Mutezile By: hafýz_32 Date: 09 Ekim 2010, 14:15:16
MU'TEZÝLE
MEZHEBÝN ORTAYA ÇIKIÞI
«Ayrýlmak, uzaklaþmak, bir tarafa çekilmek» manasýna gelen «i'ti-zâUden ism-i fail sýygasýnda bir cemi ismidir. Müfredi «mu'tezilî» dir.
Ýslâm tarihinde önemli bir akaid mezhebi kabul edilen Mu'tezi-lenin bu isimle anýlmasýnýn sebebi hakkýnda çeþitli .görüþler ileriye sürülmüþtür. Bir çok kaynaðýn naklettiði meþhur görüþe göre Mu-tezilenin kurucusu Vâsýl b. Atâ' (v. 131/748) mürtekib-i kebîre meselesinde hocasý Hasan-i Basrî'den (v. 110/728) ayrýldýðý, bir kanaate göre de Amr b. Ubeyd (v. 144/761) Katâde'nin (v. 118/736) meclisini terk ettiði için «ayrýlanlar, yançizenler» manasýna «mu'tezile» diye anýlmýþlardýr. Vâsýl b. Atâ'nýn, böyle bir macerasýnýn olabileceði kabul edilmekle beraber Mu'tezîlenin bu hadise sebebiyle bu adla anýlmýþ olmasý bazýlarý tarafýndan pek vârid görülmüyor.
Diðer bir görüþe göre «mu'tezile» ismi daha eskilere varýr. Hu-lefâ-i Râþidînden Hz. Ali zamanýnda baþlayýp devam eden iç anlaþmazlýklarda hiç bir tarafý tutmayan, iç savaþlara katýlmayan «tarafsýz bir zümre» vardýr ki bunlara tâ o zamandan itibaren «mu'tezile (tarafsýzlar)» denilmiþtir. Ýþte söz konusu edilen kelâm mezhebinin mensuplarý kendilerini o zevatýn halefleri kabul etmiþler ve Mu'te-zile adýný bir övgü ifadesi olarak kendileri almýþlardýr.
Hayatýnýn 40 yýlýný Mu'tezile içinde geçiren Ebu'l-Hasan el-Eþ'ari (v. 324/936) ise þöyle demektedir: «Vâsýl b. Atâ', mürtekib-i kebîre konusunda müslümanlann görüþünden ayrýldýðý, icmaa muhalefet ettiði için bu adla anýlmýþtýr.» Bu konu ile ilgili olarak baþka görüþler de ileriye sürülmüþtür[1].
Ýslâm tarihinin bu kelâmý mezhebi «mu'tezile»den baþka isimlerle de anýlmýþtýr. Kullarýn, ihtiyari fiillerini müstakýllen kendi kudret-leriyle meydana getirdiklerini iddia ettikleri ve kudreti Allah'tan nefyettikleri, daha doðrusu kendilerinden önce bu görüþü benimseyen zümrenin fikirlerine katýldýklarý için «kaderiyye «o-tfiý » diye anýldýklarý gibi sýfât-ý ilâhiyye, halk-ý Kur'an ve ru'yetullah meselelerinde Cehmiyyeye uyduklarýndan «cehmîyye adý ile de anýlmýþlardýr. Allah'ýn bazý sýfatlarýný nefyetmeleri sebebiyle «muattý|£ ükjjl » diye de isimlendirilmiþlerdir. Kendileri bu son üç ismin hiç birini kabul etmezler[2]. Biraz sonra göreceðimiz üzere Mu'tezile adi ve tevhid prensiplerini benimsedikleri için «ehl-i adi ve ehl-i tevh olduklarýný iddia ederler.
Ýlmî manada Mu'tezile mezhebinin ortaya çýkýþý hicrî ikinci asrýn baþlarýndadýr. Mezhebin kurucularý olarak Vâsýl b. Atâ' ile Anrr b. Ubeyd kabul edilir. Mu'tezile âlimleri, mezheplerine daha köklü bir temel gösterebilmek Ýçin onu tâ Peygamber efendimize kadar dayandýrýrlar. Ýbnu'n-Nedîm'in (v.438/1047) kaydettiði ve Mu'tezile bilginlerinden Ebu'l-Hüzeyl el-Allâfa (v.235/850) kadar varan bir rivayete göre Ebu'l-Hüzeyl, adi ve tevhid prensiplerini hocasý Osman et-Tavîl-den, o da Vâsýl b. Atâ'dan, Vâsýl da Hz. Ali'nin torunu Ebû Haþim Abdullah'tan, o da babasý Muhammed b. el-Hanefiyye'den, o da babasý Hz. Ali'den, Ali de Rasûlüllahtan, Rasûlüllah da Cebrâîl vasýtasýyla Allah taâlâdan almýþtýr. Fakat tslâmî kaynaklar ve tarihî vak'alar karþýsýnda bu görüþü benimsemek mümkün deðildir [3]. Zeydiyye
imamlarýndan ve Mu'tezile âlimlerinden Ýbnu'l-Murtazâ (v. 840/1437) da Tabakat'ýnda, Mu'tezileyi, Hulefâ-i râþidîn ve Ýbn Abbas, Ýbn Mes'-ûd, Ýbn Ömer gibi bazý zevattan baþlatýr, Hz. Hasan ve Hüseyin, ehl-i beyt ve Hasan-i Basrî dâhil meþhur bazý tabiîlerle devam ettirir. Ýbnu'l-Murtazâ, ayný eserde, fukahâdan Ýmam Züfer ve Muhammed'i, Þafiî, Nehaî, Þa'bî gibi zevatý, muhaddisînden de Medine'li, Mekke'li, Yemen'li, Þam'li, Basra'lý ve Kûfe'li bir çok þahýs ismi zikreder[4]. öyle anlaþýlýyor ki müellif, «kader» fikrinden hareket etmiþ, cebri reddeden (fakat kendileri gibi kaderi inkâr etmiyen) bir çok kiþiyi, Mu'tezile mezhebini terviç için, kendilerinden saymýþtýr. VâsýPýn, i'ti-zâli, Hasan-i Basrî'den aldýðýnýn iddia edilmesi de ayný sebebe baðlanabilir[5].
Mu'tezileyi doðuran âmiller:
Mu'tezilenin kelâmý bir mezhep olarak ortaya çýkýþýný doðuran âmilleri þöyle hulâsa etmek mümkündür:
1) Kitabýmýzýn baþýnda da söylediðimiz gibi (bk. s. 21) üçüncü halife Hz. Osman'ýn þehid edilmesiyle Ýslâm dünyasýnda ortaya çýkan anlaþmazlýklar Ýç savaþlarýn doðmasýna kadar varmýþtýr. Bilhassa «kati» kebîresinin fazlaca irtikâp edilmiþ olmasý, âlimleri, «mürte-kib-i kebîre»ntn durumu hakkýnda düþünmeye sevketmiþtir. Diðer yönden iç savþlara katýlan taraflar çeþitli tenkid ve ta'ne tâbi* tutuluyor, bu konularda deðiþik fikirler ortaya atýlýyordu. Mu'tezile de bu siyâsî - fikrî problemler hakkýnda kendine has görüþler ileriye sürmüþ ve yeni bir ekol olarak ortaya çýkmýþtýr.
2) Hz. Peygamber (s.a.) in vefatýndan sonra Ýslâm dini Arap yarýmadasýnýn dýþýna çýkmýþ, kýsa bir müddet içinde bir çok yerler fethedilerek islâm dünyasýna katýlmýþtýr. Feth edilen bu yeni ülkeler çeþitli kültür ve inanýþlara sahip bulunuyordu. Ýslâmýn kültür dairesine giren bu yeni kavimlerin müslümanlýðý kabul edeni de etmiye-nî de eski inanýþ ve düþünüþünün tesirinden kurtulmuþ deðildi. Yahudi, hýristiyan, zerdüþt, seneviyye ve sair zümrelerin islâm dünyasý içinde yaydýklarý islâmî esaslara aykýrý görüþlere karþý çýkabilmek için kuvvetli bir cedel kabiliyetinin yanýnda hasmýn silâhýný kullanabilecek geniþ bir kültüre de sahip olmak gerekiyordu. Halbuki zamanýn selef cereyaný bu iþin üstesinden gelebilecek durumda deðildi, Ýþte Mu'tezilenin ortaya çýkýþ âmillerinden biri de bu olmuþtur.
3) Ýlk Mu'tezile ricalinin felsefe ile iþtigal ettikleri çeþitli kaynaklarýn þehadetiyle bilinmektedir. Emeviler devrinden itibaren arap-çaya tercüme edilmeye baþlanan Eski Yunan felsefesine (ilimler mecmuasýna) ait eserler Mu'tezile tarafýndan da okunmuþ, beðenilmiþ ve ekollerinin fikir teþekkülüne tesir etmiþtir[6].[7]
MU'TEZÝLENÝN ANA FÝKÝRLERÝ
A. Genel Bakýþ Hicrî ikinci asrýn baþlarýnda ortaya çýkan Mu'tezile cereyanýnýn akaid tarihinde «kelâm* metodunu vaz'ettiði hepimizin malûmudur. Bu metod, nakli kabul etmekle beraber akaid konularýnda akla da önem veren, akýl ile naklin teârüz eder gibi göründüðü yerlerde aklýn ýþýðý altýnda nakli tevil eden bir metoddur. Bilindiði üzere kelâm metoduna devrin âlimleri (Seiefiyye) þiddetle karþý çýkmýþtýr. Hicrî dördüncü asýrdan itibaren baþta Mâtürîdî (v. 333/944) ile Eþ'arî (v. 324/936) olmak üzere ehl-i sünnet âlimleri bir taraftan Mu'tezi-leye cevap verirken diðer yönden onlarýn kelâmî metodunu benimsemiþ oldular ve ehl-i sünnet ilm-i kelâmýný kurdular. Ne var ki aklýn ve tevilin müdahele sýnýrý ve ayrýca akaidin bir çok meselelerinin anlaþýlmasý hususunda iki mektep arasýnda bariz farklar ortaya çýkmýþtýr[8].
Biraz önce de belirttiðimiz üzere Mu'tezile yahudi, hýriþtiyan, Ýran, Hind dinleri ve Yunan felsefesi ile temas etmiþ, bunlarýn karþýsýnda islâm akaidini müdafaa etmeye çalýþmýþtýr. Mu'tezilenin bu mücadelesi sýrasýnda hasmýn tesiri altýnda kaldýðý, benimsediði fikirlerde yabancý din ve felsefelerin izleri bulunduðu ileri sürülmektedir [9]
Mu'tezile âlimlerinden EbuM-Hüseyn el-Hayyât (v. 298/910), Mutezilenin kabul ettiði akide esaslarýnýn bütün müslümanlar tarafýndan aynen benimsendiðini iddia eder ve bu esaslar meyanmda 10 kadar madde sýralar: «Allah birdir, benzeri yoktur, gözler onu idrak edemez, deðiþikliðe ve zevale uðramaz, yerin de göðün de Ýlâhýdýr, bize þah damarýmýzdan yakýndýr, kendisi kadîm olup ondan baþka her þey hadistir... cennet müttakîlerin, cehennem de fâsýklarýn yurdudur» gibi. Çoðu Allah taâlânýn sýfatlarýna râci' olan, ustalýklý ve üstü kapalý bir þekilde ifade edilen bu prensiplerin, bu akide esaslarýnýn varlýðýna elbet kimse itiraz edemez. Ancak bunlarýn anlaþýlmasý ve yorumlanmasýnda çeþitli görüþler ortaya çýkmaktadýr[10]. Ý'tizal mezhebinden ayrýldýktan sonra telif ettiði «el-Ýbâne an usûli'd-diyâ-ne» adlý eserinin baþýnda, Ebu'l-Hasan el-Eþ'arî (v. 324/936), Mu'te-zilenln ehl-i sünnetten ayrýldýðý noktalarý zikreder. Bunlar aþaðýda sayacaðýmýz «usûl-i hamse»nin içine giren meselelerdir [11]
B. Mutezilenin Beþ Esasý
Mu'tezile mezhebi kendi arasýnda çeþitli kollara ayrýlmýþtýr. Bu kollarýn her birinin kendisine has görüþleri olmakla beraber bütün mu'tezilî fýrkalarýn umumiyetle ittifak ettiði bazý noktalar vardýr. Beþ esas (usûl-i hamse) halinde toplanan bu prensiplerin tamamýný benimseyenler Mu'tezileden kabul ediîmektedir. Bu esaslar þunlardýr: [12]
1) Tevhîd :
Allah taâîâyý gerek zat ve gerek sýfatlarý bakýmýndan bir ve tek kabul etmek manasýna gelen «tevhîd» bütün islâmî fýrkalar tarafýndan benimsenen bir esastýr. Ancak Allah'ýn sýfatlarý konusunda Mu'tezile kendine has bir aniayýþa sahiptir. Onlara göre Allah'ýn sýfatlarý vardýr. Ancak bu sýfatlar onun zâtý üzerine zâid manalar, yani zâtýndan ayrý dü-þünülebilen þeyler olmayýp zâtýnda mündemiçtir. Binaenaleyh Cenabý Hak için «alîm, semî', basîr'dir» denilebilir, fakat «onun ilim, sem', basar... sýfatý vardýr» denilemez. Çünkü birinci anlayýþta kullanýlan kelimeler sýyga bakýmýndan da sýfat olup zâtý ve sýfatý ayný anda ifade etmiþ olur. Ýkinci anlayýþta ise sýfat masdar þeklinde zikredilen bir mana olup zâta ayrýca ilâve edilmektedir. Allah'ýn sýfatlarý da zâtý gibi kadîm olacaðýndan ikinci anlayýþa göre birden fazla kadîm kabul edilmiþ olur (taaddüd-i kudemâ'), bu ise tevhid prensibine aykýrý düþer;
Mu'tezile Allah'ýn sýfatlarý içinde «vahdâniyyet» ve «kadîm oluþ»u hâkim sýfatlar kabul etmiþ, zihnen bile olsa, ona kadîm olan manalar [sýfatlar) nisbet etmeyi vahdaniyeti zedeleyici mahiyette bulmuþtur [13].
Mu'tezile, tevhîd anlayýþýna baðlý olarak, kelâm ilminin en çok münakaþa edilen «kelâmullah» bahsinde de deðiþik bir görüþ ortaya atmýþtýr. Onlar kelâm sýfatýnýn Tevrat, Ýncil, Kur'an gibi insanlar arasýnda tecelli eden yönüne bakarak onun kadîm deðil mahlûk (hadis) olduðunu iddia etmiþler, bu sýfatýn Allah ile kaim olmadýðýný söylemiþler ve bunun uðrunda, yýkýlýþlarý için sebep teþkil edecek kadar aþýrýlýklar göstermiþlerdir.
Yine onlar, Halikýn hiç bir veçhile mahlûka benzemiyeceði prensibinden hareket ederek Allah'ýn ahirette görülmesini (ru'yetultahý) Ýnkâr etmiþlerdir.
Mu'tezilenÝn, Allah'ýn bazý sýfatlarýný inkâr konusunda Cehmiy-yenin tesiri altýnda kaldýðý, diðer yönden teþbihe düþen Râfýza ve Müþebbiheye karþý bir aksülamel teþkil ettiði kabul edilir. [14]
2} Ad!
Cenabý Hak adi (âdil)dir, kullarýna asla zulmetmez. Binaenaleyh kullar, yaptýklarý ihtiyarî fiilleri (iyilik ve kötülükleri), Allah taâlâ tarafýndan kendilerine verilen hür ve müstakil irade ile yaparlar, bu fiillerin meydana geliþinde Üâhî bir müdahale bahis konusu deðildir. Zira kulun fi'li ilâhî irade ile vuku bulsaydý kul o fi'li cebir altýnda yaprruþ olurdu. Bu takdirde o fiilden dolayý ceza görmesi zulüm olurdu.
Mu'tezile bu görüþüyle, kendilerinden önce gelen Kaderjyyenin fikirini benimsemiþ, fiillerin meydana geliþindeki ilâhî Ýradeyi vþ ka-deri Ýnkâr etmiþ oluyor.
Mu'tezile bu görüþüne baðlý olarak þunu da ileri sürer: Kul için hayýrlý ve elveriþli (aslan) olaný yaratmak Allah'a vâcibdir (vucûb ale'llah). Onun hikmeti, kullarýn iyiliðine riayet etmeyi vgerektirir. [15]
3) Va'd ve vaîd
Kiþi mümin ve mutî olarak ahirete intikal ederse sevap ve mükâfata {va'd), buna mukabil imansýz olarak veya büyük günah (kebîre) iþleyip tevbe etmeden ölürse azaba ve ebedî olarak cehennemde
kalmaya (vaîd) lâyýk olur. Cenabý Hak, büyük günahý, tevbe olmaksýzýn hiçbir þekilde (kendi lûtfuyla veya þefaatle bile olsa) affetmez. Bu günah ebedî olarak cehennemde kalmayý gerektirir. Büyük günahlardan kaçýnanlarýn küçük günahlarý Ýse affolunur. Binaenaleh, mümin cehenneme muvakkat bir zaman için de olso girmez. Cehenneme bir defa giren bir daha çýkamaz.
Mu'tezile, bu görüþüyle Mürci'eye karþý çýkmýþ, ameli imandan cüz' saymýþ, þefaati kýsmen inkâr etmiþ oluyor. [16]
4) Menzile beyna'l-menzileteyn
Büyük günah (kebîre) iþleyen mümin imandan çýkar, çünkü'amel imandan bir cüz'dür. Fakat küfre girmez, zira kendisinde hâlâ mev-cud olan kelime-i þehâdet ve benzeri iyilikler küfre münâfidir. O halde iman ile küfür arasýnda bir yerde, Ýki menzile arasýnda bir menzilede bulunur. Böylesine ölünceye kadar müslüman muamelesi yapýlýr. Þartlarýna uyarak tevbe ederse Ýmana döner. Tevbe etmeden ölürse öldüðü andan itibaren kâfir sayýlýr. [17]
5) Emir bi'l-marûf nehiy ani'l-münker
Ýyiliði yaptýrmaya ve kötülüðü önlemeye çalýþmak bütün müslü-lürnanlara farzdýr. Bu, islâm davetinin yayýlmasý, sapýklarýn doðru yolu bulmasý ve müslümanlann nazarýnda hakla bâtýlý birbirine karýþtýran din düþmanlarýnýn zararlarýnýn bertaraf edilebilmesi bakýmýndan zaruridir.
Mu'tezile, bu prensiplerine baðlý olarak yabancýlarýn Ýslama yaptýklarý fikrî taarruzlara karþý çýkmýþ ve Ýslâmý savunmuþlardýr. Ancak kendi görüþ ve düþüncelerini diðer müslüman zümrelere kabul ettirebilmek için ayný prensip uðrunda yürüttükleri mücadelelerde aþýrý gitmiþ, sert davranmýþlardýr[18].
Mu'tezÜe fýkýh konusunda kendilerine has görüþler ortaya koymamýþlar, akýlcý zihniyetlerine daha uygun bulduklarý Hanefiyyeye umumiyetle intisabý uygun görmüþlerdir.[19].
Mu'tezileye mensup þahýs ve fýrkalarýn yer yer ekseriyetle, yer yer ittifakla kabul ettikleri görüþler hulâsa olarak bunlardýr. Daha önce de belirttiðimiz üzere bizim buradaki hedefimiz ne mufassal bir mezhepler tarihi sunmak, ne de ehl-l sünnetle ehl-i bid'at arasýnda ihtilaflý olan meselelerin münakaþasýný yapmak deðildir. Gayemiz önemli itikadý mezhepler hakkýnda derli- toplu tanýtýcý bir bilgi vermek suretiyle okunacak kelâm eserlerinin daha iyi anlaþýlmasýna yardýmcý olmaktýr. [20][1] el-Gazzâlî, Fedâihu'l-Bâtiniyye, s. 18-20. Ayný ifadeleri bazý ihtisarlarla Ýbnu'l-Cevzî de aktarmýþtýr (bk. Telbîs, s. 103).
[2] ed-Deylemî, Beyânu mezhebi'l-Bâtýniyye, s. 3.
[3] Goldziher, el-Akîde, s. 241.
[4] bk. el-Baðdâdî, el-Fark, s. 284-285, 293-298; eþ-Þevkânî, Katru'l-velÝyy, 3 283; Ahmed Emin, Zuhru'l-Ýslâm, IV, 131, 140; Brockelmann, Ýslâm milletleri, I, 124-125; Adam Mez, el-Hadâra, II, 71; Goldziher, ag.e., s. 241; Arnold, Ýntiþâr-ý ÝslSm Tarihi, s. 217-219; Ý.A. V/2, s. U20, VT, 353.
[5] ÝA. VI, 353.
[6] Prof. Dr. Bekir Topaloðlu, Kelam Ýlmi, Damla Yayýnevi:257-260.
[7] ed-Deylemî, ag.e., s. 81.
[8] Ýbnu'1-Esîr, el-Kâmil, VIII, 207-208, 486; Ýbn Kesir, el-Bidâye ve'n-ni-hâye, XI, 160-162, 223 (h. 317 ve 339 yýlý hâdiseleri); ed-Deylemî, ag.e., s. 88; A. Emin, Zuhru'l-Ýslâm, IV, 132-134; Brockelmann, ag.e., I, 134; A. Mez, ag.e., II, 69-70.
[9] Prof. Dr. Bekir Topaloðlu, Kelam Ýlmi, Damla Yayýnevi:260.
[10] Mufavvýza: Cenabý Hakkýn ilkin Muhainmed ve Ali'yi yarattýðýný, bundan sonraki bütün yaratma, rýzýk verme... iþlerini onlara havale ettiðini, bu vazifenin Ali'den sonra belirli imamlara kaldýðýný ileri sürenler.
[11] Ýbn Bâbeveyh, r. el-hikadât, s. 114.
[12] ed-Deylemî, ag.e., s. 71-91.
[13] el-Gazzâlî, Fedâihu'l-Bâtmiyye, s. 151-155.
[14] Ýzmirli, Muhassal, s. 194.
[15] Prof. Dr. Bekir Topaloðlu, Kelam Ýlmi, Damla Yayýnevi:260-261.
[16] Prof. Dr. Bekir Topaloðlu, Kelam Ýlmi, Damla Yayýnevi:175.
[17] Prof. Dr. Bekir Topaloðlu, Kelam Ýlmi, Damla Yayýnevi:175-176.
[18] Mu'terilenin be§ esas, hakkmda geniþ bilgi ve tenkid *> J. , 93; ei-Kad; AMÜÝcebbâr,
Ebû
en-Nîsâbûrî, m-,evMd .1-570 -AMdetft-Tahav,, .Ýlahiyat Fk. Dergisi, 1S38, c. 16, s. 103-122. Fecru'l-Ýslâm, s. 297-298, Duha'l-Ýslâm, III, 21-89; Ebû Zehra, el-Mezâhib, I, 210-215; K. Iþýk, Mu'tezilenin Doðuþu, s. 67-80; l.Abdülhamîd, Dirâsât, s. 94-97; Ab-dülhakîm Belba', Edebu'l-Mu'tezile, s. 131-151; Î.A. VIII, 761-763; N. Çaðatay ve Ý.A. Çubukçu, Ýslâm Mezhepleri Tarihi, I, 92-95; Talât Koçyiðit, Mu'tezilede Akýlcýlýk,
[19] bk. A. Emin, Duha'l-Ýslâm, III, 71.
[20] Prof. Dr. Bekir Topaloðlu, Kelam Ýlmi, Damla Yayýnevi:176.
Ynt: Mutezile By: Bilal2009 Date: 21 Aðustos 2019, 15:33:30
Esselamu aleyküm Rabbim paylaþým için razý olsun
Ynt: Mutezile By: Sevgi. Date: 27 Aðustos 2019, 03:46:49
Aleyküm selâm. Bilgiler için Allah razý olsun kardeþim
Ynt: Mutezile By: gulsahkilicaslan Date: 27 Aðustos 2019, 11:02:49
Allah razý olsun hocam insallah selam ve dua ile
Ynt: Mutezile By: ceren Date: 27 Aðustos 2019, 14:42:10
Esselamu aleyküm.Rabbim razý olsun bilgilerden kardeþim...