Hz. Peygambere s.a.v. muhabbet By: sumeyye Date: 30 Ekim 2010, 13:49:22
Hazreti Peygambere (s.a.) Muhabbet
Kelime-i Þehadet Sarayýnýn Sultan-ý Rusülü
Ýlahî muhabbet sâikýyla yaratýlan kâinâtýn ve onun özü durumundaki insanýn aslî cevherini Muhammedî nûr teþkîl eder.
Bu cihetle hakîkat-i Muhammediyye, muhabbet saltanatýnýn zuhûr aynasýdýr. Varlýðý gölgesine alan muhabbet nûru, semânýn ve yeryüzünün teþekkülüne vesîle olmuþtur. Allâh Teâlâ, O'na buyurmuþ, böylece O, bütün mahlûkâta zirve teþkîl etmiþtir. Hem öyle bir zirve ki, Cenâb-ý Hakk, O'nun ism-i þerîfini tâ ezelde kendi ism-i þerîfiyle beraber zikretmiþ ve levh-i mahfûza:
"Lâilâhe illâllâh Muhammedü'r-Rasûlullâh..." þeklinde nakþetmiþtir.
Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-'ý, cennette iþlediði zelleden ötürü dünyâya indirdikten sonra onun semâda bu yazýyý görüp de Hazret-i Muhammed Mustafâ hürmetine af taleb etmesi üzerine maðfirette bulunmuþ ve þöyle buyurmuþtur:
"-Ey Âdem! O, bana mahlûkatýn en sevgili olanýdýr. (Duâ edeceðin zaman) O'nun hakký için bana duâ et! (Çünkü þu an O'nun hakký için ettiðin duâ sebebiyle) ben seni baðýþladým. (Bilesin ki), þâyet Muhammed olmasaydý, seni yaratmazdým." (Hâkim, Müstedrek, II, 672; Beyhakî, Delâil, V, 488-489)
Kelime-i þehâdette de ifâde ettiðimiz gibi elbette ki O bir "kul"dur. Lâkin bu kulluðu insan hakkýndaki telakkîmizle doldurmaya çalýþmamalýyýz. Zîrâ hakîkat-i Muhammediyye karþýsýnda bizim idrâkimiz, metafizik hâdiseleri kavramak hususunda bir çocuk idrâkinden farksýzdýr. Çünkü Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, kullar içinde seçilmiþ, sertâc-ý cihân olmuþ bir "rasûl"dür. Hem öyle yüce bir rasûldür ki, bütün peygamberlerin adý, O'nun mübârek adýnda cemolmuþtur. Bütün peygamberlerin getirmiþ olduðu þerîat, yâni dîn-i mübîn, O'nun getirdiði Ýslâm ile kemâl bulmuþtur.
Sultanlar adýna hutbeler okunur, paralar basýlýr ve onlarýn devletleri son bulmasýn diye duâlar edilir. Lâkin bir zaman sonra, o sultanlar da devletleri de târih sahnesinden siliniverirler. Ancak nebîlerin adýna okunan hutbeler böyle deðildir. Nebîlerin ve onlarýn vârisi olan velîlerin saltanat ve devletleri dâimîdir, sonsuzdur. Onlar, Hakk katýnda olduðu gibi gönüllerde de ebedîleþmiþlerdir. Pâdiþâhlarýn ve devlet ricâlinin saltanatlarý ise, geçici, gel-geç bir dünyâ saltanatýdýr. Dolayýsýyla zevâle mahkûmdur. Nitekim öyle de olur. Fakat peygamberler ve velîler, kullarý Mevlâ'ya götüren yüce kýlavuzlardýr. Onlar fânîliði ebedî olana fedâ ederek ölümsüzleþmiþ ve zevâlden kurtulmuþ müstesnâ rûhlardýr. Berzah âleminde de sonraki âlemde de saltanatlarý devam eden mâneviyat sultanlarýdýr. Onlar, dünyâda ve âhýrette: (Yûnus, 92) beyânýna muhatabdýrlar. Bu kýymetli rûhlarýn oluþturduðu saflarýn mihrabýnda da sertâc-ý enbiyâ Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz vardýr.
Bu itibarla her zâhirî pâdiþâhýn ismi silinir giderken dünyâ ve âhýret sultaný olan Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in mübârek ism-i þerîfi yerde, gökte ve gönüllerde ebedîdir. O halde gönüllere dünyevî pâdiþâh ve onlara âid saltanatlarýn nâmýný deðil, o ebedîlik tahtýnda oturan eþsiz sultanýn nâmýný silinmeyen muhabbet yazýsý ile yazmalý ki, kalblerimiz, kendisine verilen ulvî kýymetini muhâfaza edebilsin.
Kur'ân-ý Kerîm'de Cenâb-ý Hakk'ýn:
"(Ey Rasûlüm!) Sen onlarýn içinde iken Allâh, onlara azâb edecek deðildir!.." (el-Enfâl, 33) beyâný müþrikler için vârid olmuþ bir âyet-i kerîmedir.
Ýþârî mânâda bu demektir ki, o Varlýk Nûru'nu gönlünde taþýyan mü'minler hakkýnda büyük müjdeler ve mükâfatlar vardýr. Bu demektir ki, bir mü'min kulun gönlü, Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'e ne kadar muhabbetle dolarsa, o kadar azâb-ý ilâhîden ve gazabullâhdan uzaklaþmýþ olur. Bu, Cenâb-ý Hakk'ýn yüce bir va'didir. Yâni Mevlâ, gönlümüzde Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- varsa bizi helâk etmeyecek ve bize azâbda bulunmayacaktýr.
Velîler ve sâlihler, gönül aynalarýnda en saf ve þeffaf nakýþlar görülebilsin diye rûhlarýný O'nun muhabbeti ile parlatýrlar. Maddî aynalarda ancak cisimleri olan þeyler, þekiller ve renkler görünür. Velîler ve sâlihlerin gönül aynalarýnda ise, O'ndan akseden nûr ile en þeffaf duygular, düþünceler, duâlar, ilâhî nûr ve feyzler ýþýldar.
Güzeller, kendilerini aynada görmek ister. Kendi güzelliklerini sevecek göz ve gönül ararlar. Mutlak güzel olan Rabbin, kâinatý ve insanlarý yaratýþýndaki sýr da böyledir. Hadîs-i kudsîde:
"Ben gizli bir hazîne idim, bilinmek ve sevilmek istedim." buyurulmasý bundandýr.
Yaratýlýþýn baþlangýcý, O'nun nûru ile vücûd bulduðundan kürre-i arzda zuhûr eden bütün peygamberler, baþta Hazret-i Âdem olmak üzere O'ndan niyâbet tarîký ile O'nun nûrunun feyz ve berekâtýný taþýmýþlardýr.
Bütün güzellikler O'na âiddir. O'nun sebebi ile yaratýlmýþlardýr. Nerede bir güzellik varsa, O'ndan akistir. Âlemde bir çiçek açýlmaz ki, O'nun nûrundan olmasýn! Zîrâ O olmasa idi, hiçbir þey vücûd bulmaz idi. O ki, o yüzden varýz... O ki, solmayan, aksine gün geçtikçe tazelik ve taraveti daha da artan serâpâ nûrdan ibâret bir gonca-i ilâhîdir.
Hazret-i Mevlânâ buyurur:
"Cebrâîl -aleyhisselâm-, sadece bir kanadýný açýnca doðuyu da batýyý da kaplamýþtý. Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, onu görünce, ona bu heybeti verenin büyüklük ve azametini düþünerek kendinden geçip bayýldý."
"Lâkin Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, eðer hakîkat-i Muhammediyye'nin o akýl almaz kanadýný açsa idi, Cebrâîl ebedî olarak kendinden geçer, bir daha kendine gelemezdi."
"Zîrâ Habîbullâh, Cebrâîl'le beraber sidretü'l-müntehâ'ya varýnca Cebrâîl durmuþ ve: demiþtir."
O, canlardan azîz, cânânlardan üstün, her vechile muhabbete en lâyýk müstesnâ bir yaratýlýþtýr. Gelmiþ ve geleceklerin en güzeli ve fazîletlisi, insanlýða aðlayanlarýn en merhametlisi, yegâne mürþid ve rehberdir. O ki, kýz çocuklarýný diri diri topraða gömecek kadar vahþet zindanýna düþenleri gözü ve gönlü yaþlý âþýklar hâline getirmiþ, onlara kitabý, sýrrý ve hikmeti öðretmiþtir. O'nu her þeyden üstün tutmak, emsâlsiz bir aþk ve muhabbetle sevmek, îmânýn kemâlindendir. Bu muhabbetin zirvesi, hadîs-i þerîfte þöyle beyân edilir:
"Sizden biriniz beni, ana-babasýndan, çoluk-çocuðundan ve bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe hakkýyla îmân etmiþ olmaz!.."
Bu hadîs-i þerîf, îmânýn kemâlinin Hazret-i Peygamber muhabbeti ile yeþereceði hususunda ne güzel bir tenbîh ve îkâzdýr. Bu muhabbetten uzak kalanlar için feyz ve inkiþâf yollarý kapalýdýr. Aþk tohumu, ancak O'nun muhabbet topraðýnda yeþerir. Gönle bereket ve feyiz menbaý O'dur. O'nun muhabbet topraðý, nice taþlaþmýþ gönülleri bir mücevher saflýðýna, diðerleri arasýnda altýn ve gümüþ kýymetine yükseltmiþtir.
O'nun muhabbet topraðýnda yeþerenlerin baþýnda gelen ashâb-ý kirâm, târiflere sýðmayan bir aþk iklîminde yaþamýþlardýr.
Bir haným sahâbiyeden ibret dolu bir muhabbet-i Peygamberî manzarasý:
Kâ'b'ýn kýzý Nesibe -radýyallâhu anhâ-, müslümanlarla birlikte Uhud gazâsýna iþtirak etmiþti. Kendi elleri ile hazýrladýðý kaplarla yaralýlara su taþýrken, müslümanlarýn bozguna uðrayarak daðýldýðýný gördü. Bunun üzerine derhal Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in yanýna koþtu. Atýlan ok ve taþlara kendini hedef yaparak bütün gayret ve cesâreti ile Rasûl-i Ekrem -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz'i korudu. Bu fedâkârlýðý sýrasýnda atýlan ok ve taþlarla on iki yerinden de yaralandý.
Onun bu hâlini takdîr ve tahsîn buyuran Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:
"Bugün Nesibe falan ve filan kahramanlarý geçmiþtir." buyurarak ondan sitâyiþle bahsetti.
Böylece dindarlýðýn verdiði þuurla harplerde gösterdiði kahramanlýðýndan dolayý Efendimiz -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in medhine ve iltifâtýna mazhar olan Nesîbe'nin ismi, örnek müslüman hanýmlardan biri olarak Ýslâm târihine geçti.
Bir diðer muhabbet tezâhürü:
Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in bir sohbetinde Sevbân -radýyallâhü anh-, Habîbullâh'a pek derin ve dalgýn bir surette bakýyordu. Gâyet de ýzdýraplý bir hâli vardý. Öyle ki onun bu hâli, Âlemlerin Efendisi'nin dikkatini çekti. Merhametle sordular:
"-Yâ Sevbân! Nedir bu hâlin?"
Sevbân -radýyallâhü anh-, bu iltifat ile muhabbet çaðlayaný hâline gelen sevdâlý gönlüyle þöyle dedi:
"-Anam, babam ve bu câným sana fedâ olsun yâ Rasûlallâh! Senin hasretin beni öyle yakýp kavurmaktadýr ki, nûrundan ayrý geçirdiðim her an bana ayrý bir hicran olmaktadýr. Dünyâda böyle olunca âhýrette nice olur diye dertleniyorum. Orada siz peygamberlerle beraber olacaksýnýz. Benim ise, ne olacaðým ve nerede bulunacaðým belli deðil! Üstelik cennete giremezsem, sizi görmekten tamamen mahrum kalacaðým! Bu hâl beni yakýp kavuruyor ey Allâh'ýn Rasûlü!"
Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, Sevbân ile birlikte ashâb-ý kirâmdan da zaman zaman vâkî olan bu ve benzerî hicranlý sözlere ve ayrýca kýyâmete kadar gelecek olan ümmetin muhabbet ve aþk kâfilesinin yanýk gönüllerine sürûr dolu bir müjde sadedinde þöyle buyurmuþlardýr:
"Kiþi sevdiði ile beraberdir..."
Tabiî ki, samîmî muhabbet, itâat ve teslîmiyyet þartý ile_
O vefât ettiðinde ashâbýn hâli, hüznün son raddesindeydi. Âdetâ yanýp erimiþ bir mum misâli gibiydi. Zîrâ düþünüyorlardý ki, O'nu görmeden bir gün bile duramayan âþýk gönülleri, artýk kendisini bu fânî dünyâda hiç göremeyecekti. Ýþte bu hicrân ve yanýþa dayanamayan Abdullâh bin Zeyd -radýyallâhü anh-, ellerini yüce dergâha mahzûn bir gönülle açarak:
"Ýlâhî! Artýk benim gözlerimi âmâ kýl! Ben her þeyden çok sevdiðim Peygamberimden sonra artýk dünyâda bir þey görmeyeyim!.." diye ilticâ etti ve oracýkta gözleri âmâ oldu.
Hazret-i Peygamber'e ashâbýn engin aþk ve muhabbetini kelimelerin mahdud imkânlarý ile îzâh etmek mümkün deðildir. Sayýsýz misâller deryâsýndan birkaçý da þöyledir:
Enes -radýyallâhü anh- anlatýyor:
"Rasûlullâh'ý berber týraþ ederken gördüm. Ashâb, etrâfýný çevirmiþti. Kesilen mübârek saç ve sakal tellerinin tekinin dahî yere düþmemesi için âdetâ onlarý kapýþýyorlardý."
Sahâbe-i kirâm, Hazret-i Peygamber'in hem eþyâlarý hem de saç ve sakalýnýn mübârek telleriyle teberrük hâlinde olurlardý. Savaþlarda bile bu teberrük heyecanýný taþýmýþlardýr. Bunun en güzel misâli Halid bin Velid -radýyallâhü anh-'ýn Hazret-i Peygamber'in saçlarýndan aldýðý birkaç mübârek teli sarýðýnda saklamasýdýr. Rivâyet olduðuna göre Hâlid -radýyallâhü anh-, Yermük savaþýnda bu sarýðý kaybetmiþti. Askerlerine:
"-Onu arayýn!" diye talimat verdi.
Aradýlar, bulamadýlar. Hazret-i Halid, tekrar aramalarý için emir verdi. Bu defa buldular. Baktýlar ki, eski bir sarýk imiþ! Sahâbî, bu eski sarýk üzerinde Hazret-i Hâlid'in bu kadar ýsrar etmesine hayret etti. Bunun üzerine Hâlid -radýyallâhü anh-, þunlarý söyledi:
"-Rasûlullâh saçlarýný kesmiþti. Ashab o saçlarý kapýþtýlar. Ben de alnýndan birkaç tel aldým ve bu sarýðýn içine koydum. Bu benim için öyle bir bereket oldu ki, onunla girdiðim bütün savaþlarý zaferle neticelendirdim. Zaferlerimin sýrrý, benim Rasûlullâh'a olan muhabbetimdir."
Ýþte bu muhabbetten kaynaklanan bir sâikle günümüze kadar Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'den muazzez bir hâtýra olarak devam eden saç ve sakallarýnýn mübârek telleri, câmî minberlerinde saklanarak "sakal-ý þerîf" adý ile asýrlardan beri ümmete rahmet olagelmektedir.
Misâllerde görüldüðü gibi Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'e muhabbetin bereketi, yalnýz mânevî âlemde tezâhür etmez. Zâhir âlemde de o feyz ve bereketin müþahhas tezâhürleri olur. Bunun en iyi misâli 700. kuruluþ yýldönümünü idrâk ettiðimiz Osmanlý Devleti'dir. Onlar, devletlerini çoðu kere "Devlet-i Muhammediyye" suretinde adlandýrmýþlar ve ordularýndaki her ferdi -kendi istidadlarý mikdarýnca- o yüce varlýðýn bir küçük modeli telâkkî ederek "Mehmedcik" diye isimlendirmiþlerdir. Nitekim Osmanlý Devleti'nin tarihteki diðer Ýslâm devletlerinin hepsinden daha uzun bir ömürle muammer olmasý da, baþka meziyetleri yanýnda bir de ve en ehemmiyetli olarak Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'e tekrîm ve muhabbette eriþilmez bir zirvede oluþlarýdýr.
Aþaðýda anlatacaðýmýz hâdiseler, bu zirveye tipik birer misâldir:
Dünyâ müslümanlarýnýn Harameyn'e kolayca gidip gelmelerini te'mîn için Hicaz Demiryolu Hattý'ný inþâ ettiren II. Abdülhamid Han, bu demiryolunun sünnet-i seniyyeye uygun olmasý için Hazret-i Peygamber'in seyahatlerinde dinlendiði noktalara istasyon yapýlmasýný emretmiþ, böylece demiryollarýný bile bir muhabbet akýþý içinde Medîne'ye ulaþtýrmýþtýr.
Diðer bir misâl:
Osmanlý paþalarýndan meþhur Medîne müdâfii Fahreddin Paþa, Rasûlullâh'ýn rûhâniyeti rencide olur endiþesiyle Ravza'nýn tamirinde vazîfe alan ustalara herhangi bir çivi çakmak îcâb ettiði takdirde mutlaka tahta çekiç kullanýlmasý ve çekiç ile çivi arasýna da lastik bandaj konularak sükûnetin ihlâl edilmemesini emretmiþtir. Bu hususta onu böylesine bir edeb ve inceliðe sevkeden âyet-i kerîme þöyledir:
"Ey îmân edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin! Birbirinize baðýrdýðýnýz gibi Peygamber'e yüksek sesle baðýrmayýn; yoksa siz farkýna varmadan amelleriniz boþa gidiverir." (el-Hucurât, 2)
Nûrunu güneþten alan ay, nasýl güneþin varlýðýna delîl ise, nur-i Muhammedî ile nurlanan peygamberler ve velîler de O'nun birer þâhididirler. Bunun içindir ki diyen ve bunu muhabbet ve aþkla tâ gönülden söyleyen her kalbde, ayna ýþýk vurmuþ gibi ilâhî bir parýltý yanar. Hattâ bazen öyle kuvvetli yanar ki, böyle gönüller, o nurun aksinden bütün ruhlarýnýn târifsiz bir hazzý içinde yaþarlar.
Bu hazzý yaþayanlardan Bilâl-i Habeþî -radýyallâhü anh-'ýn hâli ibretle doludur:
Bilâl -radýyallâhü anh-'ýn dünyâda tutunacak bir dalý, sýðýnacak bir yakýný ve ýzdýrabýný paylaþacak bir dostu yoktu. Sadece bir köleydi. Ama birgün geldi, îmân nûru ile þereflendi. Bundan sonra îmâný ve onu muhâfaza için yaþadýðý hâller, yâni kelime-i tevhîd uðruna katlandýðý ýzdýraplar, kýyamete kadar gelecek olan mü'minlere îmân mücâdelesi yolunda örnek oldu.
O, Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in yüzünü ve nûrunu görmüþ, yanmýþ ve O'nun muhabbet baðýna girmiþti. Âdetâ bütün varlýðý ile O'ndan bir parça hâline gelmiþti. Ancak ilâhî nurdan nasîbsiz olan sahibi, onu bu îmânýndan ötürü çölün kýzgýn sýcaðýnda alevli kumlarýn üzerine yatýrarak kendisine iþkenceler yaptý. Çýplak vücudunu acýmasýzca kýrbaçlattý. Siyah derisinden kýrmýzý kanlar fýþkýrdý. Etrafýný saran gâfil kalabalýk:
"-Ey pis köle! Bize dön kurtul!" dediler.
Hazret-i Bilâl ise, yatýrýldýðý kýzgýn kum deryâsýnda yaralý bir arslan gibi kükredi ve kelime-i tevhîdi bütün gücü ile haykýrdý.
Bunun üzerine galeyana gelen azgýnlar kendisine vurmaya devam ettiler. Vurdular, vurdular... Hýrslarýný alamadýlar ve boynuna ip baðlayýp sürüklediler. Bütün bunlara ve türlü türlü eziyetlere raðmen Bilâl-i Habeþî -radýyallâhü anh-, Allâh ve Rasûlü'nün muhabbet kalkanýna sýðýnmýþtý. Kendisine yapýlanlarý âdetâ hissetmiyor, gönlü sadece muhabbetullah ve muhabbet-i Rasûlullâh ile dolup taþýyordu. Yüreði dünyâlar kadar geniþ bir haldeydi. Oysa maddî âlemde hâli perîþândý; kuru baþýný sokacak bir kulübesi dahî yoktu.
Ýþte Hazret-i Bilâl'in bu aþk ve muhabbeti, onu kölelikten gönül tahtlarýndaki sultanlýða yükseltti. Âlemlerin Efendisi'nin baðrý yanýk müezzini oldu. Öyle ki, son nefesinde de O'nun aþk ve muhabbeti dudaklarýnda tebessüm ve terennüm hâlindeydi:
"-Sevinin, sevinin!.. Ben Allâh Rasûlü'nün yanýna sefer ediyorum..." dedi ve ötelere uçuverdi...
Bir kul, Rasûl-i Ekrem -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in hakîkati ve nûrundan bir Allâh dostu vâsýtasýyla nasîb alsa, bu nasîb O'ndan olduðu için bizzat Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'den alýnmýþ gibidir. Týpký bir mumdan bir baþka mumun yakýlmasý gibi_ Kandilleri yakan ve onlar vâsýtasýyla etrafý aydýnlatan alev, ayný alevdir. Kul, bu kandillerin en sonuncusuyla da aydýnlansa, o ziyâ, ilk ýþýkla parýldadýðýndan dâimâ ilk kaynaðý aksettirir. Dolayýsýyla bir kimse, bir baþkasýnda ýþýldayan ilâhî güzelliðe ister bilerek, ister bilmeyerek kendisini kaptýrsýn, hakîkatte hayrân ve âþýk olduðu letâfet, Allâh Teâlâ'nýn güzelliðidir ve O'nun varlýklarda ve insanlardaki hârikulâde in'ikâsýdýr. Hiç þüphesiz bu in'ikâsýn en büyük tecellîsi de Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'de zuhûr etmiþtir. Bu itibarla Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, kulu Cenâb-ý Hakk'a götüren yegâne rahmet ve vuslat köprüsüdür.
Muhabbetin derecesi, eserinde tecellî eder. O'na olan itâat ve sünnet-i seniyyenin yaþanmasý, muhabbetin tezâhürü nisbetindedir. Nur Suresi 56. âyette buyurulur:
"Namazý kýlýn, zekâtý verin Peygamber'e (sallâllâhü aleyhi ve sellem) itâat edin; umulur ki, merhamet görürsünüz."
Ýbâdetteki rûhâniyet, muâmelâttaki zerâfet, ahlâktaki nezâket, gönüldeki letâfet, sîmâlardaki nûr-i melâhat, lisanlardaki selâset, duygulardaki incelik, nazarlardaki derinlik, velhâsýl bütün bu güzellikler o Varlýk Nûru'na olan muhabbetten kalplere akseden parýltýlardýr.
Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurur:
"Gel ey gönül! Hakîkî bayram, Cenâb-ý Muhammed'e vuslattýr. Çünkü cihânýn aydýnlýðý, O mübârek varlýðýn cemâlinin nûrundandýr."
Yâ Rabbi! Bu gün ve gecelerin kutsî akýþlarýndan istifâde edip Hz. Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in muhabbet ve heyecanýyla içinde bulunduðumuz Ramazân-ý Þerîfi tamamlayýp O'nun rûhâniyetinin gölgesinde nûrânî tezâhürlerle bayram-ý þerîfi idrâk edebilmeyi nasîb eyle!
Âmîn!.Osman Nuri Topbas