Dini makale ve yazýlar
Pages: 1
Bir Testi Su By: reyyan Date: 01 Kasým 2010, 21:33:09
Bir Testi Su

Osman Nûri Topbaþ



Çöl ortasýnda fakir bir bedevî, çadýrýnda hanýmýyla oturuyordu. Bir gece hanýmý;

"- Bütün yoksulluðu, cefayý biz çekiyoruz. Herkesin ömrü bollukla geçiyor. Sadece biz fakiriz. Ekmeðimiz yok, katýðýmýz üzüntü. Testimiz yok, suyumuz göz yaþý... Gündüzün elbisemiz güneþ, geceleyin döþek ve yorganýmýz ay ýþýðý. Açlýðýmýzdan dolunayý okkalýk ekmek sanarak, gökyüzüne saldýrýyoruz... Bizim halimiz ne olacak böyle?" diye dert yandý.

Bedevî þöyle cevap verdi:

"- Be kadýn, daha ne zamana dek dünya malýný arayýp duracaksýn? Þu dünyada ne kadar ömrümüz kaldý? Akýllý kiþi artýða eksiðe bakmaz. Gençken daha kanaatkâr idin, yaþlandýn hýrsýn arttý; altýn istiyorsun. Halbuki önceden altýn gibiydin sen.. Ne oldu sana?"

Hanýmý bunlarý dinlemiyor, üstelik azdýkça azýyordu. Devamla: "- Ey namustan gayri bir þeyi olmayan adam.. Artýk senin yaldýzlý sözlerinden býktým. Halimize bak da utan! Bana kanaatten bahsediyorsun. Ne vakte kadar bu çalým? Sen kanaatten ne vakit canýný nurlandýrdýn? Sen bunlarý geç de yola gel!

Kocasý cevap verdi:

"- Sen kadýn mýsýn, yoksa keder misin? Yoksulluðumla ben iftihar ederim. Baþýma kakma! Mal, mülk ve para baþta külah gibidir. Külaha sýðýnan keldir. Zengin, kulaðýna kadar ayýp içine dalan kiþidir. Malý vardýr da o mal ayýbýný örter. Yoksulluk senin anlayacaðýn þey deðildir, yoksulluða hor bakma! ALLAH (c.c.) göstermesin, benim dünyaya karþý tamahým yok. Gönlümde, kanaatten bir alem var. Ey kadýn! Kavgayý, darýlmayý býrak! Býrakmayacaksan hiç olmazsa beni býrak! Ben iyiyle, kötüyle kavga edemem; kavga ile iþim yok. Savaþlar þöyle dursun, gönlüm barýþlardan bile ürkmekte... Susacaksan ne âlâ, eðer susmazsan, þimdi evimi, barkýmý býrakýr alýr baþýmý giderim..."

Kadýn, kocasýný hiddetli görünce aðlamaya baþladý, güya piþmanlýk gösterdi. Bedevî karýsýnýn gözyaþlarýna dayanamadý, söylediklerine piþman oldu.

Onun bu piþmanlýðým sezen kadýn, kocasýna þu aklý verdi:

"- Testimizde yaðmur suyu var. Malýmýz mülkümüz de bundan ibaret. Bu testiyi al, git Padiþahlar Padiþahý'nýn huzuruna gir, armaðanýný sun. De ki: "Bizim bundan baþka, hiçbir malýmýz mülkümüz yok, çölde de bundan iyisi hiç bulunmaz... Padiþahýmýzýn hazîneleri varsa, bunun gibi suyu yoktur. Bu su, az bulunur."

Zavallý kadýn, Baðdat'ýn ortasýndan þeker gibi Dicle'nin akýp gitmekte olduðunu ne bilsin, testisindeki suyu övüp duruyordu.

Kocasý da bu övgüye katýlmýþ:

"- Kimin böyle bir armaðaný olabilir? Gerçekten de bizim bir testi yaðmur suyumuz ancak padiþahlara layýk..." diyordu.

Bedevî testisini bir keçeye sardý, aðzýný sýkýca kapadý. Sýrtýna alarak Baðdat yoluna düþtü. Testi kýrýlmasýn, hýrsýzlar çalmasýn diye gece gündüz gözü gibi koruyordu. Günler haftalar sonra Baðdat'a geldi. Sora sora, halîfenin sarayýný buldu. Kapýya dayandý. Muhafýzlar ne istediðini sordular. Bedevî:

"- Ey muhterem kiþiler! Ben garib bir bedeviyim. Padiþahýn lütfunu umarak çöllerden geldim. Bu armaðaný o sultana götürün, padiþahtan murad isteyeni ihtiyaçtan kurtarýn! Tatlý, lezzetli su. Çölde, yaðmur sularýndan biriken gölden toplanmýþtýr. Testim de güzel yepyeni."

Halîfenin adamlarý, bu saf, tertemiz yürekli bedevîye önce gülecek oldular, sonra da onun bu iyi niyetlerle bezenmiþ armaðanýný canla baþla kabul ettiler. Bedevî, sarayýn hemen altýnda gürül gürül akan Dicle'den habersiz, bekliyordu.

Bedevî'nin su testisi Halîfeye sunulunca, Halîfe bundan çok memnun olmuþ, bedevîyi huzuruna kabul etmiþti. Gönlünü aldý, yeni elbiseler giydirdi sonra da adamlarýna:

"- Testiyi altýnla doldurun, ona verin. Dönerken de onu, gemi ile Dicle yolundan götürün. O çöl yolundan gelmiþ. Dicle yolu yurduna daha yakýndýr. Buradan memleketine dönsün." emrini verdi.

Bedevî gemiye binip Dicle'yi görünce büsbütün þaþýrmýþtý. Asýl þaþkýnlýðý, bu kadar suyu bol Dicle nehri varken, Halîfe'nin, bir testi çöl suyunu kabul etmesiydi. Ve Allah (c.c.)'a þükrediyordu.

Mesnevi: "Ey oðul! Bütün dünyayý, aðzýna kadar ilimle, güzellikle dolu bir testi bil. Fakat bu ilim ve güzellik, fevkalade dolu olduðundan derisine sýðmayan kiþinin (zuhuru, zatinin muktezasý olan ve zuhur etmemesine imkan bulunmayan Allah (c.c)'ýn Dicle'sinden bir katredir. O gizli bir hazîneydi. Pek dolu olduðundan yarýldý, kendisini izhar etti. Topraðý, göklerden daha parlak bir hale getirdi. Gizli bir hazîneyken coþtu; topraðý, atlas giyen bir sultan haline soktu. O bedevî, Allah (c.c)'ýn Dicle'sinden bir katreyi görseydi, hakikatte bir deniz olan o katrenin önünde testisini atardý." (Beyit: 2860-2864)

Hikayede "Halîfe Kapýsý", "Dergah-ý Ýlahî"yi temsil etmektedir.

Mü'min her ne kadar ilim, irfan, mal-mülk ve ibadet sahibi olursa olsun, bu meziyet ve imkanlarýna aldanmamalý ve güvenmemelidir. Bu deðerlerin hepsini Rabbinin lütfü bilip, þahsî amellerinin de Dicle'nin yanýnda, bir testi su olduðunu unutmamalýdýr.

Çöl bedevîsinin çölde bin bir çile ile biriktirip halîfeye takdim ettiði bir testi su onun için hayat iksiri idi. Halbuki Dicle'nin içine dökülünce kaybolup gitti.

Ýnsanoðlunun beþerî imkanlarla hakîkatine ermeye çalýþtýðý, ilahî tanzîm ve sanattan anlayabileceði, onun aslî hakîkatý karþýsýnda Dicle'nin bir damlasý bile deðildir. Karýncanýn kendi ufacýk yuvasýný, balýðýn akvaryumunu bir kainat zannetmesi gibi.

Ýnsan da, gafleti neticesi kendi cüceliðine bakmadan adeta bir dev aynasýnýn yalanlarýna kanar. Misalimizdeki karýnca ve balýðýn durumuna düþer.

Resûlullah (s.a.v.):

"- Ýlahî, seni tenzîh ve takdîs ederim. Biz seni, sana layýk bir marifetle tanýyamadýk." buyurmuþtur.

Necip ümmetin yüksek alimleri aczlerini itiraftan çekinmemiþlerdir. Ýmam Ebû Yusuf'a bir gün Halîfe Harun Reþîd bir mesele sorar. Ýmam Ebû Yusuf:

"- Bilmiyorum." diye cevap verir. Halîfenin yardýmcýsý Ýmam Ebû Yusuf'a:

"- Maaþ ve tahsîsatýnýz varken bilmiyorum diyorsunuz." der. Cevaben Ýmam Ebû Yusuf da:

"- Benim maaþým ilmime göredir. Cehlime göre verilecek olsa hazine yetmezdi" der.

Allame Ýmam Gazali;

"- Bildiklerime nispetle bilmediklerimi ayaklarýmýn altýna alabilseydim, baþým göklere deðerdi." buyurmakla aczini îtiraf edip tevazuunu göstermiþtir. Bu büyük insanlar, bildiklerinin deðil bilmediklerinin çokluðunu itiraftan çekinmemiþlerdir.

Ýnsanoðlunun istinad etmek temayülünde bulunduðu amellerine ehemmiyet izafe etmesi Dicle'nin yanýnda bir testi su deðil midir?

Allah (c.c) korusun, kesif bulutlarýn güneþ ýþýðýna mani olmasý gibi kalbin þeytana taht olmasý halinde Rahman'ýn hidayeti oraya ne kadar ulaþabilir? Ýnsan Dicle'den habersiz olduðu için bir testi suyu umman zannedebilir. Kendi zannýnda boðulur gider.

Cüneyd-i Baðdadî Hazretleri buz satan bir satýcýya rastlar. Satýcý:

"- Sermayesi erimekte olan insana yardým edin." diye nida eder.

Cüneyd hazretleri bu sözü düyunca düþüp bayýlýr.

Dünya sermayesini ahiret sermayesine tebdîl edemez isek, dünyadaki gayretler, þeytanlarýn paylaþacaklarý nasipler olur. Netice hüsran ve acý bir aldanýþtýr, israf çýlgýnlýðý ve merhamet yoksulluðu, dünyada baþ belasý, ahirette azap sermayesidir. Geçmiþ günlerimizin dosyalarý kapanmýþtýr. Bunlarda deðiþiklik yapabilmenin imkaný yoktur. Gelecek günlerimizin varlýðý ise þüphelidir. An bu andýr. Bu anýmýzýn gönül ve alýn terlerini hayat tarlamýza tohumlar isek, inþallah ahiretimizin sýrça saraylarý olur. Þeyh Sadi'nin ifade ettiði gibi "Arzýn sathý Rabbin umumî sofrasýdýr."

Dünyada "Rahman" þifalýnýn tecellîsi olarak bütün mahlukat bol bol rýzýklandýrýlýr, içirilir ve giydirilir. Dost-hasým, itaatkar ve isyankar ayýrt edilmez. Rabbin merhameti bütün mahlukatý ihata etmiþtir.

Dikenli bir kirpinin yavrusunu sînesine bastýrmasý, hatta kafir bile olsa, mazlumun bedduasýnýn kabul olmasý bu kuþatýcý merhametin muktezasýdýr. Kainattaki ilahî sanat, hikmet ve ibret manzaralarý, nefsanî ve suflî his ve davranýþlarla, aslî tabiatý bozulmamýþ insaný, ulviyyet, halvet, safvet, rikkat ve haþyet gibi bediî duygulara gark eder.

Hususî sofra ise "Rahîm" sýfatýnýn tecellîsi olarak ahirettedir. Ýstifade yalnýz mü'minlere aittir.

Bu hususî sofrada beþerî nasiplerin en büyüðü olan "Cennet" ve "Ru'yet-i Cemalullah" yani Cenab-ý Hakký ayýn on dördü gibi görme nimetleri vardýr, insan, bütün Esma-ý ilahiyyenin kamil tecellîsi olduðu için büyük bir alemin küçük bir modelidir. Onun topraktan olan yapýsý varlýðýnýn dýþ yüzüdür. Fani yapýsýdýr. Hakîkî varlýðý esrar, nur ve ilahî hakikatin gizli bir hazinesidir. Ýnsanýn mükerremlik vasfý budur. Yaradýlýþ maksadýna uygun marifet denizinden nasip alabilmesi buna baðlýdýr.

Bir kelebeðin yanma pahasýna ýþýða ram olmasý gibi Hallac-ý Mansur da esrar denizinin coþkunluðunda fanî varlýðýný yok etmeðe adým attý. Ýlahî tecellîlerle kendini yaktý. Ruhu yücelip feyz ile dolunca nefsi zayýflayýp bitim noktasýna ulaþtý. Kendine yabancýlaþtý, ondan kurtulmaða çalýþtý. Kesîf tecellîlere tahammül edemedi. Sekre sürüklendi:

"Dostlar, beni öldürün! Zira benim ebedî hayatým ölümdedir." dedi.

Taþlanýrken kendini yaralýyan tek hadise, dostunun kendisine bir karanfil atmasý oldu. Dünyevî böyle bir teveccüh ve tebessüm bile kendine aðýr geldi.

Bu hal diðer bir ifade ile fani varlýðýn, ilahî varlýða ram olarak kulun ölümsüzlüðe kavuþmasýdýr.

Denize düþen bir damlanýn vücudunun suda kaybolmasý gibi denize dalan kimse de sudan baþka bir þey görmez.

Bu mertebeye ulaþanlar her þeyi hatta kendisini bile Hakk'dan ibaret görürler. Fakat bu bir haldir. O hal geçince, "Hakk Hakk'dýr, eþya eþyadýr."

Hadîs-i Þerifte bu halin bir misali þöyle verilmiþtir:

"- Yeryüzünde yaþayan bir ölü görmek isteyen Ebûbekir'e baksýn."

Merhamet ve adalette abideleþen Hz. Ömer (r.a.), Þam'a girerken sýra kölesine geldiði için deveye, onu bindirdi. Kendisi þehre yürüyerek girdi. Halk, köleyi halîfe zannetti.

Hz. Ömer (r.a.)'in vefatýndan sonra dostlarý kendisini rüyada gördüler:

"- Rabbimiz sana nasýl muamelede bulundu?" diye sordular. O:

"- Elhamdüllah, "Rahman ve Rahîm" olan Rabbim var." buyurdu.

Mevlana (k.s.) buyurur:

"- Madem ki fakr, cömertlik kereminin aynasýdýr. Haberin olsun ki, aynanýn üzerine hohlamak zararlýdýr."

Yani, fakîri ve garîbi red için aðýzdan çýkacak her ses ve nefes onun kalbini incitir. Sanki sathýna hohlanmýþ ayna gibi kalp buðulanýr. Parlaklýk ve derinliði zayi olur,cömertliðin keremini göstermez olur. Amellerimiz, infaklarýmýz daima gözümüzde devleþir. Bizi oyalar ve aldatýr; bize haz hamallýðý yaptýrýr. Dicle'den ve onun sahibinden habersiz olduðumuz için bir testi su gözümüzde bir derya olur.

Dünyevî isteklerimiz bitmek ve tükenmek bilmez. Sahip olduðumuz her þeyi kendimizin tabiî hakký zannederiz.

Aksine bizden bir fedakarlýk istenince de kendi mülkümüzden isteniyormuþ gibi tavrýmýz deðiþir.

Emanetin ve sehavetin kristal, berrak ve zarîf aynasý lekelenir. Cenab-ý Hakk (c.c.) ayet-i kerîme'de:

"Yetîme kahretme, fakîri reddetme." buyurur.

Mevlana (k.s.) bir diðer beytinde:

"-Güzeller, saf ve berrak ayna aradýklarý gibi, cömertlik de fakîr ve zayýf kimseler ister. Güzellerin yüzü aynada güzel görünür, in'am ve ihsanýn güzelliði de fakîr ve garîblerle ortaya çýkar." buyurur.

Güzeller, hüsn ve endamlarýný seyretmek için aynanýn esiri olurlar. Hatta arkasý gölgeli camlara bile kendilerini görmek için bakarak geçerler. Manevî ve aslî güzellik olan cömertlik de, kendisini biçarelerin ve fakîrlerin gönül aynasýnda seyreder.

Yine Mevlana (k.s.) buyurur:

"- O halde fakirler, merhamet-i ilahî'nin, kerem-i Rabbanî'nin aynasýdýrlar. Hakk ile olanlar ve Hakk'da fanî olanlar daima cömertlik halindedirler."

Hz. Cabir (r.a.)'den naklen Tefsîr-i Hazin'de ' deniliyor ki:

"-Küçük bir çocuk Rasûlullah (s.a.v.)'in huzuruna geldi. Annesinin bir gömlek istediðini arz etti. O sýrada Rasûlullah (s.a.v.)'ýn sýrtýndaki gömleðinden baþka gömleði yoktu. Çocuða baþka bir zaman gelmesini söyledi. Çocuk gitti. Tekrar gelip, annesinin Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sýrtýndaki gömleði istediðini söyledi. Hz. Peygamber (s.a.v.) Hücre-i Saadete girdi, sýrtýndaki gömleði çýkarýp çocuða uzattý.

O sýrada Bilal (r.a.) ezan okuyordu. Fakat Rasûlullah (s.a.v.) sýrtýna alacak bir þey bulamadýðý için cemaate çýkamadý. Ashabdan bir kýsým merak edip Hücre-i Saadete girdiler; Rasûlullah (s.a.v.)'i gömleksiz olarak buldular.

Servet bir emanettir. Onun saadetine ve lezzetine kavuþabilmek ancak, mahrumlarýn ýzdýrabýndan hislenmek kalbimizden onlara bir þefkat ve merhamet penceresi açabilmekle mümkündür.

Mevlana (k.s.) buyurur:

"Þefkat ü merhamette güneþ gibi ol.
Baþkalarýnýn kusurlarým örtmekte gece gibi ol.
Sehavet ü cömertlikte akarsu gibi ol.
Hiddet ü asabiyette ölü gibi ol.
Tevazu' ve mahviyette toprak gibi ol.

OLDUÐUN GÝBÝ GÖRÜN;
GÖRÜNGÜÐÜN GÝBÝ OL"


radyobeyan