýldýrdý. Mevlânâ'nýn vefâtýna çok üzülmüþtü. Talebelerinin ileri gelenlerinden bâzýlarý; "Efendim! Namaz kýldýracaðýnýz zaman, üzerinizde hiç görmediðimiz bir hâl vardý. Acabâ hikmeti nedir?" dediler. Bunun üzerine; "Namaz kýldýrmak için ilerlediðim vakit, meydanda meleklerin saf saf dizilip, Peygamber efendimizin arkasýnda cenâze namazýný kýldýklarýný gördüm. Gökteki meleklerin hepsi mâvi elbiseler giyinmiþ aðlýyorlardý." buyurdu.
Mevlânâ'yý sevenlerden Fahreddîn isminde biri vefât etmiþ idi. Onu rüyâda gördüler. Hâli iyi idi. "Bu mertebeye nasýl kavuþtun?" diye sorduklarýnda, "Mevlânâ'nýn türbesi yapýlýrken bir direk lâzým olmuþ. Bana gelip durumu bildirdiler. Ben de cân u gönülden direði verdim. Bu sebeple Allahü teâlâ beni magfiret eyledi." diye cevap verdi.
Muhammed Hâdim þöyle anlatýr: "Mevlânâ'nýn yanýnda kýrk yýl hizmet ettim. Husûsî odasýnda ne yatak, ne de yastýk gördüm. Bir gece bile, yatýp uyumak ve istirâhat etmek için yanýný yere koyup yattýðýný da bilmiyorum. Mevlânâ ezân sesini duyduðu zaman, ya dizleri üzerine oturur veya ayaða kalkarak, ezân bitinceye kadar o vaziyetini hiç bozmazdý. Bütün ömründe hiç ayaðýný uzatmamýþ ve yatmamýþtýr."
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, olgun, âlim ve velî bir müslüman idi. Onun çeþitli din, mezheb, meþreb sâhibi kimseleri kendisine hayran býrakan merhameti, insan sevgisi, tevâzuu, gönül okþayýcýlýðý gibi üstün vasýflarý, Ýslâm dîninin emrettiði güzel ahlâkýndan bâzý nümûnelerdir. Onda, bunlardan baþka Ýslâm ahlâkýnýn diðer hususlarý da kemâl derecede mevcuttu. Bunlarýn hepsini saymak, Ýslâmiyeti tamam olarak anlamak ve anlatmakla mümkün olur. Hazret-i Mevlânâ'yý yalnýz bir mütefekkir, þâir gibi düþünmek ve o þekilde anlamaya çalýþmak, aslý býrakýp, herhangi bir özelliði içinde sýkýþýp kalmaya benzer. Bu ise, en azýndan Mevlânâ'yý çok eksik ve yarým anlamaya, hattâ hiç anlamamaya sebeb olabilir. Nitekim hazret-i Mevlânâ'yý, sözlerini, yolunu anlamanýn anahtarýný, kendisi bir rubâisinde þöyle dile getirmektedir:
Ben sað olduðum müddetçe Kur'ân'ýn kölesiyim.
Ben Muhammed Muhtâr'ýn yolunun tozuyum.
Benim sözümden bundan baþkasýný kim naklederse,
Ben ondan da bîzârým, o sözlerden de bîzârým.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretleri tasavvuf deryâsýna dalmýþ bir Hak âþýðýdýr. Ýlmi, teþbihleri, sözleri ve nasîhatlarý bu deryâdan saçýlan hikmet damlalarýdýr. O, bir tarîkat kurucusu deðildir. Yeni usûller ve ibâdet þekilleri ihdâs etmemiþtir. Ney, rebap, tambur gibi çeþitli çalgý âletleri çalýnarak yapýlan törenler ve âyinler, ilk defâ on beþinci asýrda ortaya çýkmýþtýr. Ýlk mevlevî bestelerinin bestelenmesi de ayný zamâna rastlar. Bu târih, Mevlânâ hazretlerinin yaþadýðý devirden 3-4 asýr sonradýr. Onun Mesnevî'sinde geçen "ney" kelimesi, bâzý kimseler tarafýndan çalgý âleti olan ney þeklinde düþünülüp anlaþýldýðý için, yanlýþ olarak, kendisinin ney çalýp dinlediði sanýlmýþtýr.
Allahü teâlânýn aþký ile dolmuþ, evliyânýn büyüklerinden olan Celâleddîn-i Rûmî (kuddise sirruh) ney ve baþka hiç bir çalgý çalmadý. Mûsikî dinlemedi ve raks etmedi. Yâni dans etmedi. Mesnevî'de yirmi dört bin, Dîvân'da kýrk sekiz bin beyit bulunmaktadýr. Celâleddîn-i Rûmî hazretleri Mesnevî'sini nazým þeklinde yazarak, düþmanlarýn deðiþtirmesine imkân býrakmamýþtýr. Mesnevî'sinden baþka; Dîvân-ý Kebîr, Fîhi Mâfih, Mektûbât, Mecâlis-i Seb'a gibi kýymetli eserleri de vardýr. Mesnevî'sine her memlekette, birçok dillerde þerhler, açýklamalar yapýlmýþtýr. Bunlardan pek kýymetlisi ve lezzetlisi, Mevlânâ Câmî'nin kitabý, bunu da birçok kimse ayrýca þerh etmiþtir. Bunlarýn içinde de, Süleymân Neþ'et Efendinin þerhinden elli altý sahifesi, yalnýz dört beytin þerhi olup, Sultan Abdülmecîd Han zamânýnda, 1847 (H.1263)'de Matba'a-i Âmire'de tab edilmiþtir. Bu kitapta, Mevlânâ Câmî (kuddise sirruh) buyuruyor ki: "Mesnevî'nin birinci beytinde [Dinle neyden, nasýl anlatýyor, ayrýlýklardan þikâyet ediyor] ney, Ýslâm dîninde yetiþen kâmil, yüksek insan demektir. Bunlar kendilerini ve her þeyi unutmuþtur. Zihinleri her an, Allahü teâlânýn rýzâsýný aramaktadýr. Ney, Fârisî dilinde, yok demektir. Bunlar da, kendi varlýklarýndan yok olmuþtur. Ney denilen çalgý, içi boþ bir çubuk olup, bundan çýkan her ses, onu çalan kimseden hâsýl olmaktadýr. O büyükler de, kendi varlýklarýndan boþalýp, kendilerinden, Allahü teâlânýn ahlâký, sýfatlarý ve kemâlâtý zâhir olmaktadýr. Neyin üçüncü mânâsý, kamýþ kalem demektir ki, bundan da, insan-ý kâmil kasdedilmektedir. Kalemin hareketi ve yazmasý kendinden olmadýðý gibi, kâmil insanýn hareketleri ve sözleri de, hep Allahü teâlânýn ilhâmý iledir." Sultan Ýkinci Abdülhamîd Han zamânýnda Ankara vâlisi olan, Âbidin Paþa, Mesnevî Þerhi'nde, ney'in insan-ý kâmil olduðunu, dokuz türlü isbât etmektedir. Mevlevîlik, sonralarý câhillerin eline düþdüðünden, "ney"i çalgý sanarak, ney, dümbelek gibi þeyler çalmaða, dans etmeðe baþlamýþlar, ibâdete harâm karýþtýrmýþlardýr. Dînimizin ve Celâleddîn-i Rûmî'nin (kuddise sirruh) beðenmediði bu oyun âletleri, tekkelerden toplanarak, o tasavvuf üstâdýnýn türbesine konunca, þimdi türbeyi ziyâret edenlerden bir kýsmý, bunlarý, onun kullandýðýný zannederek aldanmakda ise de, (Mesnevî þerhlerini) okuyarak, o hakîkat güneþini yakýndan tanýyanlar, elbette aldanmamaktadýr.
Ney çalmak, ilâhi okumak, oynamak, zýplamak þöyle dursun, Celâleddîn-i Rûmî (kuddise sirruh), yüksek sesle zikr bile yapmazdý. Nitekim Mesnevî'sinde;
Pes zi cân kün, vasl-ý cânânrâ taleb,
Bî leb-ü bî gâm mîgû, nâm-ý Rab!
buyuruyor. Yâni, "O hâlde, sevgiliye kavuþmaðý, cân u gönülden iste. Dudaðýný ve damaðýný oynatmadan, Rabbin ismini (kalbinden) söyle!" demekdir. Sonradan gelen, Mevlânâ'yý tanýmayanlar, ney, saz, def gibi çalgýlar çalarak, gazel okuyup dönerek, dans ederek, nefslerini zevklendirmiþlerdir. Bu, dînimize uygun olmayan hâllerine ibâdet adýný verebilmek ve kendilerini din adamý tanýtabilmek için, Mevlânâ da böyle yapardý. Biz mevleviyiz, onun yolundan gidiyoruz diyerek, asýldan uzaklaþmýþlardýr.
Halbuki Celâleddîn-i Rûmî yine, Mesnevî'de bir çalgýcý ile hazret-i Ömer'in hikâyesine yer verir. Hikâyede yer alan çalgýcý uzun ve boþuna geçen bir ömrün sonunda mezarlýða gelmiþtir. Sonunda piþman olmuþ ve hazret-i Ömer'in elinde tövbe etmiþtir.
Büyük âlim Abdullah-i Dehlevî hazretleri; "Üç kitabýn eþi yoktur. Bunlar; Kur'ân-ý kerîm, Buhârî-i þerîf ve Mesnevî'dir." buyurdu. Yâni evliyâlýk yolunun kemâlâtýný bildiren kitaplarýn en üstünü Mesnevî'dir. Fakat evliyâlýk ve nübüvvet kemâlâtýný bildiren kitaplarýn en üstünü, Ýmâm-ý Rabbânî hazretlerinin Mektûbât kitabýdýr.
Mevlânâ hazretleri, ölüme, "Þeb-i Arûs= düðün gecesi" adýný vermektedir. Onun için, tasavvuf ehline göre ölüm; bir felâket deðildir, güzel ve tatlý bir þeydir. Tekrar Allah'a dönmek olduðundan, ancak bir sevinç vesîlesidir. Tasavvufta keder ve ümidsizlik yoktur. Yalnýz sevgi ve tecellîler vardýr. Bunun için Mevlânâ'nýn
"Gel, gel, her kim olursan ol gel!
Allah'a þirk koþanlardan, mecûsîlerden, puta tapanlardan da olsan gel!
Bizim dergâhýmýz ümitsizlik dergâhý deðildir.
Tövbeni yüz defâ bozmuþ olsan bile gel!"
buyurduðu söylenmektedir.
: Mevlana Celaleddin-i Rumi By: selsebil Date: 20 Nisan 2009, 18:38:39
SANKÝ ÜÇÜNCÜMÜZ SEN ÝDÝN
Þemseddîn Attâr anlatýr: Mevlânâ bir gün câmide vâz ederken, mevzû; Hýzýr ile Mûsâ aleyhimesselâmýn kýssasýna gelmiþti. Bu kýssayý, öyle fesâhat ve belâgat ile anlatýyordu ki, herkes nefesini kesip, can kulaðý ile dinliyordu. Benim yanýmda bir þahýs baþýný önüne eðmiþ bir þeyler mýrýldanýyordu. Kulak verdim, dediklerini anladým. "Sanki yanýmýzda idin, sanki üçüncümüz sen idin." diyordu. Bunun Hýzýr olduðunu anladým. Yanýna sokuldum. "Anladým. Sen Hýzýr'sýn, ne olur, bana ihsân eyle!" dedim. Cevâben; "Burada hazret-i Mevlânâ varken, benim sana ihsânda bulunmam deniz yanýnda teyemmüm gibi olur. Senin bütün müþkillerini o halleder." dedi ve gözümden kayboldu. Ben bu hâli Mevlânâ hazretlerine anlatmak için yanýna gittiðimde, ben daha söze baþlamadan; "Ey Attâr! Hýzýr aleyhisselâmýn sözleri doðrudur." diyerek benim sözümü kesti.
ÞÜPHESÝZ MERHAMET EDER
Mevlânâ, ALLAHü teâlânýn yarattýðý bütün mahlûkâta merhamet sâhibi idi. Bir gün Nefîsüddîn Sivâsî'ye bir kuruþ verip ekmek aldýrdý. Ekmeði eline alýp bir virâneye gitti. Nefîsüddîn de gizlice onu tâkibe baþladý. Sonunda, Mevlânâ'nýn o ekmeði yeni yavrulamýþ bir köpeðe kendi elleriyle yedirdiðini gördü. Mevlânâ dönüþünde, Nefîsüddîn'in kendisini tâkib ettiðini anlayýp; "Bu hayvan yedi gündür açtýr ve yavrularýna þefkatle bakmýþ ve hiç yanlarýndan ayrýlmamýþtýr. Resûlullah efendimiz bir hadîs-i þerîflerinde; "Merhametlilerin en büyüðü olan ALLAHü teâlâ, kullarýndan merhametli olanlara merhamet eder. Ey ümmet ve Eshâbým! Siz de O'nun yarattýklarýna merhamet ediniz ki, size de semâ ehli merhamet etsin" buyurdu. Nefîsüddîn bu sözler üzerine aðlayarak Mevlânâ'nýn ellerini öptü ve hayvanlara bile bu kadar merhametli olan siz, tabiatiyle ahbâb ve dostlarýnýza da merhamet edersiniz." dedi. Bunun üzerine Mevlânâ; "Evliyâullahýn merhameti pek çoktur; bütün mahlûkâta ve ahbâblarýna da þüphesiz merhamet eder." buyurdu.
BU ALTINLARI ÇAMURA ATINIZ
Selçuklu Sultâný Rükneddîn, Mevlânâ'ya beþ kese altýn gönderip almasýný arzu etti. Talebelerinden Mecdüddîn, Mevlânâ'ya altýnlarý arz edince; "Beni hakîkaten seviyorsanýz, bu altýnlarý dýþarýdaki çamurun içine atýn!" buyurdu. Talebeleri bu emri derhal yerine getirdiler. Dünyâya kýymet veren bâzý kimseler, bu altýnlarý almak için çamurun içinde aramaya baþladýlar. Fakat üstleri, baþlarý, yüzleri çamurdan görünmez hâle geldi. Mevlânâ, talebelerine onlarýn bu vaziyetlerini göstererek; "Bu altýnlar, þu gördüðünüz dünyâ ehlinin üstünü baþýný batýrdýðý gibi, âhiret ehli olanlarýn da kalbini karartýr, kirletir. Çeþitli günahlara sevkedip, ibâdetlerden alýkoyar. Bu sözlerimi yanlýþ anlamayýnýz. Dünyâ için çalýþmayýnýz demek istemiyorum. Dünyâ malýnýn muhabbetini kalbinize koymayýnýz diyorum. Hiç ölmeyecekmiþ gibi dünyâya, yarýn ölecekmiþ gibi âhirete çalýþmak lâzým geldiðini herkes bilir. Burada dikkat edilecek nokta; hýrs ve tamâ yapmadan kanâat üzere bulunmaktýr. Dünyâda, âhiret saâdeti için çalýþmalý, kazanmalý, niyeti düzeltmelidir. Çünkü Ýslâmiyet, insanlara faydalý olmayý emreder. En büyük saâdet, en büyük sermâye, helâlinden kazanýp, hayýr ve hasenât yaparak âhirete göndermektir. Buna raðmen asýl sermâye, mal, mülk, para sâhibi olmak deðil, ilim, amel, ihlâs ve güzel ahlâk sâhibi olmaktýr." buyurdu.
ÂHÝRETE BERÂBER GÝTSÝN
Bedreddîn Tirmizî isminde biri simyâ ile uðraþýrdý. Mevlânâ'nýn ismini duyarak Konya'ya ziyâretine geldi. Önce oðlu Sultan Veled'e uðrayarak, yapacaðý altýnlardan hergün bir dirhem Mevlânâ'nýn talebelerine vereceðini vâd eyledi. Bu haberi Mevlânâ'ya ulaþtýrdýlar, fakat o hiç cevap vermedi. Birkaç gün sonra Bedreddîn'in çalýþtýðý yere gitti. Bedreddîn simyâ ilmiyle uðraþarak altýn yapmaya çalýþýyordu. Mevlânâ'nýn geldiðini görünce, ayaða kalkarak hürmette bulundu. Mevlânâ, oradaki demirden, bakýrdan ve diðer mâdenlerden yapýlmýþ eþyâlarý teker teker alýp Bedreddîn'e vermeðe baþladý. Bedreddîn, her eline gelen eþyânýn en yüksek ayarda som altýndan yapýlmýþ olduðunu hayretle gördü. Mevlânâ, Bedreddîn'in þaþkýn bir hâlde kendisine baktýðýný görünce; "Ey Bedreddîn! Sen simyâ ile uðraþmayý býrak. Çünkü sen âhirete gidince, simyâ dünyâda kalacaktýr. Sen öyle bir simyâ ile uðraþ ki, seninle berâber âhirete gitsin. Ýþte o da din ilmidir. Bu, kalbden mâsivâyý, ALLAHü teâlâdan baþka her þeyin sevgisini çýkarýp, ALLAHü teâlânýn beðendiði þeyleri kalbe doldurmakla olur." buyurdu.
EVLÝYÂ ÞEFKATÝ
Mevlânâ hazretleri, merhamet sâhibiydi,
Hayvanlara bile o, gâyet þefkatli idi.
Bir gün sevdiklerinden, para verip birine,
Bir ekmek aldýrarak, aldý onu eline.
Sonra bir virâneye, gidiverip o saat,
Yedirdi bir köpeðe, eliyle onu bizzat.
Tâkib etti o kimse, nereye gittiðini,
Ve gördü bir köpeðe, ekmek yedirdiðini.
Mevlânâ ona gelip, buyurdu ki: "Ey filân,
Bilirim, yedi gündür, aç duruyor bu hayvan.
Yeni yavrulamýþtýr, hem de þu virânede,
Onlarý býrakýp da, ayrýlmýyor yine de.
Bir anne þefkatiyle, yavrulara bakýyor,
Yanlarýnda bekleyip, bir yere ayrýlmýyor.
Resûlullah hadîste, buyuruyor ki zîrâ;
"ALLAH da rahmet eder, merhametli kullara.
Ey Eshâbým, siz dahi olun ki merhametli,
Merhamet eylesinler size de semâ ehli."
O kiþi aðlayarak, dedi ki Mevlânâ'ya:
"Efendim, hamd olsun ki, ALLAHü teâlâya,
Sizleri tanýmakla, þereflendirdi bizi,
Himâye edersiniz, dünyâda hepimizi.
Âhiret için dahi, ümitliyim þimdiden,
Bizi kurtarýrsýnýz, Cehennem ateþinden."
Buyurdu: "Velîlerin, pek fazladýr þefkati,
Kurtarýr dostlarýný onlarýn þefâati."
HEPSÝ ÎMÂN ETTÝLER
Mevlânâ, tahsil için, Konya'dan bir gün yine,
Þam'a gidiyordu ki, uðradý Nusaybin'e.
Hýristiyan papazlar, bir yere gelmiþlerdi,
Acâyip istidraçlar, halka gösterirlerdi.
Gösteriþ yapmak için, hazret-i Mevlânâ'ya,
Bir oðlan çocuðunu, uçurdular havaya.
Celâleddîn-i Rûmî, bir duâ etti o an,
Havada kala kalýp, düþmedi yere oðlan.
Feryâd ediyordu ki, korkusundan o çocuk;
"Düþüp de öleceðim, indirin beni çabuk!
Çok uðraþtýlarsa da, papazlarýn birçoðu,
Hiç indiremediler, havadan o çocuðu.
Oðlan baðýrdý ki: "Sizin yanýnýzdaki,
O zâtýn duâsýyla, iþbu hâl oldu vâki.
Ancak onun duâsý, kurtarýr beni bundan,
Yoksa helâk olurum, yere düþüp buradan."
Papazlar bil-mecbûri, ona gelip bu kere,
Dediler: "Duâ et de, o çocuk düþsün yere."
Buyurdu ki: "Hiçbir þey kurtarmaz o çocuðu,
Kelime-i þehâdet, kurtarýr yalnýz onu."
Oðlan bunu duyunca, sevinip bu habere,
Kelime-i þehâdet, söyleyip indi yere.
Papazlar bunu görüp, hayrette kaldý hepsi
Ve insâfa gelerek, îmân etti cümlesi.
"ALLAH, ALLAH" NÝDÂLARIYLA
Mevlânâ'nýn Celâleddîn isminde bir talebesi vardý. Ticâretle uðraþýr, at alýp satardý. O anlatýr; "Bir gün Mevlânâ hazretleri sarýðýný sarýp, giyinmiþ olduðu hâlde, bana bir at hazýrlamamý emretti. Ben, atlarýn içinden en güçlüsünü eðerlemek için huzûrundan ayrýldým. Fakat at huysuzluk yaptýðýndan, bir türlü eðerleyemiyordum. Yanýma iki kiþi daha alýp, atý zorla eðerledik. Buna raðmen at hâlâ huysuzluk yapýyordu. O hâliyle Mevlânâ'nýn bulunduðu yere getirip, atýn hazýrlandýðýný bildirdik. Mevlânâ dýþarý çýkar çýkmaz at sâkinleþti ve önceki huysuzluðu kalmadý. Mevlânâ ata binip, kýble istikâmetinde yola çýktý. Ancak akþama doðru, ter içinde, toza gark olmuþ bir vaziyette döndü. At oldukça zayýflamýþ görünüyordu. Cesâret edip bir þey soramadýk. Ertesi gün yine bir at hazýrlamamý emretti. Baþka bir atý eðerleyip getirdik. Dünkü gibi gitti, akþama doðru geldi. Üçüncü gün de ayný þekilde gitti. Akþama doðru geldiðinde; "Elhamdülillah! Ey cemâat! Müjdeler olsun ki, o kâfir, Cehennem'in dibini boyladý." dedi. Biz edebimizden yine bir þey soramadýk. Aradan birkaç gün geçmiþti. Þam tarafýndan bir kâfile gelip, o taraflarda, müslümanlar ile Moðollarýn yaptýðý savaþý anlattýlar. Dediler ki; "Düþman askeri oldukça çoktu. Müslümanlar maðlub olmak üzere idiler. Son üç günde, Mevlânâ hazretleri, bir atýn üzerinde olduðu hâlde savaþ meydanýnda göründü. En ön safta; "ALLAH, ALLAH" nidâlarýyla düþmana hücûm edip önüne geleni bir vuruþta ikiye bölüyordu. Müslümanlar, Mevlânâ'nýn akýl almaz hâllerini ve yardýmýný görünce, bozulan moralleri düzeldi. Ard arda yaptýklarý hücûmlarla düþmaný geriye püskürttüler. Mevlânâ hazretleri düþman komutanýný öldürünce, kâfirler kaçmaya baþladýlar." Ben bu haberi iþitince, doðruca hocam Mevlânâ'nýn huzûruna çýktým. Beni görünce; "Müslüman askerlere yardým edilmiþ ve zafere kavuþmalarýna sebeb olunmuþtur. Ey Celâleddîn! Bize cân u gönülden hizmet edenler dünyâ ve âhirette gam ve kederden kurtulur." buyurdu.
BAÞKA BÝR ÞEY BÝLMÝYORUM
Mevlânâ'nýn talebelerinden biri, hac vazîfesini yapmak üzere Hicaz'a gitti. O Hicaz'da iken, evinde hanýmý, Arefe gecesi bir tepsi helva yapýp, Mevlânâ'nýn talebelerine gönderdi. Mevlânâ, helvayý kabûl edip, orada bulunan bütün talebelerine bizzat kendi eliyle taksîm etti. Herkes hissesine düþeni aldýðý hâlde, tepsiden hiçbir þey eksilmedi. Alanlar tekrar aldýlar, doyuncaya kadar yediler, yine eksilmedi. Bunun üzerine helvâ dolu tepsiyi Mevlânâ mübârek eline alýp; "Bu tepsiyi sâhibine göndereyim." diyerek dýþarý çýktý. Ýçeri girdiðinde, elinde tepsi yoktu. Ertesi gün helvayý getiren haným, tepsisini medresenin mutfaðýnda arattý, ancak, bulamadý. Mevlânâ'yý da bunun için rahatsýz etmedi.
Aradan günler geçti, hacca gidenler dönmeye baþladýlar. Bu hanýmýn da beyi Kâbe'den dönüp Konya'ya geldiðinde, o tepsi, eþyâlarýnýn arasýndan çýktý. Kadýn tepsiyi görür görmez tanýyýp, hayretinden dona kaldý. Beyine; "Ben Arefe gecesi bu tepsi ile helva yapýp Mevlânâ'nýn talebelerinin yemesi için göndermiþtim. Tepsiyi ertesi günü arattýðým hâlde bulamadým. Nasýl oldu da bu tepsi senin eline geçti?" deyince, þaþýrma sýrasý hacýya geldi. O da; "Arefe gecesi hacý arkadaþlarýmla oturup sohbet ediyorduk. Bir ara çadýrýn kapýsýndan bir el bu tepsiyi uzattý. Biz de tepsiyi aldýk, elin sâhibini araþtýrmak da aklýmýza gelmedi. Helvayý yedikten sonra tepsiyi tanýdým. Kimseye vermeyip eþyâlarýn arasýna koydum. Baþka bir þey bilmiyorum." dedi. Bunun Mevlânâ'nýn bir kerâmeti olduðunu anlayýnca, ona olan baðlýlýklarý daha da arttý.
NE SORARLARSA BÝLÝYORUM DE!
Mevlânâ'yý sevenlerden bir kimse, Mýsýr'a ticâret yapmak için gitmeye hazýrlandý. Akrabâsý gitmemesi için çok zorladý ise de, dinlemedi ve kararýndan vazgeçmedi. Bunun üzerine yakýnlarý, durumu Mevlânâ'ya bildirip, gitmemesini istirhâm ettiler. Mevlânâ da: "Gitme!" dedi. Ancak o kimse dinlemeyip gizlice yola çýktý. Gemi ile yolculuk yaparken, bir küffâr gemisi bu gencin bulunduðu gemiye saldýrdý. Pek çok yolcu ile berâber, bu genci de esir aldýlar. Memleketlerine götürüp çeþitli yerlerde çalýþtýrdýlar. Genç, baþýna gelen felâketlerin sebeblerini, ALLAHü teâlânýn sevdiði bir kulun sözünü dinlememekten olduðunu anlayýp, çok piþmân olup, tövbeler edip istigfârda bulundu. Bu þekilde kýrk gün devâm etti. Ertesi gün rüyâsýnda Mevlânâ'yý gördü. Ona;
"Yarýn senden bâzý þeyler soracaklar. Ne sorarlarsa, biliyorum, de!" diye tenbihte bulundu. Bir hastalýk ile ilgili ilâç târif etti. Genç uyandýðýnda sevince gark olup, sabahý iple çekti. Sabahleyin yanýna gelenler kendisine; "Doktorlukla ilgili bir bilgin var mý?" diye sordular. Genç de; "Var!" deyince, genci alýp o yerin hükümdârýna götürdüler. Meðer o yerin hükümdârý hasta imiþ. Hiçbir doktor derdine çâre bulamamýþ, hükümdâr da hastalýktan kurtulamamýþ. Bu genç, hasta hükümdârý görüp; "Bana, þu þu meyvelerden þu kadar, þu þu otlardan þu kadar getirin." dedi. Kýsa zamanda bulup getirdiler. Genç, hepsini güzelce öðütüp karýþtýrdý ve mâcun hâline getirerek hastaya yedirdi. Hasta, ALLAHü teâlânýn izniyle bir anda þifâ buldu. Hükümdâr bu hastalýktan ümidini kesmiþ iken, birden þifâya kavuþunca, gence; "Bir murâdýn varsa söyle, yerine getireyim. Mal, mülk istersen seni zengin edelim." diye ýsrârla sorunca, genç;
"Ben, hiçbir þey bilmeyen bir kimseyim. Âilemden ve hocamdan izinsiz para kazanmak için evden çýktým. Beni yolda esir alýp, buralara getirdiler. Esir olunca, baþýma gelen bu musîbetin sebebini anlayýp, çok tövbe ettim ve hocam Mevlânâ hazretlerinden mânen af diledim. Kendisini, kurtulmam için ALLAHü teâlâya vesîle eyledim. Bu akþam hocam Mevlânâ, bana bu size yaptýðým þeyleri târif eyledi. Ben de aynen yaptým. Gördüðünüz gibi, bütün bunlar, hocamýn himmeti ve bereketiyle oldu." dedi. Hükümdâr genci serbest býraktý. Çok para vererek zengin eyleyip, memleketine gönderdi. Mevlânâ'ya da pek çok hediyeler gönderdi.
EY TÂLÝHSÝZ KÝÞÝ!
Konya'da Tâceddîn adýnda evliyâyý ve hâllerini inkâr eden biri vardý. Mevlânâ hazretlerinin de aleyhinde bulunurdu. Bu kiþi bir gece kendisini nasýlsa Cehennem kapýsýnda durmuþ gördü. Cehennemliklerin durumunu olduðu gibi seyretti. Orada bir adamý eli ayaðý baðlý olduðu hâlde bir Cehennem'den çýkarýp, öteki Cehennem'e sokuyorlardý. Dört kiþi de orada durmuþ; "Ey tâlihsiz kiþi! Bu aman vermeyen aðýr ve acýklý yükün altýndan kurtulman için velîlerin sözlerini oku." diyorlardý. Tâceddîn bu heybetten orada donup kalmýþtý. O zavallý kiþi; "Bana ALLAHü teâlânýn rýzâsý için birkaç kelime öðretiniz." diye ricâ ediyordu. Bu sýrada kendisine Mevlânâ hazretlerinin Mesnevî'sinden birkaç beyit öðrettiler. O da bu beyitleri okudu. Okur okumaz bütün zincirleri ve baðlarý üzerinden çözüldü. Sonra da Cennet tarafýna yönelip gitti. Tâceddîn uykudan uyanýr uyanmaz Mevlânâ'nýn medresesine koþtu. Yolda Mevlânâ hazretleri ile karþýlaþtý. Mevlânâ hazretleri ona; "Ey Tâceddîn! Bir yerde sâdece velîlerin sözleri insanýn böyle imdâdýna yetiþir ve yardým isteyenlere yardým ederse, artýk onlarýn sohbetinin neler yapacaðýný ve onlara karþý beslenen sevginin bereketinin insaný nerelere ulaþtýracaðýný düþün." buyurdu. Gördüðü rüyâya Mevlânâ hazretlerinin vâkýf olduðunu anlayan Tâceddîn, ellerini öpüp sâdýk talebelerinden biri oldu.
YÂ RABBÎ!
Mevlânâ hazretleri gece-gündüz cenâb-ý Hakk'a niyâz eder yalvarýrdý: "Yâ Rabbî! Bizim hâlimize bakarak muâmele etme. Kendi ikrâm ve ihsânýna göre bize muâmele eyle.
Yâ Rabbî! Kerem ve lütfunla hidâyet ettiðin kalbi tekrar dalâlete, sapýklýða meylettirme. Belâlarý bizden sarf eyle, çevir ve deðiþtir.
Ey affý çok olan, günahlarý örten Rabbim! O günahlar dolayýsý ile bizden intikam alma. Bize azâb etme.
Yâ Rabbî! Biz nefis ile þeytana köpek gibi tâbi olduksa da sen, azab arslanýný bize saldýrtma.
Ey Hayy, ebedî diri olan Rabbim! Taleb ve duâ üzerine nasýl olur da kerem etmezsin. Sen kerem sâhibisin.
Ey mahlûkâtýn, yaratýklarýn canlýlarýn ihtiyâcýný gideren Rabbim! Sen varken hiç bir kimseyi hatýrlamak ve ondan bir þey ummak lâyýk deðildir.
Yâ Rabbî! Rûhumda bir ilim katresi var. Ýlâhî onu hevâ rüzgarýyla ten topraðýndan muhâfaza eyle.
Ey ihsâný çok olan Rabbim! Cefâ içinde geçip giden ömre merhamet et.
Ey affetmeyi seven Rabbim! Bizi affeyle. Ýsyân derdimize çâre eyle.
Ey yardým isteyenlerin yardýmcýsý! Bizi hidâyete çýkar.
Yâ Rabbî! Duâ ve yakarýþlarýmýzda sana lâyýk olmayan sözleri bilmeyerek söyleyip hatâlarda bulunmuþ isek, o kelimeleri sen ýslâh et ve duâmýzý kabul buyur. Çünkü sözlerin hâkimi ve sultaný ancak sensin.
Ey âlemin yaratýcýsý! Kasvetli, kararmýþ, katýlaþmýþ âdetâ taþ gibi olmuþ olan kalbimizi mum gibi yumuþat, feryâdýmýzý, âh u vâhýmýzý, hoþ eyle ki rahmetini celbetsin, çeksin.
Bizi köle gibi kullanan bu serkeþ nefisten bizi satýn al. O nefis býçaðý kemiðe dayandý (zulmü canýmýza yetti).
Yâ Rabbî! Sana ne arz edeyim. Çünkü sen gizli ve açýk her þeyi bilirsin."
ALLAHÜ TEÂLÂYA TEVEKKÜL EDÝN
Moðollarýn Anadolu umûmî vâlisi Baycu Noyan, Konya'yý muhâsara etti. Konyalýlar gâyet sýkýntýlý ve ýzdýraplý günler yaþadý. Muhasaranýn kaldýrýlmasý için Mevlânâ hazretlerinin huzûruna çýkýp; "Efendim! Bize merhamet ediniz. Baycu Noyan, bildiðiniz gibi Konya'yý muhasara etti. Çoluk-çocuðumuzla gâyet sýkýntýya düþtük. Korku içinde yaþýyoruz. Þâyet bize yardým etmezseniz, sonumuz felâket olur. Çünkü Baycu Noyan, hangi þehri fethettiyse halký kýlýçtan geçirip, mallarýný yaðmaladý. Bu iþe bir tedbir istirhâm ediyoruz." dediler. Mevlânâ;
"Siz, ALLAHü teâlâya tevekkül edin. Doðru bir îtikâd ile cenâb-ý Hakk'ýn evliyâsýný vesîle ederek duâ edin. ÝnþâALLAH sýkýntýnýz def olur." buyurdu. Sonra þehirden dýþarý çýkýp meydanýn ortasýnda durdu. Kýbleye dönerek namaz kýlmaya baþladý. Etrafta binlerce Moðol askeri vardý. Baycu Noyan'a kocaman bir çadýr kurmuþlardý. Askerler hemen komutanlarýna koþup;
"Þehirden yaþlý bir kimse çýktý. Mâvi kaftanlý, sarýklý, heybetli bir kimse... Meydanda namaz kýlmaya baþladý. Ne bir korku, ne bir heyecâný var. Askerlerden hiçbiri yanýna yaklaþmaya cesâret edemiyor...." dediler. Baycu Noyan, askerlerine; "Ok yaðmuruna tutarak derhal öldürün!" dedi. Bu emir üzerine, okçular ellerini sadaklarýna atmak için davrandýklarýnda, herbirinin kollarý yerinden kalkmaz hâle geldi. Hiçbirisi ok atamýyordu. Bu durumu gören Baycu Noyan, süvârilere; "Atlara binip kýlýçla üzerine saldýrýn!"emrini verdi. Süvâriler hemen ata binip sürmek istediler, fakat atlarýn ayaklarý topraða battý. Atlar, üzerindeki askeri götüremez hâle geldi. Bunu da hayretle gören Baycu Noyan'ýn caný sýkýldý. Kendisi okunu çekip yayýný gerdi. Niþan alarak Mevlânâ'ya fýrlattý. Attýðý üç ok da hedefe deðil, Baycu'nun önüne düþtü. Bu hâli de gören vâli Noyan, iyice öfkelenip atýný getirmelerini emretti. Ata bindiyse de, atý bir türlü hareket ettiremedi. Hiddeti ziyâdeleþen Baycu, attan inip yaya olarak hücûm etmek istedi. Fakat ayaklarý tutulup yüzüstü yere düþtü. Yüzü yaralanan Baycu, ne yapacaðýný þaþýrdý. Olanlarý þehirden tâkib eden halk, hayretten hayrete düþtüler, hep bir aðýzdan tekbîr getirdiler. Nihâyet Baycu Noyan hiçbir þey yapmaya kâdir olamayacaðýný ve Mevlânâ karþýsýnda âcizliðini anlayýnca;
"Bu kimse, þimdiye kadar karþýlaþtýðým insanlarýn hiçbirine benzemiyor. Bunun, ALLAHü teâlânýn himâyesi altýnda olan kimselerden olduðu anlaþýlýyor. Bu kadar askerî gücümle, deðil kendisiyle mücâdele etmek, üzerine doðru bir adým bile atamadýk. Dolayýsýyle bununla iyi geçinmekte, anlaþma yapmakta fayda vardýr." diyerek, askerini toplayýp muhâsaradan vaz geçti.
ÇOK SÖZ SÖYLEME
Oðlu Sultan Veled'e þöyle nasîhatlerinde; "Ey oðlum! Sana vasiyet ediyorum ki: Her halde ilim, edep ve takvâ üzerine bulun. Her zaman geçmiþ din büyüklerinin eserlerini inceleyerek, Ehl-i sünnet vel-cemâat yolundan ayrýlmamayý vazîfe edin. Fýkýh (Ýslâm hukûku) ve hadîs-i þerîf öðren, câhil sofulardan olma. Namazý her zaman cemâatle kýl, fakat imâm ve müezzin olma. Þöhret isteme, zîrâ þöhret âfettir. Makâma baðlý olma. Yazdýðýn þeylerde adýný yazma. Mahkemede hâkim huzûruna çýkma. Kimseye kefil olma. Halkýn iþlediði iþlere karýþma. Devlet büyüklerinin çocuklarýyla arkadaþlýk etme. Uzlete çekilme, yalnýz kalma. Çok söz söyleme. Çok söz iþitmek kalbe nifak verir. Sözü inkâr etme. Onun söyleyenleri ve sâhipleri çoktur. Az söyle ve halkýn kötülük ve eðrilerinden arslandan kaçar gibi kaç, bir kenarda dur. Kadýnlardan ve dinde eðri yollara girenlerden sakýn. Herkesle ve zenginlerle sohbet etme (oturup kalkma). Helal ye ve þüphelilerden kaçýn. Dünyâ malýna kapýlma. Dünyâ arzusu dînin zâyi olmasýna sebeb olur. Çok gülme ve kahkaha atma. Zîrâ fazla gülmek kalbin ölümüdür.
Herkese þefkatle bak. Hâinlikle bakma. Dýþýný süsleme. Zîrâ dýþýn süsü; için, kalbin, rûhun harâb olduðunu gösterir. Baþkalarýyla mücâdele etme ve hiç kimseden bir þey isteme. Kimseye hizmet buyurma. Âlimlere, evliyâya, mal, can ve tenle hizmet et. Din büyüklerinin hâllerini inkâr etme. Zîrâ inkâr edenler rahat ve kurtuluþ yüzünü göremezler." buyurdu.
BENÝ KASABIN ELÝNDEN KURTAR
Mevlânâ hazretlerinin saðlýðýnda kasabýn biri, bir öküzü kesmek için satýn aldý. Öküzün ayaklarýný baðlayýp yatýrmak istediðinde, öküz, ipleri koparýp kaçtý. Kasap arkasýndan yakalamak için koþtuysa da yetiþemedi. Öküz, Mevlânâ'nýn babasýnýn mezarý yakýnlarýna geldi. O esnâda mezarýn baþýnda Mevlânâ hazretleri Kur'ân-ý kerîm okuyordu. Hâl lisânýyla ona; "Beni bu kasabýn elinden kurtar." dedi. Mevlânâ, öküzün üzerine elini koyup okþadý; "Üzülme, cenâb-ý Hak her þeye kâdirdir." buyurdu. Bu sýrada kasap, elinde urgan ve býçak olduðu hâlde soluk soluða çýkageldi. Mevlânâ gelen kasaba, öküzün âzâd edilmesini, hürriyetine kavuþturulmasýný istedi. Kasap da Mevlânâ hazretlerinin hatýrý için öküzü âzâd etti. Kasap gidince Mevlânâ, mübârek elini öküzün üzerine koyup duâ etti ve o günden sonra bir daha o öküzü gören olmadý. Bunun üzerine Mevlânâ; "Bu öküz, kesilip piþirilecek zamâna gelmiþ iken, bizim tarafýmýza gelmek sûretiyle, kesilip parçalanmaktan kurtuldu. Ýþte bunun gibi bir insan da, ALLAHü teâlânýn evliyâsýna cân u gönülden teslim olup emirlerine uygun yaþar, ona talebe olursa, kýyâmet gününde Cehennem'e götüren meleklerin elinden kurtulur." buyurdu.
ÝMDÂDINIZA YETÝÞÝRÝM
Mevlânâ hazretleri vefâtýndan az önce talebelerini topladý. Þefkatle onlara baktý ve; "Vefâtýmdan sonra hâtýrýnýza periþan ve huzursuz oluruz diye gelmesin. Ne hâlde olursanýz olunuz, benimle olun. Beni hatýrlayýn. ALLAHü teâlânýn izniyle size kendimi gösterir, maddî ve mânevî yardýmlarda bulunurum. Karada ve denizde, ALLAHü teâlânýn izniyle imdâdýnýza yetiþirim. Sözlerimi iyi dinleyiniz, size bâzý tavsiyelerde bulunacaðým. Bunlarý iþitenler, iþitmeyenlere söylesinler. Gizli ve âþikâr ALLAHü teâlâdan korkunuz. Günahlardan sakýnýnýz. Az yiyip, az uyuyup, az konuþunuz. Çok oruç tutunuz. Zamanlarýnýzý namaz kýlarak deðerlendirin. Þehveti terkedip, sefihlerle, câhillerle mücâdele etmeyiniz. Onlarla oturup kalkmayýnýz. Onlarý kendinize muhatap etmeyip, hep iyi insanlarla berâber olunuz. Ya hayýr konuþunuz veya susunuz. Ýnsanlarýn sýkýntýlarýna sabrediniz. Biliniz ki, insanlarýn en hayýrlýsý, insanlara en faydalý olandýr.
Kabrimin üzerine yapacaðýnýz türbenin kubbesi yüksek olsun. Çok uzaklardan görünsün. Çünkü, türbemi görenler doðru bir îtikâd ile beni, ALLAHü teâlâya vesîle ederek duâ ederler. Beni vesîle ederek ALLAHü teâlâdan rahmet ve maðfiret isterlerse, duâlarýnýn kabûl olmasý için ben de Rabbimize yalvarýrým. Böylece duâlarýnýn netîcesi, ALLAHü teâlânýn izniyle hâsýl olur. Rahmet ve maðfirete mazhar olurlar." buyurdu.
BÝR ANDA KIRK YERDE
Birbirinden habersiz, kýrk kiþi, ayrý ayrý,
Eve dâvet ettiler, bir gece Mevlânâ'yý.
Hiçbirini kýrmayýp, eylediler icâbet,
Hepsi ile oturup, ettiler gece sohbet.
Ertesi gün onlardan; birbirini görenler,
Hemen birbirlerine, verdiler bunu haber.
Ve lâkin diðerleri, þaþýrarak bir nice,
Dediler ki: "Mevlânâ, bizde idi dün gece."
Halbuki hiçbirinde, deðildi o büyük zât,
Kendi hânelerinde, yalnýz idi o saat.
TAYY-I ZAMAN, TAYY-I MEKÂN
Hazret-i Mevlânâ'nýn, mübârek hanýmlarý,
Diyor ki, bir gün evde, görmedik Mevlânâ'yý.
Halbuki biraz önce, otururdu odada,
Biraz sonra baktýk ki, görünmüyor ortada.
Biz böyle konuþurken, akþam oldu nihâyet,
Sonra kapý açýlýp, içeri etti avdet.
Çevirmek isteyince, ayakkabýlarýný,
Gördüm kenarýnda, Mekke'nin kumlarýný.
Nereden geldiðini, ondan suâl edince,
Buyurdu ki: "Mekke'de, bir dostum vardý önce.
Onun ziyâretine, gitmiþtim biraz evvel,
O kumlar da Hicaz'ýn, kumlarýdýr muhtemel."
Düþündüm ki "Bu kadar, kýsacýk bir zamanda,
Hicaz'a gidip gelmek, nasýl olur acaba?"
O bunu anlayarak, buyurdu ki: "Velîler,
Kerâmet ehli olup, sanki rûh gibidirler.
Kýsaltýr Hak teâlâ, onlar için bu yeri,
Bir adýmda giderler, uzun mesâfeleri."
1) Tam Ýlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (48. Baský), s.1047
2) Âbidin Paþa, Mesnevî Þerhi
3) Mevlânâ Câmî, Mesnevî Þerhi
4) Herkese Lâzým Olan Îmân; s.60, 402
5) Rehber Ansiklopedisi; c.3, s.194
6) Ahmed Eflâkî, Menâkýb-ül-Ârifîn
7) Nefehât-ül-Üns; s.516
8 ) Risâle-i Sipahsâlar; s.9
9) Ýslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.8, s.147
Ynt: Mevlana Celaleddin-i Rumi By: saniye Date: 10 Temmuz 2015, 03:26:18
Esselamu aleykum. Mevlâna'nin anadolu sufiligi adýna büyük bir etkisi var. Hatta hoþgörü üzerine kurulu Mevlevilik halen dünyanýn dört bir yanýndan insanlarý etkilemekte, müslüman olmalarýna vesile olmakta. Rabbim ondan razi olsun.
Ynt: Mevlana Celaleddin-i Rumi By: Sevgi. Date: 05 Aralýk 2020, 01:55:44
Aleyküm Selâm. Bu faydalý bilgileri bizlerle paylaþtýðýnýz için Allah razý olsun kardeþim
radyobeyan