Dini makale ve yazýlar
Pages: 1
Malzemeyi eksik kullanmak By: sumeyye Date: 01 Kasým 2010, 22:39:34
Malzemeyi Eksik Kullanmak


Dünya ve hayat ibretlerle doludur. Cenâb-ý Hak, bu ibretlerle, binbir mâlumdan binbir meçhule pencere açar. Böylece þu fânî âlemde kâh fýrtýna, kâh deprem, kâh tsunami, kâh amansýz yangýn ve kâh trafik kazalarýyla devamlý olarak aslýnda bizlere ibretle perdelerin öteleri gösterilir. Neticede bize ilâhî takdir sergilenir; hangi durumda kimler yanar, kimler batar, kimler yýkýlýr, kimler mahvolur, kimler kurtulur, hepsini net bir þekilde müþahede ederiz.
Bu demektir ki, hayatý ve hâdiseleri derin bir gözle okumaya, yani inen ilk âyet "ikrâ"yý kalbî bir derinlikle okumaya her zaman muhtâcýz.
Meselâ depremler...
Fay hatlarý üzerine yeryüzünü çalkalayan bu âfetler bize ne anlatmaktadýr?
Bunlardaki sayýsýz kader hikmeti bir yana, basîretle bakýldýðýnda ayný zamanda her biri, yeryüzü üzerindeki köyden þehre kadar bütün yapýlarýn saðlamlýk ve çürüklük kontrolcüsü olarak da karþýmýza çýkmakta deðil mi? 1999 Marmara depreminde bu tabloyu çok daha yakýndan gördük. Kimi binalar yerle bir oldu, kimileri aðýr, kimileri hafif hasar gördü. Kimileri de dimdik kaldý. Yaþanan olumlu-olumsuz bütün manzaralarýn sayýsýz sebeplerinin baþýnda ise tek bir gerçek ortaya çýktý:
Kullanýlan malzemeler... Tam ya da eksik...
Görüldü ki, eðer malzemeler tam ve doðru bir þekilde kullanýlmýþsa ve baþka bir sebeple ilâhî bir sille de deðmemiþse, binalar ayakta kaldý. Fakat malzemeler eksik ve kalitesiz kullanýlmýþsa netice hüsran oldu. Üstelik enkaz yýðýnlarý arasýnda binlerce insan da fecî bir þekilde hayatýný kaybetti. Yerle bir olan evlerin kimi müteahhitleri sonradan bulunup cezalandýrýldýysa da, pek çoðunun hesabý mahþere kaldý.
Hâsýlý binalardaki malzeme eksikliklerinin bilânçosu bize çok aðýra mâl oldu. Geç de olsa «depreme dayanýklý» þartý önem kazandý.
Bu hakikatler, dýþ görünüþ itibarýyla hayatî olduðu kadar mânevî ibret ve hikmetlerle doludur. Bize, ruh ve gönül dünyamýzda yaþanacak depremlere karþý iç âlemimizi nasýl inþâ etmemiz, yani nasýl bir Ýslâmî þahsiyet ve karakter kazanmamýz gerektiðine iþaret eden hayâtî meselelerdir. Çünkü insanoðlu, aslýnda en büyük depremleri iç dünyasýnda yaþar. Ýçini inþâ edememiþ bir kimse, dýþarýdan esecek en küçük bir rüzgarla savrulup gider. Ayný þekilde, eðer bir kimse kendini her yönüyle saðlam ve tam inþa etmemiþse, yaþayacaðý imtihan depremlerinde ebedî bir enkaza dönüþebilir.
Bu bakýmdan dýþ dünyada olduðundan daha ziyade iç dünyamýzda depremlere, yangýnlara, tsunamilere ve kasýrgalara dayanýklý bir þahsiyet inþa etmek mecbûriyetindeyiz. Ýslâm'ýn güzellikleri, hayatýmýzýn her safhasýna ne kadar aksediyor? Îmânýmýz, ihlâsýmýz, beþerî münâsebetlerimiz, ticâretimiz, ibadetlerimiz ve âile hayatýmýz acaba ne kadar muhkem? En ufak bir sallantýda çatýrdýyor mu, yoksa ne olursa olsun dimdik ayakta kalabiliyor mu?
Bunlarýn cevabýný verebilmek, kuru ifadelerden ziyade kalbî hayatýmýzýn malzemelerini nasýl kullandýðýmýza baðlýdýr. Eskiler: «Kiþi noksânýný bilmek gibi irfân olmaz!» derken bu hususa dikkat çekiyorlardý. Çünkü noksanýný gören telâfî eder, hazýrlýklý olur. Görmeyen ise, noksanlýðýn dayanýksýzlýðý içerisinde depremlere gâfil yakalanýr. Cenâb-ý Hak ne buyuruyor:
"Elif. Lâm. Mîm. Ýnsanlar yalnýz «inandýk» demekle hiç imtihân edilmeden býrakýlacaklarýný mý sandýlar?"
"Þâným hakký için onlardan öncekileri de imtihân ettik. Elbette Allâh, (dîn ve îmân dâvâsýnda) sâdýk olanlarla yalancýlarý bilmektedir." (el-Ankebût, 1-3)
Demek ki îmanýmýz, ihlâsýmýz, ibadetlerimiz, beþerî münâsebetlerimiz, ticârî veya içtimâî hayatýmýz vesaire mutlaka devamlý olarak imtihan içindedir. Yani sürekli mânevî depremlerle test ediliyor. Bu testleri baþarýyla tamamlayanlar saðlamlarýn, diðerleri de çürüklerin sýnýfýna dâhil ediliyor. Kaldý ki, insanoðlunun ürettiði makinalarýn bile deðeri, saðlamlýk testlerine göre belirlenmiyor mu?
Öyleyse her hâlükârda kendimizi mîzan etmeliyiz. Bilhassa mahþerdeki muhasebeden evvel, nefsimizi hesaba çekmeliyiz. O zaman saðlamlýðýmýz, yýkýlmazlýðýmýz, güzelliðimiz ve deðerimiz daha da artar.
Kendimize öncelikle þu sualleri mutlaka sormalýyýz:
Allâh'a kullukta gönül malzemelerimizin ve bize verilen sonsuz nîmetlerin ne kadarýný Hak yolunda deðerlendiriyor, ne kadarýný nefsânî arzularýmýz için ziyan ediyoruz?
Ýbadetlerimizde hazýrlýklarýmýz ve kalbî huþûmuz, derinliðimiz ve duyarlýlýðýmýz acaba ne kadar? Namazda, hacda, oruçta, infakta gerekli olan þartlarý ne kadar yerine getiriyoruz? Bunlarý îfâ ederken kalbimiz ne âlemde? Acaba onlarýn ne kadarýný -tabir caizse- ýskartaya çýkarýyoruz? Hayatýmýzýn senaryosu, kýyamette önümüze konacak: "Kitabýný oku! Bugün hesap görücü olarak nefsin sana kâfîdir!" (el-Ýsrâ, 14) denilmeyecek mi? Orada hislerimizi ve niyetlerimizi de seyretmeyecek miyiz?
Beþerî hayatta sorumluluklarýmýzý eksiksiz yapabiliyor muyuz?
Âile binasýnda ana direklerimiz saðlam mý? Temelde ve çatýda kullandýðýmýz mes'ûliyet, hizmet ve muhabbet malzemeleri ne kadar? Kâfî mi, deðil mi? Vefa ve sadakat harcýmýz demir gibi mi, yoksa kum gibi daðýlýyor mu?
Bu suallerin doðru cevabýný vermemiz, sadece kendimiz için deðil, baþkalarý için de çok mühimdir. Çünkü bahsettiðimiz hususlarda ruh binalarý yýkýldýðýnda, enkaza dönen sadece bir kiþi olmuyor. Bundan baþta çoluk-çocuk büyük zarar görüyor. Sonra bu zarar, topluma sýçrýyor ve koca bir cemiyet yaralanabiliyor.
Dolayýsýyla hayatta her þeyimiz tam olmalýdýr. Bilhassa gönül dünyamýz!.. Meþhur meseldir: "Yarým hoca dinden, yarým doktor candan eder." Aynen bunun gibi her þeyin yarýmý, peþinden bir âfet getirir. Îmanýn, ibadetin, muâmelenin, âile hayatýnýn velhâsýl ömür binamýzý oluþturan hangi husus olursa olsun, bunlardaki her türlü yarýmlýk, bir bakýma her türlü yýkýmýn acý habercisidir.
Düþünmeli ki, Cenâb-ý Hakk'ýn bize bahþettiði nîmetler ve kâinâttaki ilâhî kudret akýþlarýnýn âhenginde herhangi bir yarýmlýk ve eksiklik var mý? Aksine âyette: "Allâh'ýn nimetlerini saymaya kalksanýz, onu sayamazsýnýz!.." (en-Nahl, 18) buyrulduðu gibi üzerimizdeki ilâhî lutuflarý saymaya bile gücümüz yetmez. Her þey sonsuz fazlasýyla tam, kusursuz ve eksiksiz!.. Onun için hesabý da aðýrdýr!.. Bu sebeple bütün bu nimetleri bize ihsan eden âlemlerin Rabbi hiçbir zaman hatýrdan çýkarýlmamalý; bu sayýsýz nimet mukabilinde hamd, þükür ve zikirle dâima yâd edilmelidir. Zira Cenâb-ý Hak îkaz ediyor:
"Nihâyet o gün dünyada faydalandýðýnýz nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz!" (et-Tekâsür, 8)
O hâlde insanoðlunun, kendisine ihsân buyrulan her nimeti kývâmýnca ve Hak rýzasýna endeksli olarak kullanmasý zarûrîdir. Aksi takdirde malzemeyi eksik kullanarak hem þahsýnýn hem de birçok insanýn zarar görmesine sebep olur.
Dolayýsýyla bu hususta ilâhî hesaptan peygamberler bile hâriç tutulmamýþtýr. Âyet-i kerimede buyrulur:
"Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri sorguya çekeceðimiz gibi, gönderilen peygamberlere de mutlaka soracaðýz." (el-A'râf, 6)
Kendileri cennetle teminat altýnda olan peygamberlere de böyle bir ilâhî îkaz yapýlmasý çok düþündürücüdür. Bu durumda âkýbeti hakkýnda hiçbir teminat bulunmayan bizler, Cenâb-ý Hakk'ýn lutfettiði imkân ve istidatlarý nasýl kullanmamýz gerektiðini, bir kez daha tefekkür etmeliyiz.
Bu tefekkür, hayatýmýzýn her alanýný derinlemesine de, geniþlemesine de kuþatmalýdýr. Bilhassa zamanýmýzda çatýrdamaya baþlayan âile binasýný, daha bir hassasiyetle gözden geçirmeli, saðlamlaþtýrmalý ve her bakýmdan huzur iklîmi hâline getirmeliyiz.
Çünkü âile hayâtýmýz, dünyâdaki ve âhiretteki saâdetimiz veya felâketimizin en büyük sebebidir.
Saðlam bir âile binasý, temel harcý Kur'ân-ý Kerîm ve Sünnet-i Seniyye'nin rûhâniyeti ile atýlan feyizli ve bereketli cennet yuvalarýdýr.
Bu mübârek yuvada; kadýn ve erkek, nikâhla Allâh adýna söz vererek birbirlerinin helâli olmuþlardýr. Dolayýsýyla nikâh akdiyle iki tarafýn da birbirlerine karþý hak ve mesûliyetleri baþlamýþtýr.
Bu mübârek yuvada; kadýn ve erkek, âilenin birbirlerini tamamlayan boyutlarýdýr. Çünkü Cenâb-ý Hak, her ikisine de farklý husûsiyetler ve bunun netîcesinde de farklý mükellefiyetler vermiþtir.
Bu mübârek yuvada; hanýmlar, üzerlerine düþen vazifeler îcâbý hayâ, edeb ve yüksek hissiyat sâhibi olduklarý için çocuk bakýmýna teþne bir yaratýlýþtadýrlar. Dolayýsýyla neslin terbiye ve muhâfazasýndaki rolleri son derece büyüktür.
Bu mübârek yuvada; babalar ise; hissîlik yerine daha ziyâde akýl, mantýk ve irâde ile muttasýftýrlar. Âilenin þeref ve namusunu korumak ve nafakasýný temin etmekle mükelleftirler.
Bu mübârek yuvada; erkek ve kadýn her iki taraf için de âyet-i kerîmede:
"...Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz..." (el-Bakara, 187) buyrulmuþtur.
Bu ifâdeler, âile hayâtý içerisinde Allâh'ýn lutfettiði fýtrî sermâyeleri en verimli bir þekilde kullanmanýn lüzûmunu ifâde etmektedir. Bu fýtrî sermâyelerin yerli yerince kullanýldýðý takdirde âilede cennet huzuru yaþanýr. Bunun için davranýþlarda rûhaniyet olmalý ve vakar ile kibir, tevâzu ile zillet, samimiyet ile lâubâlîlik arasýndaki hassas ölçülere riayet edilmelidir. Ancak o zaman âile fertleri arasýndaki muhabbet baðlarý dengeli bir þekilde tesis edilmiþ olur.
Ayrýca yeni bir âile yuvasý kuran haným ve erkeðin önemle üzerinde durmasý gereken iki mesûliyeti vardýr:
1. Yaþlanan anne ve babaya hizmet etmek,
2. Hayýrlý bir nesil yetiþtirmek.
Yaþlanan anne ve babalarýna karþý bîgâne kalmayýp onlarla ilgilenmek, hem dînî, hem de insânî bir vazîfedir. Çünkü o anne-babalar, evlâtlarý âcizlik içerisinde dünyâya gözlerini açtýðýnda onlara kol-kanat germiþlerdi. Þimdi de o anne-babalar, acziyet devresindeyken Cenâb-ý Hak tarafýndan evlâtlarýna emânet edilmiþ ve bir nevî vefâ borçlarýný yerine getirmeleri istenmiþtir.
Ebeveyne hizmetin nasýl olmasý gerektiði hakkýnda âyet-i kerîmede þöyle buyrulur:
"Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanýza da iyi davranmanýzý kesin bir þekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanýnda yaþlanýrsa, kendilerine «üf!» bile deme; onlarý azarlama; ikisine de güzel söz söyle." (el-Ýsrâ, 23)
"Onlarý esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: «Rabbim! Küçüklüðümde onlar beni nasýl yetiþtirmiþlerse, þimdi de Sen onlara (öyle) rahmet et!» diyerek duâ et." (el-Ýsrâ, 24)
Mevlânâ Hazretleri de, anne-baba hakkýna riâyetin ehemmiyetini þöyle dile getirir:
"Anne hakkýna dikkat et!.. Onu baþýnda taþý!.. Zira anneler doðum sancýsý çekmeselerdi; çocuklar, dünyaya gelmeye yol bulamazlardý."
"Allah'ýn kul üzerindeki haklarýndan sonra anne hakký gelir. Çünkü kerem sahibi Allah, annenin bedeni içinde sana þekil vermiþtir. Seni karnýnda taþýmasý için, ona sevgi ve þefkat baðýþlamýþ, kendisine tatlý bir muhabbet ve engin bir þefkat lutfederek, onu seninle huzura kavuþturmuþtur."
"Böylece annen, seni kendisinin bir parçasý olarak telâkkî etmiþtir. Ancak dokuz ayýn ardýndan Cenâb-ý Hakk'ýn þaþmaz kanunu gereði seni oradan ayýrmýþtýr."
"Cenâb-ý Hakk'ýn sayýsýz kudret niþânesinden biri olan anne yüreði, Allah Teâlâ'nýn sana olan muhabbetinin bir aynasýdýr. O muhabbet sayesinde anneler, evlatlarýný baðrýna bastý, her türlü kötülükten onlarý esirgedi ve þefkatle kucakladý."
"Böyle olmakla beraber, þunu unutma ki, Allah'ýn senin üzerindeki hakký, anne hakkýndan daha ötedir. Kim Hâlýk'ýn hakkýný bilmez ve O'na kulluktan geri kalýrsa, o insanlýða vedâ etmiþ, diðer mahlûkâtýn seviyesine düþmüþ demektir."
Hayýrlý bir nesil yetiþtirmek ise, âile hayatýnýn yegâne gayelerinden biri olarak Hak katýnda mükâfatý büyük yüce bir ibadettir. Diðer taraftan asil bir nesil yetiþtirmek, ayný zamanda insanlýk muktezâsý olan ulvî bir duygudur.
Unutmamalýdýr ki; çocuklar, anne-babaya ihsân edilen ve Peygamberimizin ifâdesiyle «gönül meyvesi» olan ilâhî emânetlerdir. Ýslâm fýtratý üzere anne-babalarýna teslîm edilen çocuklarýn saf ve berrak kalbleri, temiz bir toprak misâli iþlenmeye hazýr, ham bir cevherdir. Ýstikbalde onlarýn diken veya gül olmasý, acý veya tatlý meyve vermesi, onlarýn nasýl eðitildiklerine baðlýdýr. Bir Hak dostu þöyle buyurmuþtur:
"Câhillerin sonunda göreceði þeyi, akýllý anne-babalar önceden görür."
Bu yüzden çocuklarýn maddî ihtiyaç ve istekleri karþýlandýðý gibi mânevî ihtiyaçlarýnýn da giderilmesi zarûrîdir. Allâh'ýn, anne-babaya vermiþ olduðu bu büyük nimetleri heder etmeden, onlarý Cenâb-ý Hakk'ýn râzý olacaðý bir þekilde büyütmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde bu kendileri için hesâbýný ödeyemeyecekleri aðýr bir âhiret vebâli olacaktýr.
Ama evlâdýmýzý eðitirken öncelikle þunu da bilmeliyiz: "Eðer kusursuz bir evlât istiyorsak; kusursuz bir anne-baba olmak mecbûriyetindeyiz."
* * *
Velhâsýl güneþ, bütün dünyâyý aydýnlattýðý gibi Ýslâm da insanýn beþikten teneþire kadar hayatýnýn her safhasýna ýþýk tutar. Bu ýþýk altýnda evine helâlinden ekmek götürmek için alýn teri döken bir baba da ibâdet hâlindedir, vataný düþman çizmesi altýnda kalmasýn diye nöbet bekleyen bir asker de... Sâlih bir evlât yetiþtirme derdinde olan anne ve baba da cemiyet hayatýna ait bir ibâdet îfâ etmektedir. Hâsýlý Cenâb-ý Hakk'ýn lutfettiði nimetleri, dünyada huzur, kabirde huzur ve âhirette huzur için ziyân etmeden kullanabilmek þarttýr. Ancak o nîmetler, nefis ve ten rahatlýðý için kullanýlýrsa "malzeme ziyan edilmiþ" ve:
"Andolsun ki, mallarýnýz ve canlarýnýz konusunda imtihana çekileceksiniz..." (Âl-i Ýmrân, 186) âyetinde bahsedilen ilâhî imtihan ne yazýk ki kaybedilmiþ olur.
Hâsýlý, bilinmelidir ki bütün nîmetler O'ndandýr ve O'na âittir. Bu yüzden, ârif gönüller dâimâ:
"Alan Sen'sin, veren Sen'sin, kýlan Sen!..
Ne verdinse odur dahî nemiz var!.."
beytinin ifâde ettiði istikâmette bir þuura sahiptir.
Ama ne tuhaftýr ki pek çok insan, birkaç gün misafir olarak bulunduðu dünyada o kadar ibret tecellîlerine raðmen gâfil yaþar. Her gün cenâze sahnelerini seyrettiði hâlde, ölümü kendine uzak görür. Kendisini, kaybedilmesi her an muhtemel olan fânî emânetlerin dâimî sâhibi sanýr. Bu dünya misafirhânesinde kendisine ihsan edilen o hadde ve hesaba gelmez nimetlerin kadrini bilmez ve nîmetin gerçek sahibini unutarak nankör bir hayat sürmeye devam eder. Düþünmez ki böyle bir hayatýn sonu, yani verilen emanetleri eksiltmeye ve harab etmeye yönelik bir yaþayýþýn neticesi, âhiret depreminde telâfî edilemeyecek bir enkaz ve hüsrandan ibaret olacaktýr.
Rabbimiz böyle bir âkýbetten hepimizi muhâfaza buyursun! Bize þu dünyada nîmetin gerçek sâhibini tanýmayý nasîb etsin... Dünyâda sahip olduklarýmýzý uhrevî bir kazanca dönüþtüren cömertlik ve infak hasletinden bizlere hisseler nasîb eylesin. Hakkýný îfâ edemediðimiz nîmetler husûsunda da bize rahmetiyle muâmele buyursun... Baþta âile yuvamýz olmak üzere bütün gönül binalarýmýzý birer cennet sarayýna dönüþtürsün!..
Âmin!.
 



Osman Nuri Topbas

radyobeyan