Dini makale ve yazýlar
Pages: 1
Hakiki sulh By: sumeyye Date: 25 Ekim 2010, 11:31:48
Hakiki Sulh



Bir cem'iyyetin hâfýzasýný kaybetmesinden daha vahîm bir hâl tasavvur olunamaz. Nasýl ki, insanýn en kýymetli özelliði akla sâhib olmasýdýr; aklý olmayanýn bin sene ömrü olsa bile, hayâtýndan ne maddî ne de mânevî bir lezzet alýr. Bitki gibi bir canlý olur, hayvan gibi bir nefis taþýr. Fakat, insanlýðýn o üstün meziyetlerini bilemez. Ýnsanlýðý dîðer varlýklardan farklý kýlan maddî ve mânevî cihazlarý iþlemez, netîce vermez, akâmete uðrar.
Hakîkatlerin gizlendiði, hâdisâtýn olduðu gibi deðil de güçlülerin keyfine göre kayýt ve te'vîl edildiði milletlerin târîhi ile oynanmýþ demektir. Ýnsanlarýn zaaflarýndan biri de olduðu gibi deðil, olmak istediði gibi görünmeye çalýþmalarýdýr. Cem'iyeti teþkîl eden ferdlerin bu kabîl noksanlýklarý bir millete aynen yansýr. Çok kuvvetli bir hak ve hakîkat arama niyet ve cehdi olmazsa; insanýn aklý, vicdâný, rûhu kabûl etmediði hâlde, hissiyâtý güçlülere boyun eðer.
Târîh, yalnýzca geçmiþ bilinsin, mâlûmât kefesi dolsun diye okunmaz. Ondan yeterince ibret almak, ders çýkarmak gerekir. Ýnsanoðlu, geçmiþte yaptýðý hatâlarý tekrarlamamak için, önce, yaptýðýnýn yanlýþ olduðunu kabûl etmelidir. Sonra, bu kusûrun sebebini tam olarak tesbît etmelidir. Böyle bir durumla yine karþýlaþtýðý takdîrde, nasýl hareket edeceði husûsunda tefekkür ve tahlîllerde bulunmalýdýr. Ancak bu þartlar yerine getirilirse, geçmiþden ders alýnmýþ olur.
Cenâb-ý Hakk'ýn lütf ve ihsânýyla Ýslâmiyet ni'metine eriþen milletimiz, bin seneyi aþkýn bir zamandýr, bütün örfî ve millî fazîletlerini hak dînin mayasý ile tasaffî ve teâlî ettirerek beþeriyet içinde mümtâz bir yer kazanmýþtýr. Avrupa'nýn güçlü devletlerinin, iþgâl ettikleri pek çok ülkeyi maddî ve mânevî olarak sömürdüðü dönemlerde, ecdâdýmýz canlarý, kanlarý bahâsýna baþka topraklara ve halklara hak, adâlet, hizmet, medeniyet götürmüþlerdir.
Her þeyi Batýlýnýn bâtýl gözlüðü ile görmeye þartlanmýþ þahýslarýn, þanlý târîhimizi emperyalist bir nazarla, maddeci felsefe açýsýndan açýklamaya çalýþmalarý bizi yanýltmasýn. Vahþet çölü içinde nebîler, resûller nasýl cennet-asâ îmân ve saâdet vâhâlarý meydana getirmiþlerse; beþer târîhi içinde de Ýslâmla müþerref olan milletimiz ona mümâsil medeniyet ve fazîlet saraylarý inþâ etmiþlerdir.
Son ve en mükemmel dîni, en hâlis ve ivazsýz tarzda kabûllenip yaþayan ecdâdýmýz, hangi coðrafyada olursa olsun, orada bulduklarý halka birer emânetullâh nazarý ile bakmýþlardýr. Dînimizin esâslarýndan biri olan îmân kardeþliðini ön safa çýkarmýþ; ýrk ve kan birliði gibi maddî râbýtalarý geri plânda tutmuþlardýr. O sebeble de, vatan topraklarý üzerinde asýrlar süren berâberlik sonucu Türk, Kürd, Arab, Acem, Laz, Çerkez, Gürcü, Boþnak, Pomak, Rum, Ermeni, Yahudi vesâir dili, ýrký, kültürü, inancý farklý pek çok unsûr sulh ve sükûn içinde yaþamýþtýr. Nizâm-ý Âlem mefkûresi karþýsýnda, kânûn ve örfün îcâb ettirdiði tecziyeler dýþýnda, herkes ve her ýrk eþit sayýlmýþtýr. Kimin kimden üstün olduðunu belirleyen ölçüler yüzyýllar boyu sâbit olarak uygulanmýþtýr. O zamanlar dünyânýn her yerinde cârî olan, yöneticilerin ve mensûb olduklarý boylarýn akýl, güç, mal ile kazandýklarý üstünlükler nazara alýnmazsa; fazîlet, ýrkda ve kanda deðil, þahsýn kesb ettiði ilmî, meslekî, ahlâkî ve mânevî terakkîde aranmýþtýr.
Bütün bunlarý yok sayarak bugünün mes'elelerini çözemeyiz. Avrupa'nýn, maddî ve mânevî istîlâsýndan kurtulmak için asýrlar boyu kemirdiði Osmanlý Devleti, sosyolojik bir kânûn gereði, nihâyet ortadan kalkmýþtýr. Maddeten yok olsa bile, altý yüz yýl süren ve ekserîsi medeniyet sahîfelerine parlak sahneler hediye etmiþ bulunan mânevî mîrâsý, Anadolu'ya sýkýþtýrýlan bu azîz millete kalmýþtýr. Redd-i mîrâs ederek bu hakîkâte göz yummak ve Osmanlý'nýn selefi Selçuklu- larý da sayacak olursak bin yýllýk bir mâzîyi ademe mahkûm etmek mümkün deðildir.
Yumaðý düðüm olduðu noktadan yeniden sarmak lâzýmdýr. Ýpi koparmadan bu iþi baþarmak sabýr ister. Yeter ki niyetimiz hatâyý düzeltmek olsun. Önce, nerede yanlýþ yaptýðýmýzý insâfla ve hakperestlikle tesbît edelim. Derdin teþhîsi doðru olmalý. Çâre kendi eczâhânemizde mevcûd…
Yurdumuzdaki insanlarýn, kendi istekleri ve ihtiyârlarý ile deðil; Cenâb-ý Allâh'ýn irâde ve arzûsu ile farklý birer ýrka mensûb yaratýldýklarýný kabûl etmek baþta gelir. Kendi ýrkýmýzýn bir baþkasýndan üstün olduðuna dâir Yaratan'dan alýnmýþ bir iþâret ve delîl yoktur. Elbette herkes kendi dilini konuþaný, inandýðý gibi inananý, kendi yaþadýðý kültüre göre yaþayaný sever. Ancak, bu baþkalarýnýn red ve inkârýna sebeb olmamalýdýr.
Hele, içinde bulunduðumuz çaðda insanlar arasýndaki farklýlýklarýn birer artý deðer olduðu husûsunda genel bir kabûl hâsýl olmuþsa; bizim hâlâ vahþî ve bedevî kavimler gibi neredeyse kabîle ve aþîret gayreti gütmemiz ne derece doðru olur? Daðlara taþlara kendi üstünlüðümüzü yazmak, baþkalarýnda ayný emeli canlandýrmaz mý? Kendimizi efendi, baþkalarýný köle gibi görmekle husûmetten baþka ne kazanabiliriz?
Bütün insanlarýn yaratýlýþ îtibâriyle eþit olduklarý; üstünlüðün ancak ve ancak Allâh'dan hakkýyla korkmakla olduðunu tâlim ve telkîn eden bir dîne inanan kiþi, baþkalarýna tepeden bakamaz. Onlarýn hakkýnda aþaðýlayýcý düþünceler taþýyamaz. Kendi keyfini baþkalarýna mühendis yapamaz. Herkes insan olmak bakýmýndan, beþeriyetin artýk umûmen tasdîk ettiði hukûkî prensiplere riâyet dýþýnda, herhangi bir tarz-ý hayâta zorlanamaz. Kimsenin dili, dîni, kanâati, fikri, giyimi, yaþamasý sýnýrlandýrýlamaz. Cebir ve tazyikle baþka bir þekli kabûle icbâr edilemez.
Ýþte, eðer açýlacaksa, insanlarýn birbiriyle kucaklaþ masý için önce zihinlerdeki kör düðümler, paslý kilitler, kapalý kapýlar, metin duvarlar, aþýlmaz mânialar açýlmalý. Daðdan indirilecekse, efsânevî tefâhür daðlarýna çýkarýlmýþ olan ýrkî enâniyetimiz düze indirilmeli. Silahlardan arýndýrýlacaksa zulüm ve tahkîr silahlarý topraða gömülmeli. Hem öyle bir þekilde gömülmeli ki, baþka eller o silahlarý medfenin- den çýkarýp baþka zamanlarda yine kullanamasýn…
Geçmiþin yaralarýna tuz deðil, sevgi ve af merhemi basmalý. Suçun þahsîliði kâidesine binâen, yapýlan hatâlarýn müsebbibleri ya þahsen veyâ hâtýralarý âdil mahkemelerde yargýlanmalý. Kâtil mahkûm olmalý ki, maktûlün hakký ihkâk edilebilmiþ olsun. Hak yerini bulmalý ki, yüreklerde yangýn yeri gibi tüten intikâm hisleri teskîn edilebilsin. Hakký müdâfaa ederken malý, caný, râhatý selbedilen kimselerin mânevî huzûrunda özür dilenmeli, tarziye verilmeli, zararlarý tazmîn edilmeli ki maðdûrlar müferrah olsun.
Yoksa, hem suçlu hem güçlü edâsýyla, “Ben gâlib, sen maðlûb. Gel elimi öp de seni afvedeyim!” tarzý ile ne sulh olur, ne sükûn… Devlet, millete hizmet etmek üzere teþekkül etmiþ bir müessese olduðunun þuurun- da olarak; ezdiði, hor gördüðü, hakkýný çiðnediði halkýndan samimiyetle özür dilerse, o halkýn da bu tavýra yanaþmasý zor olmaz.
Halkýn hakkýný aramak bahânesi ile vaz'iyyeti kendi çýkarlarý için fýrsat bilenlere her iki tarafýn da dikkat etmesi zarûrîdir. Çünkü bataklýðýn kurumasýn- dan zarar göreceði kesin olan bir takým haþere, buna kat'iyyen râzý olmayacaklardýr. Üstelik hem devlet safýnda, hem de halkýn arasýnda yuvalanmýþ olan bu gibi insanlar az deðildir. Onlarýn yaþamasý için devamlý bir çatýþma lâzýmdýr. Beslenmeleri için mâsûmlarýn kanýný isterler. Gerçek bir sulh onlarýn sonu olacaktýr.
Ey idâreciler! Ýki asra yaklaþan bir süredir devâm edegelen hatâlarý tekrarlamadan, bin yýllýk târîhimizin verdiði derslerden istifade etmezseniz bu iþi çözmeniz mümkün olmayacaktýr. Bu topraklardaki bütün insanlarýn her türlü hakkýna hürmet etmek suretiyle; kimseyi kimsenin efendisi, sâhibi, patronu, aðasý, vasîsi, velîsi gibi görmeyerek muvaffak olunabilir.
Ýnsanlarýn binlerce yýl birbiriyle boðuþtuktan, binlerce felâketten ders aldýktan sonra bulduðu demokrasi ni'metini gerçek mânâda hükümrân etmek; her insanýn yaratýlýþtan sâhib olduðu artýk kabul edilen ayrýlmaz haklarýný gözetmek; zorbalarý milletler arasý hukukun teamülleriyle terbiye etmek ve mâsûmlarý beþeriyetin þefkatli kucaðýnda muhâfaza eylemekten gayri bir yol bilen varsa, söylesin!
Hakîkî sulh, ancak ve ancak Hakk'a kulluk ve Ýlâhî hukûka riâyetle te'mîn edilebilir; baþka deðil!



Ekrem KILIÇ

radyobeyan