Peygamberlere iman By: hafýz_32 Date: 01 Kasým 2010, 23:15:56
PEYGAMBERLERE ÝMAN
· Nebî ve Rasûl; Anlam ve Mâhiyeti
· Kur’ân-ý Kerim’de Nebî ve Rasûl Kavramý
· Peygamberlerin Özellikleri
· Ýnsanlarýn Peygamberlere Ýhtiyacý
· Peygamberlerin Gönderiliþ Gâyeleri
· Peygamberlerin Dâvetlerinin Özellikleri
· Son Peygamber
· Mütenebbî/Sahte Peygamber
· Peygamberlerin Sýfatlarý
· Kur'ân-ý Kerim'de Ýsmi Geçen Peygamberler
· Peygamberlere Ýman
· Peygamberlere Ýman, Onlarý Örnek ve Önder Kabul Edip Onlara Ýtaat Etmek Ýçindir
· Peygamberlere Vâris Olabilmek
· Nebî ve Rasûl Kelimeleri Arasýnda Fark Var mýdýr?
· Sorular
Bu üniteyi bitirdiðinizde aþaðýdaki amaçlara ulaþmanýz beklenmektedir:
* Nebî, Rasûl ve mütenebbî kavramlarýný açýklayabilmek.
* Peygamberlerin özelliklerini listeleyebilmek.
* Ýnsanlarýn peygamberlere ihtiyacýný ve peygamberlerin
gönderiliþ amaçlarýný izah edebilmek.
* Peygamberlerin sýfatlarýný listeleyip açýklayabilmek.
* Kur’an’da ismi geçen peygamberlerin isimlerini listeleyebilmek.
* Son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.) hakkýnda doyurucu
bilgiler verebilmek.
* Tarihte ve günümüzde sahte peygamberlere örnekler verebilmek.
* Peygamberleri örnek almanýn nasýl olacaðýný ve peygamberlere nasýl vâris olunacaðýný açýklayabilmek.
Peygamberlere Ýman
Nebî ve Rasûl; Anlam ve Mâhiyeti
"Nebî" sözlükte haber getiren, haberci demektir. Nebe’ fiilinin fâil ismidir. "Nebe’", kendisiyle ilim meydana gelen, çok faydalý ve önemli haber demektir. "Nebî", önemli ve faydalý, ayný zamanda saðlam bir haber getiren elçi demektir. Bazýlarýna göre nebî kelimesi, yükseklik anlamýna gelen "nübüvvet" kelimesinden türemiþtir. Buna göre "nebî", her bakýmdan yüksek bir makam sahibi, insanlara doðru ve önemli haber getiren kimse demektir.
"Rasûl" kavramý "risl" kökünden türemiþtir. "Risl" sözlükte; yerine getirmek üzere gitmek, yumuþaklýk ve kolaylýk üzere göndermek demektir. "Rasûl", hem gönderilen mesaj, hem de mesaj yüklenip götüren anlamýnda kullanýlmýþtýr. Kur’an’da daha çok ikinci anlamda geçmektedir. Allah (c.c.) insanlar arasýndan bazýlarýný seçer ve onlarý özel bir görevle gönderir. Bu gönderme iþine "irsâl", gönderilen elçiye "rasûl", rasullerin görevlerine de "risâlet" denir. Ýslâm literatüründe "nebî" ile "rasûl" ayný anlamý ifade ederler. Kur’an her iki kelimeyi de ayný anlamda kullanmaktadýr.
Türkçe’de ise, Farsçadan gelen "peygamber" kelimesi daha yaygýn olarak kullanýlmaktadýr. Sözlükte (Allah’tan) haber getiren demektir. Her üç kelime de "Allah’ýn elçisi" anlamýnda kullanýlýr. Nebî’nin çoðulu "enbiyâ" ve "nebîyyûn"dur. Kur’an’da, nebîlerden/peygamberlerden çokça bahseden 21. sûrenin adý: "Enbiyâ" sûresidir. "Rasûl" veya "mürsel", haber ve mesaj götüren anlamýnda elçi demektir. "Rasûl"ün çoðulu; rusül, mürsel’in çoðulu ise; mürselîn’dir.
Rasuller týpký nebîler gibi Allah’ýn seçtiði elçilerdir. Ancak nebîler, haber getiren anlamýnda yalnýzca insanlardan seçilirken; rasuller hem insanlar arasýndan, hem de insan dýþýndaki varlýklardan seçilebilir. Rasûle ayný zamanda mürsel de denilmektedir. "Rasûl", risâlet görevini Allah ile insan arasýnda yürüten kimsedir. Rabbimizin mesajlarýný bir plana baðlý olarak, yumuþaklýkla, ürküntüye yer vermeden yerine ulaþtýran elçidir.
Rasuller haberci anlamýnda elçi olduklarý için bazen þuursuz varlýklar arasýndan da seçilmiþ olabilirler. Þuursuz elçilere yaðmur ve rüzgâr, þuurlu rasullere melekler ve nebîler örnek olarak verilebilir. “Allah, meleklerden de elçiler seçer, insanlardan da. Þüphesiz Allah, iþitendir, görendir.”[1879] Kur’an, rüzgârýn aþýlayýcý elçi olarak gönderildiðini ifade etmektedir.[1880] Elçi, bir iþle görevlendirilen ve görevi konusunda yetkisi olan kimsedir. O, kendisini gönderen makama karþý sorumludur. Hangi iþ için gönderilmiþse, o iþi yapmaya memurdur. Nitekim rüzgârýn veya yaðmurun elçi olarak gönderilmesi, onlarýn belli bir iþlevi yerine getirmeleri ile sýnýrlýdýr. Rüzgâr aþýlayýcý, yaðmur yeryüzünü diriltici bir fonksiyon gösterir; onlarýn elçilikleri bunlarla sýnýrlýdýr.
Nebî, Allah’ýn kendisine vahyettiði þeyleri insanlara aktaran, onlarý bu vahye inanmaya ve itaat etmeye dâvet eden kiþidir. Onlar insanlarý, vahiyle terbiye eden terbiyecidirler. Onlar, Allah tarafýndan seçildikleri için, en temiz insanlardýr. Ýnsanlýk için örnek kiþilerdir. Onlar, Allah’ýn kendilerine vahyettiði þeyi canlý olarak yaþýyorlardý. Peygamberler, aldýklarý vahyin canlý örnekleridir. Her nebî, kendi döneminin insanlarý için, Allah tarafýndan seçilmiþ örnek (numûne) idi. Nebîler, Allah’a hakkýyla kulluk yaparlar ve ubûdiyyetin (kulluðun) nasýl yapýlmasý gerektiðini gösterirler.
Allah’ýn insanlar arasýndan seçtiði elçiler de belli bir mesajý insanlara ulaþtýrmak, bazý þeyleri haber vermek ve aldýklarý vahiyle insanlara örnek olmak üzere görevlidirler. Risâlet, bir anlamda nübüvvettir ve Allah’ýn insanlara haber ulaþtýrma yoludur. Ýnsanlarý hidâyete götürmenin, onlarý dünya hayatýnda yaþantýlarýný düzenlemenin, onlarý karanlýklardan aydýnlýða çýkarmanýn, onlarý âhiret hayatýna hazýrlamanýn bir yoludur.
Risâlet, insanlarý Allah’ýn vahyi ile terbiye etmenin sistemidir. Ýnsanlýk bu kurum sayesinde Allah’a kulluðu ve fýtratýndaki güzelliði keþfedebilir. Rasuller, aldýklarý vahiy ve yüklendikleri görevle; insan fýtratýnýn derinliklerindeki güzellikleri, iyilikleri ve Hakk’a baðlýlýðý pratik hayata geçirirler; insan hayatýndan çirkinlik ve kötülükleri uzaklaþtýrmaya çalýþýrlar.
Kur'ân-ý Kerim'de Nebî ve Rasûl Kavramý
Kur'ân-ý Kerim'de "nebî" kelimesi, tekil ve çoðul olarak 75 defa, "nübüvvet" 5 defa geçer. Bu sayý, ayný kökten fiillerle toplam 160'a çýkar. "Rasûl" ve "mürsel" kelimeleri ise Kur'an'da toplam 383 yerde kullanýlýr. Buna ayný kökten fiiller de eklenince bu sayý 513'e yükselir. Nebîlerin soylarý, ahlâklarý, hayatlarý ve yürekleri pak ve aydýnlýktýr. Onlar selâm üzerine doðar, selâm ile ölürler.[1881] Yani onlar her türlü kirden ve pislikten, isyandan ve sapýklýktan korunmuþlardýr. Emniyet ve güven, itimat ve barýþ onlarýn karakteridir. Çevrelerine selâm (güven ve barýþ) ortamý sunarlar. “Ve selâmün ale’l mürselîn = Gönderilen bütün peygamberlere selâm olsun!”[1882]
Peygamberler, insanlarý cennet ve Allah’ýn nimetleriyle müjdelemek, cehennem ve Allah’ýn azabýyla korkutmak için gönderilmiþlerdir.[1883] En güzel biçimde yaratýlan insan,[1884] irâde sahibidir. Tüm davranýþlarýndan mes'uldür. Allah’ýn verdiði nimetlere karþý þükretmek ve O’na ibâdet etmekle yükümlüdür. Ýnsan, tek baþýna, nasýl þükredileceðini, nasýl kulluk yapýlmasý gerektiðini bilemez; bu görevlerini yerine getirme noktasýnda birçok engelle ve zorluklarla karþýlaþýr. O yüzden insanýn bir mürþide, rehber ve kýlavuza ihtiyacý vardýr. Ýþte bu mürþid ve rehber, peygamberdir.[1885]
Ýnsanlar arasýndan seçilmiþ rasullerin görevleri, diðer elçilerden farklýdýr. Þu âyet onlarýn iþlevini en güzel bir þekilde açýklamaktadýr: “Nitekim, kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi tezkiye eden (temizleyen), size Kitabý ve hikmeti öðreten ve size bilmediklerinizi öðreten rasuller gönderdik.”[1886] Rasuller, açýk deliller ile gelirler. Yanlarýnda ilâhî adâletin ölçüsü vardýr. Kitab'ý ve onunla gelen gerçekleri mü’minlere öðretirler. Gücün, kuvvetin ve malýn nasýl kullanýlacaðýný bildirirler. Allah (c.c.), bu anlamda insanlardan kimin peygambere yardým edeceðini, kimin onun dâvetine uyup uymayacaðýný imtihan etmektedir.[1887]
Allah (c.c.) bazý peygamberlere, nasýl yaþayacaklarýný, hangi prensiplere göre hareket edeceklerini ve ibâdetlerini nasýl yerine getireceklerini bildiren þeriatler göndermiþtir.[1888] Ama bütün peygamberler, insanlara yalnýzca Allah’ýn dini olan Ýslâm'ý anlatmakla görevli idiler. Allah’ýn rasulleri arasýnda da bir ayrým yoktur; Hepsi de seçilmiþ, þerefli elçilerdir.[1889] Mü’minler, peygamberlerin tümüne iman ederler. Peygamberlere itaat etmek Allah’a itaat etmektir.[1890] Peygamberler bir þeye hüküm verdikleri zaman mü’minler "iþittik ve itaat ettik" derler. Son Peygamber’e iman eden mü’minler, O’nun herhangi bir konuda verdiði hükme itirazda bulunmazlar ve O’nun verdiði hükme teslimiyetle rýzâ gösterirler.[1891]
Mü’minler, Allah’ý sevdikleri için son Peygamber’e uyarlar, onu tâkip ederler.[1892] Peygamberler, insanlar için seçilmiþ en güzel örneklerdir.[1893] Mü’minler, Peygamber’in getirdiði her þeyi almak, yasakladýðý her þeyden de kaçmak zorundadýrlar.[1894] Son peygamber olan Hz. Muhammed (s.a.s.), mü’minleri sever, onlarýn üzerine titrer, sýkýntýya düþmelerinden dolayý üzülür.[1895] Bütün peygamberler rahmet; Son Peygamber de âlemlere rahmettir.[1896]
"Kendi içinizden, size âyetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size Kitab'ý ve hikmeti getirip size bilmediklerinizi öðreten bir Rasûl gönderdik."[1897]
"Ýnsanlar (aslýnda) bir tek ümmet (millet) idi. Bu durumda iken Allah, müjde verici ve uyarýcý olarak peygamberleri gönderdi. Ýnsanlar arasýnda anlaþmazlýða düþtükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitaplarý indirdi."[1898]
"Gönderilen peygamber, Rabbi tarafýndan kendisine indirilene iman etti, mü'minler de iman ettiler. Onlardan her biri Allah'a, O'nun meleklerine, kitaplarýna, peygamberlerine iman ettiler. (Biz de onun için) Allah'ýn peygamberlerinden hiç birini ayýrmayýz (hepsine inanýrýz). Onlar 'iþittik, itaat ettik; ey Rabbimiz maðfiretini niyaz ederiz, dönüþ yalnýzca sanadýr' dediler."[1899]
"Hiç bir beþerin, Allah'ýn kendisine Kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra (kalkýp) insanlara: 'Allah'ý býrakýp bana kul olun' demesi mümkün deðildir. Bil'akis (þöyle demesi gerekir ve der:) Okumakta ve öðretmekte olduðunuz Kitap uyarýnca Rabbe hâlis kullar olunuz."[1900]
"Ýçlerinden, kendilerine Allah'ýn âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öðreten bir peygamber göndermekle Allah, mü'minlere büyük bir lütfuta bulunmuþtur."[1901]
"Biz her peygamberi, ancak Allah'ýn izniyle kendisine itaat edilmesi için gönderdik."[1902]
"Hayýr! Rabbine andolsun ki aralarýnda çýkan anlaþmazlýk hususunda seni hakem kýlýp sonra da verdiðin hükümden içlerinde hiçbir sýkýntý duymaksýzýn (onu) tam mânâsýyla kabullenmedikçe iman etmiþ olmazlar."[1903]
"Müjdeleyici ve sakýndýrýcý olarak peygamberler gönderdik ki, insanlarýn, peygamberlerden sonra Allah'a karþý bir bahaneleri olmasýn! Allah azizdir, hakîmdir."[1904]
"Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni teblið et. Eðer bunu yapmazsan O'nun elçiliðini yapmamýþ olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktýr. Doðrusu Allah, kâfirler topluluðunu hidâyete erdirmez."[1905]
"Ýþte o peygamberler, Allah'ýn hidâyet ettiði kimselerdir. Sen de onlarýn yoluna uy."[1906]
"Þüphesiz her ümmete bir peygamber gelmiþtir. Peygamberleri geldiðinde, aralarýnda adâletle hümolunur. Onlara asla zulmedilmez."[1907]
"Andolsun Biz, 'Allah'a kulluk edin, tâðuttan sakýnýn' diye (emretmeleri için) her kavme bir peygamber gönderdik."[1908]
"Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki, ona; 'Benden baþka ilâh yoktur; o halde Bana kulluk edin' diye vahyetmiþ olmayalým."[1909]
"Aralarýnda hüküm vermesi için Allah'a ve Rasûlü'ne dâvet edildiklerinde, 'iþittik ve itaat ettik' demek, sadece mü'minlerin söyleyeceði sözdür. Ýþte asýl bunlar kurtuluþa erenlerdir. Kim Allah'a ve Rasûlü'ne itaat eder, Allah'a saygý duyar ve O'ndan sakýnýrsa, iþte asýl bedbahtlýktan kurtulanlar onlardýr."[1910]
"O gün, zâlim kimse ellerini ýsýrýp þöyle der: 'Keþke o peygamberle birlikte bir yol tutsaydým! Ne yazýk bana! Keþke falancayý dost edinmeseydim.' Çünkü zikir (Kur'an) bana gelmiþken o, hakikaten beni ondan saptýrdý. Þeytan, insaný (uçuruma sürükleyip, sonra) yapayalnýz ve yardýmcýsýz býrakmakta."[1911]
"Andolsun, size, Allah'ý ve âhiret gününü umanlara ve Allah'ý çokça zikredenlere Allah'ýn rasûlü'nde güzel bir örnek vardýr."[1912]
"O peygamberler ki Allah'ýn emirlerini insanlara teblið ederler, Allah'tan korkarlar ve O'ndan baþka kimseden korkmazlar."[1913]
"Muhakkak ki Biz, peygamberlerimizi açýk delillerle/mûcizelerle gönderdik. Ýnsanlar, aralarýnda adâleti hâkim kýlsýnlar diye, o peygamberlere kitap ve ölçü/nizam indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardýr. Bu, Allah'ýn dinine ve peygamberlerine görmeden yardým edenleri belirlemesi içindir. Þüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür."[1914]
Peygamberlerin Özellikleri
Peygamberler, "nübüvvet/peygamberlik" kurumunu hayata geçiren elçilerdir. Onlar, Allah’tan aldýklarý dini, insanlara öðretirler. Her türlü zorluða katlanarak insanlarý tevhîde, kurtuluþa dâvet ederler. Bu dâvetleri için insanlardan hiç bir karþýlýk beklemezler. Kendilerini dinlemeyen inkârcýlarýn ve haddi aþanlarýn kýnama ve eziyetlerine aldýrmazlar. Peygamberleri, insaný ve insanla ilgili her þeyi bilen Allah seçer. Ýnsanlar kendi istekleriyle peygamber olamazlar. Peygamberleri insanlar kendi aralarýndan seçselerdi, þüphesiz en uygununu deðil; belki en kuvvetlisini, kendilerine hoþ geleni, veya makam sahiplerini, üstünlük taslayan zorbalarý seçerlerdi.
Ýnsanlara önderlik etmeye kalkýþan nice bilginler, filozoflar, nice sultanlar, onlarý bölmüþler, onlarý lâyýk olmadýklarý halde kendilerine itaate çaðýrmýþlar, hatta zorlamýþlardýr. Üstünlük ölçüsü olarak renkleri, zenginliði, sosyal statüleri temel almýþlardýr. Peygamberler ise insanlarý yalnýzca Allah’a ve takvâya çaðýrmýþlardýr. Allah (c.c.) bütün insanlara peygamberler göndermiþtir. Bütün peygamberler de, insanlara tevhid dinini anlatmýþtýr. Hiç bir peygamber diðer nebîleri yalanlamamýþ; bir sonra gelen bir öncekini doðrulamýþtýr.
Peygamberler insanlarý en doðru yola, ahlâka, þerefe, insanlýða, dünya ve âhiret mutluluðuna dâvet etmiþlerdir. Kendileri en yüce ahlâka sahip olduklarý gibi, insanlarý da o üstünlüðe çaðýrmýþlardýr. Onlar, insanlarýn hayatýna güzellikleri, adâleti, yardýmlaþmayý hâkim kýlmaya çalýþmýþlardýr. Zulmü, haksýzlýðý, sömürüyü, cehaleti, düþmanlýðý, ahlâksýzlýðý kaldýrmaya gayret etmiþlerdir.
Onlar, peygamber olarak gönderildikleri toplumun öncüsü idiler. Kavimlerine hem vahyi öðretiyor, hem de din ve dünya iþlerine ait sorunlarýný çözüyorlardý. Peygamberler birer beþer/insandýrlar. Hepsi de Allah’ýn kullarýydý. Ancak onlarýn peygamber olmalarýna sebep olacak üstün özellikleri vardý. Bu özellikleri (sýfatlarý) sebebiyle, diðer insanlardan farklýlaþýyorlar ve risâlet (peygamberlik) görevini yükleniyorlardý.
Nübüvvet kurumu Allah’a aittir. Rabbimiz, yarattýðý insanýn tüm ihtiyaçlarýný ve zayýf taraflarýný bildiðinden dolayý, onun için gerekli ilâhî bilgileri, þeriatleri ve prensipleri nübüvvet yoluyla göndermiþtir. Bu kurum, Rab ile O’nun kullarý arasýnda haberleþmenin yoludur. Bu haberleþme Allah’tan insana doðru "vahy" ile; insandan Allah’a doðru "duâ ve ibâdet" ile olmaktadýr.
Ýnsanlarýn Peygamberlere Ýhtiyacý
Nübüvvet, insanýn yeryüzündeki konumunu, görevlerini, geliþ yerini ve varacaðý yeri, gücünü ve kapasitesini gösterir, öðretir. Bu durum, insanlýk için bir okul gibidir. Hayatýn nasýl yaþanacaðýný insan bu okulda öðrenir. Nübüvvet, insanlar için bir "örneklik" kurumudur. Ýnsanýn Allah karþýsýndaki konumunu bu kurum tanýtýr. Ýnsanýn nasýl olmasý gerektiðini bu kurum canlý örnekler halinde ortaya koyar. Vahy, insanlarý hayal olan bir hayata deðil, önlerinde canlý olarak kendi cinslerinden (beþer) peygamberlerin gösterdiði somut örneðe dâvet eder.
Ýnsan, fýtrattan/yaratýlýþtan getirdiði birtakým duygulara sahiptir. Ýrâdesiyle bu duygularýný istediði gibi yönlendirir. Kendisine verilen nefis, iyi þeyleri de isteyebilir; kötü þeyleri de. Toplu olarak yaþayan insanlar belli kurallara baðlý olmazsa; huzur olmaz, haklar yerini bulmaz. Ýnsan, tutkularýnýn esiri olarak haddi aþabilir, mal ve dünyalýða haksýz yere sahip olmak isteyebilir, diðer insanlara hükmetmek, onlarý sömürmek isteyebilir. Bu aþýrý davranýþlar ise insanlar arasýnda düþmanlýða ve huzursuzluða sebep olur. Bu karýþýklýðýn çaresi topluma adâletin yerleþtirilmesidir. Peki bu nasýl olacaktýr ve bunu kim gerçekleþtirecektir?
Adâletin saðlanmasý için birtakým ölçülere, kurallara ve prensiplere ihtiyaç vardýr. Bu ölçüleri koyan, insan mý olmalý, yoksa insandan daha farklý bir üstün güç mü? Bu ölçüleri insan kendisi koyarsa, þu ihtimaller akla gelebilir: Bu ölçüleri koyan, diðer insanlar üzerinde haksýz, bazen de sýnýrsýz otorite kurar. Ölçüyü koyanlara, kendi koyduklarý ölçü genellikle uygulanmaz. Konulan ölçülere uymak zorunda olanlar arasýndan daha güçlü birisi çýkar, o ölçüleri tanýmaz ve kendisi yeni ölçüler koymak ister. Ýnsanlar hiç bir zaman mutlak adâlet ölçülerini bulamazlar. Çünkü insanýn zayýf taraflarý ve kapasitesinin yetersizliði söz konusudur.
Ýnsanlar için ölçü koyan öyle birisi olmalý ki, bütün bu sorunlar olmasýn. O, insaný tamamen bilen ve insandan güçlü biri olsun. Ölçüye uyanlara mükâfat, uymayanlara ceza verebilsin. Gücü ve kudreti tartýþýlmaz ve hükmünde asla yanýlmasýn. Hiçbir noksaný bulunmasýn, mutlak ve gerçek adâlet sahibi olsun. Böyle birisi elbette insanlar arasýndan çýkmaz. Bu sýfatlarý ancak âlemlerin rabbi Allah taþýmaktadýr. O Allah, insanýn dünya ve âhiret mutluluðunu saðlayacak ilâhî prensipleri, yeryüzünün halifesi olarak yarattýðý insanlar arasýndan seçtiði peygamberleri aracýlýðýyla bildirmektedir.
Peygamberlik kurumu olmasaydý, þüphesiz insanlar doðru yolu bulamazlardý. Ýnsan, beþer olmasý dolayýsýyla kendi aklý ve irâdesiyle nasýl hareket edeceðini, nasýl kulluk yapacaðýný bilemez. Üstelik zayýf taraflarý vardýr, hýrs ve aþýrý isteklere sahiptir. Bu þekilde yaratýlan insanýn sürekli "irþâd" edilmesi gerekir. Kendisine doðru yol gösterilmeli, iyi ve kötü þeyler anlatýlmalý, fenalýklardan sakýndýrýlmalý, hayýrlý olan þeylere ve kulluða teþvik edilmeli. Ýnsana, hiç þaþýrmayacaðý, mutlak doðru olan prensipler verilmeli. Peygamberler bu anlamda insanlarý irþâd eden mürþidlerdir. Öyleyse nübüvvet, Ýlâhî irþâd kurumudur.
Risâlet veya nübüvvet, Allah’ýn insana olan rahmetinin bir tecellisidir. Baþýboþ býrakýlan insan tek baþýna, ne hidâyeti ne de güzel davranýþlarý bulabilir. Ýnsan, kendi kendine ilâhî güzelliklere ulaþamaz. Yaratýlýþý gereði bir rehbere, üstün nitelikli bir imama/öndere muhtaçtýr. Peygamberler, bu mânâda insanlarýn önderleridir.
Peygamberler, yeryüzünde canlý vahiylerdir. Allah’ýn kullarýndan istediði insan tipinin somut örnekleridir. Risâlet/peygamberlik görevi çalýþýlarak, okuyarak elde edilebilecek bir makam deðildir. Allah (c.c.) kullarý içerisinden üstün niteliklere sahip kimseleri elçi olarak seçer ve onlar vasýtasýyla insanlara mesajýný gönderir. Elçilerinin diðer insanlarý vahiyle terbiye etmesini ister.
Son Rasûl de diðer þerefli elçiler gibi, yalnýzca mektup getiren postacý benzeri, yani sadece mesajý (vahyi) getirip haber veren kimse deðildir. O, vahyi getirip haber verir, onu teblið etmek için çaba sarf eder ve o vahyi bizzat uygular. Daha doðrusu vahyin hedefini bizzat yaþayarak gösterir. Mü’minler O’na bakarak müslümanlýðý nasýl yaþayacaklarýný ve Allah’ýn kendilerinden ne istediðini öðrenirler. Rasûl, Allah’ýn mesajýný insanlara ulaþtýrýrken her türlü eziyet ve sýkýntýya göðüs gerer. Gerekirse vahyin düþmanlarý ile mücâdele de eder.
Peygamberler, insanlar arasýnda en emin/güvenilen insanlardýr. Ahlâk ve davranýþ bakýmýndan üstün özellikleri vardýr. Onlarda herhangi bir ahlâk düþüklüðü, çirkin bir davranýþ, veya günah iþlemek yoktur. Onlar Allah’ýn vereceði mükâfâtýn müjdecisi, azgýnlara vereceði cezanýn da korkutucusudurlar (beþîr ve nezîrdirler).[1915] Ýnsanlarýn sorunlarý ancak onlarýn getirdiði ölçülerle çözülebilir. Ýnsanlýk ancak onlarýn getirdiði mesaj ile gerçek huzura, insanlýða ve kurtuluþa ulaþabilir.
Dünya hayatýný nasýl yaþayacaðýmýz konusundaki prensipler Allah tarafýndan, peygamberleri ile bize bildirilmeseydi, insanlarýn hepsi bugünkü Ýslâm dýþý görüþlere sahip olanlar gibi; kendi kafalarýna, yani kendi hevâlarýna uyacaklar ve sayýsýz uydurma dinlerin peþinden gitmek zorunda kalacaklardý.[1916]
Peygamberlerin Gönderiliþ Gâyeleri
1- Allah'a Dâvet: Ýnsanoðlunun dünyaya gönderilmesindeki asýl gâye, Kur'an'ýn da bize bildirdiði gibi, Yaratýcý'sýný tanýyýp O'na hakkýyla kulluk etmektir. "Ben cinleri ve insanlarý ancak Bana kulluk/ibâdet etsinler diye yarattým."[1917] Ýþte peygamberlerin gönderiliþ sebeplerinin baþýnda, bu kulluðun nasýl yapýlacaðý, en açýk bir þekilde insanlara öðretmek gelmektedir. Aslýnda Allah'a inanmak, her doðan insanýn fýtratýnda var olan bir gerçektir.[1918] Her insan, fýtratýnda, kendinden yüce, güçlü ve kuvvetli birine inanmayý ihtiyaç olarak hisseder. Bazýlarý bu yüce varlýðý, “tabiat güçleri” olarak algýlarken, diðer bazýlarý, kendi elleriyle yapýp taptýklarý “put” olarak telakki eder. Gönderilen her peygamber, kendi kavmini bu yüce gerçeðe dâvet etmiþ, onlara, inanýlmasý gerekli olan Zât'ý bildirmiþtir. "Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki, ona; 'Benden baþka ilâh yoktur; o halde Bana kulluk edin' diye vahyetmiþ olmayalým."[1919]; "Andolsun Biz, 'Allah'a kulluk edin, tâðuttan sakýnýn' diye (emretmeleri için) her kavme bir peygamber gönderdik."[1920]
Tarih de açýkça ortaya koymuþtur ki, insan, tek baþýna doðru bir þekilde Yaratýcý'sýný tanýyamamakta, O'na kulluk yollarýný bilememektedir. Gönderilen peygamberler arasýndaki devrede bile insan, pek çok bâtýl ve hurâfelere tapmýþ, herhangi bir fayda ve zararý olmayan putlara, cansýz varlýklara, yýldýzlara vs. ibâdet etmiþtir. Gönderilen her peygamber, ümmetini Allah'a dâvet etmiþ, bu konuda büyük gayretler sarfetmiþ, onlara gerçek Mâbud'u anlatmýþtýr. Bütün peygamberler, hayatlarý boyunca bunun mücâdelesini vermiþtir. Hz. Nûh'un 950 sene gece-gündüz, gizli-açýk bir þekilde, bütün yollarý deneyerek kavmini hidâyete çaðýrdýðýný, ancak toplumun buna yanaþmadýklarýný[1921] örnek verebiliriz.
2- Allah'ýn Emirlerini Teblið: Peygamberlerin gönderiliþ amaçlarýndan bir diðeri, dini tebliðdir. Eðer onlar gelmeseydi biz, ibâdete ait meseleleri bilemez, Allah’ýn emir ve yasaklarýný hiçbir zaman alamaz ve mükellefiyetlerimizi kavrayamazdýk. Namaz, oruç, zekât, hac gibi görevlerimizi; içki, kumar, zina, ihtikâr/karaborsa ve faiz gibi haramlarý bilemezdik. Bütün bunlarý ve bunlara benzer birçok meseleleri peygamberler vâsýtasýyla öðrenmiþ bulunuyoruz.
Hayat ve medeniyetle beraber insan düþüncesinin de ilerlediði öne sürülür. Asýrlar içerisinde ve nesiller boyunca insanda meydana gelen deðiþikliðe raðmen, ilk insanla bugünkü insan, insan olma bakýmýndan müþterek, hatta ayný mâhiyete sahiptir. Ýlk insanlarla günümüz insanýnýn ortak ihtiyaçlarý ve ortak kaderleri vardýr. Ýnsanda deðiþmeyen bu ihtiyaçlarýn çözümü için, insanlýðýn ebedî kurallara baðlanmasý ve öyle tanzim edilmesi bir zarûrettir. Bu ihtiyacýn, durmadan deðiþen ve olgunlaþtýðý kabul edilen akýl ve ilim yoluyla deðil; mutlak ve ebedî esaslara sahip olan din yoluyla tanzim edilmesi gerekmektedir.
Ýlâhî emir ve yasaklarý insanlara ulaþtýracak bir insana ihtiyacýn varlýðý inkâr edilemez. Ve ayný zamanda bu elçinin bir insan olmasý da gereklidir. Allah da bu elçileri insanlardan seçmiþtir. Seçilen bu peygamberler, bu yüce görevi tamamen yerine getirmiþ, hiçbiri insanlarý Allah'a dâvetten geri kalmamýþlardýr. "O peygamberler ki Allah'ýn emirlerini insanlara teblið ederler, Allah'tan korkarlar ve O'ndan baþka kimseden korkmazlar."[1922]; "Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni teblið et. Eðer bunu yapmazsan O'nun elçiliðini yapmamýþ olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktýr. Doðrusu Allah, kâfirler topluluðunu hidâyete erdirmez."[1923]
3- Ýnsanlarý Doðru Yola Dâvet: Ýnsan, kendisinde bulunan birtakým özelliklerden dolayý, zaman zaman "sýrât-ý müstakim" dediðimiz, doðru yoldan sapabilir. Ancak ona, bu sapmasýný haber vererek, onun yeniden fýtratýna dönmesine, iyilikleri yakalayýp onlarý iþlemesine yardýmcý olacak birtakým uyarýcýlar gelmiþtir. Ýþte bunlar, Allah'ýn kendilerini seçip görevlendirdiði peygamberlerdir. Evet, gelen her peygamber, etrafýndaki insanlarý uyarmýþ, yanlýþ yollarýn kötülüðünü izah etmiþ, onlarý sýrât-ý müstakime yönlendirmeye çalýþmýþtýr. "Elif Lâm Râ. (Bu Kur'an,) Rablerinin izniyle insanlarý karanlýklardan nûra/aydýnlýða, yani her þeye gâlip (ve) övgüye lâyýk olan Allah'ýn yoluna çýkarman için sana indirdiðimiz bir kitaptýr."[1924]
4- Ýnsanlara Örnek Olmak: Peygamberlerin gönderiliþ gâyelerinden birisi de, her konuda insanlara örnek olmalarýdýr. Nebîlerin fýtratlarý temiz, rûhî yönden pek yüksek, irâdeleri ise, çok güçlüdür. Kur'an da Rasûlullah'a, diðer peygamberlerin yolunu takip etmesini emretmekle, ayný zamanda diðer insanlarý da bu konuda uyarmýþtýr. "Ýþte o peygamberler, Allah'ýn hidâyet ettiði kimselerdir. Sen de onlarýn yoluna uy!"[1925] Buradan da, her konuda peygamberlere uymanýn ve onlarý örnek almanýn, insanlar için bir emir olduðunu anlýyoruz.
Her þeyden önce, peygamberlerin kendi hayatlarý, hakikaten çok büyük bir ahlâkî temizlik ve dürüstlük örneðidir. Bunlar, insanlara dinî ve ahlâkî hakikatleri bildirmekten, onlara her bakýmdan faydalý olmak ve hizmet etmekten baþka bir þey düþünmemiþler, hiçbir menfaat hýrsý gütmemiþlerdir. Onlarýn hayatlarýný ve davranýþlarýný düþünürken, insan gerçekten heyecan duymaktadýr. Sonra onlarýn din ve ahlâk namýna getirdikleri ölmez prensiplerin doðruluðu, asýrlar sonra dahi meydandadýr. Kur'an, "onlarýn hepsi de sâlih kimselerdendi."[1926] demekle, peygamberlerin bütünü hakkýnda deðer hükmünü bildirmiþtir.
Allah, olgunluk ve fazilette, onlarý birer örnek ve numûne kýlmýþtýr. Çünkü onlar, akýl yönüyle mükemmel, hedef ve yöneliþ yönüyle tertemiz, þeref ve rütbe yönüyle de bütün insanlardan üstündürler. "Andolsun, size, Allah'ý ve âhiret gününü umanlara ve Allah'ý çokça zikredenlere Allah'ýn rasûlü'nde güzel bir örnek vardýr."[1927] Peygamberler, bütün insanlýk için, en güzel birer önder, en güzel birer örnektirler. Herkes, onlara uymak ve onlarýn metodlarýný tâkip etmekle yükümlüdür.
5- Ýnsanlarý Bâki Âleme Yönlendirme: Ýnsanoðlu, yaratýlýþý gereði dünyaya karþý aþýrý bir þekilde sevgi beslemektedir. Hz. Peygamber'den rivâyet edilen þu hadiste de, onun bu yönüne dikkat çekilmiþtir: "Þâyet insanoðlunun bir vâdi dolusu altýný olsa, yine o, iki vâdi dolusu olmasýný arzu eder. Ýnsanoðlunun aðzýný (aç gözlülüðünü) topraktan baþkasý doyurmaz."[1928] Âhiret hayatý, peygamberler olmaksýzýn aklýn hakikatini anlayamayacaðý, gaybe âit iþlerdendir. Ýþte peygamberler, devamlý olarak dünyaya meyilli olan insanlarý, bu âleme doðru yönlendirmeye çalýþmýþlardýr.
Kur'ân-ý Kerim'in pek çok âyetinde, dünya hayatýnýn bir aldanma metâý olduðu,[1929] insanlar için çok süslü gösterildiði,[1930] oyun ve oyalanmadan ibaret olduðu,[1931] dünyadaki nimetlerin geçici olup asýl bitmeyen ve tükenmeyenlerin âhiret yurdunda olacaðý[1932] üzerinde durulmuþtur.
Günümüzde þu gerçeðin görülmemesi mümkün deðildir: Âhiret inancýnýn olmadýðý toplumlarda, huzur ve mutluluktan söz etmek hiç de kolay deðildir. Zira insanoðlunun hemen yarýsýný teþkil eden çocuklar, yalnýz cennet fikriyle, onlara dehþetli ve aðlatýcý görünen ölümlere karþý dayanabilirler ve bu ümitle sevinçli bir þekilde yaþayabilirler. Ýnsanlýðýn azýmsanamayacak bir bölümünü teþkil eden ihtiyarlar, uhrevî hayatla yakýnlarýnda bulunan kabre karþý tahammül gösterebilirler. Toplumun önemli bir kesimini oluþturan gençler, delikanlýlar aþýrý bir þiddette olan duygularýný, nefislerini, hevâ ve isteklerini; tecavüzlerden, zulüm ve haksýzlýklardan, ancak cennet düþüncesi ve cehennem korkusuyla dizginleyebilirler. Böyle mutlu bir toplumu da ancak, getirmiþ olduklarý prensiplerle insanlarý istikamete götüren peygamberler kurabilmiþlerdir.
6- Dünya-Âhiret Dengesini Saðlama: Peygamberler, dünya ve ukbâ dengesini kurmak için gelmiþlerdir. Onlarýn getirdiði muvâzene/denge ile insanoðlu, ifrat ve tefritten kurtulacak ve istikameti bulacaktýr. Ne papazlar ve ruhbanlar gibi bütün bütün dünyayý terkedip manastýrlara çekilme, ne de her þeyiyle dünyaya dalýp ona kul-köle olma deðil; sürekli orta yolu bulma ve yaþama ki, bu da ancak vahyin aydýnlýk dünyasýnda elde edilebilecek bir nasiptir. Yoksa akýl ve vicdanla böyle bir denge kurulamaz.
Ýslâm'da insanýn dünyadan tamamen çekilmesi ve kendini sadece namaza oruca vermesi istenmediði gibi; ayný zamanda kendini tamamen maddeye kaptýrýp onun arkasýndan devamlý koþmasý da tavsiye edilmemiþtir. Bilakis, dünya-ukbâ uygunluðu, dünyanýn âhirete bir tarla kýlýnmasý tavsiyesinde bulunulmuþtur. Mü'minin dünya ve âhiret mutluluðunu beraber istemesi,[1933] Karun gibi sadece dünyaya takýlýp kalýnmamasý,[1934] ama bununla birlikte, çeþitli nimetlerden istifade edilebilmesi[1935] de, yine Ýslâm'ýn, dolayýsýyla bütün peygamberlerin prensipleri arasýndadýr.
7- Ýtiraz Kapýsýný Kapatma: Peygamberlerin gönderiliþ sebeplerinden biri de, insanlarýn âhirette Allah'a karþý herhangi bir itirazlarýnýn olmasýný önlemektir. "Müjdeleyici ve sakýndýrýcý olarak peygamberler (gönderdik) ki, insanlarýn, peygamberlerden sonra Allah'a karþý bir bahaneleri olmasýn. Allah azizdir, hakimdir."[1936] Yani iman ve itaat edenlere, âhirette ecir ve sevap ile müjde vermek; küfür ve isyan edenlere, cehennem azâbýný haber verip çekindirmek üzere elçiler gönderilmiþtir ki, azâbý gördükleri zaman mâzeretleri kalmasýn: "Eðer Biz, bundan önce onlarý helâk etseydik, muhakkak ki þöyle diyeceklerdi: 'Ey Rabbim! Bize bir peygamber gönderseydin de, þu aþaðýlýða ve rüsvaylýða düþmeden önce âyetlerine uysaydýk!"[1937] Peygamber gönderilmemiþ olsaydý, demek ki insanlar, bunu bahane edeceklerdi: "Vaktiyle bize bunlarý bildirseydin, hükümlerini, þeriatýný, kanunlarýný bildiren bir peygamber gönderseydin de, bilmediklerimizi öðrenip onlara tâbi olsaydýk ve felâketler baþýmýza gelmeseydi ne olurdu; bize bir elçi gönderseydin de böyle alçak ve rezil olmadan önce, senin âyetlerine uysaydýk" diyebileceklerdi. Ýþte bu mâzeret kapýsýný Allah, peygamber göndermekle kapatmýþtýr.
Kýyâmet gününde Allah, bütün insanlarý toplayacak, her peygamberi de ayný zamanda kendi ümmetine tebliðde bulunduðuna dair þâhit olarak getirecektir: "Kýyâmet gününde, her ümmete bir þâhit getirdiðimizde halleri ne olacaktýr? O gün, inkâr edip peygambere isyan edenler, yerle bir olmayý isterler. Allah'tan hiç bir sözü gizleyemezler."[1938] Yine onlar, kýyâmet gününde, cehenneme atýlmadan önce, o korkunç âkýbete götürülürken, kendilerine iþlemiþ olduklarý suçlardan sorulur da, onlar, bunu itiraf ederler: "Cehennem, öfkeden parçalanacak bir hale gelir. Cehenneme her topluluk atýldýðýnda, zebâniler onlara: 'Size bir uyarýcý gelmemiþ miydi?' diye soracaklardýr. Onlar da: 'Evet, uyarýcý gelmiþ, fakat biz yalanlamýþtýk ve Allah hiçbir þey indirmedi; siz ancak büyük bir sapýklýk içindesiniz' demiþtik diye cevap verirler. 'Eðer dinlesek veya düþünseydik, alev alev yanan cehennemin ehlinden olmazdýk' derler. Ýþte böylece günahlarýný itiraf ederler. Kahrolsun alev alev yanan o cehennem ehli!"[1939]
Her peygamber, insanlarý inandýrmak ve inanmayanlarýn da bahanelerine meydan vermemek için bazý mûcizelerle gelmiþtir. Artýk bundan böyle kimsenin itiraza hakký yoktur. Allah, inanmamýzý istediði hakikatleri, peygamberleriyle gâyet açýk bir þekilde gözler önüne sermiþtir. Zaten bu da, onlarýn gönderiliþ gayelerinden biridir. Ayrýca önemli bir nokta da, Allah, "Biz, peygamber göndermedikçe azab edici deðiliz."[1940] buyurmaktadýr. Demek ki, peygamberler gönderildiði için mizan ve terazi kurulacak ve kimsenin mâzeretine (daha doðrusu bahanesine) bakýlmadan herkesin hesabý sorulacaktýr.
8- Ýnsan Fýtratýna Uygun Olan Gerçek Din Duygusunu Öðretme: Ýlk insanla beraber ortaya çýkan din, çaðlar boyunca inanlarýn rûhunu tatmin etmiþ, meraklarýný gidermiþtir. Dinin bu vasfý, kaynaðýnýn saðlamlýðýndandýr. Günümüz dünyasýnda da, bütün eski dönemlerde olduðu gibi, insanlarýn büyük çoðunluðu Allah'a inanmakta ve tüm varlýklarý O’nun eseri olarak kabul etmektedir. Din, insanlýðýn en önemli gereksinimlerindendir.
Ýnsanlar, ilâhî ve uhrevî hakikatleri, kendi akýllarýyla idrâk edemezler. Zira aklýn kapasitesi sýnýrlýdýr. Akýl, insanlarý çeþitli yollara götürebilir. Büyük hakikatlere dair söz söylemek iddiasýndaki filozoflarýn, insanlýða ne kadar deðiþik, hatta birbirini yalanlayan, zýt yollar çizdikleri bilinir ve bilinmesi gerekir. Allah, lütfu ile zaman zaman yeryüzünün çeþitli bölgelerinde, Ýlâhî tebliði alýp kavimlerine ulaþtýracak insanlar seçmiþtir. Zira, hayatýn, yaþayýþ tarzýnýn, Ýlâhî tâlimata göre tanzim edilmesi gerekmektedir. Ýnsan fýtratý da, bu evreni var eden bir yaratýcýya ibâdet etmekle donatýlmýþ gibidir ki, bunu, Kur’ân-ý Kerim, þu âyetiyle kullara ifade etmektedir: “Sen, yeryüzünü, hanîf (tevhid eri, Allah’ý birleyici) olarak dine, yani Allah insanlarý hangi fýtrat üzere yaratmýþ ise o fýtrata çevir. Allah’ýn yaratýþýnda deðiþme yoktur. Ýþte dosdoðru din budur; fakat insanlarýn çoðu bilmezler.”[1941] Ýnsanlar, fýtraten saðlam, fikir ve düþünce yönüyle düzgün olduklarý müddetçe, dine yönelmeleri devam edecektir. Çünkü insanýn duygu ve düþüncelerinin yöneldiði en kýymetli þey, dindir. Ayný zamanda onu, diðer yaratýklardan ayýran en belirgin öge de din ve onu yaþamadýr. Ýþte peygamberler de, insanlarýn muhtaç olduklarý gerçek dini getirerek, onlarýn bu ihtiyaçlarýný en güzel bir þekilde karþýlamýþlardýr.
9- Ýnsanlara, Doðru Kurallarý Gösterme: Nübüvvet görevlerinden birisi de, Allah’tan almýþ olduklarý dosdoðru kurallar vasýtasýyla, hem bu, hem de öbür dünyada insanlarý saâdete götürecek, faziletli davranýþlara yönlendirmektir. Ýnsanlarýn tek baþlarýna, iyi þeylerin tamamýný kavrayýp onlarýn gerektirdiði doðrultuda hareket etmeleri söz konusu deðildir. Zira insanlarýn arzu, istek ve menfaatleri farklý farklýdýr. Buna en büyük delil, bugünkü dünyanýn içinde bulunduðu durumdur. Pek çok zulüm iþlenmesine, haksýzlýklar yapýlamasýna, insan haklarý çiðnenmesine raðmen birçoklarý, medeniyetin zirvesinde olduðunu pek rahat bir þekilde söyleyebiliyorlar. Ýþte bundan dolayýdýr ki, peygamberlerin risâleti, toplumu düzeltip insanlarý Allah'a kul olma noktasýna getirecek kurallarý açýklamak ve yine toplumu felâkete sürükleyip Allah’ýn gazabýný gerektirecek, kötü hareketlere dikkat çekmektir.
Kur’ân-ý Kerim’i incelediðimizde, her peygamberin, kendi dönemindeki insanlarý doðruya sevk edip, kötü þeylerden sakýndýrdýðýný görürüz. Hz. Nûh, insanlarý putlara tapmaktan sakýndýrmýþ, tutmalarý gereken yolu göstermiþ,[1942] Hz. Ýbrahim, kavmiyle büyük mücâdeleler vermiþ, akýl yönünden deðiþik metodlar kullanarak doðrularý göstermeye çalýþmýþ,[1943] Hz. Sâlih, kavmini kötü þeylerden ve kötü kimselere uymaktan sakýndýrmýþ,[1944] Hz. Lût, kavmi arasýnda yaygýn olan livâtadan (homoseksüellikten) vazgeçirmeye çalýþmýþ ve bu uðurda çetin mücâdeleler vermiþ,[1945] Hz. Þuayb, ölçü ve tartýda eksiklik yapan kavmini bu davranýþlarýndan caydýrmaya uðraþmýþtýr.[1946] Netice itibariyle her peygamber, kavmiyle buna benzer nice mücâdelelerde bulunmuþtur. "Þüphesiz her ümmete bir peygamber gelmiþtir. Peygamberleri geldiðinde, aralarýnda adâletle hümolunur. Onlara asla zulmedilmez."[1947] "Muhakkak ki Biz, peygamberlerimizi açýk delillerle/mûcizelerle gönderdik. Ýnsanlar, aralarýnda adâleti hâkim kýlsýnlar diye, o peygamberlere kitap ve ölçü/nizam indirdik.”[1948]
10- Ahlâk Eðitimini Gerçekleþtirme: Ýnsan için hem iyilik, hem de kötülük yolu açýktýr. “Biz, ona her iki yolu da (hayýr ve þerri) göstermedik mi?”[1949]; “Gerçekten de nefis, kötülüðü emreder.”[1950] Ancak insan, arzu ve isteklerini yönlendirme, sýnýrlama ve frenleme gücüne sahiptir. “Rabbinin azametinden korkup kendini þehevî arzulardan koruyana gelince, onun da varýp kalacaðý yer mutlaka cennettir.”[1951] Fakat her insan, nefsine hâkim olamayabilir. Demek ki insanda, bir þeyi emreden veya yasaklayan gizli bir güç vardýr. Kötülüklere karþý insaný dizginleyen en önemli faktör, Allah'a inanma ve yaptýklarýnýn hesabýný verme düþüncesidir. Ahlâk eðitimi de diyebileceðimiz bu davranýþlarý en iyi, peygamberler vermiþtir. Onlar, getirdikleri kanunlarla, insanlar arasý münasebetleri en iyi bir þekilde ayarlamaya çalýþmýþlar, onlarý güzel ahlâka yönlendirmiþler ve bu konuda en güzel birer örnek olmuþlardýr. Kur’ân-ý Kerim de, peygamberimizin bu yönüne dikkatleri çekmiþ, O’nun yüce bir ahlâkla yaratýldýðýný vurgulamýþtýr.[1952] Ayrýca peygamberimiz de, kendisinin, “güzel ahlâký tamamlamak için gönderildiðini”[1953] ifade etmiþtir.[1954]
Peygamberlerin Dâvetlerinin Özellikleri
1- Rabbânîlik: Kur’an’da peygamberlik, Allah’ýn kullarý arasýndan seçtiði þahýslara verdiði bir lütuf ve rahmet olarak takdim edilir. Ýnsanlarýn kendi istek ve çabalarýyla bu unvâný elde etmeleri mümkün deðildir. Peygamberlerin, Allah tarafýndan bu görev için tercih edildiðini,[1955] onlarýn seçkin[1956] kiþiler olduðunu belirten âyetlerin yanýnda; Allah’ýn, peygamberliði dilediði kimselere vereceðini ifade eden âyetler de vardýr.
Hiçbir peygamber, düþünüp taþýnýp kendi aklýna göre, “þöyle bir sistem ortaya koyayým” diyerek iþe baþlamamýþtýr ve baþlamaz. Doðrudan doðruya Allah, insanlar içinden bir kimseyi peygamber yapmayý diler. Vakti gelince, tamamen peygamberlik için yaratýlmýþ bu seçkin insana, peygamberlik vazifesini duyurur, o da peygamberliðini ilân eder. Nübüvvet, Allah’ýn istediðine verdiði bir görevdir. O, ne akýl, ne çalýþma, ne çok ibâdet ve ne de verâset yoluyla ulaþýlacak bir þey deðildir. Onlarýn getirmiþ olduðu her þey, vahiyden ibarettir. Onlardan her biri, þöyle der: “Ben yalnýzca bana vahy olunana uyuyorum.”[1957]
Bulunduklarý çevre þartlarý, ekonomik ve sosyal hâdiseler, onlarýn konumlarýný asla deðiþtiremez. Onlar, bildikleri yolda hedeflerine varmaya çalýþýrlar. Vazifelerini yaparlarken de, muhâtaplarýnýn kabul veya reddi onlarý pek baðlamaz. Onlarýn vazifesi, sadece teblið edip anlatmak ve ilâhî emirleri tatbik etmekten ibarettir. Muhâliflerin dedikleri, söyledikleri veya yaptýklarý, onlarýn tavýrlarýný deðiþtirmez. Mesajlarýný, çarpýtmadan, eðip bükmeden net bir þekilde toplumlarýna iletirler. Dâvâlarý adýna tâviz vermeleri, kat’iyyen düþünülemez. “Ayý bir eline, güneþi diðer eline koysalar, peygamberler, bu dâvâlarýndan kesinlikle vazgeçmezler.”
2- Tevhide Çaðrý: Bütün peygamberlerin teblið ettiði din olan Ýslâm’da temel nokta, tevhid bayraðý altýndan toplanmaktýr. Bunun da esasý, kelime-i tevhiddir. “...Yalnýz Allah'a kulluk edelim ve O’na hiçbir þeyi þirk/ortak koþmayalým...”[1958] Bütün peygamberlere baktýðýmýzda, hepsinin temel gayelerinin, insanlarý Allah’ýn varlýðýna ve birliðine çaðýrdýklarýný görürüz. Her peygamber, çevresindekilere þunlarý söylemiþtir: “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için O’ndan baþka ilâh yoktur.”[1959]
Bütün peygamberlerin dâvetlerindeki esas tema, temel vurgu, insanlarý sadece Allah'a kulluða ve O’na inanýp teslim olmaya yöneliktir. “Andolsun Biz, her ümmet/millet içinde; ‘Allah'a kulluk edin; tâðuttan (ona itaatten) kaçýnýn’ diyen bir rasûl gönderdik.”[1960] Bunlardaki söz birliði ve hepsinin tevhid hakikatiyle gelmesi de, yine peygamberlik kurumuna ait bir özelliktir. Onun içindir ki, Allah Rasûlü: “Ben ve benden evvel gelen bütün peygamberlerin söylediði en faziletli söz: ‘Lâ ilâhe illâllahu vahdehû lâ þerîke lehû”(Bir tek olan ve hiç ortaðý bulunmayan Allah’tan baþka ilâh/tanrý yoktur) sözü veya bu anlama gelen sözdür.”[1961] buyurmuþtur.
3- Ücret Ýstememe: Peygamberlerin, yaptýklarý hizmetler karþýlýðýnda insanlardan hiçbir beklentileri yoktur. Diðer insanlarýn böyle bir þeyi arzulamalarý mümkün olabilir. Ancak Kur’an, peygamberlerin böyle bir istekte bulunmadýklarýný söylemektedir. Onlardan her birinin, bu konudaki yegâne sözü: “Ben sizden hiçbir ücret/karþýlýk istemiyorum. Benim ücretim/mükâfatým ancak Allah'a aittir.”[1962] cümlesi olmuþtur. Onlar, bunun karþýlýðýný Allah’tan beklerler. Nasihatleri ve irþadlarý karþýlýðýnda, insanlardan bir övgü de beklemezler. Yegâne istekleri, Allah rýzâsý ve âhiret sevabýdýr.
4- Kavimlerinin Diliyle Gelme: Allah, insanlara olan merhametinden dolayý, gönderdiði her peygamberi, insanlar ondan, anlaþýlmasý gerekli olan þeyleri kolaylýkla kavrayabilsinler ve anlasýnlar diye, kendi kavminin diliyle göndermiþtir. Allah’ýn âdeti, sünneti böyledir. Öteden beri, her peygamber, gönderildiði ümmetin ve özellikle içlerinde oturduðu topluluðun dili ile gönderilmiþtir. Tâ ki, tebliðine emredilmiþ olduðu þeyleri kavmine anlatsýn, anlattýrsýn. Çünkü bir peygamberin peygamberliði, gerek kavmine ait olsun ve gerek daha baþkalarýný da kapsasýn, mutlaka o peygamber, öncelikle kavmini dâvet edecek ve ilk iþi onlara peygamberliðini anlatmak olacaktýr. Bu ise, onlarýn en iyi, en kolay anlayabilecekleri kendi dilleriyle açýklamaya baðlýdýr. Þâyet Kur’an, baþka bir dille indirilseydi, peygamberin de içlerinde bulunduðu ve ilk önce hitap edeceði kavmi anlamayacaktý. Kur’an, bu durumu þöyle dile getirir: “Eðer Biz bu Kur’ân’ý, yabancý bir dille indirseydik, iman etmeyenler, mutlaka diyeceklerdi ki, ‘âyetleri uzun uzadýya açýklamalý deðil miydi? Arap bir peygambere yabancý dil, öyle mi?”[1963] Peygamberler, içinden çýktýklarý toplumlarýnýn diliyle gönderilmeseydi, diðer kavimlere teblið etmek ve mesajý umûmileþtirmek için, ilk neþredenler yetiþmeyecek ve bundan dolayý, hiçbir topluluk hakkýnda Allah’ýn kesin delili gerçekleþmeyecekti. “Allah, her peygamberi kendi kavminin diliyle göndermiþtir.”[1964]
5- Hedef ve Gâyenin Açýklýðý: Bütün peygamberler, insanlarýn fýtratlarýna uygun bir þekilde hareket eder, onlara akýllarýnýn alabileceði sadelikte hitap ederlerdi. Çünkü dâvetçinin, konuþmalarýnda, sohbetlerinde sözünün muhâtaplarý tarafýndan anlaþýlýr netlikte ve sadelikte olmasý gerekir. Aksi takdirde dediði anlaþýlmaz, sözleri hedefini bulamaz. “(Ey peygamber!) Sen, insanlarý Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öðütle çaðýr ve onlarla en güzel þekilde mücâdele et.”[1965]
Ýnsanlar, çoðu hususta birbirinden farklýdýr. Zekâ ve ilimleri farklý olduðu gibi, karakter ve duygularý da farklýdýr. Ayrýca düþünce ve tasavvurlarýnda farklý olduklarý gibi, eðilim ve yöneliþlerinde de farklýlýk gösterirler. Bütün bu farklýlýklar, dâvet ve dâvetçilerin, onlarý etkileyecek ve karakterlerine münasip düþecek bir þekilde giriþ yapmalarýný mecburi kýlmaktadýr. Bu noktayý çok iyi bir þekilde bilen peygamberler, gâyet açýk ve net bir þekilde, aktaracaklarý þeyleri aktarmýþ, insanlarýn anlamakta güçlük çekecekleri bir metottan uzak durmuþlardýr. Tekellüfe/zorluða girilmemiþ,[1966] en kolay ve açýk deliller ileri sürülmüþ,[1967] anlatýlacak þeylerde bir kapalýlýk býrakýlmamýþtýr.[1968]
6- Ýhlâs ve Samimiyet: Ýhlâsý, “yapýlan bir þeyi Allah için yapma ve bunu Allah’tan baþkasýnýn görmesini istememe” þeklinde tanýmlayabileceðimiz gibi, “yapýlan bir harekette, diðer insanlarýn deðerlendirmelerini göz ardý etme ve onlarýn düþüncelerinden kaçýnma” diye de tarif edebiliriz. Ýþte peygamberler, bütün iþlerinde ihlâsa erdirilen þahsiyetlerdir. Ýhlâs ve samimiyetin zirvesini onlar tutmuþtur. Kur’an, onlarýn bu yönlerini bazý peygamberlerin þahsýnda þöyle anlatmaktadýr: “Kitab’da Mûsâ’yý da an! Gerçekten o, ihlâsa erdirilmiþ bir rasûl, nebî idi.”[1969] Hz. Yusuf için: “Þüphesiz o, ihlâsa erdirilmiþ kullarýmýzdandýr.”[1970] Ve Hz. Peygamber’e ise: “Þüphesiz ki Kitab’ý sana hak olarak indirdik. (O halde sen de) dini O’na has kýlarak, ihlâs ile Allah'a kulluk et!”[1971]; “De ki: ‘Ben dinimde ihlâs ile (dini O’na has kýlarak) ancak Allah'a ibâdet ederim.”[1972]
Son Peygamber
Allah son peygamber olarak Hz. Muhammed (s.a.s.)’i göndermiþtir. Ondan sonra artýk peygamberlik kapýsý kapanmýþtýr. Yani, bir daha peygamber gelmeyecektir. Peygamberlerin en üstünü ve en faziletlisi Hz. Muhammed’dir. “Biz Seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.”[1973] “Þüphesiz Allah ve melekleri Peygamber Muhammed’i överler/salât getirirler). Ey iman edenler! Siz de O’nu övün (O’na yardým edin), O’na salât ve selâm getirin.”[1974]
Müslümanlarýn örnek almasý gereken kiþi, tek önderimiz Hz. Muhammed’dir. Müslümanlar yaþayýþ tarzýný, en ufaðýndan en büyüðüne bütün hal ve hareketlerini O’nu örnek alarak düzenlerler. Allah Kur’an’da þöyle buyuruyor: “Ey inananlar! And olsun ki, sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuþmayý umanlar ve Allah’ý çok zikredenler için Rasûlullah en güzel örnektir.”[1975]
Peygamber’e itaat Allah’a itaattir. Allah Kur’an’da þöyle buyuruyor: “(Ey Muhammed) de ki, A llah’ý seviyorsanýz bana uyun ki, Allah da sizi ve günahlarýnýzý baðýþlasýn. Allah affeder ve merhamet eder. De ki Allah’a ve Peygamber’e itaat edin. Yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah, inkâr edenleri sevmez.”[1976]
Mütenebbî/Sahte Peygamber
Mütenebbî: Son peygamber olarak Hz. Muhammed (s.a.s.)’in gelmesi ve O’ndan sonra baþka peygamberin gelmeyecek olmasýna raðmen, Hz. Muhammed (s.a.s.)’den sonra peygamberlik iddiasýnda olan kimselere verilen isimdir. Bunlara yalancý peygamber de denir. Bu kiþiler; ya deli, ya þöhret düþkünü veya basit çýkar peþinde koþan insanlardýr.
Ýlk mütenebbi, Peygamberimiz zamanýnda ortaya çýkan Müseylimetü’l-Kezzab’týr. Bu yalancý peygamber, Hz. Ebu Bekir’in halifeliði zamanýnda yapýlan savaþta öldürülmüþtür. Son zamanlarýn sahte peygamberlerinden Hindistan’da Sör Seyyit Ahmet nice fitnelere sebep olmuþ bir Ýngiliz ajanýdýr. Yine 20. asrýn mütenebbîlerinden Reþad Halife de, Amerika’daki bir mescidde meçhul birisi tarafýndan öldürülmüþtür. Ankara’daki Ýskender Evrenesoðlu (Ýskender el-ekber), içinde Demirel’den, bazý bakanlardan isim isim bahseden Allah’tan “kitap” getirdiðini iddia eden meczup insanlar da câhil halký kandýrarak bu tür komik iddialarda bulunabilmektedir.
Peygamberlerin Sýfatlarý
1-) Sýdk; Doðruluk demektir. Peygamberler, hem sözlerinde hem de iþlerinde doðru sözlüdürler. Asla yalan söylemezler. "Kitapta Ýbrahim'i de an. O, dosdoðru (sýddîk) bir nebî idi."[1977] Yine bütün peygamberlerin doðru olduklarýný, örneklendiren benzer âyetlerde, Hz. Ýsmâil,[1978] Hz. Ýdris,[1979] Hz. Yusuf[1980] için sýdk sýfatý verilir; diðer peygamberlerin de sâdýk olduklarý baþka ifadelerle anlatýlýr.
2-) Emanet; Güvenilir olmak demektir. Peygamberler güvenilir insanlardýr. Peygam-berler asla emanete hýyanet etmezler. “Bir peygamber için, emanete hiyanet etmek olur þey deðildir.”[1981] Mekke müþrikleri Peygamberimize “Muhammed’ül-emin” diyorlardý. Peygamberimizin en azýlý düþmaný olan bu müþrikler, en deðerli eþyalarýný Peygamberimize emanet ediyorlardý.
3-) Fetânet; Peygamberler, insanlarýn en zekileri ve en akýllýlarýdýr.
4-) Ýsmet; Günah iþlememek demektir. Peygamberler küçük veya büyük günah iþlemezler. Ancak, insan olduklarýndan dolayý “zelle” denilen çok küçük hatalar yaparlar. Bu küçük hatalar derhal Allah tarafýndan düzeltilir.
5-) Teblið; Bildirmek demektir. Peygamberler Allah’tan almýþ olduklarý emirleri mutlaka insanlara bildirmiþlerdir. Hiçbir þeyi gizlememiþler; hiçbir þey ilave etmemiþlerdir. "O peygamberler ki Allah'ýn emirlerini insanlara teblið ederler, Allah'tan korkarlar ve O'ndan baþka kimseden korkmazlar."[1982]
Bütün peygamberler, teblið görevini yapmak için büyük meþakkat ve çilelere göðüs germiþlerdir. Hatta bazýlarý bu uðurda canlarýný feda etmiþlerdir. Peygamberler, gördükleri tüm kötülükleri mutlaka elleriyle veya dilleriyle düzeltmeye çalýþmýþlardýr.
Peygamberler âdil kimselerdir. Adâlete ters hiçbir iþ yapmazlar. Peygamberler, görevlerinden azl olunmazlar. Peygamberlik çalýþmakla elde edilmez. Allah, onu dilediðine vermiþtir. Peygamberler seçilmiþ, seçkin insanlardýr; soylarý temizdir. Güzel ahlâk sahibidirler. Yaratýlýþlarý ve sûretleri de güzeldir. Allah’tan baþkasýndan korkmazlar. Bütün bunlarla birlikte, peygamberler, beþerdir, yani bizim gibi insandýrlar. Ýnsanlar için tabii olan yeme-içme, evlenme, uyuma, yanýlma, unutma, hastalanma... gibi hususlar peygamberler için de mümkündür. Fizikî bünye ve ihtiyaçlarý itibariyle diðer insanlardan farksýzdýrlar.[1983]
Kur’an’da Ýsmi Geçen Peygamberler
Peygamberlik makamý Hazreti Adem ile baþlayýp Hazreti Muhammed Mustafa ile son bulmuþtur. Bu iki peygamber arasýnda ne kadar peygamber gelip geçtiðini Allah’tan baþka hiç kimse bilemez. Bütün peygamberler Kur’an-ý Kerim’de açýklanmamýþtýr. “Bir kýsým peygamberleri sana anlattýk, bir kýsmýný ise anlatmadýk.”[1984] Fakat, her ümmete (topluma) peygamber gönderildiði ifade edilmektedir. Kur’an’da ismi geçen 25 peygamber vardýr. Bu peygamberler þunlardýr:
Âdem, Ýdris, Nuh, Hud, Sâlih, Lut, Ýbrahim, Ýsmail, Ýshak, Yakub, Yusuf, Þuayb, Harun, Mûsâ, Davud, Süleyman, Eyyub, Zülkifl, Yunus, Ýlyas, Elyasa, Zekeriyya, Yahya, Ýsa, Muhammed Mustafa (s.a.s.).
Ayrýca Kur’an-ý Kerim’de ismi geçtiði halde peygamber olup olmadýklarý hakkýnda bilgi bulunmayanlar vardýr. Bunlar: Uzeyir, Lokman ve Zülkarneyn’dir.
Peygamberlere Ýman
Bilindiði gibi, peygamberlere inanmak imanýn esaslarýndan biridir. Peygamberlerin birini bile inkâr eden kiþi dinden çýkar. Yüce Allah, her topluma Ýslâm’ý teblið için peygamberler göndermiþtir ki, Allah’ý bilsinler ve O’ndan baþkasýna kulluk etmesinler. Allah, kendilerine peygamber göndermediði bir topluma azab etmez. “Biz bir peygamber göndermedikçe azab etmeyiz.”[1985] Peygamberlere imanla alâkalý olarak Kur’an-ý Kerim’de birçok âyet vardýr. “Allah'a ve peygamberlerine iman eden ve peygamberlerden hiç birisi arasýnda (kendisine iman etme bakýmýndan) fark gözetmeyen kimselere gelince, iþte onlarýn mükâfatýný Allah kýyâmette verecektir. Allah çok baðýþlayýcý ve merhametlidir.”[1986]
“O kimseler ki, Allah’ý ve peygamberlerini inkâr ederek kâfir olurlar. Allah ile peygamberlerinin arasýný açmak isterler. Ve ‘peygamberlerden bir kýsmýna inanýrýz, bir kýsmýný inkâr ederiz!’ derler. Böylece iman ile küfür arasýnda bir yer tutmak isterler.”[1987] Peygamberlere imanla ilgili çok sayýda âyet vardýr.[1988] Peygamberlere itaat etmeyelere azâbýn ulaþacaðý konusunda Kur’an uyarýda bulunur.[1989]
Kendilerine peygamber gönderilen toplumlarýn çoðu, peygamberlerini yalanlamýþ ve onlara uymamýþlardýr. Bugün olduðu gibi, geçmiþte de peygamberlerine tâbi olan insanlar çok az olmuþtur. Meselâ Hz. Ýsa’ya on iki kiþilik “havâriler” dediðimiz kimseler inanýp tâbi olmuþtur. Diðer insanlar, tâbi olmadýðý gibi onu öldürmek istemiþlerdir.
Bütün peygamberlerin getirdiði dinin adý Ýslâmiyet idi. Ne Hz. Ýsa’nýn dini hýristiyanlýk; ne de Hz. Mûsâ’nýn dini yahudilikti. Hz. Ýsa’nýn da Hz. Mûsâ’nýn da, bütün peygamberlerin de dini ancak Ýslâm idi ve bütün peygamberler müslüman idiler. Bu gerçek, Kur’an’ýn dilinden þöyle ifade edilir: “Ýbrahim ne bir yahudi, ne de bir hýristiyandý. Fakat Allah’ý bir tanýyan gerçek bir müslümandý. Ve müþriklerden de deðildi.”[1990] “Mûsâ da kavmine þöyle dedi: Ey kavmim, siz gerçekten Allah’a iman ettiyseniz O’nun birliðine teslim olmuþ müslümansýnýz. Artýk Allah’a tevekkül edin.”[1991] “Hani havarilere (Hz. Ýsa’ya baðlý olanlara): ‘Bana ve peygamberlerime iman edin’ diye ilham etmiþtim de onlar, ‘iman ettik, bizim hakiki müslümanlar olduðumuza þâhid ol’ demiþlerdi.”[1992]
Görüldüðü gibi, Allah tarafýndan gönderilen bütün dinlerin adý Ýslâm, peygamberlerinin ve onlara tâbi olanlarýn da adý müslüman idi. Fakat sonradan, bu saf ve temiz olan isim (Ýslâm), çeþitli isimler adý altýnda deðiþtirilmiþtir. Ýslâm, her asýr ve her peygamberin dinidir. Fakat çoðu peygamberin þeriatý ayrýdýr. Buna göre din (Ýslâm) geniþ, þümullü bir kavram; þeriat ise, bu dinin içerisinde her bir peygamberin tâkip ettiði yoldur.
Bu ümmet ile geçmiþ ümmetlerin þeriatlarý ayrý olabilir; fakat bizim ile onlar arasýnda müsavi (ayný) olan bir kelime vardýr ki o özdür, temeldir, hiç bir zaman ve hiç bir þarta göre deðiþmez. Bu gerçeði Yüce Allah þöyle beyan ediyor: “De ki, ey ehl-i kitap, hepiniz bizimle sizin aranýzda müsavi olan bir kelimeye gelin; þöyle diyerek: Allah’tan baþkasýna kulluk etmeyelim; O’na hiç bir þeyi ortak koþmayalým. Allah’ý býrakýp da kimimiz kimimizi rabler tanýmayalým.”[1993]; “Senden önce gönderdiðimiz her peygambere: ‘Benden baþka ilah yoktur, Bana kulluk edin’ diye vahyetmiþizdir.”[1994]; “Andolsun ki her ümmete; ‘Allah’a ibâdet edin ve tâðutlardan kaçýnýn’ diye peygamberler gönderdik.”[1995]
Ýþte, Hz. Adem’den kýyâmete kadar her insanýn ve her cinnin, hatta bütün kâinatýn uymasý gereken kural ve gerçek budur. Mü’min bilir ve inanýr ki, geçmiþte ne kadar nebî ve rasûl varsa, onlara uyanlarla beraber müslüman idiler. Onlar Allah’tan baþkasýna kulluk etmiyorlardý.
Tevhid dininin (Ýslâm’ýn) son halkasýný Hz. Muhammed (s.a.s.) teþkil etmektedir. Artýk Rasûlullah gönderildiðinden itibaren, Rasûlullah’sýz bir din, Rasûlullah’sýz bir akîde ve inanç olamaz. Öyleyse, yeryüzünde Allah’a baðlanmak isteyenlerin ve müslüman olarak kalmak isteyenlerin rehberi, kýlavuzu Rasûlullah’tan baþkasý olamaz. Zira Rasûl’e itaat Allah’a itaattýr. Bu konuda Yüce Allah þöyle buyuruyor: “Kim Rasûl’e itaat ederse, muhakkak ki Allah’a itaat etmiþ olur. Kim de yüz çevirirse, bu seni üzmesin. Zira seni onlara koruyucu ve gözetici olarak göndermedik (ancak tebliðci olarak gönderdik).”[1996]
Allah Teâlâ bu âyet-i kerimede Rasûlüne itaat edenin Allah’a itaat etmiþ olduðunu, Rasûl’e isyan edenin de Allah’a isyan etmiþ olduðunu haber veriyor. Bunun sebebi, Rasûlullah (s.a.s.)’in kendi hevâ ve hevesinden konuþmamasý ve Allah’ýn dinini teblið etmesidir.[1997] Rasûlülah, hiç bir zaman Allah adýna kendi kafasýndan bir þey konuþmaz; kendisine vahyedileni bildirir. Onun için Allah ile Rasûlü’nün hükümleri arasýnda ayrýlýk, zýtlýk, farklýlýk olamaz.
Ýslâm akîdesi açýsýndan peygamberlik kurumu gerçekten büyük deðer taþýr. Bu müessese, akîdenin ikinci yarýsýdýr. Peygambere iman, tevhid kelimesinin ikinci kýsmýdýr. Peygamberlik inancýnýn tezahürleri pratik hayatta mutlaka görülmelidir. Normalde her insan, peygamberlere inandýðýný söyleyebilir. Fakat bu akîde gerçeklere dayandýrýlýrsa görülür ki, mü’min olduklarýný iddia eden pek çok insan bu baðdan kopmuþtur. Rasullere iman olsun, diðer iman esaslarýna iman olsun, her zaman kulluk ve itaat gerektirir. Ýtaat ve kullukla beslenmeyen bir iman, iman olarak kalamaz. Günün birinde tamamen söner veya yön deðiþtirir. Bunun içindir ki, itaat imana baðlý kýlýnmýþtýr. Böylece, Allah’a inanan kimse, Rasûl’e baðlanmak zorundadýr. Rasûl’e baðlanmayanlar, Allah’a da baðlanmamýþlardýr.
Kur’an-ý Kerim, peygamberler ve itaat konusunu þöyle açýklýyor: “Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ülü’l-emre (emir sahiplerine) de. Eðer bir hususta çekiþirseniz, onu Allah’a ve Rasûlüne götürünüz. Eðer Allah’a ve âhiret gününe inanmýþsanýz; bu hem hayýrlý ve hem de netice itibariyle en güzeldir.”[1998]; “Hayýr, Rabbine and olsun ki, aralarýnda çekiþtikleri þeylerde seni hakem tayin edip, sonra haklarýnda verdiðin hükümden dolayý içlerinde bir sýkýntý duymadan (onu) tam mânâsýyla kabullenmedikçe iman etmiþ olamazlar.”[1999]; “Biz peygamberleri ancak itaat olunsunlar diye gönderdik.”[2000]; “Allah’a ve O’nun rasûlüne itaat edin ve onlarýn emirlerine ve yasaklarýna aykýrý hareket etmekten sakýnýn. Eðer itaat etmekten yüz çevirirseniz, bilin ki, Peygamberimiz’e düþen sadece açýk bir tebliðdir.”[2001]
Bu âyetlerde mü’minlerin, Allah ile beraber Rasûlü’ne de itaat etmeleri þart koþuluyor. Rasûl’e itaat etmeden Ýslâm yaþanamaz. Zira, “Rasuller sadece kendilerine itaat edilsin diye izn-i ilahi ile gönderilmiþlerdir.”[2002] Ýtaat, imanýn ve Ýslâm’ýn þartý ve hudududur. Ýman edip de Allah’a ve Rasûl’e itaat etmemek boþ bir iddiadan baþka bir þey deðildir. Bu yalan, tâðutla hükmetmek isteyen her yalancýnýn iddiasýdýr. Çünkü, münâfýklarýn alâmeti, devamlý sûrette itaatten kaçýnmaktýr. Zira Yüce Allah münâfýklar hakkýnda þöyle buyurur:“Onlara Allah’ýn indirdiðine ve Peygamber’e gelin denildiði zaman, senden büsbütün kaçtýklarýný görürsün.”[2003] Ýtaat, bir akîde meselesidir. Mü’min, akîdesini saðlam temeller üzerine oturtmalýdýr. Ýslâm’ýn ve imanýn hududunu çok iyi bilmelidir.
Peygamberlere Ýman, Onlarý Örnek ve Önder Kabul Edip Onlara Ýtaat Etmek Ýçindir
Peygamberlerin en büyük ve en önemli görevleri, insanlarýn, hakkýnda ihtilâfa düþerek kendi imkânlarýyla hakký bulamayacaklarý alanlarda ihtilâflarýný çözümleyici hükümler getirmeleridir: "Ýnsanlar (aslýnda) bir tek ümmet (millet) idi. Bu durumda iken Allah, müjde verici ve uyarýcý olarak peygamberleri gönderdi. Ýnsanlar arasýnda anlaþmazlýða düþtükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitaplarý indirdi."[2004] Ýþte bunun için Yüce Allah, her bir kavim için bir nezîr/uyarýcý göndermiþtir.[2005] Peygamberlere iman, onlarýn çaðrýsýný kabul etmek, onlarýn izinden gitmek, “olsa da olur, olmasa da” kabilinden insanlarýn tercihine býrakýlmýþ bir tutum deðildir. Ýnsanlar, peygamberlere iman etmekle, onlarýn izinden gitmekle yükümlüdürler. Aksini yaptýklarý takdirde her peygamberden ümmeti hakkýnda þâhitlik etmesi de istenecek ve bu þehâdet, onlarýn kesinleþmiþ ceza ve azaplarýný daha bir pekiþtirici anlam taþýyacaktýr. “Allah yolunda hakkýyla cihad edin. O, sizi seçti. Dinde size güçlük vermedi. Babanýz Ýbrahim’in milletine/dinine (uyun). Sizi daha önceden ve bunda (Kur’an’da) ‘müslümanlar’ diye adlandýrdý ki Peygamber size þâhit olsun; siz de insanlar üzerine þâhitlik edesiniz. O halde namazý dosdoðru kýlýn, zekâtý verin ve Allah'a güvenin. O’dur sizin Mevlânýz. O, ne güzel mevlâ ve ne güzel yardýmcýdýr.”[2006] Böylece peygamberler, ümmetlerine karþý, peygamberlere iman edenler de diðer insanlara karþý þâhitlik edecek ve hakkýnda þehâdet ettikleri kimselerin peygamberlerin gösterdikleri yoldan gidip gitmedikleri hususunda beyanda bulunacaklar; ya da bulunmalarý istenecektir.
Peygamberlere uymakla yükümlü olmanýn yanýnda, insanýn baþka sorumluluklarý da vardýr: Peygamberlerin mesajýný yaymak, bu mesajý insanlar arasýnda uygulanan yegâne din ve þeriat haline getirmek yolunda, peygamberî metod istikametinde cihad etmek, gereken gayreti gösterip hakkýyla mücâdele vermek.
Peygamberlerin gösterdiði yoldan baþka yolda gitmenin, dünya hayatýnda sayýlamayacak kadar çok olumsuz sonucu ve cezasýndan ayrý olarak, âhirette de büyük bir cezasý vardýr. Bu ceza o kadar büyük olacaktýr ki, kâfirler dünyada iken peygamberlerin izinden gitmediklerinden, kendilerinden farklý hiçbir meziyetleri olmayan, haktan uzak sapýk önderlere uyduklarýndan dolayý, -faydasýný göremeyecekleri bir zamanda- piþman olacaklar ve piþmanlýklarýný dile getireceklerdir. Bu durumu Yüce Rabbimiz þöyle tablolaþtýrmaktadýr: “...O gün kâfirlere çok zordur. O günde zâlim, ellerini ýsýrýp: ‘Keþke peygamberle birlikte yol almýþ olsaydým!’ der. ‘Eyvah bana, keþke filaný dost edinmeseydim. Andolsun ki o, bana geldikten sonra beni haktan saptýrdý.’ Þeytan insaný yardýmsýz ve zelil býrakandýr.”[2007] Ýþte bu dünyada þeytanýn ardýndan giderek peygamberlerin yolunu terk edenler, âhirette bu dünyada iken uyduklarý kimselerden uzaklaþmak isteyecekler; böylelikle azaptan kurtulmayý deneyeceklerdir. Ancak bunun da kendilerine bir faydasý olmayacaktýr.[2008]
Allah, insanlara insan olarak, kendi aralarýndan peygamberler göndermiþ ve onlarýn yolundan gitmelerini, peygamberlerine her hususta itaat etmelerini emretmiþtir. Peygamberlerin izinden gitmeyenlere uymak, ya da onlarýn izinden gidilmeyen hallerde baþtakilere, ileri gelenlere itaat, Allah’ýn yolundan sapmak için gösterilecek geçerli bir mâzeret deðildir. Yüce Rabbimiz, peygamberlerin yolundan sapmak için gösterilecek hiçbir mâzereti kabul etmeyecektir. Peygamberlerin getirdikleri
Ynt: Peygamberlere iman By: hafýz_32 Date: 01 Kasým 2010, 23:17:01
yola aykýrý yol izleyenlere itaat, -kim olursa olsunlar- meþrû bir itaat deðil; “Yaratan’a isyaný gerektiren hususlarda yaratýlmýþa itaat yoktur”[2009] þeklindeki nebevî düstur ile ve “mârufu emredip münkeri nehyetmek” ilkesi gereðince böylelerini hizaya getirmek gerekir; Onlarýn sapýklýklarýnýn peþinden gitmek deðil. Peygamberlerin dýþýnda, uyulan kimsenin büyük yanýlgýlara düþtüðü önemli bir husustur. Uyulan kimselerin peygamberlerin yolundan gitmemeleri halinde kimlikleri, sýfatlarý, nitelikleri, makamlarý, yakýnlýklarý ne olursa olsun, uyanlara âhirette hiçbir fayda saðlayamayacaklarý, ebedî azaptan kurtaramayacaklarý herkes tarafýndan gâyet açýk ve net bir þekilde bilinmelidir. “Yüzleri ateþte (bir taraftan bir tarafa) çevrileceði o günde diyeceklerdir ki: ‘Ne olaydý, biz Allah'a ve Rasûl’e itaat etseydik!’ Ve diyecekler ki: ‘Rabbimiz, gerçekten biz baþkanlarýmýza, efendilerimize itaat ettik de, onlar da bizi saptýrdýlar. Rabbimiz, onlara azaptan iki kat ver ve onlarý en büyük lânet ile lânetle!”[2010]
Ýþte âhirette durum böyle olacaktýr; peygamberlerden baþkalarýnýn yolunu izleyenler için. Peygamberler ise, kendilerine itaat eden ümmetlerine hatalarýnýn affedilmesi için þefaatçi olacaklardýr. Dünyada her iki tür önderliðin ve bu önderliðe tâbi olmanýn farklý sonuçlarý olduðu gibi; âhirette de ayný farklýlýk sözkonusu olacaktýr; hatta daha da geniþ boyutlarda...
Gerçekten akýl sahibi olanlar, peygamberlerden baþkalarýnýn yolundan gitmeyi düþünmek, akýllarýnýn en ücra köþesinden geçirmek þöyle dursun; bu hayýrlý ve biricik doðru yoldan gitmeyenleri gafletlerinden uyandýrmak için peygamberlerin açtýklarý yolda, gösterdikleri istikamette ve onlarýn metoduyla mücâdele eder, cihad ederler...
Peygamberlerin ve -günümüz için söyleyecek olursak- son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)’in getirmiþ olduðu þeriate aykýrý bir hüküm ya da hükümleri, düzen ya da düzenleri, kurum ya da kurumlarý, deðer ya da deðerleri alternatif olarak göstermek, kabul etmek, onlara çaðýrmak; bunlar insanlara hükmetmekte iseler, bunlarý kabul edip rýzâ göstermek, izâleleri için çalýþmamak, onlara gereken tepkiyi göstermemek; bütün bunlar peygamberin getirdiði þeriatý reddetmek anlamýna geleceðinden, iman ile baðdaþamaz. Yani, böyle bir tutum, anlayýþ ve davranýþ küfürdür. Çünkü Ýslâm’ýn ve Kur’an’ýn üzerinde hassasiyetle durduðu “peygamberlere iman” ilkesine ve kelime-i þehâdetin ikinci bölümü olan “Muhammed (s.a.s.)’in Allah’ýn Rasûlü” olduðunu kabul ve ikrar etmeye aykýrýdýr.
Peygamberlere iman, onlara karþý belli bir edeple edeplenmeyi de gerektirir. Onlarýn dâvetlerini kabul etmek, onlarýn izinden gitmek, uymakla yükümlü olduðumuz bütün hususlarda, yani peygamberlik makamlarý gereði, kendilerine has olan hususlar dýþýnda kalan bütün alanlarda onlara uymak, bu edebin en önemli yanýdýr.
Peygamber Efendimiz’e karþý –hayatta iken- ümmet fertleri seslerini yükseltmemekle[2011] yükümlü olduklarý gibi, vefatýndan sonra da kayýtsýz þartsýz ona uyarak, hükmüne teslim olarak, önüne geçmemekle yükümlüdürler.[2012] Hiçbir zaman kendilerini ona tercih edemezler. O kendilerine öz canlarýndan daha yakýndýr. Onun zevceleri, mü’minlerin anneleridir.[2013] Bu bakýmdan onun hanýmlarý, mü’minler için bir kadýnýn saygý ve ihtiram noktasýnýn en zirvesindedirler. Mü’min bir kimsenin onlara annelik nazarýndan baþka türlü bakmasý mümkün deðildir.[2014]
Mü’minin Allah’ýn peygamberlerine ve özellikle de son peygamber Hz. Muhammed Mustafâ’ya (s.a.s.) karþý konumu þudur: Katýksýz, þeksiz, þüphesiz tam bir tasdikin yanýnda; ona tam anlamýyla uymanýn mutlak bir farz olduðunu kabul etmeli; hükümlerini tam bir tasdik ve teslimiyetle karþýlayarak dünyada hidâyet üzere olmanýn, âhirette de vaad olunan cennete girmenin onun sünnet-i seniyyesine tâbi olmakla mümkün olacaðýna tam bir yakîn ile inanmalý ve bunu amelî hayatýnda da ortaya koymalýdýr. Onun dýþýnda hiçbir yol gösterici ve önder aramamalý; kendisini, kendisine emir verenleri ve emri ve sorumluluðu altýndakileri hep onun gösterdiði yol ile, getirdiði þeriat ile, uyguladýðý ve söylediði sünnet ile ölçüp deðerlendirmelidir. Kendisinde ve çevresinde bu ölçülere aykýrý gördüklerini ilk fýrsatta ve en güzel yolla düzeltme yoluna gitmelidir.[2015]
Peygamberlere Vâris Olabilmek
Ýnsanlarý ýslahýn bedeli aðýr, fiyatý çok yüksektir. Bu yüksek fiyatý ödeyecek bir varlýk vardýr ki o da Yüce Allah’týr (c.c.). Rabbi ile irtibatý zayýflamýþ veya kopma noktasýna gelmiþ, yahut da tamamen kopmuþ olan insanlarý teblið ve dâvetleriyle irþad eden bu güzel insanlar, ücretsiz gönül erleridir. Ücretleri tamamen Rabbimiz’e aittir.
Ýlk peygamber Hz. Âdem’den, son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)’e kadar gelmiþ olan peygamberler bugün yine tüm tazelikleriyle insanlarý irþad etmekte, onlarý Yüce Allah’ ýmýzla barýþtýrmanýn mücâdelesini vermektedirler. Gerek hayatlarý ve gerekse temiz sicilleri bizzat Rabbimiz tarafýndan açýklanmýþ olan bu gönül erleri kitabýmýz Kur’ân-ý Kerim’de sýk sýk anlatýlýr ve tüm insanlýða numune olarak gösterilir.
Her biri Allah’ýn yolu dediðimiz sýrât-ý müstakimin kenarlarýnda bir nevi nöbet tutmakta ve bu mübarek yoldan çýkmak ve sapmak isteyenlere güzel usulleriyle, temiz tavýrlarýyla engel olmaktadýrlar.
Gün olmuþ insanlar kendi içlerinden bazý büyükleri rab edinmiþler, bu sapýtmýþ kimselere Hz. Nuh gönderilmiþ... Gün olmuþ insanlar dünyaya meyletmiþ, köþk ve saraylarda, yüzme havuzlarý olan villalarda zevk ve sefaya dalmýþlar, Rabbimiz Hz. Sâlih’i görevlendirmiþ. Yine gün olmuþ insanlar cinsî sapýklýða düþmüþ, nikâh yoluyla meþrû olan kadýn ve kýzlarý dýþlayarak hemcinsleriyle düþüp kalkmaya baþlamýþlar, derhal Hz. Lut görevlendirilmiþ. Saltanat ve müstekbir yaþayýþlarýyla yoldan çýkmýþ olanlara Hz. Süleyman; Allah’a göklerin hâkimiyetini verip yeryüzü egemenliðini vermeyen Firavun’a Hz. Mûsâ; ölçü, tartý ve adâlet mekanizmasýný tahrip eden bir topluma Hz. Þuayp; köleliðin, insaný sömürmenin ve sýnýfsal bir toplumun yapýsýný ortaya koymanýn zirvesini yaþayan bir topluma Hz. Yusuf; akla ve hayale gelebilecek tüm kötülükleri hayatlarýna geçirmiþ olan bir baþka topluluða ve hak yol arayýþýnda olan tüm insanlýða ise Hz. Muhammed (s.a.s.) gönderilmiþtir.
Gönderilmiþ olan tüm peygamberler, sýrât-ý müstakimde yürüyen yolcularý, Allah adýna kollamak ve sapmalara karþý ikaz ve irþad görevlerini noksansýz olarak ifa etmiþlerdir. Allah’ýn selâmý hepsinin üzerine olsun.
Batýnýn kendi toplumsal problemlerini çözmek için geliþtirdiði formül ve çözüm yollarýný olduðu gibi aynen müslüman bir ümmete uygulamak için baskýcý ve dayatmacý zihniyete karþý çýkmak, bir iman borcudur. Bu borcu ödemek durumunda olan her Ýslâm tebliðcisi ve dâvetçisi bir peygamber vârisidir/olmalýdýr.
Sözgelimi, fâize yenik düþmüþ bir toplumu, kapitalist sisteme karþý reaksiyoncu bir seviyeye getirmeye çalýþan, Ýslâm’ýn bölünmez bir bütün olduðunu söyleyerek bunu icabýnda hayatýyla ödeyen bir müslüman, peygamber vârisidir.
“Âlimler peygamberlerin vârisleridir.”[2016] buyuran Rasûlullah Efendimiz’e tam mânâsý ile vâris olmak meselesine gelince; Kur’ân’ý öðrenip öðreten, insanlarý Ýslâmî yaþayýþ esaslarý üzerinde eðiten, nefisleri þirkten ve diðer hastalýklardan temizlemek mücâdelesini sürdüren, bütün bunlarý gerçekleþtirmek için ilim, amel, kesin tavýr ve numûne olmayý ihmal etmeyen, tefsir, hadis, fýkýh halkalarý kurarak, insanlarý sohbet ve dersleriyle yetiþtiren insanlar, peygamberin vârisleridir.[2017]
Örnekleri çoðaltmak mümkün. Kur’ân-ý Kerim, peygamberlerin hayatýndan bazý enstantaneler, kesitler sunar. Bundaki temel amaç, o örnekleri müslümanlar güncelleþtirsin, benzer konumdaki örnekleri yaþayýþlarýna geçirsinler; böylece peygamberlerin býraktýðý mirasý bölüþsünler. O miras, öyle büyük bir hazinedir ki, o birikimle hem dünyanýn hem âhiretin tüm güzel kapýlarý açýlacak, her hastalýða nebevî reçeteler þifâ verecek, her probleme nebevî çözümler çare olacaktýr. Nu mutlu peygamber vârislerine!
Nebî Ýle Rasûl Arasýnda Fark Var mýdýr?
(Geleneðin Yanlýþýndan Modern Küfre/Sahte Peygamberliðe)
Nebî ve Rasûl kavramlarý müteradif, yani eþ anlamlý ifadelerdir. Kur’an’da “nebî” ve “rasûl” kelimeleri peygamberler için kullanýlmýþtýr. Ancak klâsik anlayýþa göre, ikisi arasýnda þöyle bir fark olduðu belirtilir: Rasûl, kendisine kitap ve þeriat gönderilen peygambere denir. Nebî ise, kendisine kitap ve þeriat gönderilmeyip, kendisinden önceki rasûlün kitap ve þeriatýný insanlara teblið eden peygambere denir. O halde her rasûl ayný zamanda nebîdir, ama her nebî rasûl deðildir. Çaðýmýzda bazý yalancý peygamberler ve onlarý savunanlar da bu farklarý tersine çevirirler.
Modern mütenebbiler, sahte peygamberliklerinin dine ters düþmediðini güya kanýtlamak için, nebî ile rasûl kavramý arasýnda olduðunu kabul ettikleri farktan yola çýkarlar. Nebî, kitap verilenlere; rasûl ise, bu mesajý taþýyanlara verilen ad olduðunu ileri sürerler. Hindistan'da Sör Seyyit Ahmet'in baþýný çektiði modernist akým, bunu iddia eder. Bunlara göre, her nebî ayný zamanda rasûldür; fakat her rasûl nebî deðildir. Nebî, hem kendinden önceki kitaplarý doðrulayýcý, hem de aldýðý yeni kitabý insanlara ulaþtýrýcýdýr. Her kitap verilen nebî bir elçidir/rasûldür; fakat her elçiye/rasûle kitap verilmemiþtir. Kur'an'dan uydurma deliller bulmaya çalýþan bu sahtekârlar, Peygamberimiz (s.a.s.)'in "hâtemu'l enbiyâ/nebîlerin sonuncusu"[2018] olduðunu kesin biçimde ifade edildiðini görüp bir teville bunu çürütemedikleri için, sahte peygamberlerini, nebî deðil de rasûl olarak isimlendirirler. Nebî ve rasûlle ilgili geleneksel yanlýþý tersinden baþka bir yanlýþla sürdüren bu kimseler, yalancý peygamberlik kurumunu yeniden iþletmeye çalýþýrlar. Hâlbuki Kur'an, nebî ile rasûl arasýnda bir fark gözetmiyor.
Kur'an'a Göre Nebî ile Rasûl Arasýnda Fark Yoktur. Nebî, peygamberlerin haber alma, vahiy alma vasýflarýna, rasûl ise, alýnan mesajýn elçiliðini yapma, aktarma vasýflarýna iþaret etmektedir. Týpký adâletli davranmayý ve takvâlý olmayý þahsýnda birleþtiren mü'min gibi. Yani nasýl bir mü'minin ayný anda âdil ve muttakî olmasý, çeliþki arzetmiyorsa, bir peygamberin de ayný anda nebî ve rasûl olmasý da tenâkuz teþkil etmez. Nebî ile rasûl arasýndaki fark, sadece kelime anlamlarý itibariyledir. Yoksa, þeriat alýp almamasý, kitap getirip getirmemesi açýsýndan aralarýnda anlam farký yoktur. Geleneksel bazý iddialara göre, Hz. Ýsmail gibi peygamberler sadece nebîdir; kendilerinden önceki rasûlü tekrar ederler. Oysa Kur'an, Hz. Ýsmail için, hem rasûl, hem de nebî sýfatlarýný kullanmaktadýr: "Kitap'ta Ýsmail'e dair anlattýklarýmýzý da an. Çünkü o sözünde duran rasûl nebî idi."[2019] Hz. Hârun için de Kur'an, Hz. Mûsâ ile beraber her ikisine rasûl demektedir: "Fir'avn'a giderek (ona) deyin ki: 'Biz âlemlerin Rabbinin rasûlüyüz."[2020]
Geleneksel görüþün nebî'yi önceki kitabýn ve rasûlün mukallidi durumuna indirgemesi çok yanlýþtýr. Çünkü birçok âyette nebî kavramýna kitap nispet edilmiþtir. "Allah, nebîlerden þöyle söz almýþtý: 'Bakýn, size kitap ve hikmet verdim, þimdi yanýnýzda bulunaný doðrulayýcý bir rasûl geldiðinde, ona mutlaka yardým edeceksiniz; bunu kabul ettiniz mi? Ve bu hususta aðýr ahdimi üzerinize aldýnýz mý?' demiþti. Kabul ettik dediler. O halde þâhit olun, Ben de sizinle beraber þâhit olanlardaným dedi."[2021] Bu âyetten kesin olarak anlaþýlmaktadýr ki, nebî, kitap ve þeriat olmayan biri deðildir. Yine Kur'an'da kendilerine kitap verildiði muhkem olarak Kur'an'da anlatýlan peygamberleri nebî olarak vasfetmektedir. "Nebîlerden söz almýþtýk. Senden, Nuh'tan, Ýbrâhim'den, Mûsâ'dan, Meryem oðlu Ýsâ'dan saðlam bir söz (misak) almýþýzdýr."[2022] Dolayýsýyla Kur'an, nebî ile rasûl arasýnda kitap alýp almamak açýsýndan bir ayrým yapmamaktadýr. Kur'an, bazý nebîlere kitap verildiðini belirttiði gibi, rasullere de kitap verildiðini açýklar: "Andolsun Biz rasullerimizi açýk delillerle gönderdik. Ve onlarla beraber Kitab'ý, mizan'ý/nizâmý indirdik ki, insanlar adâleti yerine getirsinler."[2023] Görüldüðü gibi âyet-i kerimede rasûl kavramýna kitap nispet edilmiþtir. Bu da gösteriyor ki, Kur'an, nebî ile rasûl arasýnda kavramsal fark gözetmemektedir. Fakat peygamberlerin genel Kur'anî tanýmý nebîdir; rasûl, gönderilmekle (irsâl) ve tebliðle, görevin icrâsýyla ilgili bir kavramdýr.
Kur'an, Hz. Ýsmail, Hz. Mûsâ ve Hz. Muhammed (s.a.s.)'e ayný âyetlerde hem nebî, hem rasûl demektedir.[2024] Hâtemiyetin (son nebî olmanýn) sadece nebîlik için söz konusu olduðunu, rasûllük için söz konusu olmadýðýný iddia etmek, hastalýklý kalplere sahip olanlarýn bir tahrif çabasýndan ibarettir. Kur'an nebî ile rasûl arasýnda bir ayrým gözetmediði gibi, þu peygamberler nebî; þunlar da rasûldür diye Kur’an’ýn bir beyaný da yoktur. Nebî, genellikle peygamberlerin haber alma, vahiy alma yönünü, rasûl ise genellikle, alýnan vahyin elçiliðini yapma yönünü ifade eden kavramlardýr. Her peygamber vahiy almýþtýr (nebî); ve aldýðý vahyi teblið etmiþtir (rasûl). Bu iki vasfý bünyesinde bulundurmayan birine de peygamber denemez. Yani kalbine indirilen vahyin elçiliðini (rasûllüðünü), insanlara iletimini üstlenmeyen birine nebî denemeyeceði gibi, vahiy almayan (nebî olmayan) birine de rasûl denemez. Hz. Muhammed (s.a.s.)'den sonra bir insan, kavramsal anlamda ister rasûl olduðunu, isterse nebî olduðunu iddia etsin, yalancý peygamberdir, müseylimetü'l kezzâbtýr. Çünkü nebî de rasûl de ýstýlahî açýdan peygamberliðe delâlet etmektedir. Her nebî rasûldür; her rasûl de nebîdir.[2025]
SORULAR
1- Nebî, Rasûl ve mütenebbî kavramlarýný açýklayabilmek.
2- Peygamberlerin gönderiliþ amaçlarý nelerdir?
3- Ýnsanlar içerisinden peygamberleri kim seçer?
4- Nebî ile Rasûl arasýndaki fark nedir?
5- Peygamberlerin sýfatlarý nelerdir?
6- Son peygamber kimdir ve özellikleri nelerdir? Onun hakkýnda doyurucu bilgiler veriniz.
7- Kur’an’da ismi geçen peygamberlerin isimlerini sayýnýz.
8- Kur’an’da ismi geçtiði halde peygamber olup olmadýklarý þüpheli olanlar kimlerdir?
9- Tarihte ve günümüzde sahte peygamberler çýkmýþ mýdýr? Çýktýysa bunlara örnekler veriniz.
10- Peygamberleri örnek almanýn nasýl olacaðýný ve peygamberlere nasýl vâris olunacaðýný açýklayýnýz.
11- Aþaðýdakilerden hangisi peygamberlerde bulunmasý gereken sýfatlardandýr?
a) Teblið b) Yalan söylemek
c) Günah iþlemek d) Emânetlere riâyet etmemek
12- Aþaðýdakilerden hangisi peygamberlerin gönderiliþ amacý olamaz?
a) Ýnsanlarý Allah’ýn dinine dâvet etmek
b) Ýnsanlara Allah’a nasýl ibâdet edeceklerini göstermek
c) Ýnsanlarýn eski inanç, adet ve geleneklerini devam ettirmek
d) Ýnsanlara ahlâki yönden güzel örnek olmak
13- “Peygamberler insanlarýn en zeki ve en akýllýlarýdýr.” Bu ifâdede geçen özellik, peygamberlerin hangi sýfatýdýr?
a) sýdk b) emânet c) fetânet d) ismet
Ynt: Peygamberlere iman By: Fethiye Çopur Koü Date: 05 Aralýk 2018, 08:56:40
"Þüphesiz her ümmete bir peygamber gelmiþtir. Peygamberleri geldiðinde, aralarýnda adâletle hümolunur. Onlara asla zulmedilmez."
paylaþým için Allah razý olsun...
Ynt: Peygamberlere iman By: ceren Date: 05 Aralýk 2018, 15:14:06
Esselamu aleyküm. Allahýn bizlere rehber olarak gönderdiði peygamberlere inanan onlarýn yolunda giden yaþayan ve kurtuluþa eriþen kullardan olalým inþallah...
Ynt: Peygamberlere iman By: Sevgi. Date: 03 Ocak 2019, 01:47:42
Aleyküm Selam. Rabbim bizlere rehber olarak göndermiþ olduðu Peygamlerine tüüm kalbiyle inanan kullarýndan eylesin inþaAllah. Amiiin Rabbim
Ynt: Peygamberlere iman By: ceren Date: 03 Ocak 2019, 14:23:14
Esselamu aleykum. Allahýn insanlýða göndermiþ olduðu peygamberlere inanan iman eden ve onlarýn yolunda gidip kurtuluþa erisen kullardan olalim inþallah. ..
Ynt: Peygamberlere iman By: Bilal2009 Date: 03 Ocak 2019, 18:36:58
Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri Peygamberimiz in yolundan ayýrmasýn
Ynt: Peygamberlere iman By: ceren Date: 04 Aðustos 2019, 15:22:00
Esselamu aleykum.Allahin insanlýða rehber olarak gönderdiði peygamberlere inanan iman eden onlarýn rehberliðinde yaþayýp kurtuluþa eriþen kullardan olalim inþallah. ..
Ynt: Peygamberlere iman By: gulsahkilicaslan Date: 05 Aðustos 2019, 00:33:40
Ve aleykümüsselam Rabbim paylaþým için razý olsun