Dini makale ve yazýlar
Pages: 1
Zamanda israf 2 By: sumeyye Date: 01 Kasým 2010, 17:17:09
Zamanda Ýsraf -2-


Ýnsanoðlunun gerek meccânen, gerekse çalýþýp kazanarak nâil olduðu bütün nîmetler, Cenâb-ý Hakk’ýn bir lutfudur. Zîrâ nîmetleri yoktan var eden de, onlarý elde etmek için kulun muhtaç olduðu istîdat ve kuvveti ihsân eden de, Hak Teâlâ’dýr. Bu bakýmdan insanoðlu, sâhip olduðu nîmetlerin, aslýnda sýrf Allâh’ýn bir lutfu olduðunu hatýrýndan çýkarmamalýdýr. Bunlarýn, günün birinde hesâbý verilecek emânetler hükmünde olduðunun idrâki içinde yaþamalýdýr. Zîrâ âyet-i kerîmede:

“Bizim sizi boþuna yarattýðýmýzý ve tekrar huzurumuza döndürülüp hesap vermeyeceðinizi mi sandýnýz?” (el-Mü’minûn, 115) buyrulmaktadýr.

Dolayýsýyla, sâhip olduðumuz maddî ve mânevî nîmetleri kullanýrken, tamâmen serbest býrakýlmadýðýmýzý ve bunlarý rýzâ-yý ilâhîye muvâfýk bir þekilde kullanmak mecbûriyetinde olduðumuzu düþünmemiz îcâb eder.

Rabbimiz diðer bir âyet-i kerîmede de:

“Nihâyet o gün (dünyâda faydalandýðýnýz) nîmetlerden elbette ve elbette hesâba çekileceksiniz.” (et-Tekâsür, 8) buyurarak büyük hesâbý hatýrlatmakta ve mes’ûliyetimizi vurgulamaktadýr.

Yâni Cenâb-ý Hak, lutfettiði nîmetleri elde etme yollarýnda olduðu gibi onlarý kullanmada da uyulmasý gereken birtakým ölçüler tâyin ve tesbit etmiþtir. Bunlarý da, “helâller ve haramlar” olmak üzere beyan buyurmuþtur. Ýþte israf da, Allâh’ýn rahmet ve muhabbetini kaybetmeye, üstelik ilâhî gazabý celbetmeye sebebiyet veren haramlardan biridir. Âyet-i kerîmede þöyle buyrulur:

“…Ýsrâf etmeyin; çünkü Allâh isrâf edenleri sevmez.” (el-En’âm, 141)

`

Zamanda Ýsraf:

Ýnsanoðlunun gaflet ve nisyâný sebebiyle en çok içine düþtüðü hatalardan biri de zaman isrâfýdýr.

Hayat, Cenâb-ý Hakk’ýn her canlýya bir defâ kullanmak üzere bahþettiði ve muayyen bir zamanla tahdîd buyurduðu son derece kýymetli bir nîmettir. Zamaný, onun deðerine en lâyýk amellere sarf etmek þarttýr. Çünkü hayatta her an yapýlabilecek birden fazla iþ vardýr. Fakat bunlarýn o an için en ehemmiyetli olanlarýný öne almak ve diðerlerini de ehemmiyet derecelerine göre sýraya koymak, zamaný gereði gibi kullanabilmek için dikkat edilmesi gereken mühim bir düsturdur.

Meselâ bir annenin çocuðuna süt emzirmesi, merhamet ve þefkatinin îcâbý güzel bir davranýþtýr. Ancak evde yangýn çýktýðýnda çocuðuna süt vermeye devâm etmesi büyük bir hamâkat ve vebâldir. O esnâda bir kova su ile de olsa yangýný söndürmeye gayret etmelidir. Zîrâ bu vazîfe, diðerine göre daha hayâtî bir ehemmiyet arz etmektedir. Þâyet bu hususta tembel davranýrsa bir müddet sonra kendisi ve evlâdý da o yangýnýn içinde helâk olacaktýr.

Aynen bunun gibi, günümüzde de zamanýn nezâketi sebebiyle, diðer iþlerden daha çok, Allâh’ýn dînine revaç verebilmek, zaman husûsundaki mes’ûliyetimizin îcaplarýndandýr.

Vakti en güzel þekilde deðerlendiren ashâb-ý kirâm için hayâtýn en zevkli ve mânâlý anlarý, insanlara tevhîd mesajýný ilettikleri zamanlar idi. Ýdâm edilmek üzere olan bir sahâbî kendisine üç dakîka zaman tanýyan bedbahta teþekkür etmiþ ve:

“–Demek ki sana hakký teblið edebilmek için üç dakîkalýk vaktim var. Umulur ki hidâyet bulursun.” demiþtir.

Günümüzde de bir kýsým insanlar îmansýzlýk ve ahlâksýzlýk erozyonunda kaybolup giderken, onlara tatlý bir lisan ile yaklaþarak Ýslâm’ýn güzelliklerini, zarâfet ve nezâketini aksettirmek, her mü’min için büyük bir îman ve vicdan borcudur.

Son derece kýymetli bir sermâye olan zamaný, boþ ve abes þeylerle isrâf etmek, âhiret hayâtýný tehlikeye atmaktýr. Bu yüzden, gaflet perdelerini aralayabilenler için zaman, hiçbir þeyle kýyaslanamayacak derecede kýymetli bir nîmettir. Cenâb-ý Hak Asr Sûresi’nde:

“Asra (zamana) yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak îmân edip sâlih ameller iþleyenler, birbirlerine hakký tavsiye edenler ve sabrý tavsiye edenler müstesnâdýr.” (el-Asr, 1-3) buyurmaktadýr.

Zamana yemin ile baþlayan bu sûrede; îman, amel-i sâlih, hakký ve sabrý tavsiye ile ihyâ edilmeyen zamanlarýn israf edildiði ve bir hüsran vesîlesi olduðu bildirilmektedir. Zamaný hakkýyla deðerlendirebilenlerden istisnâ kaydýyla bahsedilmesi de, insanlarýn bu hususta ekseriyetle aldandýklarýna iþâret eden acý bir hakîkattir.

Cenâb-ý Hak, kullarýnýn zamaný kullanma husûsunda hüsrandan kurtularak ilâhî ikramlara nâil olabilmeleri için þu tavsiyede bulunmaktadýr:

“Bir iþi bitirince, hemen baþka iþe giriþ, onunla uðraþ! Hep Rabbine yönel, (O’na yaklaþ!)”

(el-Ýnþirâh, 7-8)

Yâni ibâdet ve hayýrlý iþlerin biri bittiðinde hemen diðerine koþmak, herhangi bir zamanýn ibâdetsiz ve hayýrdan uzak geçmesine fýrsat vermemek îcâb eder. Çünkü hayat, bize uhrevî saâdeti kazanmak için verilmiþ bir nîmettir. Ölüm ise bir borç senedinin îfâ zamanýný gösteren ödeme târihi gibidir. Bir tüccar, borcunu ödemek için hazýrlýk yapmak üzere alacaklýya bir senet verir. Bundaki vâde, o zaman zarfýnda ödenecek miktarý hazýrlamak içindir. Dünyâ hayatý da bize âhireti kazanmak ve ilâhî rýzâya nâil olmak için verilen bir mühletten ibârettir. Nasýl bir tüccar, ödeyeceði senedin vâdesini ciddiye almaz, kendisine tanýnmýþ olan müddet zarfýnda hazýrlýkta bulunmaz ve neticede ödeme günü büyük bir sýkýntýya düþerse, insanoðlu da Allâh’ýn kendisine verdiði ömür mühletini iyi kullanmadýðý takdirde hüsrâna uðramaktan kurtulamaz. Çünkü her insan, doðduðu andan itibâren, tahakkuk müddeti meçhul bir ölüm hükmü ile mahkûmdur. Bu hükmün gerçekleþme zamaný ise Azrâil -aleyhisselâm- ile karþýlaþacaðý andýr. Üstelik senette ödeme târihi belli olduðu hâlde, insan ömrünün mutlak olan nihâyeti meçhul kýlýnmýþtýr. Bu da hesap vermeye her an hazýr olmayý gerektiren, dehþetli bir gerçektir.

Tasavvufî terbiyenin en mühim esaslarýndan biri olan “Vukûf-i Zamânî” de zaman nîmetini çok hassas bir þekilde kullanmanýn zarûrî olduðunu ifâde etmektedir. Buna göre nefsini tezkiye, kalbini de tasfiye etmek isteyen bir mü’min, ecelin meçhûliyeti dolayýsýyla her an kendini muhâsebe mecbûriyetinde bulunduðunun idrâki içinde olup vaktini sâlih amellerle deðerlendirmelidir. Lü zum suz iþleri terk ederek mânâsýz konuþmalardan uzak durmalý, yâni Hazret-i Mevlânâ’nýn ifâdesi ile lisânýný “sözün maskarasý” olmaktan muhâfaza etmelidir. Zîrâ Cenâb-ý Hak Kur’ânî ifâde ile “kurtuluþa eren” mü’minlerin bir vasfýný da þöyle beyân buyurmaktadýr:

“Onlar boþ ve faydasýz þeylerden yüz çevirirler.” (el-Mü’minûn, 3)

“…Boþ söz ve iþlere rastladýklarýnda vakarla oradan geçip giderler.” (el- Furkân, 72)

Sâlih bir mü’min, her an ken di iç âleminden haberdâr olup, istiðfar, hamd, þükür ve rýzâ hâlinin hangi seviyede olduðunu tefekkür etmelidir. Her bir uzvunda mevcut olan sayýsýz nîmetleri ve onlarýn þükrünü muhâsebe ederek gafletle tükettiði zamanlar için tevbekâr olmalýdýr. Gaf let ten sa ký narak lüzumsuz i stikbâl en di þelerin den kur tu lmalý ve içinde bulunduðu hâ lin ih yâ sýy la meþ gûl olmalýdýr. Diðer bir ifâdeyle “Ýb nü’l-Vakt” yâni ömrünün ve husûsiyle fiilen içinde yaþadýðý vaktin kýymetini bilen ve onunla en güzel þekilde âhiretine hazýrlýk yapan kâmil bir mü’min olma lý dýr. Zîrâ zamanýn boþa harcanmasý, en büyük nedâmet sebeplerindendir. Nitekim Allâh Rasûlü-sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Cennet halký, baþka bir þeye deðil, sadece, dünyâda Allâh’ý zikretmeksizin geçirdikleri anlara, hasret ve nedâmet duyacaklardýr!” (Heysemî, X, 73-74) buyurarak vakitlerin, ebedî hayat sermâyesi olacak hayýrlý amellerle deðerlendirilmesi gerektiðini hatýrlatmýþtýr. Çünkü nîmetler elden gittiðinde, piþmanlýk fayda vermez. O hâlde, fýrsat eldeyken hayâtýmýzý sâlih amellerle deðerlendirmek zorundayýz. Her uzvun þükrünü hakkýyla edâ etmeye çalýþmalýyýz. Meselâ lisan nîmetini, kalblerimize þifâ olan zikrullâh ile ihyâ etme gayreti içinde olmalýyýz.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, muhtereme Hafsa vâlidemize þu tavsiyede bulunmuþtur:

“Yâ Hafsa! Çok konuþmaktan sakýn. Allâh’ýn zikri dýþýndaki çok konuþmalar kalbi öldürür. Fakat Allâh’ý çokça zikret! Çünkü bu kalbi diriltir.” (Ali el-Müttakî, I, 439/1896)

Cenâb-ý Hak iki husûsa çok dikkat etmemiz için bizi þöyle îkaz buyuruyor:

“Herhangi birinize ölüm gelip de: «–Rabbim! Beni yakýn bir süreye kadar geciktirsen de SADAKA VERSEM ve SÂLÝHLERDEN OLSAM!» demeden önce, size verdiðimiz rýzýktan infâk edin.”

(el-Münâfikûn, 10)

Ömrünü ziyân edenlerin feryatlarýný ve mâzeretlerinin geri çevriliþini canlandýran þu âyet-i kerîme de, ne kadar ibretlidir:

“Onlar orada imdâd istemek için: «–Ey Yüce Rabbimiz! Ne olur, bizi buradan çýkarýp dünyâya geri gönder de, daha önce yaptýklarýmýzdan baþka, sâlih ameller yapalým!» diye feryâd ederler. Allâh Teâlâ onlara þöyle buyurur: «–Biz size, düþünüp ibret alacak ve hakîkati görecek kimsenin düþünebileceði kadar bir ömür vermedik mi? Hem size peygamber de gelip îkâz etti. Öyleyse tadýn azâbý! Zâlimlerin hiçbir yardýmcýsý yoktur!”(Fâtýr, 37)

Hayattaki bütün nîmetlerde olduðu gibi zaman isrâfýnýn ana sebebi de, ölümü lâyýkýyla idrâk edememek veya bu müthiþ hakîkati kendimizden uzak görmek gafletidir. Hâlbuki hadîs-i þerîfte:

“Bü tün zevk le ri kö kün den yok eden ölü mü çokça ha týr la yý nýz!” bu yrulur. (Tir mi zî, Ký yâ met, 26) Bu îkâz-ý nebevîye raðmen devâm eden lâkaydîliklerin, günün birinde acý bir azap faslý olacaðý muhakkaktýr.

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- birgün:

“Ölüp de piþmanlýk duymayacak hiçbir kimse yoktur.” buyurmuþlardý.

Ashâb-ý kirâm:

“–Onun piþmanlýðý nedir yâ Rasûlallâh?” diye sordular.

Efendimiz:

“–Muhsin bir kiþi ise, bu hâlini daha fazla artýrmamýþ olduðuna; kötülük eden bir kiþi ise o kötülükten vazgeçmemiþ olduðuna piþman olacaktýr.” buyurdular. (Tirmizî, Zühd, 59)

Ýnsan, kendi üzerinde ve kâinât manzûmesinde sergilenen ilâhî kudret akýþlarýna gönül gözüyle nazar ettiðinde, kendini, dünyâ hayâtýný nasýl yaþamasý gerektiði husûsunda düþünmeye mecbûr hisseder. Ýnsaný hayatta en çok alâkadar etmesi gereken en büyük gerçek de, “ölüm” hâdisesidir. O muhteþem vedâ âný, insan için ne büyük bir ibret tablosudur. Ölümü bilen, fânî lezzetlere; âhiret yolcusu olduðunu bilen de dünyâ misâfirhânesindeki oyuncaklara aldanmaz, onlarla oyalanýp vakit kaybetmez. Âyet-i kerîmede:

“Biz gökleri, yeri ve bunlar arasýnda bulunanlarý oyun ve eðlence olsun diye yaratmadýk. Biz onlarý hak bir sebeple ve hikmetle yarattýk. Fakat onlarýn çoðu bunu bilmezler.” (ed-Duhân, 38-39) buyrulmuþtur.

Bütün fânî nîmetler bir kiþide toplansa ve o, huzur ve saâdet içinde bin yýl yaþasa ne fayda!.. Sonunda gireceði yer, þu bastýðýmýz kara topraðýn altý deðil midir?! Ýnsan ibret almaz mý ki, her fânî varlýðýn tâzelik ve zindeliði zaman deðirmeninde dâimî bir sûrette öðütülmektedir. Âhiretten habersiz yaþanan bir dünyâda nefsânî hayâtý besleyen iltifatlarý kalýcý, dünyâ oyuncaklarýný da sâhici zannetmek, ebedî istikbâl adýna ne korkunç bir aldanýþtýr!.. Ýmâm Þâfî Hazretleri’nin ifâdesiyle:

“Kervanlarýn, yolculuk esnâsýnda ev inþâ etmeleri akýl kârý mýdýr?”

Böyle gâfilâne yaþanan bir hayat; çocuklukta oyun, gençlikte þehvet, erginlikte gaflet, ihtiyarlýkta elden gidenlere hasret, bin bir türlü çýrpýnýþ ve nedâmetten ibârettir. Hâlbuki ölüm, insaný her an pusuda beklemektedir. Âhiret düþüncesinden mahrum bir vaziyette dünya ferahlýðý elde etmek için dünyâ süslerine bürünerek son gününe kadar fânî lezzetlerle yorulanlarýn hâli, ne hazin bir ömür isrâfý ve ne acý bir tükeniþtir!.. Hiç ölmeyecekmiþ gibi zamanlarýný helâk edenler, bir gün o ziyân ettikleri zamanlar için ne büyük bir nedâmet ve hasret duyacaklardýr!..

Kendilerini nefsânî arzulara teslîm edenler, nefis planýnda ömürlerini devâm ettirmek için kabir ve onun ötesini düþünmekten sürekli kaçarlar. Bu bakýmdan sînesine girecekleri ölüm, onlar için bir istikbâl endiþesine dönüþür ve dehþetli bir kâbus kesilir. Çünkü her insan hayâl ettiði ve gönül verdiði dünyâda yaþamak ister. Bu dünyâyý îmâr ederek âhiretini harâbe hâline getiren bir kimse, hiç kâþâneyi býrakýp da harâbeye gitmek isteyebilir mi? Bunun aksine, âhiretini mâmûr eden bir mü’min de, ölümü kâbus gibi görüp, dehþet ve ýztýrap içinde kývranýr mý?

Hazret-i Mevlânâ, dünyâ esâretinden kurtulup ebedî saâdete kavuþmanýn yolunu þöyle gösterir:

“Mala mülke fazla sarýlma ki, vakti gelince kolayca býrakabilesin! Hem kolayca verip gidesin, hem de sevap kazanasýn! Sen, seni sýmsýký tutana sarýl ki, Evvel de O’dur, Âhir de O’dur.”

“Ýnsanlarýn çoðu bedenlerinin ölümünden korkarlar. Asýl korkulmasý gereken husus kalblerin ölümüdür.

Her canlý için takdir edilmiþ olan bir son nefes vardýr ki, bunun bertarâf edilmesi ve dünyâ hayâtýnýn belli bir müddet daha devâmý saðlanamaz. Zaman, -âdetullâh îcâbý- memur olduðu minvâl üzere akýp gitmeye devâm eder. Dünyâ hayâtýnda her þeyi satýn almak veya geri almak az-çok mümkündür, lâkin geçen zamaný asla... Küçük bir altýn parçasýnýn çöpe atýlmasýna kimse kayýtsýz kalamazken -ne tuhaftýr ki-, milyonlarca altýn vererek satýn alýnamayacak zamanýn boþ iþlerle heder olmasýna ekseriyetle lâkayd kalýnmaktadýr.

Feridüddîn Attar -kuddise sirruh-, öðütlerinde þöyle buyurur:

“Elden gittikten sonra dört þey geri döndürülemez: Ansýzýn aðýzdan çýkan bir söz, yaydan fýrlayan bir ok, olmuþ bir kazâ ve boþuna harcanan bir ömür.”

Bir Hak dostu, zamânýn kýymetini iyi idrâk ederek gaflete düþmememiz ve günlerimizi lâyýkýyla deðerlendirebilmemiz husûsunda þu tavsiyelerde bulunur:

“Zaman zaman hastahânelere giderek hastalarý ziyâret et! O muzdaripler gibi hastalýklara müptelâ olmadýðýný ve üzerindeki sýhhat nîmetini düþünerek hâline þükret! Zaman zaman hapishânelere giderek oradaki mahkumlarýn bin bir ýztýrapla dolu zindan hayatlarýný tefekkür et! Cinâyetlerin bir anlýk gaflet veya cinnet netîcesinde iþlendiðini, diðer taraftan mazlûm olarak hapse düþüp o cefâya katlananlarýn da bulunduðunu, onlarýn yerinde kendinin de olabileceðini düþün! Allâh Teâlâ seni bu hâle düþmekten muhâfaza ettiði için O’na þükret! Oradakilerin selâmeti için de duâ et! Sonra kabristanlara git, oradaki mezar taþlarýndan hâl lisâný ile yükselen sessiz feryatlarý, âh u figânlarý dinle, ömür nîmetini kaybettikten sonra piþmân olmanýn bir fayda vermeyeceðini düþünerek vakitlerinin kýymetini bil! Mezarda yatanlar için bir Fâtiha oku ve bundan sonraki günlerini hamd, þükür ve zikir ile deðerlendirmeye gayret et!”

Demek ki bir mü’min, Cenâb-ý Hakk’ý hiçbir zaman ve mekânda unutmadan sâlihâne bir hayat yaþamaya gayret etmelidir. Nitekim Cenâb-ý Hak þöyle buyurur:

“Allâh’ý unutan ve bu yüzden Allâh’ýn da onlara kendilerini unutturduðu kimseler gibi olmayýn! Ýþte onlar fâsýk olanlardýr.” (el-Haþr, 19)

Ebû Abdurrahmân es-Sülemî, zamaný ziyân etmenin ve dünyâdan baþka kaygýlarý olmayan kimselerle fazla düþüp kalmanýn, nefsin en büyük ayýplarýndan olduðunu bildirdikten sonra, bunun tedâvîsini þöyle îzâh eder:

“Zamaný, hayattaki en deðerli þey bilmek ve çok deðerli olan zamaný yine kendisi gibi deðerli faâliyetlerle, yâni Allâh’ý zikretmek, dâimî bir ibâdet hâlinde olmak ve kalbe ihlâsý yerleþtirmeye çalýþmakla geçirmek îcâb eder. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: «Kiþinin kendisini ilgilendirmeyen þeyleri terk etmesi, müslümanlýðýnýn güzel olmasýndandýr.» buyurmuþtur. (Tirmizî, Zühd, 11)

Zamanýn kýymetini takdîr edip onu kalbî bir teyakkuz içinde deðerlendirmenin mecbûriyetini bildiren hadîs-i þerîflerde þöyle buyrulur:

“Beþ þey gelmeden önce beþ þeyi ganîmet bil: Ýhtiyarlýðýndan önce gençliðini, hastalanmadan önce sýhhatini, fakirliðinden önce zenginliðini, meþgul zamanlarýndan önce boþ vakitlerini ve ölümünden önce hayâtýný!” (Hâkim, el-Müstedrek, IV, 341; Buhârî, Rikak, 3; Tirmizî, Zühd, 25)

“Kýyâmet gününde dört þeyden sorgulanmadýkça, kulun ayaklarý yerinden kýmýldamaz:

1. Ömründen; onu ne ile yok etti?

2. Gençliðinden; onu nerede çürüttü?

3. Malýndan; onu nereden kazandý ve nereye sarf etti?

4. Ýlminden; onunla ne yaptý?” (Tirmizî, Kýyâme, 1)

“Ýki nîmet vardýr ki, insanlarýn çoðu bu nîmetleri kullanmakta aldanmýþtýr: Sýhhat ve boþ vakit.” (Buhârî, Rikak, 1)

Cenâb-ý Hak, lutfettiði maddî-mânevî bütün nîmetlerden âhirette biz kullarý ný hesâba çekeceðini birçok âyet-i kerîme ile beyân buyurmuþtur. Ýslâm âlimleri, ilâhî hesâba mevzû olan en mühim nîmetlerin neler olduðu husûsunda farklý îzah larda bulunmuþlardýr: Ýbn-i Mes’ûd -radýyallâhu anh-, bunlarýn, “emniyet, sýhhat ve boþ vakit” olduðunu söylemiþ, Muâviye bin Kurre -rahmetullâhi aleyh- de; “Kýyâ met günü en þiddetli hesap, boþ vaktin hesâbýdýr.” buyurmuþtur. (Bursevî, X, 504)

Ýmâm Gazâlî Hazretleri’nin vakit isrâfýna karþý þu îkazý çok ibretlidir:

“Oðul! Farzet ki bugün öldün. Hayâtýnda geçirdiðin gaflet anlarýna ne kadar üzüleceksin. Âh, keþke diyeceksin. Lâkin heyhât!”

Cüneyd-i Baðdâdî Hazretleri de þöyle buyurur:

“Dünyânýn bir günü, âhiretin bin yýlýndan hayýrlýdýr. Zîrâ kazanç ve kayýp keyfiyetleri bu dünyâya âittir. Âhirette artýk kazanmak veya kaybetmek yoktur.”

Boþa harcanan zaman, telâfîsi mümkün olmayan acý bir kayýptýr. Zîrâ geçmiþe âit bütün dosyalar kapanmýþtýr. Ancak isrâf edilen zamanlarýn nedâmetiyle; duâ, tevbe ve istiðfâra yönelerek her an Hakk’a ilticâ hâlinde bulunmak sûretiyle o kayýplarýn, hiç olmazsa mânen telâfîsi için gayret göstermeliyiz.

Hayat ýrmaðý çok hýzlý bir þekilde akýp gitmektedir. Ýlâhî irâde ile tahdîd edilmiþ olan fânî ömrümüzün günleri, bir bardaðý dolduran damlalar gibidir. Her geçen gün, sýnýrlý hayatýmýzýn bitme noktasýna doðru ilerlediðimizi, dünyâdan bir gün daha uzaklaþýp kabre bir gün daha yaklaþtýðýmýzý unutmamalýyýz. Ecel vakti bize meçhûl olduðundan, her an Azrâil -aleyhisselâm-ile karþýlaþabileceðimizi hatýrýmýzdan çýkarmamalýyýz ki son nefesimizde kendi dramýmýzý seyretmeyelim. Þâir Necib Fâzýl’ýn veciz ifadesiyle:

O demde ki perdeler kalkar, perdeler iner;

Azrâil’e “hoþ geldin” diyebilmekte hüner!..

Dindarlýk, sâdece Ramazan ayýna ve muayyen günlere mahsus deðildir; ömürlük bir takvâ hayatýdýr. Bu bakýmdan Ramazan’dan sonraki aylarda da zamanýmýzý deðerlendirme husûsunda gafletten sakýnmalýyýz. Týpký Ramazân-ý Þerîf gibi ilâhî irâde ile sýnýrlandýrýlmýþ olan ömürlerimizi, kulluk heyecâný ve âdâbý ile geçirmeye gayret edelim ki; âhiretimiz, bayram günümüz olsun. Ýhlâslý niyet ve amellerle îfâ ve ihyâsýna gayret ettiðimiz bu Ramazân’ýmýzý

-Rabbimizin lutfuyla- ayný rûhaniyet ve feyiz ile gelecek senenin Ramazân’ýna baðlayabilme azmi içinde olmalýyýz.

Diðer taraftan düþünecek olursak istikbâl; müjdeler kadar, tehlikelerle de doludur. Ömür takvimimizden kaç yapraðýn kaldýðý ve gelecek Ramazan’da hayatta olup olmayacaðýmýz meçhûldür.

Cenâb-ý Hak, âyet-i kerîmede buyurduðu vechile, yakîn (ölüm) gelinceye kadar kulluk hâlinde bulunmamýzý1 ve müslümanlar olarak can verebilmemizi2 ihsân eylesin. Ýsraftan uzak bir ömür sürerek, iç ve dýþ âlemimizde îtidâl ve muvâzeneyi ikâme edebilmemizi ve lutfettiði zaman nîmetini hayr u hasenâtla tezyîn edebilmemizi cümlemize nasîb eylesin!

Âmîn!..




Dipnotlar: 1) Bkz. el-Hicr, 99. 2) Bkz. Âl-i Ýmrân, 102.



Osman Nuri Topbas

radyobeyan