Hadis Müdafaasý
Pages: 1
Takdim By: meryem Date: 28 Ekim 2010, 17:53:44
Takdim

Hicrî birinci asnn sonlarýna doðru "Mutezile" adý ile tanýnan itikadý bir mezhebin doðuþu+îslâm düþün­ce hayatýna deðiþik bir canlýlýk getirmiþtir. Aslýnda, bu canlýlýðý "deðiþik" kelimesi ile nitelendirmemiz, düþün­ce hayatýnýn,Mutezilenin doðuþundan önce donmuþ olduðu zannvný uyandýrmamak içindir. Zira ilk asýr tamamlanmadan önce, Hazreti Peygamberi küçük yaþ­larda da olsa gören bir kaç sahabî henüz hayatta bulunuyordu. O sýralarda yaþayan nesil ise,kamilen, as­hap ile birlikte yaþamýþ akihi ile,muhaddisi ile ve müessiri ile bütün âlimleri ashabýn dizi dibinde yetiþ-miþ,iman ve itikadda,amel ve ahlakta onlarýn düþün­ce ve davranýþlarýný görüp öðrenmiþ ve bu düþünce ve davranýþlarýn geniþ ölçüde tesiri altýnda kalmýþ kim­selerden müteþekkil idi Tam bir inanç ve kusursuz bir teslimiyetle Hazreti Peygamberi aralarýnda barýndýr­mýþ olan ashabý devrinde Ýslam düþüncesUdinin ge­reklerine uygun bir ihtiþam içinde canlýlýðýný sürdürür-ker^ayný ashab ile içice yaþamýþ olan tabiileri arasýn­da bu canlýlýðýn yok olabileceðini ileri sürmek elbette mümkin deðildir.

Bununla beraber,birinci Hicrî asrýn sonlarýna doðru Mutezile'nin doðuþujslâm düþüncesine yön veren,daha doðrusu onu mecrasýndan saptýran geniþ tesirli bir olay olmuþtur.

Mutezile nasýl ortaya çýkmýþtýr? Onun ortaya çý­kýþýný hazýrlayan sebepler nelerdir? Bu sorulara veri­lecek cevaplarýn ayrýntýlarýna ve münakaþasýna giriþ-meksizinjslâmî kaynaklarýn ittifaka yakýn görüþleri­ne istinaden þunu belirtelim ki, Mutezilejrak'ýn Basra þehrinde,o sýralarda yaygýnlaþma istidadý gösteren iman-küfür ikilisi ile ilgili bir meselenin münakaþasýn­da getirdiði deðiþik bir görüþle kendisini hissettirmiþ­tir. Bu münakaþanýn esasý,üçüncü halîfe Osman Ýbn Affan'ýn þehtd edilmesinden sonra müslümanlar ara­sýnda patlak veren derin ihtilâf ve kavgalara ve,halîfe olarak bey'at edilmiþ olmasýna raðmen hilâfetin Mu'aviye'ye geçiþine istinad ediyordu. Daha doðrusu, baþlangýçta iç savaþlara, sonra da izleri zamanýmýza kadar süren görüþ ayrýlýklarýna sebep olan kimseler münakaþa konusu ediliyor, sonra da yargýlanýyorlar-dv Hazreti Peygamber tarafýndan kurulan ve ashabý­nýn yardýmlarý ile tahkim edilen Ýslâm binasýný sar­sanlar ve onarýlmaz çatlaklarýn meydana gelmesine sebep olanlar kimlerdi? Hazreti Osman mý ve o olduðu için mi þehid edilmiþti?Hz.Ali mi ve o olduðu için mi hilafet elinden alýnmýþtý ? Yoksa Hazreti Mu'aviye mi ve o olduðu için mi bu kadar kötüleniyordu? Belki bunlardan biri, belki de üçü; fakat hepsi de Hazreti Peygam­berin yakýnlarý idiler ve imanlarýndan ve islâmla dan hiç kimsenin þüphe etmeye hakký yoktu. Bununla beraber þüphe edenler çýktý ve hattâ þüpheden de öte, herbiri muhalifleri tarafýndan kâfir olmakla itham edildi. Osman hilâfeti esnasýnda büyük hatalar gü­nahlar iþledi; Ali hilâfeti Mu'aviye'ye teslim etti; Mu'aviye de Ali'den hilafeti gasbettL Her üçü de bu se­beplerden büyük günah iþlediler ve bu günahlarýndan tövbe etmeden öldüler."

hamcýlarýn bu görüþleri müslümanlar arasýnda büyük tepkilere sebep olmakla beraber, büyük günah sahibi (murtekibu'l-kebire)nin kâfir sayýlýp sayýlama­yacaðý konusunu münakaþa sahasýna çýkarmaktan da geri kalmadý.

Aslýnda büyük günah sahibi hakkýnda Ýslâm'ýn görüþü açýk ve kesin idi: Mü'min, Allah'a þirk koþmak dýþýnda, iþlediði günahtan dolayý imanýný yitirmiþ ol­maz. Allah dilerse, dilediði kimse için günahýný afve-der. Bu açýk ve kesin hükme raðmen, konunun müna­kaþasý yaygýnlaþtý. Müslümanlar günah sahibinin , mü'min, ithamcýlar ise kâfir olduðu görüþünü müdâ­faa ederlerken, Basra camiinde Hasan Basri'nin Vâsýl îbn Atâ ismindeki bir talebesi yeni bir görüþ ortaya attý ve büyük günah sahibinin mü'min de kâfir de sayýla­mayacaðýný, belki iman ile küfür arasýndaki bir merte­be (menzile beyne menzileteyn) de bulunduðunu ileri sürdü. Ýþte, Vâsýlýn bu görüþle ortaya çýkmasý ve hoca­sýnýn görüþüne muhalif cephe almasý, etrafýna topla­nanlarla yeni bir mezhebin çýkýþýna sebep oldu. Bu mezheb Mutezile mezhebi idi

Mutezile kýsa bir zaman içinde geniþ taraftar top­layarak büyüdü, geliþti Vâsýldan sonra Amr Ýbn Ubeyd (Ö. 143), daha sonralarý Biþr el-Merîsi (Ö. 219), en-Nazzâm (Ö. 221), el-Câhýz (Ö. 255), Ebu'l-Huzeyl el-AUâf(Ö. 235) ve daha bir çok imamlarý ile büyük bir mezheb oldu.

Mezhebin meþgul olduðu konular, genellikle, akaide taalluk eden konulardý. Bunlarýn en önemlileri­ni de kullarýn fulleri ile Allah'ýn sýfatlan teþkil ediyor­du. Diðer akaid meselelerinde olduðu gibi bu iki mese­lede de Mutezile, Kufân ve sünnete baðlý müslüman-lara muhalefet ediyorlar ve o zamana kadar hakim olan akaide cephe alýyorlardý.

Mutezileye göre kuüannfierl Allah tarafýndan deðil kendileri tarafýndan yaratýlýr. Sevab ve ýkaba müstehak olmalarý da bu sebeptendir. Sünnet ehlinin görüþlerinde ise, kullarýn fiilleri Allah tarafýndan yara­týlýr. Onlarýn bu yaratmada, kendi kesb ve ihtiyarlagerektirir Sünnet ehli ise,bu sýfatlarýn, Allah'ýn zâtý ile ka­im kadîm sýfatlan olduðunu, bunlarýn zâtýn ayný da gayrý da olmadýðýný kabul ediyorlardý.

Mutezilenin sýfatlar hakkýndaki bu görüþü,baþkafer'î görüþlerin ortaya çýkmasýna sebep olmuþtur:Kelâm sýfa-tý,madem ki kadîm deðil,hadistir,yani sonradan yaratýlmýþ­týr^ halde Allah'ýn kelâmý olan Kur'ân-ý Kerîm de mahluk­tur sonradan yaratýlmýþtýr Ýþte bu görüþ, mutezile mezhebi­nin ,Abbasî halifesi Me'mun eliyle devletin resmî mezhebi olarak ilan edilmesinden sonra müslümanlara zorla kabul ettirilmek istenen bir akide olmuþ;baþia AhmedÝbn Hanbel olmak üzere bir çok imam ve fakîh,Kur'ânýn mahlûk oldu­ðunu ikrar etmeleri için iþkenceye tâbi tutulmuþlar dýr.Fa­kat bu iþkencelere ve sünnet ehlinden bazý imamlarýn öldü­rülmesine raðmen,gerek Me'mûn'dan sonra yerine geçen. ' kardeþi Mu'tasým (0.227) ve gerekse Mu'tasým'ýn oðlu halî­fe Vâsýk (Ö.232) ýamanýnda,bu mutezilî hareket tam bir ba­þarýsýzlýða uðramýþ;Halife Mütevekkil zamanýnda ise,bu hareketin faydasýzlýðý anlaþýlarak ýsrardan vazgeçilmiþ­tir Ne var ki islâm tarihinde "mihne" tabir edilen bu hâdise­ler,kelâm ehlini temsil eden Mutezile ile,sünnet ehlini tem­sil eden Hadîsçiler arasýnda derin uçurumlar açmýþ ve birbirlerine yönelttikleri ithamlar giderek yoðunlaþmýþtýr.

Mutezile,akaide taalluk eden görüþlerinin müdafaa­sýnda Kur'ân ve hadîsten çok akýllarýna dayanýyorlar}aklý her þeyin üstünde görüyorlardý.Halîfe Mansûr,Raþîd ve Me'mün devirlerinde Ýran ve bilhassa Yunan dillerinden tercüme edilen felsefe kitaplarýnýn bunda büyük tesiri oldu­ðunu inkâr etmek mümkin deðildir.Nitekim baþlangýçta islâm akaidinin müdafaasý için felsefeden faydalanan Mu­tezilenin,daha sonralarý felsefeyi Ýslâm akaidi içine sok­malarý bunun en açýk delilini teþkil eder.Keza akla bu dere­ce aðýrlýk vermenin bir neticesi olarak da Mutezile, "akýl ve nakil tearuz ettiði (çatýþtýðý) zaman akýl tercih edilir" pren­sibini vazetmiþ ve bu prensibe istinaden,akýllarýna aykýrý düþen Kur'ân âyetlerine ve hadîs metinlerine akýllarýnýn

kabul edeceði manâlar vermekten geri kalmamýþlardýr.

Fakat þunu itiraf etmek gerekir ki,zamanýn aristokrat zümresini teþkil eden ve dinî meselelerde umursamaz bir ilerici görünümü arzeden Mutezile,akýllarýný yalnýz Kur'ân âyetleri söz konusu olduðunu zaman yormak lüzumunu his­setmiþler ve onlarý kendi felsefi doðrultularýnda manâlan-dýrmaya çalýþmýþladýr.Hazreti Peygamberden rivayet edil­miþ hadîsler karþýsýnda ise,bu külfete katlanmamýþlar,on­larý "sahîh deðildir,itibar edilmez" kaydý ve ellerinin tersi ile reddetmiþlerdir.Kanaatýmýzca bunun tek bir sebebi var­dýr ;o da ^hadîslerin Kur'ân'ýn tefsiri oluþu dolayýsýyla daha açýk ve daha þümullü manâlarý ihtiva etmeleridir Nitekim bu sebepledir ki " sünnetin Kur'ân üzerine kâdî olduðu fa­kat bunun aksi olmadýðý" bazý hadîsçilerin sözü olarak nak­ledilmiþtir ki}bununla,bmm iþaret etmek istediðimiz husus belirtilmiþ olmaktadýr.Bunu bir iki misalle de açýklamak mümkindür:

Mutezile, Kur' ân'da yer alan "ru'yet" (Allah Ta' âlâ­nýn cennette mü'minler tarafýndan görülmesi) ile ilgili bazý âyetleri tevîl ederek kendi görüþlerine uygun manâlar ver­meðe çalýþmýþlar ve "ru'yet" 'i reddetmiþlerdir;çünkü onla­rýn felsefesinde ru'yet mümkin deðildir.Eðer bu tevillerinde bir derece baþarýlý görülebilirlerse - baþarýlý olduklarýný ileri sürebilmek için kendileri kadar mutezilî olmak gerekir - bu baþanlarý,o âyetlerin tevile müsait olmalarý dolayýsýy-ledir.Fakaî ru'yetle ilgili hadîsler o kadar açýk vefiuhârî, Müslim ve diðer sahîh hadîs kitaplarýnda yer almalarý do-layýstyle o kadar kesindir ki Mutezilenin bunlarý tevîl de­ðil reddetmekten baþka yapabilecek bir þeyleri yoktur. Reddetmeleri de, tabiatiyle, bu hadîslerin ru'yeti isbat et­meleri dolay ýsýyledir.

Keza Mutezile kaderi reddetmiþ ve bu yüzden kendi­lerine " kaderiyye " denilmiþtir. Kaderi reddederler-ken,Kur'ân-ý Kerîmde kaderi isbat eden âyetleri de tevîl et­miþlerdir.Ýnsan iradesinin hür olduðunu belirten âyetler gözönünde bulundwulursa,kaderle ilgili âyetlerin de tevî-le müsait olduklarý söylenebilir.

nndan baþka hiçbir rolleri yoktur.

Mutezilenin sýfatlar meselesindeki görüþleri de sünnet ehlinin görüþlerine aykýrý idi. Onlara göre Al­lah, sem', basar, hayat, kudret, kelâm gibi zâtý ile ka­im sübût sýfatlarýndan münezze Mir; çünkü bunlarýn kadîm olduðunu ileri sürmek kudemânýn teaddüdünü

Fakat sahih lýadîs kitaplarýnda kaderin reddi ile ilgili tek bir hadisin bulunmamasma raðmen kaderi is­bat eden hadislerin açýk ve kesin bir þekilde yer alma­larý Mutezileyi yine çaresiz býrakmýþ; yegâne çareyi de onlarýn reddinde bulmuþlardýr.

Bu iki örneðin baþka Örneklerini Mutezilenin akaide taalluk eden bütün çarpýk görüþleri için bul­mak mümkindir. Bu sebepten denebilir ki mutezili inancýn karþýsýnda dikilen en büyük tehlike Kufön de­ðil hadîslerdir ve onlarý naîdeden hadisçilerdir. O hal­de bunlarýn bertaraf edilmelerinden baþka çýkar yol yoktur. îþte Me'mûn devrinde, Ýslâmi hiç bir deðen bu­lunmayan Halku'l-Kur'ân inancýný hadîs imamlarýna zorla kabul ettirmek için baþlatýlan iþkence olaylarýnýn sebebi budur, onlarý bertaraf etmeye matuftur. Eðer bu inanç hadîsçiler tarafýndan kabul edilmiþ olsaydý, bunu diðer mutezili inançlarýn teklifi takip edecek ve böylece aksi inançlarýn kaynaðýný teþkil eden hadîsler arak deðerini yitirmiþ olacaktý.

Yukarýda da iþaret ettiðimiz gibi Mutezilenin baskýsý hadîsçilerin direniþi karþýsýnda baþarýsýzlýða uðradý; fakat Mutezile tarafýndan hadîsçilere yönelti­len ithamlar ve kötülemeler onlarýn iktidarlarý süresin­ce devam edip gitti. Bu ithamlarýn neler olduðu ve ne­relere kadar uzandýðý, okuyucuya tercemesi sunulan Ýbn Kuteybe'nin bu meþhur eserinde görülecektir.

Fakat Mutezilenin hadîsçilere yönelttikleri it­hamlarýn en aðýn ve en þiddetlisi, Kufan'a, akla ve bir­birine zýt hadîslerin rivayetidir. Bu itham, bilhassa:

mütenakýz (manâ yönünden birbirini nakzeder] gibi görünen hadîslerin çokluðu itibariyle daha da ileri git­miþtir. Ancak þuna iþaret etmek gerekir ki, bazý hadî­slerin manâ lan arasýnda görülen tenakuz, basit bir itham ile geçiþtirilebilecek bir mesele deðildir. Eðer zýt manâlarda gelen iki hadîsin her ikisi de sahih ise. hadîsçitere yöneltilmiþ olan ithamýn Hazreti Peygam­bere rücû etmesi kaçýnýlmaz haldir; çünkü hadîsçiler bu sözleri sadece nakletmiþlerdir. Hazreti Peygamber ise birbirini tutmayan sözler söylemekten beridir. O halde meseleye baþka yönden yaklaþmak gerekir. Hadîs ilmi bu yoldaþýmýn bütün usûl ve kaidelerini or­taya koymuþtur:

Eðer manâlarý birbirine zýt gibi görünen iki sahih hadîs varsa, ya bu hadîslerden birinin diðerini nes-hettiðine, yani birisi ile getirilen hükmün diðeri ile geti­rilen hüküm vasýtasýyla ibtal olunduðuna hükmedilir; bu takdirde iki hadisin manâlarý arasýnda gerçek bir zýtlýðýn bulunmasý gayet tabiidir. Nitekim Hazreti Pey­gamber bir hadîsinde bazý mahzurlarý gözönünde bu­lundurarak kabir ziyaretini menetmiþ; bir baþka hadî­sinde ise, bu mahzurlarýn ortadan kalktýðýna hükme­derek ziyaret yasaðýný kaldýrmýþtýr. Gerçeði bu þekli ile bilen hiç kimsenin, artýk hadîsçileri bu iki hadîsi ri­vayet ettikleri için kötülemeye hakký yoktur.

Yahutta iki hadîs arasýnda nesh keyfiyeti yok­tur; fakat her iki hadîsin de deðiþik zaman ve zemin­lerde, deðiþik meselelere çözüm getirmek maksadýyle söylendiðine hükmolunur ve hadîslerin telifi cihetine gidilir. Nitekim Hazreti Peygamber bir hadîsinde cü­zam denilen hastalýða yakalanmýþ kimseden arslandan kaçar gibi kaçmayý emretmiþ; bir baþka hadîsin­de ise, hastalýklarda sirayet olmadýðýný belirtmiþtir. Bu iki hadîsin nerede, ne zaman ve ne maksatla söy­lendiðini bilmeyen bir kimse aralarýnda tenakuz bu­lunduðunu zannedebilir ve  "eðer sirayet yoksa cüzzamlýdan kaçmak niye?" diyebilir. Oysa. iki hadîsin manâlarý arasýnda tenakuz yoktur. Önemli olan, Ýslâm akaidine vâkýf olarak, bu akaidin özüne uygun bir þekilde aralarýný cem ve telif edebilmektir:

Ýslâm'a göre her þey Allah'ýn takdiri ile olur. Ýnsan, bu takdirin gerçekleþmesinde kesb ve ihtiyar sahibidir. Hastalýklarýn sirayeti bu yönden incelene­cek olursa þöyle denebilir: Ýnsan sâri bir hastalýða ya­kalanmamak için, her þeyden önce, o hastalýða yaka­lanmýþ olan kimseden uzak durmak zorundadýr; bu, onun ihtiyarýnda, yahut elinde olan bir þeydir. Bunun­la beraber yine de o hastalýða yakalanacak olursa, ar­týk burada söz konusu edilecek þey sirayet deðil tak-dir-i ilâhinin tecellisidir. Bu manâda sirayet yoktur; fakat bazý hallerde de sirayet, hastalýðýn bir kimsede belirmesi ve dolayýsýyla takdir-î ilâhinin tecellisi için sebep olabilir. Eski bir Arap Þâiri bu gerçeði þöyle dile getirmiþtir: "Tabib, týbbý ve devasý ile kaderi bozmaya muktedir olamaz ve daha önce tedavi ettiði hastalýk­tan kendisi ölüf.

Sahih olduklarý halde manâlarý arasýnda zýtlýk bulunduðu sanýlan hadîslerin cem ve telifi hadîs ilmi­nin önemli konularýndan birini teþkil eder. Bu konu ile ilgili olarak kitap telif edenlerin baþýnda Ýmam Þâfi'î (O. 204) ile Ýbn Kuteybe (Ö. 276) gelir.

Deðerli taleberimizden Mehmed Hayri Kýrbaþoð-lu tarafýndan Türkçeye tercüme edilerek okuyucuya sunulan Te'vîhýMuhtelifi'l-Hadîs, Ýbn Kuteybe'nin teli­fi olup, hem Mutezilenin hadîsçilere yönelttikleri hak­sýz ithamlarý cevaplandýrýr; hem de mütenakýz hadîs rivayeti ile ilgili ithamlar için, hadisler arasýnda tena­kuz bulunmadýðýný, verdiði örneklerin cem' ve telifini yaparak gösterir.

Mehmed Hayri Kýrbaþoðlu, henüz Fakülte sýra­larýnda öðrenci iken gayretti çalýþmalarý ile bu eseri bize kazandýrmýþ; daha önemlisi, ilme ve Ýslâm'a bü­yük hizmet etmiþtir. Kendisini tebrik eder, baþarýsýnýn ve hayýrlý hizmetlerinin devamýný dilerim.

Ankara, 30 Ekim 1978



Prof. Dr. Talât Koçyiðit[6]


[6] Ýbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadisi Müdâfaasý, Kayýhan Yayýnlarý: 10-18.


radyobeyan