Risalei Nur Dili By: reyyan Date: 12 Ekim 2010, 07:52:08
Risale-i Nur Dili
Risale-i Nur Dili Açýklama Bu yazý, Ýslam Yaþar'ýn ''Said Nursî Türkçesi'' ve Ahmet Turan Alkan'ýn ilgili yazýya getirdiði yazý üzerine kaleme alýndý. Burada ''Risale-i Nur Dili'' baþlýðý altýnda þimdilik sadece ana hatlarýyla sunmaya çalýþtýðým konular üzerindeki mütalaalarýn bu iki yazýya cevap niteliði taþýmadýðýný, bununla birlikte bu yazýlarýn yazýlmasýný hazýrlayan heyecaný paylaþmak ve çoðaltmak niyeti taþýdýðýný belirtmek isterim. Yaþça benden büyük ve edebiyat ve dile katkýlarýný takdir edegeldiðim iki edebiyatçýnýn Risale-i Nur'un dili üzerinde durmasý, doðrusu, beni memnun ve müteheyyic etmiþtir. Dilerim bu yazý, Risale-i Nur'u ve Risale-i Nur muhataplarýný anla(t)mada hayli mürekkep harcamýþ Ýslam Yaþar'ýn aþinalýðý ile kelimelerle muaþakasýný hayranlýkla izlediðimiz, sözü tevzin ve tezyin etmekte bihemta ''Altýncý Þehir''li Ahmet Turan Alkan'ýn nazar-ý dekaikini buluþturur. Bendeniz ise sadece perdeyi kaldýrmaya ve pek tabii ki, Risale-i Nur müellifinin dil ustalýðýnýn hakkýný vermekten hayli uzakta bir üslub-u periþan ve serazad bir takdim ile iki ustanýn tezgâhýna ola ki yumuþatýrlar ve biçimlendirirler diye ham demir bulmaya çalýþýyor. Öncelikle belirtmek gerek ki, Risale-i Nur'da, okuyan herkesin gerek szorlandýðý için gerekse hoþlandýðý için sezdiði bir özel dil vardýr. Bu zorlanma durumu deðiþik sonuçlar doðuruyor. Kimileri zorlandýðý için okumayý terk ediyor ve zihinlerinde ''Risale-i Nur'un dili aðýrdýr'' gibi bir yargýyý ömür boyu taþýmaya devam ediyorlar. Ýlginçtir ki, Risale-i Nur'un dili üzerindeki bu yargý, bu dili okumaya deðil de, okumaktan vazgeçmek üzerine bina edilmiþtir.Baþtaký zorlanmasýný bilahare aþýp hoþlanmaya kalbetmiþ biri olarak, kendi okuma maceramý bir laboratuvar verisi olarak kullanma hakkým var þu halde. Bu veriler ise, okumaktan vazgeçenler ya da okumamayý tercih edenlerle ayný kanaati paylaþmamý gerektiriyor: ''Risale-i Nur'un dili aðýrdýr.'' Ýþte bu ''aðýr'' kelimesi, bir farklýlýðýn ifadesidir.. Risale-i Nur'un ''aðýr''lýðý, özel bir ''Risale-i Nur Dili''nin habercisidir. Bu ''aðýr''lýk konusunda hemfikir olduðumuza göre, sorulmasý gereken diðer sorularý birlikte soralým: Bu aðýrlýk çekilebilir mi? Çekilebilirse, çekmeye deðer mi? Bu aðýrlýðýn çekilebilir olduðunu sayýsýz Nur talebesi kendi hayatlarýyla gösteriyorlar. Peki, Nur talebesi olmak gibi bir aðýrlýðý üstlenmeyenlerin sorusunu nasýl cevaplamalý: Bu aðýrlýðý çekmeye deðer mi? Aþaðýda anahatlarýyla ve kaba bir tasnifle sunmaya çalýþacaðým ''Risale-I Nur Dili''nin misyonu, bu sorunun cevabýný hazýrlamaya yöneliktir. I. Risale-i Nur Dilinin Konuþlandýrmasý a. Risale-i Nur'un dili tarihsel deðildir. Risale-i Nur, aðýrlýklý kýsmý 20.yüzyýlýn ilk yýllarýnda Osmanlýca'nýn hâkim dil olduðu bir dönemde kaleme alýnmýþtýr. Ýlk bakýþta, Risale-i Nur'a hakim olan dilin de eserin telif dönemindeki hakim dilin bir yansýmasý olduðu düþünülebilir. Ancak, bu hükmün doðru olmadýðý, ayný zamanda yazýlmýþ baþka eserlerin, üstelik gayridinî olduklarý halde, Risale-i Nur'a kýyasla çok daha aðdalý bir dile sahip olmasý, Risale-i Nur'da kullanýlan dilin tarihsel bir etkileþimden deðil, kasdî bir niyetten kaynaklandýðný gösterir. Risale-i Nur'da Osmanlýca bir tabir ya da terkibin hemen ardýndan, o zamana göre fazlasýyla sadeleþtirilmiþ bir ''tercümesi''nin kullanýlmasý, müellifinin Osmanlýca'ya denk gelen dili, seçeneksizlikten deðil, özel bir seçimle kullandýðýný gösteriyor. Said Nursi isteseydi, meselâ, ''levh-i mahv isbat'' yerine ''yazar-bozar tahta'', ''irae eder'' yerine ''gösterir'', ''beyder'' yerine ''harman'' kelimelerini kullanabilirdi. Aynýcümlenin içinde bu kelimeleri ardarda sýralayabilen biri olarak, ''eski'' dil ile ''yeni'' dili birarada kullanmak istemiþtir, yeni dilden bihaber olduðu için ''lisan-ý kadîm''e mecbur kalmýþ deðildir. b. Risale-i Nur'un dili coðrafî ya da millî bir izdüþüm deðildir. Said Nursî'nin ''Said Nursi Türkçesi'' adýnýn çaðrýþtýrmasý muhtemel bir Türkçe kaygýsý yoktur. Said Nursî'ye Osmanlýca'nýn ihyasý ya da Türkçe'nin uluslararasý düþünce dili olmasý gibi bir kaygý güttüðünü söylemek yerine, Kur'ân kelimelerinin konuþma diline aktarýlmasý, nebevî kavramlarýn Türkçe konuþanlar baþta olmak üzere her insanýn zihnine oturmasý gibi bir misyonu yerine getirdiðini söylemek daha doðru olur. Gerçekten de, Risale-i Nur'un özel bir Arapça eðitimi almadýklarý halde, okuyanlarýnýn diline çoðu vahyî kavramý, Kur'ân kelimelerini yerleþtirmiþ olmasý, onun Türkçe'yi deðil de, en azýndan Türkçe konuþanlarýn hayatýný iman diline yaklaþtýrarak ihya etme; Türkçe'yi yeniden düþünce dili yapmak deðil de, Türkçe konuþanlar örneðinde her coðrafyanýn dilinin Kur'an kelimeleri ve nebevî kavramlarla tezyin ve takviye edilebilirliðini gösterme misyonu yüklendiðini gösterir. Þu halde, Risale-i Nur diðer dilleri konuþan milletler için, Kur'an kelimelerinin ve nebevî terminolojinin konuþma diline aktarýlmasý konusunda, bir prototip, bir çalýþma örneði olarak deðerlendirilmeli. II. Kur'ân'ý Okuyan Risale-i Nur Dili Risale-i Nur'da ilk bakýþta göze çarpan dil aðýrlýðý, Osmanlýca'nýn ya da müellifinin yaþadýðý dönemin hatýrýndan deðil, Kur'ân kelimelerini hatýrlama zaruretinden kaynaklanýr. Risale-i Nur'un örnek metni olarak Birinci Söz üzerinde þöylesine bir göz gezdirme, ''aðýr'' kelimelerin hemen hepsinin ''Kadir-i Rahim'', ''Hâkim-i Ezelî'', ''Mâlik-i Ebedî'' gibi, esmânýn talimi, ''acz'', ''fakr'', ''vird-i zebân'', ''mütevazý''', ''maðrur'', ''Asâ-yý Mûsa'', ''Azâ-yý Ýbrahim'' gibi vahyin talim ettiði temel düþünce kodlarýnýn muhafazasý ve zihinde yerleþtirilmesine yönelik olarak zikredildiðini gösterecektir. Risale-i Nur'da, bu misyon peyder pey, hissettirilmeden, metnin ikinci ve gizli bir dili olarak gerçekleþtirilir. Bu konuda, Altýncý Söz'e serlevha olarak seçilen Tevbe Sûresi 111. ayetinin, hemen altýnda, ''Nefis ve malýný Cenab-ý Hakka satmak ve Ona abd olmak ve asker olmak.''diye baþlayan cümle ile dile aktarýlmasý örnek olarak okunabilir. Birinci Söz'de ''Her bir inek, deve, koyun, keçi gibi mübarek hayvanlar 'Bismillah' der.'' cümlesinde zikredilen hayvanlarýn, Zümer Sûresi 6.ayette ''nimetin tecessüm etmiþ'' nümuneleri anlamýnda ''en'am'' olarak ''tenzil'' edildiði haber verilen sekiz çift ehlî hayvana tekabül etmesi özel eðitimin gereðidir. Yine Birinci Söz'ün özel kurgusuyla, Asâ-yý Musa'nýn (as) ve Azâ-yý Ýbrahim'in (as), taþ ve ateþ karþýsýndaki duruþunun, yumuþak kök ve damarlarýn sert taþ ve toprak karþýsýndaki duruþuna, nazenin yapraklarýn ateþ saçan yaz hararetine karþý duruþuna taþýnarak, peygamber mucizelerin adiyatý mucizat olarak görme talimine eklemlenmesi de özel bir Kur'ân okumasý örneðidir. Yirmidördüncü Söz'ün vahye dayalý ontolojik çalýþmasýnýn en kritik yerinde varoluþun en büyük sorunu olan sevmeyi Al-i Ýmran 31. ayetiyle çözümleyen Said Nursi, ilgili ayeti takdim ederken, aslýnda ayetin anlam açýlýmýný oluþturan kavramlarý yine ayetin kelimelerini konuþma diline aktararak özel bir ayet talimi yapar: ''Öyleyse, o Mahbûb-u Ezelînin kendi habibine söylettirdiði þu ferman-ý ezelîyi dinle, ittibâ et.'' Þu halde ''Asâ-yý Musa'', ''Azâ yý Ýbrahim'', ''Habib'', ''Mahbub-u Ezelî'' gibi tabirlerin aðýrlýðýndan ürkenlerin, aslýnda imanlarý gereði nüfuz etmeleri gereken Kur'ân kültürünün kendilerine ne kadar hafif ve kýsa yoldan sunulduðunu tecrübe edebilirler. Tam burada Muhakemat'tan bir alýntý yaparak, Risale-i Nur müellifinin ayet kelimeleri ile konuþma konusundaki kasdýný ve ustalýðýný görmek gerek. Said Nursi, Nur Suresi 43. ve Yasin Suresi 16. ayetlerdeki belagati açýklarken, yine ayetlerdeki kelimelerle konuþur, ayetteki ana kavramlar üzerinden okuyucuya yeni düþünce alanlarý açar. Bu ''tercüme'' usulü meal kadar aþina edici olduðu kadar, mealin sýnýrlayýcýlýk ve kýsýtlayýcýlýk kusurlarýndan da azadedir. (Meal çalýþmasý yapanlar, ilgili ayetlerin mealleri üzerinde çalýþma yaparak, aþaðýdaki metnin Kur'ân'dan nasýl ustalýkla iktibas edildiðini görebilir ve özel bir meal formatý için ipuçlarý çýkarabilirler.) ''..birinci ayette [Nur, 43] olan istiare-i bedia o derece hararetlidir ki, buz gibi olan cümudu eritir. Ve bulut gibi zahir perdesini berk gibi yýrtar. Ýkinci ayette [Yasin, 16] belâgat o kadar müstakar ve muhkem ve parlaktýr ki, seyri için güneþi durdurur.'' III. Esma-i Hüsnâ'yý Okuyan Risale-i Nur Dili. Risale-i Nur'un dilindeki aðýrlýðýn temel sebeplerinden biri, tüm cümle kuruluþlarýnda esma-ý hüsnânýn hatýrýný gözetmesidir.Birinci Söz'ün çok bilinen bir cümlesi üzerinden gidelim: ''Ýþte, ey maðrur nefsim, sen o seyyahsýn. Þu dünya ise bir çöldür. Aczin ve fakrýn hadsizdir. Düþmanýn, hâcâtýn nihayetsizdir. Madem öyledir; þu sahrânýn Mâlik-i Ebedîsi ve Hâkim-i Ezelîsinin ismini al. Ta bütün kâinatýn dilenciliðinden ve her hadisâtýn karþýsýnda titremeden kurtulasýn.'' Bu cümlede, insanýn 'acz'inden Hâkim ismine, insanýn 'fakr'ýndan hareketle Mâlik ismine doðru kavramsal bir inþa gözlenir. Zira, insanýn elinden bir þey gelmiyor oluþu?yani aczi?, herþeye, her zaman hükmeden birini?yani, bir Hâkim-i Ezelî'yi; insanýn elinde hiçbir þeyin bulunmamasý?yani fakrý?, herþeyi her zaman elinden bulunduran birini?yani, bir Mâlik-i Ezelî'yi? aratýr. Ýnsan bu isimlere sahip Bir'ini bulamazsa kesret içinde kalacak, fakrýndan dolayý, kâinatýn ''dilenci''liðine düþecek, aczinden dolayý da hadisâtýn korkulu bir ''titreme'' içinde olacaktýr. Bu tabir ayný zamanda, ''onlar için ne korku vardýr, ne de mahzun olurlar..'' mealinde tekrarlanan ayetlerin anlamýna da bir göndermedir. Risale-i Nur'da sýkça zikredilen bize ilk okumada aðýr gelen bu tür Esma-i Hüsna örneklerine bakýlýrsa, Risale-i Nur dilinin Esmâyý hayatýmýza taþýmakta hayli hafif bir yol önerdiði görülecektir. Yirminci Mektub'un Ýkinci Makamý da, ''þehadet'' kavramýnýn cümle içindeki kullanýmlarýyla, hem kâinat, insan ve Allah eksenlerinde þehadet eyleminin nasýl gerçekleþtiði, hem de ''Þahid-i Ezelî'' isminin kavramsal olarak nasýl inþa edildiðini görmek üzere okunabilir. IV. Kurguyla Konuþan Risale-i Nur Dili Risale-i Nur'da özel bazý kavramlar ve bu kavramlar ekseninde geliþecek muhakemelerin ana hatlarý, yer yer, bölüm baþlýklarý, bölüm altbaþlýklarý, bölüm sýralamalarý olarak da kodlanmýþtýr. Bu konuda en görünür örneði, Otuzuncu Söz oluþturur. Otuzuncu Söz, 'Ýki Maksad' üzerine kuruludur, ve 'Birinci Maksad', 'ene'ye, 'Ýkinci Maksad' 'zerre'ye ayrýlmýþtýr. Ýlgili bahisleri mütalaa ettiðimizde, ''içimizdeki en büyük görünmez'' olan 'ene'nin yerli yerine oturtulmasýndan sonra ancak ''dýþýmýzdaki en küçük görünmez'' olan 'zerre'nin yerine oturabileceðini anlamýþ oluruz. Otuzuncu Söz'de açýkça vurgulandýðý gibi, afakî tefekkür, ancak enfüsî tefekkürün öncelenmesi ile istikamet bulur. Bu haliyle, Otuzuncu Söz, ene üzerindeki enfüsî tefekkürü Birinci Maksad olarak, zerre üzerindeki afakî tefekkürü de Ýkinci Maksad olarak ima eder. 'Risalet-i Ahmediye'ye dair Ondokuzuncu Söz'ün alt bölüm baþlýklarýnýn ''Reþha'' olmasý da, Yirmidördüncü Söz'de nübüvvet mesleðinin, ''zühre, katre, reþha'' sýralamasýnda, ''reþha''ya, yani, hakikate aracýsýz muhatap olma haline denk gelen konumunu haber verir. Mektubat'ta ve Sözler'de 'þakk-ý kamer' ve 'mirac' mucizelerinin birbiri ardýnca zikredilmesi de, bu yazýnýn çerçevesi dýþýnda kalan, ancak her iki mucizenin makam ve maksadýnýn anlaþýlmasý konusunda önemli ipuçlarý barýndýrýr. Bu sýralama kurgusu, her iki mucizenin birbirine bakarak hakkýyla okunabileceðini, Resûl-u Ekrem'in (asm) velayet ve nübüvvet kanatlarýnýn buluþmasý baðlamýnda anlaþýlmasý gerektiðini haber vermek üzere, ''Þakk-ý Kamer mucizesine dair'' zeylin 'Beþinci Nokta'sýndaki özel kelime kodlamalarýyla teyid edilir. ''Semâ-yý risâletin kamer-i münîri olan Hâtem-i Divan-ý Nübüvvet, nasýl ki, mahbubiyet derecesine çýkan ubudiyetindeki velâyetin keramet-i uzmâsý ve mucize-i kübrâsý olan Miracla, yani bir cism-i arzý semâvatta gezdirmekle semâvâtýn sekenesine ve âlem-i ulvî ehline rüchaniyeti ve mahbubiyeti gösterildi ve velayetini isbat etti. Öyle de, arza baðlý, semâya asýlý olan kameri, bir arzlýnýn iþaretiyle iki parça ederek, arzýn sekenesine, o arzlýnýn risaletine öyle bir mucize gösterildi ki, zât-ý Ahmediye (asm) kamerin açýlmýþ iki nurânî kanadýyla, iki ziyadar cenahla evc-i kemâlâta uçmuþ, tâ Kab-ý Kavseyne çýkmýþ; hem ehl-i semâvât, hem ehl-i arza medar-ý fahr olmuþtur.'' Bu ifadelerdeki çok katmanlý þifrelemeyi baþka bir makaleye havale ederek, Hz. Peygamberin (asm), miracýn mazhar olduðu makamda aya benzetilerek ''semâ-yý risaletin kamer-i münîri'' ünvanýyla zikredilmesine, ayýn yarýlmasý mucizesine mazhar olduðu makamda ''iki nurânî kanat ve ziyadar cenah'' ile ''evc-i kemâlât''a uçmak, ''Kab-ý Kavseyn'e çýkmak'' gibi mirac detaylarýyla zikredilmesine dikkat çekmek istiyorum. Bu küçük paragraf, Risale-i Nur'un, hem''nübüvvet -velayet'', ''semâvat arz'', ''keramet-mucize'', ''risâlet-velayet'' dengelerini gözeterek ve göstererek hem de ''þakký-ý kamer'' ve ''mirac'' mucizelerinin detaylarýný akýcý bir metin içinde veciz olarak buluþturarak nasýl çok katmanlý ama kolay bir dil kullandýðýný ve ileri çalýþmalar için nasýl bir kavram kýlavuzu oluþturduðunu göstermek açýsýndan hayli ilginçtir. Bu cümleden olarak, Otuzüçüncü Söz'ün ''pencere'' adýyla verilen alt baþlýklarýný izleyerek gayb ''perde''sinden ''pencere''ler açarak ''gayb-aþina nazar''ý edinmenin deðiþik makamlardaki metodlarý çýkarsanabilir. V.Meselle Konuþan Risale-i Nur Dili Özellikle Küçük Sözler'e hakim olan ''iki adam''lý temsilî hikayecikler, Risale-i Nur'un hem insana psikolojik içgörü kazandýrmada kullandýðý özel yöntemi açýða vurur, hem de vahyî mesajýn ana eksenlerini oluþturan, ''hayýr-þer'' ''vücud-adem'' ''hudabin-hodbin'' gibi kavramlarý yerli yerine oturtma ve yeniden inþa etme konusundaki özel çabayý haber verir. Ýþte tam bu noktada, Risale-i Nur, düþünce kavramlarýný inþa ve ihya etme çabasýna, öteden beri hükmeden ''aðýr'' izleniminin aksine, canlý, cana yakýn, kolay, hafif ve doðrudan bir katký saðlar. Bu konudaki detaylý incelemeler ve tartýþmalarý baþka bir makaleye saklýyorum. VI. Kâinatý Konuþturan Risale-i Nur Dili Birinci Söz'de takdim edilen ''lisan-ý hâl'' terimi, aslýnda, Risale-i Nur'un bütününe hâkim olan ''kâinatý okuma'' yönteminin habercisidir. Nitekim, ayný bahiste, ''zerrecikler gibi tohumlar, çekirdekler''in, bir bahçenin ['bostan' olarak zikredilmiþtir], ''inek, deve, koyun, keçi gibi mübarek hayvanlar''ýn hal dillerinden ''Bismillah''ýn nasýl okunacaðý gösterilmiþtir. Lisan-ý hâlin çözümlemesine deðiþik açýlardan uygulamalar sunan Birinci Söz metni, aðaç ve otlarýn ''ipek gibi yumuþak kök ve damarlarý''nýn, ''Asâ-yý Musa (as) gibi'' ''Vur asâný taþa!'' [Bakara, 60] emrine uyduðu, ''ince ve nazenin yapraklar''ýn da bir yaz boyu ''ateþ saçan hararete karþý'' ''azâ-yý Ýbrahim [as] gibi'' ''Ey ateþ, serin ve selametli ol!'' [Enbiya, 69] ayetini okuduðu gözlemleriyle, Kur'an ve kâinat okumalarý egzersizleri yaptýrýr. Diðer taraftan, Otuzikinci Söz'de zerreden yýldýzlara kadar bütün kâinatý ''konuþturan'' bir kurgusu içinde, Esma-ý Hüsnânýn eþya üzerinde nasýl okunabileceðine dair detaylý yöntemler verilir. Risale-i Nur'un görünüþte sýrf insana ve insanýn lisanýna atfedilen ''dua'' kavramýna, kâinatýn tekellüme geldiðinin anlatýldýðý Yirminci Mektub'un Birinci Zeyli'nde getiridiði, çok heyecan verici bir ''kâinat okumasý''nýn alfabesini sunar: ''.esbabýn içtimaý, müsebbebin icadýna bir duadýr. Yani, esbab bir vaziyet alýr ki, o vaziyet bir lisan-ý hal hükmüne geçer; ve müsebbebi, Kadîr-i Zülcelâlden dua eder, isterler. Meselâ, su, hararet, toprak, ziya, bir çekirdek etrafýnda vaziyet alarak, o vaziyet bir lisan-ý duadýr ki, ''Bu çekirdeði aðaç yap, yâ Hâlýkýmýz'' derler. Çünkü, o mucize-i harika-i kudret olan aðaç, o þuursuz, câmid, basit maddelere havale edilmez, havalesi muhaldir. Demek, içtima-ý esbab bir nevi duadýr.'' Otuzuncu Söz'ün tahavvülat-ý zerrattan bahseden 'Ýkinci Maksad'ýnýn Mukaddimesi'nde her bir zerreyi kâinat kitabýnýn zikreden bir kelimesi haline dönüþtüren, her bir zerreye açýkça konuþan bir dil kazandýran bakýþ þöyle takdim edilir. Bu bakýþ, ''Bismillah'' ve ''Elhamdülillah'' gibi Kur'ân kelimelerinin kâinatýn dilinde de hecelendiðine, tesbihatýn kevnî bir telaffuza ve tekellüme tercüme edilebileceðine tanýklýk eder. ''.. her bir zerre, mebde-i hareketinde 'Bismillah' der; çünkü, nihayetsiz, kuvvetinden fazla yükleri kaldýrýr ve buðday tanesi kadar bir çekirdeðin koca bir çam aðacý gibi bir yükü omuzuna almasý gibi. Hem vazifesinin hitamýnda ''Elhamdülillah'' der; çünkü bütün ukulü hayrette býrakan hikmetli bir cemal-i san'at, faydalý bir hüsn-ü nakýþ göstererek, Sâni-i Zülcelâlin medayihine bir kaside-i medhiye gibi bir eser gösterir.''
Senai Demirci
radyobeyan